Sevgili okurlar, mutlaka şehir merkezinde veya en fazla bir ilçede yaşıyorsunuz. Yani şehirlisinizdir. Aksi takdirde bu gazeteyi ve bu yazıyı hiç görmeyecektiniz. Ancak yine biliyorum ki, büyük çoğunluğunuzun köy ile bağı tam kesilmemiştir. “Köy” çoğumuz için doğduğumuz, çocukluğumuzun geçtiği yer, “baba ocağımız”, ya da birkaç kuşaktan “memleketimiz”dir. |
Köy, epeydir insanların karnını doyurmuyor. Yaşamımızı şehirlerde kazanıyoruz. Artık bu kentin bir parçası olmuşuz; emek vermiş, ter dökmüş, ekmeğini yemişiz. Ama “memleket”in yeri bizim için bir başkadır. Oradaki dostlarımıza, akrabalarımıza, doğasına, dağına, ağacına, çeşmesine, koyununa, tarlasına, merasına ayrı bir duyarlılıkla yaklaşırız.
Temmuz ayı başında ben de başımı alıp memleketime gittim. Orta Karadeniz’in tipik özelliklerini yansıtan bir yer. Bir dağ köyü. Her ne kadar belediyesi olsa da burası benim gözümde köy olmaya devam ediyor. Türkiye’de halkın geniş bir bölümünün durumunu, “sessiz çoğunluğun” nabzını yansıttığını düşünüyorum.
Bir gazeteci için galiba en çarpıcı (dramatik demek belki daha doğru) şey, insanların burada gazete falan okumaması. Köyde gazetenin satanı da, alanı da, okuyanı da yok. Doğru yanlış haberleri, magazini, maç geyikleri, ekonomisi, politikası, kendini dünyanın merkezinde sanan köşe yazarları, İMKB’si, borsası, uzmanları, muhabirleri, foto muhabirleri, akademisyen/prof., yüksek kariyerli, bilge tipleri, dünyayı kurtarma peşinde idealistleri, hapse de atılsa kalemini eğmeyenleri, yediğini içtiğini yazan gurmeleri, köşeleri tutmuş emniyet/istihbaratçıları, “stratejist”leri, siyasi partilerin, iktidarın, muhalefetin, futbol takımlarının fanatikleri; hatta sineması, televizyonu, tiyatrosu ile koca bir medya dünyası yok buralarda…
Bizim olan; ama içinde bizim olmadığımız bir dünya...
Basının, 4. Kuvvet falan diye diye, kendini fazla şişirdiğini düşünmeye başlıyorum.
Baksanıza, nüfus 70 milyondan fazla. Ama günlük gazetelerin toplam tirajı 11-17 Temmuz arasında 4 milyon 618 bin olmuş. Türkiye’de en çok okunan gazete deyince akla epeydir Zaman gazetesi geliyor. Birçoğunun tarikatçı diye tanımladığı bir gazete 850 bin satışı ile Hürriyet’i ikiye katlıyor. Hürriyet, Posta’ya kaptırdığı liderliği şimdi üçüncü sırada sürdürüyor. 70’li yıllarda hayli ilkeli, entelektüel kesimlerin okuduğu, çoğumuzun idolü olan Cumhuriyet gazetesi artık 100 binlerden 50’binli tiraja demir attı ve bu gazetenin yerini artık Yeni Şafak gazetesi almış durumda.
Bu gazetesiz dünyada, sabah ezanı ve güneşin doğuşu ile başlayan gündelik yaşamın başköşesinde, bir türlü bitmeyen, yorucu rutin işler var. Sabah erkenden kimisi tarlaya, bahçeye gider, kimisi hayvanları alıp meraya götürür. Bugünlerde ot, fiğ, yonca, korunga vs. biçme zamanı. Gündüz sıcağına kalmamak için erken kalkmanız gerekiyor. Buğday henüz çıkmamış (olgunlaşmamış).
Köylerde traktörle çalışan biçme makineleri olmasına rağmen, yüksek meyilden dolayı iş yine tırpana kalıyor. Tırpan sallamak hiç de öyle kolay iş değil. Özellikle gençlerin büyük bölümü köy dışında inşaat işlerinde çalışmaya gittiği için “tırpancı” bulmak da ayrı bir sıkıntı.
Biçmekle bitmiyor, artık köyler çayır otu ve yonca dahil birçok şeyi patozluyor ve kışa saman halinde hazırlıyor. Samanın, kaba ottan daha çok tüketildiği, zayi olmadığı söyleniyor. Samanlıklar dolduruluyor.
Henüz yeşilden silaj yapma keşfedilmemiş. Köyde silaj makinesi yok. Silaj, sadece bazı kişiler tarafından hazır olarak, ovadan satın alınan bir yiyecek.
Hayvancılık kendine yeni bir yer arıyor. Kadınlar, sabahları erkeklerden de önce kalkıp yemek hazırlıyor, süt sağıyor, hayvanları sığır çobanına katıyor.
Henüz yeşilden silaj yapma keşfedilmemiş. Köyde silaj makinesi yok. Silaj, sadece bazı kişiler tarafından hazır olarak, ovadan satın alınan bir yiyecek.
Hayvancılık kendine yeni bir yer arıyor. Kadınlar, sabahları erkeklerden de önce kalkıp yemek hazırlıyor, süt sağıyor, hayvanları sığır çobanına katıyor.
Eskisi gibi içme ve kullanma suyu köy çeşmesinden helkilerle taşınmadığı için iş kolaylaşmış. Evlerin çoğunda çamaşır makinesi var. Ayrıca, kasabadaki fırınlardan bakkallara günlük ekmek geliyor. Köye gelen sebze meyve satıcıları cami hoparlöründen anons edilerek halka duyuruluyor: “Taze ekmek ve çeşitleri gelmiştir!”, “Domates, patates, kuru soğan gelmiştir!” Hatta yine cami hoparlöründen “X fabrikası işçi alacaktır. Sigorta ve servisi vardır” diye bir anons bile duydum.
Ev kadınlarının işi eskiye göre hafiflemiş, ama asıl “beyliği” yaşayan yeni bir kitle oluşmuş: Emekliler…
Tarlada zaten emeğinin karşılığını alamayan insanlar, emeklilik gibi sabit bir geliri yakalayınca çoğu yerde tarlayı, bahçeyi terk etmiş. Bir kısmı hayvan bakmaktan vazgeçmiş.
Evlerinin altında veya bitişiğinde artık hayvan gübresi kokmuyor.
Aybaşı kasabadan maaşını alıp her şeyi satın alan yeni bir kitle oluşmuş. Sayıları ve ağırlığı yıldan yıla artan bir kitle.
Bunlara, yaz aylarında büyük şehirlerde yaşayıp emekli olanlar da katılıyor ve köyde “yazlık” evler göze çarpıyor.
Tarlada zaten emeğinin karşılığını alamayan insanlar, emeklilik gibi sabit bir geliri yakalayınca çoğu yerde tarlayı, bahçeyi terk etmiş. Bir kısmı hayvan bakmaktan vazgeçmiş.
Evlerinin altında veya bitişiğinde artık hayvan gübresi kokmuyor.
Aybaşı kasabadan maaşını alıp her şeyi satın alan yeni bir kitle oluşmuş. Sayıları ve ağırlığı yıldan yıla artan bir kitle.
Bunlara, yaz aylarında büyük şehirlerde yaşayıp emekli olanlar da katılıyor ve köyde “yazlık” evler göze çarpıyor.
Bilgisayar sayısı artıyor. Ama internet masraflı geldiği için, üyelik yerine dizüstü bilgisayarını getirip belediye binasındaki kablosuz bağlantıdan yararlanma yaygın.
İnsanların dünyayla bağlantısını sağlayan şey televizyon. Cumhurbaşkanı, Başbakan, terör, siyasi partiler (onlar da boy hizasında) hiyerarşisi ile verilen haberlerde bu günlerde en çok hassasiyet “şehitler” üzerine.
Çok ilginç, köylü jandarmaya, özel timlere vs. soğuk; yani karşılıklı bir güvensizlik hissediliyor; ama “Mehmetçik” deyince akan sular duruyor.
Cenazeler yürekleri dağlıyor. Askerde yakını olanlar, her “şehit” haberinde soğuk terler döküyor.
Çok ilginç, köylü jandarmaya, özel timlere vs. soğuk; yani karşılıklı bir güvensizlik hissediliyor; ama “Mehmetçik” deyince akan sular duruyor.
Cenazeler yürekleri dağlıyor. Askerde yakını olanlar, her “şehit” haberinde soğuk terler döküyor.
Kısa haberlerin dışında en çok izlenen programlar diziler ve uydudaki yerel kanallardan yöresel müzik:
“Kel tepenin taşlarını koyun mu sandın?”…
“Kel tepenin taşlarını koyun mu sandın?”…
İyi pazarlar.
24 Temmuz 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder