Bilmem dikkatinizi çekiyor mu, Türkiye ekonomisinde sıra dışı bir durum yaşanıyor. Daha seçimler yeni yapıldı. Üstelik tek parti iktidarı ve “siyasi istikrar” zirve yapıp, “ustalık dönemi” başlamışken, son 2 ayda, enflasyonun 2 katına yakın devalüasyon yedik… |
Dolar 1,7, Euro 2,5 liraya merdiven dayadı. Altın ise adeta çıldırdı, Cumhuriyet altını 600 liranın üzerine çıktı. Cari açık rekorlara devam ediyor. İktidar, kara (pardon kayıt dışı) paraya güvenerek, kapıda kriz falan olmadığını söylüyor. Vatandaşa da “kemer sıkma”nın yolunu gösteriyor.
Ama şu sıcak günde bunlardan söz etmeyeceğim. Hatta bu Pazar, bütün sorunlara rağmen her şeyin bugün, dünden daha iyi durumda olduğuna dair izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Mesela şöyle kategorik kaygılarımız vardır:
-"Eyvah gençlik tamamen yozlaştı. 80 sonrası kuşağı apolitik, asosyal, milli değerlerden (veya devrimcilikten uzak) saygısız yetişti. Vatan, millet, gelenekler, inancımız…"
-"Eyvah köyler boşaldı, büyük şehirleri eğitimsiz, vasıfsız, aç, kaba saba insanlar işgal etti… Şehirler köye döndü. Her şey bozuldu… Nerde eski Bursalılar, İstanbullular. (Bunları söyleyenler, geçmişteki asilzadeliklerine atıf yapıyor galiba!)"
-"Eyvah imam hatipliler her yeri işgal etti, devleti ele geçirdiler, laiklik elden gitti, şeriat geliyor."
-"Eyvah artık gençler otobüslerde yaşlılara yer vermiyor, kız erkek öpüşüyor. Ahlak da elden gitti."
- "Hey gidi günler. Evde babamızın kazancı hepimize yeterdi. Gül gibi geçinirdik. Şimdi herkes çalışıyor, aybaşını zor getiriyoruz. Bu ne bereketsizlik…"
Liste uzun, ama keselim.
Bu tür kaygılara kapılmanın, toplum dinamiklerini ve değişimi görememekten kaygılandığını düşünüyorum.
Kuşkusuz ki, Türkiye’de maalesef planlı, kendi dinamiklerine, kendi insanının iradesine ve gücüne dayanan planlı bir kalkınma olmadı.
Doğu-Batı, Kapitalizm-Sosyalizm kavgası arasında kalan ülke, “soğuk savaş”ın ihtiyaçlarına göre dizayn edildi ve bu yüzden de kalkınmada, batının hep gerisinde kaldı.
Yüzümüzü batıya döndük, batıyı şiar edindik; ama batılı ülkelerin yaptığını değil, çıkarları icabı bize söylediklerini, bizden istediklerini yaptık!.
Doğal olarak da bu hükümet politikaları, “ekonomik reçete”ler hep Türkiye’nin değil, onların çıkarına uygun oldu, onların işine yaradı.
Doğu-Batı, Kapitalizm-Sosyalizm kavgası arasında kalan ülke, “soğuk savaş”ın ihtiyaçlarına göre dizayn edildi ve bu yüzden de kalkınmada, batının hep gerisinde kaldı.
Yüzümüzü batıya döndük, batıyı şiar edindik; ama batılı ülkelerin yaptığını değil, çıkarları icabı bize söylediklerini, bizden istediklerini yaptık!.
Doğal olarak da bu hükümet politikaları, “ekonomik reçete”ler hep Türkiye’nin değil, onların çıkarına uygun oldu, onların işine yaradı.
Belki Atatürk ile başlayan değişimin arkası getirilip, dik durulabilse her şey çok daha farklı olabilirdi.
Ama olsun, Türkiye yine de kayda değer bir değişim, gelişim içinde.
Ama olsun, Türkiye yine de kayda değer bir değişim, gelişim içinde.
Gelişme, planlı, programlı, bilinçli hükümet politikalarıyla olmuyor.
Bu gelişim, başı gözü kırarak, dökerek, çamlar devirerek, her şeyi yapboz tahtasına çevirerek, deneyerek, yanılarak oluyor.
Toplum kendi kendine, faturasını da ödeyerek değişiyor.
Örneğin, birisi bana, “Sizin köyde insanların medeniyet düzeyini belirleyen, feodal gelenekleri yıkan şey nedir” diye sorsa, yanıtım şu olurdu: İnşaat işçiliği.
“Parayı, alım satımı, ekonomiyi öğreten şey nedir” diye sorsa, kesinlikle “simitçilik, işporta” diye yanıtlardım.
“Parayı, alım satımı, ekonomiyi öğreten şey nedir” diye sorsa, kesinlikle “simitçilik, işporta” diye yanıtlardım.
Çünkü 40-50 yıl önce dipdiri olan feodal katılık, kabilecilik, mütegallibe, vatandaşın eğitimi, devletin sosyal planları ve kalkınma faaliyetleri ile değil, kırın yoksullaşması ve köylünün “işçileşmesi” ile tasfiye oldu.
Eskiden köylerde, köpeğine hoşt dediği için falakaya yatırdığı adamlarla, aynı inşaatta çalışmaya başlayan feodal aile çocukları, ilk kez kürek, keser ve de amele çavuşlarının önünde, sandıkları kadar ayrıcalıklı kişiler olmadıklarını anladılar.
İnşaat işçiliği, eğitimsiz, vasıfsız köylünün en büyük demokrasi okulu, hayat üniversitesi oldu.
Eskiden köylerde, köpeğine hoşt dediği için falakaya yatırdığı adamlarla, aynı inşaatta çalışmaya başlayan feodal aile çocukları, ilk kez kürek, keser ve de amele çavuşlarının önünde, sandıkları kadar ayrıcalıklı kişiler olmadıklarını anladılar.
İnşaat işçiliği, eğitimsiz, vasıfsız köylünün en büyük demokrasi okulu, hayat üniversitesi oldu.
Artık köylerde “el pençe divan duran”, ezik, pısırık insanlar yok. Tabi küçük çiftçilik bitmiş, geçim zor, para yok.
Ama “cıbırın kabadayısı” derler ya; “göçünü horoz götürür, keyfini tren çekmez”…
İşte çoğunun ruh halinde böyle bir “özgüven” var.
Ama “cıbırın kabadayısı” derler ya; “göçünü horoz götürür, keyfini tren çekmez”…
İşte çoğunun ruh halinde böyle bir “özgüven” var.
Kalemine hayranlık duyduğum meslektaşlardan Arzu Yılmaz (Arınel), yıllar önce köylülerin keskin zeka ve bıçkınlıkları üzerine nefis bir yazı yazmıştı. Geçen zamanda artık bu bıçkınlık da çıtayı yükseltmiş.
Bilinçsiz, saf-temiz köylü imajı çoktan silinmiş.
Mesela daha sizi görür görmez, altınızdaki arabadan giydiğiniz elbiseye kadar her şeyin maddi değerini hemen çıkarırlar.
Özellikle gençler, sahip olmasalar da hangi model otomobilin, cep telefonunun kaç lira olduğunu bilir.
Büyükşehirlerdeki ev, arsa fiyatlarını da…
Sorulan ilk soru: “Ne iş yapıyorsun” ise de, aslında asıl öğrenmek istedikleri ayda kaç lira maaş aldığındır.
Tabi bunların toplanması ile ortaya çıkan rakam, size verilecek brüt değere eşit olacaktır!
Ailelerin çoğunda kişi başı birer cep telefonu, bazı evlerde, internet olmasa da dizüstü bilgisayar var.
Varsın TV’lerde tartışmayı “türbancı”lar kazansın, kadının sofradaki yeri artık “ahırdaki öküzden sonra” gelmiyor.
Mesela daha sizi görür görmez, altınızdaki arabadan giydiğiniz elbiseye kadar her şeyin maddi değerini hemen çıkarırlar.
Özellikle gençler, sahip olmasalar da hangi model otomobilin, cep telefonunun kaç lira olduğunu bilir.
Büyükşehirlerdeki ev, arsa fiyatlarını da…
Sorulan ilk soru: “Ne iş yapıyorsun” ise de, aslında asıl öğrenmek istedikleri ayda kaç lira maaş aldığındır.
Tabi bunların toplanması ile ortaya çıkan rakam, size verilecek brüt değere eşit olacaktır!
Ailelerin çoğunda kişi başı birer cep telefonu, bazı evlerde, internet olmasa da dizüstü bilgisayar var.
Varsın TV’lerde tartışmayı “türbancı”lar kazansın, kadının sofradaki yeri artık “ahırdaki öküzden sonra” gelmiyor.
Gözler açılıyor, akan su, sağa sola çarpa çarpa yolunu buluyor…
Ya ne olacaktı? Tarihin akışı tersine mi dönecekti?
İyi pazarlar…
1 Agustos 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder