Ankara’nın yakıcı sıcağından, akşam serinliğine hazırlanırken, gözüm televizyondaki bir röportaja takıldı |
Gözlüklü, kravatlı, traşlı, bakımlı, hafif tombul, esmerce, pala bıyıklı bir Suriyeli, gayet güzel Türkçe ve entelektüel jargonla, spikerin sorularını yanıtlıyor. Başbakan Erdoğan’ın “Eyvallah etmeyiz” deyip askeri müdahale sinyali verdiği, oraya buraya bayrak asan Kürt hareketinin liderlerinden biriymiş. “Elebaşı” yani… Ama bu adama terörist demek için, tamamen gözü karartacak kadar dolduruşa gelmiş olmak lazım… Konuşan kişinin adı yazılıyor: Demokratik Birlik Partisi (PYD) eş Başkanı Salih Müslim. Müslim, özetle diyor ki, “Suriye’de bir devrim oluyor. Herkes, Esad’dan kurtulmak ve demokratik bir ülkede yaşamak istiyor. Yüksek Kürt Konseyi kurduk ve biz 3-4 milyon Kürt’ü temsil ediyoruz. Amacımız sadece bu iç savaşta kendimizi korumak. Bu amaçla kendi öz savunma güçlerimizi oluşturuyoruz. Halk Meclisleri ile yönetimi kontrol altına alıp savaş ve kandan uzak kalmak istiyoruz. Türkiye’nin bizden rahatsız olması için hiçbir neden yok. Öyle büyük Kürdistan peşinde falan değiliz.”
Kısa bir araştırmayla anlıyorum ki, bizim medyada adı PKK yan kuruluşu gibi sunulan PYD bölgede uzun süredir faaliyet gösteren bir siyasi parti. Gazetelerde, kot pantolon, kösele ayakkabı ve tişörtlü gençlerin keleşle talim fotoğraflarına bakılırsa, silahlı grupları da yeni yeni oluşturuyorlar. Anlaşılan Barzani’ye yakınlıkları “karşılıklı saygı”dan ibaret. Mesela “Barzani’den direktif alacak değiliz” diyorlar. Hayli de soğuklar. Barzani’yi “Kürt milliyetçisi” olmakla suçluyor, kendi içlerinde Arap, Türkmen vs. olduğunu söylüyorlar. PKK ile ilişkileri ise “soydaşlık”, nispeten daha “ideolojik”; "organik" olmasa da siyasi açıdan daha yakınlar.
İşin Türkiye’yi ilgilendiren yanına gelince…
“Ana akım medya” denilen basında pompalanan, “Suriye’nin kuzeyinde bağımsız Kürt devleti kuruluyor. Bunlar terörist, bir an önce gidip işgal edelim, hadlerini bildirelim” havasının tehlikesine dikkat çekmek istiyorum.
Türkiye’ye karşı herhangi bir tecavüz olmadan girişilecek bir askeri müdahale, öncelikle, Suriye ile savaş anlamına gelir. Zira Kürt bayrağı çekildi denilen kentler, Suriye ordusunun kontrolünde. Birileri Türkiye’yi savaşa sokmak için PKK bağlantısını özellikle kurgulayıp önümüze tuzak olarak koymuş bile olabilir.
Daha kötüsü, bu savaşla, ülkede Kürt sorununun demokratik ve siyasi çözümüne ilişkin çabalar yerini daha büyük kalkışmalara, kitlesel çatışmalara bırakabilir.
Şimdi, milliyetçi ve de “ulusalcı” bakışla makul gibi algılanan “Kürt fobisi”, askeri bir müdahaleye dönüşürse, asıl korkulan şeyin olmasına katkıda bulunmuş olunacaktır!
Nasıl ki, son 30 yıldır “teröre”, “PKK’ye karşı” diye uygulanan “güvenlik odaklı” politikalar PKK’yı büyüttüyse; “Aman bunlar Büyük Kürdistan’ı kuracak” diye, kendince demokratik bir adım attığını düşünen insanlara yapılacak saldırı, “Büyük Kürdistan”ın ilk harcı olabilir!
Ve, konjonktür… Güneydoğu Anadolu’da uzun aradan sonra yeniden mezra ve köy boşaltmaları başladı. Şiddet tırmanıyor. “Düz ovada siyaset” yerini, “Dağa, dağa!” söylemine bırakıyor…
İçimdeki ses şöyle diyor: Suriye ile savaş, Kürt-Türk, Sünni-Alevi çatışmasını körükleme demektir… Memleketi ateşe atmak, işte budur…
Peki gönlümden geçen ne? Gönül buya, Erdoğan’ın yerinde olsaydım, Suriye’deki durumu fırsat bilirdim! Onları tehdit değil, dost bilir, elimden geleni yapardım.
Ve, çok daha ileri bir adım atar, kendi yurdumda bütün makul demokratik hakları kullandırır, insanlara silahlanıp dağa çıkmak için bir gerekçe bırakmazdım…
Kürtler, Suriye, Irak ve İran’daki baskıcı rejimlerden kurtulmak mı istiyor? “Alın”, derdim, “Otonom mu diyorsunuz, özerklik mi diyorsunuz, gelin, katılın… Herkes kendi toprağında yaşasın ve hür olsun. Katılın Türkiye’ye…!”
Turgut Özal bir düş kurdu, hayatıyla ödedi. Kuzey Irak, (şimdi) Kuzey Suriye’yi içine alan, terörü olmayan bir Türkiye…
Efendim, hayalmiş, büyük abiler “petrolü yedirmezler” miş!
Halk isterse, hangi güç karşı koyabilir ki?
İyi pazarlar
30 Temmuz 2012
.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder