26 Ağustos 2012 Pazar

Toplumsal barış, önce kafada…



Geçtiğimiz hafta ülke gündemini CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün, seçim bölgesinde teröristlerce kaçırılması işgal etti. İktidar ve “ana akım” medya, Aygün üzerinden CHP’yi yıpratma kampanyası başlattı, “Öz CHP-Yeni CHP”kavgası yaratmaya, partilileri birbirine düşürmeye çalıştılar. Siyasi polemiklerin arasında, bilinçaltımız açığa çıktı: Maalesef toplumsal barışa, kafa olarak bile çok uzağız… 


Ne terör uzmanıyım,  ne de siyaset bilimci… Ama 30 yıla yakın gazetecilik yapan birisi, bir vatandaş olarak, gelişmelere kaygısız kalmak mümkün olmuyor. Partiler, siyaset falan da ilgimi çekmiyor. Zira siyasi partiler ve siyaset kurumunun bağımsız ve salt halkın tercihi ile biçimlenen şeyler olmadığının farkındayım.  Eğer siyaset vatandaşın doğrudan çıkarı, inisiyatifi ile biçimlenseydi, benim ülkemde yıllardır kan akıyor olamazdı!
Allah aşkına, hangi köylü, hangi memur, hangi işçi veya esnaf, kendi inisiyatifi ile kapı komşusu, köylüsü, mahallelisi, hemşehri, hatta başka vilayetten birisiyle kavga ister, ona düşmanlık güder? Herkes kendi derdinde.  İşine, ay sonu alacağı paraya, çocuğunun eğitimine, sağlığına bakıyor; evlenmek, ev sahibi olmak, mutlu bir yaşam sürmek istiyor.
Türk-Kürt veya Alevi-Sünni kavgası kaşına kaşına öyle bir boyuta ulaşmış ki, insanlar karşısındakinin insan olduğunu, vatandaşı olduğunu bile unutabiliyor.
Lütfen bir an elimizdeki işi gücü bırakıp düşünelim:
Şemdinli’nin bir sokağındaki esnaf veya köyündeki bir çoban, çıkıp da eline silah alıp teröristlik yapmak isteyebilir mi? Karakoldaki polis ile bir hesabı olabilir mi? Polis, jandarma vatandaşın, hastane ve hapishane gibi “Allah ne düşürsün, ne de eksik etsin” dediği yerdir.  Batman’da bir petrol  sondajcısı,  Diyarbakır’da bir inşaat işçisi, bakkal, ev kadını, doktor, mühendis, işi gücü bırakıp  İzmir’de, Edirne’de, Polatlı’da, Çankırı’da yaşayan herhangi birisine sırf Türk olması yüzünden hınç duyabilir mi?
Ya da Ankara’da bir memur, İzmir’de bir turizmci, İstanbul’da bir işletmeci, Eskişehir’de bir ev kadını, Bursalı bir işçi, Antalyalı bir seracı, Samsun’da bir balıkçı, Rize’de bir çay üreticisi kalkıp da Diyarbakır’da, Mardin’de insanların Kürtçe okula gitmesinden, okuyup yazmasından, türkü söylemesindenrahatsızlık duyup da bunu kafaya takabilir, bu nedenle düşmanlık besleyebilir mi? Van’daki deprem için sosyal medyada “Tam isabet, hepsi gebersin” yazan insanlarımız oldu!
Sizin aklınız alıyor mu?
Almıyorsa demek ki bu durumu beceren,  yaratan siyaset kurumu ve siyasi iktidarlarımız... Tabi onların kontrolündeki medya.
Farkında mısınız, toplumda en çok alkışlanan şey, kan, acı, gözyaşı ve ölüm…
Galiba, milletvekili kaçırma olayında da kimileri hiç mutlu olmadı…
Çünkü Hüseyin Aygün öldürülmedi!
Bedeni tabuta konulsaydı, coşkuyla bayrağa sarıp, “Şehitler Ölmez” sloganı atarlardı…
Teröristlerin bastığı karakolda sağ kurtulan askerleri hapse atan bir ülke olabilir mi?
Efendim bu vekilin “Söylemi CHP ile uyuşmuyor”muş…
Peki, soruyorum:  Bölgeden seçilen AKP’li Kürt vekillerin söylemi acaba Naim Şahin’in söylemine mi yakın,  Selahattin Demirtaş’ın söylemine mi?
Bence araştırmaya değer…
Sorun, insanı anlamak ve sevmekte…
Kafayı kuma gömmenin artık yararı yok.  Dağdaki terörist de bu ülkenin vatandaşı. Ailesi, anası babası var; genç olur, hasta olur, dağda dolaşmaktan bıkmış, bir vekile lütfen artık bu işe meclis çözüm bulsun da evimize dönelimdemiş olabilir.  
Nasıl AKP’li vekil, “Dağdakiler canım ciğerim, akrabalarım” diye bir gerçeği beyan ettiyse, CHP’li vekil de “Dağdaki genç arkadaşlar” diye yine onların halkın bir parçası olduğunu ifade ediyor.
 Ve eğer siyaset kurumu, ülkeyi terör belasından kurtarmak istiyorsa, Aygün gibi isimlere sahip çıkmak zorunda.  Kılıçdaroğlu’nun vekiline sahip çıkması bu bakımdan çok önemli. 
Kardeşçe, barış içinde yaşanıla bir Türkiye dileğiyle, 
 iyi bayramlar…

   
23 Agustos 2012
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder