Türkiye’deki sürdürülebilir olmayan, toplumsal gerginlik ve kargaşayla –son aylarda iş bibergazı, TOMA, cop ve halkın birbirine karşı kışkırtılması gibi bir hal aldı- kendini yenileyen bu “cari açık ekonomisi”ne bir alternatif geliştirmenin zorunlu olduğuna inanıyorum. Bu muratla, ekonominin kritik noktalarında, en zorlu ve yaşamsal alanlarında alternetifler önermeye çalışacağım. Gelin önce “rekabetçi” bir modelin nasıl olması gerektiğine kafa yoralım. |
Sevgili okurum, bu köşede kapsamlı bir alternatif ekonomi planı hazırlama şansımın olmadığının farkındayım. Ama 30 senedir ekonomi muhabirliği yapan birisi olarak, en azından ekonominin temel bazı konularında, alternatif ve sürdürülebilir modeller olduğuna, ve ekonomi ile ilgilenenlerin, özellikle de iş dünyasının buna kafa yorması zamanının geldiğine inanıyorum. Tabi, alternatife en acil kafa yorması gerekenlerin başında, mevcut gidişten çıkarı olmayanların geleceği muhakkak...
İlk konumuz rekabet olsun. Ekonomi ile uzaktan yakından ilgili herkesin, başarı kriteri kuşkusuz ki, “rekabet”… Kapitalist sistemin yoğurt yeme tarzı bu…
“Daha kaliteli ve daha ucuz üretiyorum” diyebiliyorsan, kral sensin!
Birşeyi üretecek makine, insangücü ve teknolojiye sahip olmak artık yetmiyor...
Önemli olan herkesten daha kaliteli ve daha ucuza üretebilmek... Bunu yapamıyorsanız, elinizdeki üretimi sürdürme şansınız yok... Zira birileri aynı malı dünyanın bir köşesinden getiriverir ve sizin kapı komşunuz da daha ucuz diye, sizin malınızı değil, gider o ithal malı satın alır; siz de havanızı alırsınız...
Geçtiğimiz hafta ülkeler arasında “rekabetçilik” sıralaması yapıldı. İlk sırada İsviçre var. 30 ülkenin adı açıklandı, listede Türkiye yoktu...
Zaten rekabetçi olunamadığı için dış ticaret sürekli açık veriyor!
Bizde ekonomi yönetimi, firmaların rekabetçiliğini desteklemek adına daha çok ücret politikaları üzerinde etkili oldu.
Özellikle ihracata dönük üretim yapan firmalar maliyetlerini düşürme derdine düştüklerinde, akıllarına ilk gelen şey çalışanların sayısını azaltmak, ücretleri düşürmek oldu.
1990’ların başından itibaren bir yandan ISO 9000 ve Toplam Kalite Yönetimi eğitimleri ile özel ve kamu, hem kaliteyi yükseltme hem de ücretlerin maliyet içindeki payını azaltma konusunda ciddi ilerlemeler kaydettiler.
“Yüksek kalite” ve “düşük fiyat” baskısı, özellikle Çin ve Uzakdoğu rüzgârı ile zirveye ulaştı.
Çin rekabeti ile birlikte “ucuz”, piyasanın kralı oldu…
Ama Türkiye koşulları dikkate alındığında ücretleri düşürmenin de sınırları vardı, daha ileri gittiğinizde işçi ev kirasını ödeyemez, karnını doyuramaz hale geliyordu...
Anlaşıldı ki, bizde artık ücretleri daha kısarak kazanılacak bir rekabet gücü kalmadı...
Üstelik ücretler düştükçe iç talep sürekli borçla dönmeye, piyasa kendi içinde tıkanmaya başladı.
Düşünün, memlekette 10 milyon civarında sağlam konuta ihtiyaç var. Ama TOKİ, yaptığı
500 bin konutu bile satabilmiş değil. Çünkü konut sahibi olmayanların ezici çoğunluğu normal bir konutu satın alamayacak durumda olan fakir insanlar.
Bu yüzden, "üretim maliyetini düşürmek" ve sonuçta rekabet gücü elde etmek gerekçesiyle yürütülen, düşük ücret politikası artık sona erdirilmeli!
Dikkatinizi çekerim, söylenenlerin aksine, Çin, eski sosyalist ülkeler vs. bugün sahip oldukları rekabet üstünlüğünü, geniş üretim altyapısına, ucuz enerjiye, arsaya, yetişmiş insan gücüne vs. borçlu.
Oralarda ücretin düşüklüğü tamamen konjonktürel, geçici. zira Eski sistemin kalıntıları olarak bu ülkelerde ev kirası, temel gıda maddeleri, elektkrik, su, telefon, eğitim ve sağlık gibi giderler neredeyse bedavaydı. Bütün bunlara para vermeyen işçiler ayda 50 dolara da olsa çalışabiliyorlardı.
Şöyle bir düşünün, bizde normal bir işçi aldığı ücreti zaten ev kirası, yiyecek, içecek, çoğunun eğitimi ve hastanelere vs. harcıyor. Türkiye'de işçi bunlara para vermeden yaşamanını sürdürebilse bedava çalışmaya bile razı olur!.
Ama artık yavaş yavaş başta Çin dahil, hayat pahalanmaya, ücretler de yükselmeye başlıyor. Dolayısıyla ücretle oynamanın geleceği yok.
Zaten üretim içinde işçi ücretlerinin payı da sanıldığı kadar yüksek değil.
Örnek mi, bugün otomobil fabrikalarında -ki otomotiv sektörü ücretlerin en yüksek olduğu sektörlerden birisidir- ücretin toplam üretim maliyeti içindeki payı yüzde 4'ün altındadır...
Sektörlere göre değişmekle birlikte, şirketlerin en önemli harcama kalemi aslında enerji…
Bir dokuma fabrikasında elektrik masrafının yakın geçmişe kadar toplam giderin yarısını oluşturduğunu biliyorum...
Devletin teşvik amacıyla sağladığı olanakların sonuç vermediği ortada… Örneğin, bir yığın ucuz kredi ve prim desteğine rağmen Güneydoğu vs. hala sanayi çekmiyor.
Devlet bunun yerine sanayide ucuz enerji için seferberliğe girişmeli. İsteyen firma herhangi bir şarta bağlı olmadan serbestçe kendi elektriğini üretebilmeli, isteyen rahatça elektrik satabilmeli.
Elektrikten vergi alınmamalı.
Ayrıca elektrik üretimi desteklenmeli, mutlaka…
Birkaç yıl önde Ermaksan firması, Bursa OSB’de büyük bir fabrika binası inşaa etmiş, rüzgâr türbini üretmeyi planlıyordu. Çok heyecanlanmıştım. Zira rüzgâr enerjisi çok gözde olmakla birlikte 1 kilovat için kuruluş maliyeti 1000 dolara adeta kazık çakmış, bir türlü ucuzlamıyordu. Hala da öyle. Türbin de rotor da ithaldi. Oysa makine sektöründe dünya çapında bir marka yaratmayı başaran Erol Özkayan, rüzgâr türbinlerini, hatta rotorunu, ithalatın yarı fiyatına ve daha kaliteli olarak yerli üretmenin hazırlığını yapıyordu.
Ama bir şekilde, Ankara’dan umduğunu bulamadı ve olmadı, fabrikada normal metal kesme makineleri üretmeye devam etti. Çok büyük bir kayıptı bence...
Bugün enerji, doğalgazı, petrolü, elektrik üreten makineleriyle vs. dışa bağımlı, “açık ekonomisi”nin en önemli kalemlerinden birisi.
Hükümetin HES projeleri, ilke olarak çok yerinde… Yerli ve temiz enerji…
Ancak ihalelerin yabancı firmalara verilmesi, su imtiyazı gibi garip bir içeriğe sahip olması ve yörede doğal ve insan yaşamını göz ardı etmesi nedeniyle vatandaşın tepkisini çekiyor.
Yine akaryakıt da maliyenin para musluğu olmaktan kurtulmalı.
Vergi dairesi, vergiyi akaryakıt satışından değil, akaryakıt kullanımı ile yapılan üretimden almayı planlamalı.
Ve arsa… Bugün planlı sanayi bölgelerinde, OSB’lerde astronomik arsa bedelleri ödeniyor. Yıllar önce, bir sanayici, DOSAB’da 300 dolar olan sanayi arsası metrekare fiyatının Almanya’nın Köln kendinde sadece 25 dolar olduğunu söyleyince, şaka sanmıştım…
Arsa-arazi rantı ekonominin rekabetçi olmasını engelleyen en ağır yüklerden birisidir.
Haftaya bu konuya devam edelim.
İyi pazarlar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder