Dursun EROĞLU Türkiye ekonomisi dönemsel krizlerinden birine daha giriyor. Maalesef, siyasette kopan fırtınaların altındaki somut gerçek, işte bu! Dolar fren tutmazsa, sırada zamlar, enflasyon, faiz, işsizlik, durgunluk… Ekonomi politikamızın kaçınılmaz sonucu, er geç olacaktı! |
Peki, bunun alternatifi hiç mi yok? Bence var ve siyasi muhalefetin en çok kafa yorması gereken konunun sürdürülebilir büyüme ve kalkınmaya dayalı bir ekonomi politikası olduğuna inanıyorum.
Öncelikle vurgulayalım ki, ekonomide “alternatif” oldukça radikal bir tercih haline geldi. Öyle ki, ekonomiyle ilgili olanlar (ister işadamı, patron, ister ekonomist veya gazeteci olsun) genelde “Kardeşim, serbest piyasa ekonomisi budur. Mesele küresel ekonomiye uyum sağlamak, onun bir parçası ve küresel oyuncu olabilmektir. Artık bunun alternatifi falan yok. Alternatif denen modellerin hepsi iflas etti” diye düşünüyor.
İçine sinmese de bu gidişe destek vermeyi zorunlu görüyorlar.
En önemlisi de ülkenin idaresinden memnun olmayan muhalefetin, alternatif ekonomi politikaları yok ve söylemde “Biz daha iyi yönetiriz”e sıkışmış bir durum var.
Bu “alternatifsiz” olma halinden en çok zarar gören kesim kuşkusuz CHP-DSP gibi geleneksel merkez sol söyleme sahip partiler.
Bu partilerin iktidarları genel olarak ekonomide başarısızlıklarla anılır.
Çünkü, ANAP, DYP, AKP gibi sağ liberal partiler küresel ekonomik güçlerle tam bir uyum içinde çalışmayı tercih ettiklerinden, ekonominin kurallarını bilmelerine de gerek yok; inisiyatifi uluslararası finans kesimine verdiğinizde onlar yolu gösterir… Yasaları, kuralları belirler, siz, uyarsınız. Onların küresel üretim ve pazarlama ağında size bir rol verilir; onlara kazandırabildiğiniz sürece siz de yolunuzu bulursunuz…
Son 11 yılda AKP iktidarı ile olan da budur.
Ancak CHP, DSP veya MHP gibi partiler, bazen “ulusal duyarlılık”, bazen halkın tepkisini hesap ederek küresel sermaye çevrelerinin taleplerine itiraz eder, kem-küm ederler... Alternatif bir politikaları da olmadığı için sistem krize girer.
Her kriz, aslında yeni bir aşama, tıkanma noktası demektir. Sistem tıkanma noktalarını kendi lehinde açar ve yoluna daha güçlü devam eder...
1970’li yılların ortalarından itibaren yaygın sendikalaşma, emek mücadelesi, ücretlinin pastadan aldığı payın en yüksek noktaya gelmesine yol açmıştı. Araştırmalar, Türkiye’de gelir dağılımının en adil olduğu yılların 1975-6 dönemi olduğunu gösterir.
Ancak “karma ekonomi” çökertilmiş, sınırlarını IMF’nin çizdiği yeni ve “liberal” bir rüzgar hâkim olmuştu.
Artık ülkenin kalkınması için “müteşebbisin önünün açılması”, ücretlinin pastasının küçülmesi, “sermaye birikimi”, “yeni fabrikalar” olacaktı.
ABD, Dünya Bankası referanslı Turgut Özal’ın da yeraldığı bir ekip, 1980’de “24 Ocak Kararları”nı hazırladı. Ama uygulama için sendikaların dağıtılması, solun ezilmesi de zorunluydu!
12 Eylül bunu yaptı.
Özal, kendi mimarı olduğu politikaları askerin yakın desteği ile “siyasi istikrar” içinde uygulama fırsatı buldu.
Artık, Türkiye’ye bir yol çizilmişti, geri dönüşü yoktu…
Siz deyin “tam liberalizm”, ben diyeyim, “vahşi kapitalizm”…
Yavaş yavaş, ekonominin kaynakları yabancıların kullanımına açıldı.
“İhracata dayalı kalkınma” denildi…
Evet, ihracat artıyordu, ama asıl rekor ithalattaydı…
Teknoloji üretemeyen, ucuz emeğe, geri teknolojine dayalı yerli üretim, dış rekabete açılınca çöktü…
1994 krizi, Bursa’da otomotiv sektöründe faaliyet gösteren firmaların yüzlercesinin kapanması, büyük kuruluşların neredeyse tamamının yabancı markalarla “evlilik”veya satılması ile sona erdi.
Tekstilde de artık “dokumacı” esnafı tarihten siliniyordu.
Yerli “Kara tezgâh” ile dokuma yapan işyeri sayısı 15 binlerden birkaç yüze düşüverdi.
Artık makinesi, hammaddesi ithal, ileri teknoloji tekstil fabrikaları devriydi.
Artık makinesi, hammaddesi ithal, ileri teknoloji tekstil fabrikaları devriydi.
ISO 9000 vs. herkes “küresel oyuncu” olma derdine düştü.
2001 krizi daha ileri bir adımla sonuçlandı ve Kemal Derviş’in şansında dümen artık tamamen IMF’ye geçti.
Siyasetteki git-gellere son verme ise AKP ile sağlandı.
Yabancı sermayenin önündeki engeller tek tek kaldırıldı.
Sendikalar çökertildi, taşeronlaşma arttı, emek ucuzladı, sıcak para geldi, ucuz dış borçlarla takır takır bir yığın büyük proje gerçekleşti. Her şey yolunda göründü.
Cari açıklar, yeni dış kaynakla döndürüldü. Yabancılara mülk satışı vs. bu kapsamda iş gördü.
Artık belediyeleri altyapı projeleri dahil bütün büyük projeler dış kredi ile yapılır oldu.
Geçmişte devlet bütçesi ile yıllar süren işler artık tıkır tıkır dış kredilerle yapılıyordu.
(Örneğin Bursa'da BUSKİ'nin kanalizasyon ve içmesuyu şebekesi, çevreyolu vs.)
Başta inşaat olmak üzere bazı sektörlerde son yıllarda büyümenin kaynağı işte bu yabancı parasıydı...
Özel sektör sürekli dış borçlanma rekoru kırdı ama ne gam....
Projeler kısa sürede tamamlandıkça hükümet alkış aldı, oyunu artırdı.
Ama görünen o ki, ABD’nin 22 Mayıs’ta parasal genişlemeyi frenlemesi, musluğu kıstı.
Bizdeki durum aynen Brezilya, Endonezya gibi “Yükselen Piyasa”larda da gündemde.
Haftaya, fırtınayı anlamaya ve alternatife kafa yormaya devam edelim…
İyi pazarlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder