Dursun EROĞLU Havalar birden soğudu. Başkent, doğalgazla ısınıyor. Ankara'nın doğalgaz dağıtım şirketi BAŞKENTGAZ, gaz satışlarına aylık 110 lira sınır getirmiş. Evde kombiniz yanıyorsa, bu 10-12 günlük ısınma demektir. Vatandaş ayın geri kalan günlerinde nasıl ısınacak, ne yapacak? Her vatandaş gibi ben de bilmiyorum... |
O zaman, gelin "enerji"de alternatiflere kafa yoralım.
Sorun enerji, elektrik... Üstelik temiz, doğa dostu ve de ucuz enerji...
İnsanları soymayan, kışın dondurmayan, evleri sıcacık yapan; sanayide, tarımda üreteni, çalışanı kara kara düşündürmeyen, coşturan enerji!
Türkiye enerjiye, kabaca yılda 55 milyar dolar ödüyor. Enerji "cari açık ekonomisi"nin en önemli kalemi...
Geçtiğimiz hafta batı basınında ilginç bir haber dikkatimi çekti: Çin'de yaklaşık 350 bin nüfuslu bir "ekolojik kent-Eco city" kuruluyormuş. Isınma, aydınlatma vs. bütün elektrik ihtiyacını, sokaklarda kurulan rüzgar türbinleri ve çatılara kurulan güneş panelleri ile elde eden bir kent... Çok katlı, toplu konut görünümlü bir yer. Yani bu kent, ülkenin enterkonekte elektrik şebekesine dahil değil!
Yepyeni, modern bir kent... Dikkat ettim, konutlar gayet modern. Fiyatlar ise metrekare başına bin 500 Euro. Yani 100 metrekare bir konut satın alıp, bu Eco-city'de yaşamak isteyen bir Çinlinin 150 bin Euro ödemesi gerekiyor. Bizdeki gibi konutlar maket üzerinden satılmış. Adeta da kapışılmış.
Tabi bu model Çin gibi bir ülkenin sorununu çözmüyor. Sonuçta varlıklı kesimlerin ulaşabileceği konutlar bunlar. Ama olsun, alternatiflerden birisi...
Çin son yıllarda bir başka alanda Avrupa'yı terletiyor. Öyle ki, ucuz rüzgar türbinleri ile rekabet edemeyince, AB, Çin türbinlerine yüksek gümrük vergileri koymak durumunda kaldı. Malum Hollandalı, Alman rüzgar türbini markaları kilowat/saat olarak fiyatı bin doların altına indirmemekte ısrar ediyor, yıllardır. Çinliler ise bu fiyatın dörtte birine santral kurabiliyor.
Türkiye aslında hem rüzgar, hem de güneş enerji potansiyeli açısından çok şanslı...
Yapılacak iş, rüzgar ve güneş enerjisi üretecek teknolojileri kurmak, geliştirmek. Böylece elektrik üretmek için gerekli maliyetleri ucuzlatmak... Herkese, kendi elektriğini üretme fırsatı tanımak. Bu konuda ciddi girişimler var, ancak gerekli desteği bulamıyor. Biz alışmışız, parayı basıp her şeyi ithal etmeye... Herkes memleketin kalkınması değil, kısa vadede hemen ithal edip, voleyi vurma derdinde!
Nükleer enerji... Aslında, enerji üretiminden ziyade daha farkı gerekçelere dayanıyor. Nükleer santral ihalelerini savunmak için, Fransa'nın elektriğin yüzde 75'ini nükleerden elde etmesini gerekçe gösterenler, Fransa'nın dümdüz coğrafyasında baraj yapacak ırmak olmaması, elektrik santral çalıştıracak kömür olmamasını göz ardı ediyor.
Fransızlar nükleer santral yapmasın da ne yapsın!
Ama Türkiye, hem bol güneş alan hem dünya kadar deresi, ırmağı ile oldukça yüksek hidroelektrik potansiyeline sahip.
Kabul etmek gerekir ki, hükümet özellikle son dönemde hidroelektkrik santral (HES) ihalelerine hız verdi. Çok sayıda santral inşaatı var. Eylül ayı başında,Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, bu yılın ilk 8 ayında 6 milyar dolar yatırımla, 4 bin 100 MW kurulu gücünde 131 santralin devreye girdiğini açıkladı. Dere ve ırmaklarda süren inşaatlar meyvesini veriyor.
HES, ilke olarak doğru. Ancak ihalelerin çoğunun yabancı firmalara verilmesi, firmalara suda "imtiyaz hakkı" gibi ayrıcalıklar tanınması sonunda, maalesef santral kurulacak yerlerde, yöre halkının ihtiyaçları, arazilerin sulanması vs. göz ardı edildi. Halkın mağdur edilmesi, doğanın kuraklığa terk edilmesi gibi olumsuzluklar insanların canına okumaya başlamış durumda.
Bu nedenle de HES'ler vatandaştan tepki görüyor.
Halbuki, amaç HES'leri bir yatırım, kar mekanizması görmek yerine, buralarda üretilen elektriğin öncelikle yörenin ihtiyaçlarına yönelik kullanılması, yöre halkının mağdur edilmemesi, HES'leri sahiplenmesinin sağlanması gerekir.
"Su akar Türkler bakar" ifadesi şimdi, "Dereler baraj olur, sefasını el sürer, cefasını Türkler çeker" e dönüşmek üzere...
Termik santral konusu... Türkiye'de termik santraller de "desülfürizasyon-bacagazı arıtma tesisi" yapma yüzünden çevre halkına yaşamı zindan etti. Müthiş hava kirlilikleri yaşattı. Halbuki bizim dünya kadar linyit kömürü yataklarımız var. Son yıllarda kentlerin doğalgazla ısınmasının da etkisiyle bunlar zaten atıl duruma itildi. Desülfürizasyon alanında pratik ve ucuz teknolojiler geliştirilerek, pek ala çevreci, temiz kömür santralleri kurulabilir. Kömür santralları, yakacağı kendi kaynaklarımızdan olacağından, elektrik üretim maliyeti doğalgazın çok altında olacaktır.
Doğalgaz santralleri, uluslararası firmalar için gelişen yatırım alanlarındanbirisi olduğundan dış kredi, teknoloji vs. sorunu olmadan bir yıl gibi kısa sürede kurulabilen, mantar gibi çoğalan santraller. Ancak bir yandan türbin-brülör sistemleri, teknolojisinin tamamen ithal olması, diğer yandan, yakıt olarak kullanılan doğalgazın kendisinin ithal ve oldukça pahalı bir girdi olması yüksek enerji maliyetlerinin en önemli gerekçesi.
Enerji, hem gündelik yaşamın hem de sanayinin en önemli girdisi... Bu nedenle "ucuz ve kesintisiz enerji" yaşamsal bir konu...
Enerji, finansal yatırımın çok kazanma alanı olmaktan çıkmadıkça, yeterli miktarda enerji üretilse bile herkes için ulaşılabilir olmayacak...
Enerjinin üretimi, elde edilmesi kadar ülke için adil ve planlı şekilde kullanımı da kritik bir konudur. Benim köyümde, HES 1961 yılında elektrik üretmeye başladı. Ancak köyümün insanları, evlerinde 1980'li yılların ikinci yarısında ancak basabildiler elektrik ampülünün anahtarına...
Ucuz elektriğin yolu, yerli kaynaklardan, yerli teknolojiyle elektrik üretmekten geçiyor...
"Ucuz" ve "herkes için ulaşılabilir" olmayı gözardı edip herşeyi ticari mantık ve azami para kazanma güdüsüyle ele alırsak...
Rüzgar esecek üşüyeceğiz, güneş yakacak terleyeceğiz, faturalara bakıp evdeki elektrikli aletleri kullanmaktan korkmaya devam edeceğiz...
Hepinize sıcacık mekanlar ve iyi pazarlar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder