18 Kasım 2013 Pazartesi

Çakma değil, gerçek laiklik

Türkiye, Osmanlı gibi bir şeriat rejiminin ardından yeni ve çağdaş bir toplum yaratmaya çalıştı. Avrupa’daki “Rönesans” ve “Reform” kavgaları bizim İslam dininde yaşanmadığı için, aslında din toplumsal gelişmeye ayak uyduramadı. Din, bırakın bilimde, sanatta, ekonomideki gelişmeye ayak uydurmayı; hep değişimlere direniş mihrakı olageldi.
Aslında Atatürk döneminin yapmak istediği, din alanını yeniden düzenlemek, dini batıl inanç ve kişisel sömürü alanı olmaktan çıkarmak, tarikatların insanları salak yerine koyup ensesinde boza pişirmesine engel olmaktı.
Bulunan yol da Diyanet İşleri Başkanlığı adı ile siyasi iktidarın denetiminde bir kurum aracılığı ile vatandaşlara “ibadet hizmeti” vermek, “İmam Hatip” okulları ile bu alana eleman yetiştirmekti. “Din adamı” aynı zamanda “devlet memuru” olacağından “Laik devlet”e tehdit olamayacaktı.
İmam, kendine maaş ödeyen devlete biat edecek, hep iktidar lehine vaaz verecek, camiler bir tür yönetimin halkla ilişkiler birimi gibi çalışacaktı.
Aslına bakarsan bu epey işledi ve “iyi vatandaş”, “namazında niyazında” kişiler olarak algılandı.
Ancak din. insanla tanrı arasında bireysel, inanç olmaktan çıkıp, toplumu yönetme aygıtı olmaya başladığı andan itibaren, güç odakları arasında bir hakimiyet kavgasının da arenası oluvermişti.
Ve gelinen yerde artık din alanı, geleneksel “laik devlet”çi kesimlerin denetiminden çoktan çıktı.
Artık CHP liderinin, “Diyanet’i kuran biziz, İmam Hatipleri açan biziz…”  diye yırtınması, “Biz dine karşı değiliz, tam tersine, hakiki Müslüman biziz” minvalli çabalarla  “mütedeyyin”, “sağ muhafazakâr, İslamcı” kesimden oy dilenmesi boşuna…
Diyanetçi laiklik” uygulamasının sonuçları, bu politikanın sahiplerinin gözünün yaşına bakmayacak!
Sahi, laiklik nerede kaldı?
İnternet üzerinden tanıştığım bir Fransız arkadaşım var.
Aklımı kurcalayan soruları ona sordum.
Laiklik Avrupa’da nasıl uygulanıyor?
Arkadaşım, bir örnekle durumu anlattı.
Fransa’da dinin devletle organik bir bağı yok. Örneğin ben Katoliğim. Fransa’da Katolikler oturdukları yere en yakın Katolik Kilisesi’ne gider, kaydolur. Herkes kendi gelirine, maddi durumuna göre, kendi belirlediği bir rakamla Kiliseye bir tür aidat öder. Kaydı alınır, her ay maaşlarından bu para kesilir, o kilisenin hesabına yatar. Bir tür vergi gibi… Kilisenin bütün giderleri buradan karşılanır. Hiçbir din adamı, papaz, rahip vs. devlet memuru değildir, devletin bütçesinden para, maaş almaz.
Orada kiliseleri devlet yapmıyor mu?
Hayır. Her inancın kendi içinde hiyerarşik örgütlenmesi var.  Örneğin bizimkiler Vatikan’da Papa’ya bağlı. Nereye kilise yapışacağına onlar karar verir. Devletin, halktan toplanan vergilerle kilise yapması diye bir şey yok. Bırak kilise yapmayı, bazı belediyeler kiliseye el altından maddi yardım yaptığında bu sansasyon konusu olur.”
Peki bizdeki imam hatip liseleri gibi, orada da devletin papaz okulları vs. var mı?
Hayır. Her kilise veya inanç kesimi, ibadet hizmetini verdirecek kadrolarını kendisi yetiştirir. Kiliselere bağlı mesela Katolik okulları var. Devletin Eğitim Bakanlığı karışmaz onların eğitim programına… Papazlar, rahibeler hep kiliselere ait eğitim kurumlarında yetişir.
Yani devletin eğitim sistemindeTürkiye'deki İlahiyat Fakültesi, İmam Hatip gibi okullar yok mu? Normal eğitimde gençlere hıristiyanlık öğretilmiyor mu?
Hayır. Yani teoloji, din sosyolojisi, davranış vs. dersleri olur, ama Fransız devlet okullarında belli bir dine yönelik eğitim yoktur. Devlet okullarında bilimsel şeyler okutulur.”
Allah Allah... Hani biz laik ülkeydik. Avrupa medeniyetini benimsiyorduk!
Vay be...
İnanç” alanı ülkenin kronik birkaç sorunundan birisi. Anlaşılan, çözüm de sadece Sünni mezhebine yönelik Diyanet modeline artık son vermek…
Avrupa bunu becermiş.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın özerkleşmesi, kendi masraflarını kendi cemaatinden sağlaması gerekir. Diyanet artık bunu gerçekleştirecek kapasiteye de sahiptir. Büyük kentlerde birçok cami var ki, ciddi kira gelirleri ile kendi ayakları üstünde duracak halde.
Unutmayalım, ben gayet iyi hatırlıyorum, Anadolu’da imamlar halk arasından çıkar, imamım masrafını da cemaat temin ederdi.
Diyanetin devletten bağımsızlaşması hem din alanını siyasi çekişmenin dışına çıkaracak, hem de vatandaşın “inanç özgürlüğü” garanti altına alınacaktır.
Ülkeyi alevi/Sünni, inanan/inanmayan gerginliği üzerinden yönetme dönemini kapamanın başka bir yolunu görüyor musunuz?
İyi pazarlar…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder