Hükümet, sonunda “Anayasa” masasını devirmek durumunda kaldı. Anlaşılan artık bu oyuna ihtiyacı da kalmamış. Bunun böyle sonuçlanacağına inanlardandım ve gazeteniz Yeni Dönem’de Mayıs 2011’de, bu köşede “Anayasa yapma”nın, “kitap yazma” olmadığını, bu hükümetin doğrusu aman aman bir Anayasa ihtiyacı da olmadığını yazmıştım.
Buyurun, okuyun, sadece Anayasa değil hükümet birçok vaadinde de maalesef arpa yolu yol alamadı.
İşte o yazı:
İşte o yazı:
“Siyasi partiler, ekonomik politikalarını birer seçim vaadi olarak açıkladılar. Projeler uçuştu. İktidar partisi “çılgın” projesini açıkladı, büyümede en yüksek rakamı söyleme yarışı başladı. Peki, hedefler ne kadar ülke ihtiyaçları ile örtüşüyor ve de ne kadar gerçekçi?
Seçimin favorileri Ak Parti, CHP ve MHP’nin (Seçim barajı sadece sandıkta değil, kafalarda da hâkim olduğuna göre, geri kalanlar yok sayılıyor) ortak hedefi yeni Anayasa.
Ülkenin demokratik bir Anayasa’ya ihtiyacı olduğu çok açık.
Bu konudaki kilit sorun, iki dönemdir iktidar gücünün kullanan Ak Parti’nin artık “etkin güç” olarak yeni Anayasa’da demokratik düzenlemelere ne kadar sahip çıkacağıdır. Zira malum, partiler muhalefette olunca, -kendilerine lazım olduğu için- demokrasi isterler. Ancak seçilince, adil olmayan iktidar gücünün kullanmak hoşlarına gider. Bu yüzden örneğin bir türlü “dokunulmazlık” kaldırılmaz, “baraj”, siyasi partiler kanunu hep seçim zamanlarında hatırlanır.
Şimdi bunlara galiba, Kürt ve alevi kesimini rahatlatacak Anayasal değişiklikler de eklendi.
Ayrıca, “hukuk”, “yasa”, kullanılan gücün, halk nezdinde meşru hale getirilme çabasından ibarettir. Kurallar iktidar gücünü kullananların çıkarına göre düzenlenir. Bu yüzden de “demokratik anayasa” ancak demokratik, adil bir yönetimin isteyeceği bir şeydir. Anayasa’yı, iyiniyetli bir “Toplumsal sözleşme” görüp, bunu da üniversitedeki profesörler, uzmanlarca hazırlanacak bir toplumsal, evrensel kurallar bütünü olarak ele almak en hafifinden naifliktir. Bu yüzden açıkçası bütün partilerin “fikir birliği” yapmış gibi göründüğü yeni Anayasa yapımı konusunda o kadar kolay yol alınabileceğine hiç inanmıyorum.
Ve tabi ekonomik hedeflerin de mutlaka gerçekçi olması gerekiyor. “Gerçekçi” olmak, ete kemiğe bürünmek, bir kesimin çıkarını ifade etmek demektir. Bu açıdan örneğin, Başbakan Erdoğan’ın “çılgın proje” diye açıkladığı, İstanbul’a yeni bir boğaz, küçük bir Süveyş Kanalı açma fikri hiç de “hayalci”değil bence. Bu, İstanbul için düşünülebilecek en büyük rant ve “büyüme” projelerinden birisi. İktidar TOKİ inşaatları, “duble yol” ve büyük çaplı “yap işlet” projeleriyle bu yolu çoktan keşfetti. Yeni zenginler yarattı. Eminim ki, “Kanalistanbul” gibi sadece kanal inşaatı 20-30 milyar lira tutan; adası, limanları, konut ve iş merkezleri ile bunun on katı bir işi ifade eden proje için şu anda elini ovuşturan bir sürü şirket, emlakçı, inşaatçı vardır. Hatta işi hangi firmalara vereceklerini bile düşünmüşlerdir. MHP bu projeyi “yeni zenginler yaratma” projesi olarak görüyor. Doğrusu, MHP lideri Bahçeli, her ne kadar “ekönömi” olarak telaffuz etse de, ekonomiyi bilen birisidir. Üniversitede Türkiye Ekonomisi adlı dersimizin hocalarındandı.
Partilerin hepsi işsizliği azaltmayı vadediyor. Her yıl CHP 800 bin, AK Parti 400 bin kişiye iş vadediyor. Ancak bunun pratikte nasıl olacağına ilişkin bir formül yok. Örneğin hangi sektörleri destekleyeceksiniz, yeni fabrikalar açılmasını nasıl sağlayacaksınız? Partilerin, artık ekonomik büyümenin, istihdamda istenen artışı sağlamadığını da anlaması gerekiyor. Siz üretimi artırabilirsiniz ama, bu illa da yeni işçi ile olmuyor. Patronlar yapabilirse her işini makine ile yapmaya, olmuyorsa 2 işçiye 3 kişilik işi yaptırmaya çalışıyor.
10 tane “dünya markası” yaratma projesini not etmek isterim, çok ilginç. Bakalım hangi markalar seçilecek.”
Yorum sizin.
İyi pazarlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder