28 Ocak 2014 Salı

2001 krizi gibi gidişat..

Dursun EROĞLU
Bildim bileli Türkiye’nin ekonomide yumuşak karnı ve en hassas noktası döviz… Günlerdir nefesimizi tutmuş bekliyoruz: “Dolar kaç lira oldu, kaç lira olacak?”  Doların yükselmesi demek, ekonominin ateşinin çıkması demek… Ateş ne kadar yükselirse, hastalık o kadar ağır demektir… İlkbahardan bu yana yaşanan yüzde 30 devalüasyon, ağır hastalık hali… Hükümetin bu ateşi düşürme şansı giderek azalıyor.  Bu yüksek ateşe, yırtılan siyasi istikrarı da ekleyince, durum şu: Sonuçları 2001’den de ağır olacak bir krize bodoslama daldık!

Mayıs ayında FED’in parasal genişleme politikalarındaki değişikliklerle piyasada başlayan hareketlenme ve tedirginlik doların 2,35 liraya yükselmesine kadar vardı. Bu, yüzde 30 devalüasyon demek… Doların nerede duracağını da kimse bilmiyor.
Çok iyi hatırlıyoruz ki, geçmiş krizlerde de hep, önce doların fiyatı artmış, ardından iğneden ipliğe her şeye zam gelmişti. İnsanlar borçlarını ödeyemez hale gelmiş, piyasa durmuş, satışlar azalınca üretim, üretim azalınca işsizlik artmıştı. Kriz böyle bir şeydi.
Geçtiğimiz hafta TCMB’nın girişimlerine rağmen dolar fırladı. Ve cuma günü 95 oktan benzin 5 liranın üzerine çıktı.
Bakanlar ne derse desin, elektrik, doğalgaz vs. zamları teker teker yolda…
Dolar bu kadar pahalıyken kimse enflasyonu da kontrol altına alamaz.
Nasıl olacak ki? İğneden ipliğe her şeyi ithal eden bir ülke değil miyiz? “Cari açık”  zaten bu yüzden var. 150 milyar dolar ihracat yapıp, 250 milyar dolar ithalat yapan bir ülkeyiz… İthalatın yüzde 70’i de hammadde ve ara malı, enerji… Yani fabrikalarımız haldır haldır ithal malla çalışıyor… Evimizde ithal gazla ısınıyor, arabamıza ithal benzin dolduruyoruz.
Yüksek devalüasyon demek, kriz demektir! Hep de öyle oldu.
Kriz ise binlerce KOBİ’nin, şirketin iflası, belki milyonlarca insanın işini kaybetmesi, protestolu senet ve çek, düşen yaşam kalitesi, artan siyasi kargaşa demektir…
Çok kritik bir süreçteyiz
Doların artması demek, dış borçların ağırlaşması demek…
Eskiden dış borçların büyük bölümü devlete aitti.
Ama şimdi asıl borçlanan kesim, özel sektör…
İnşaat sektörü, TOKİ inşaatları dahil, her büyük proje dış kredi ile yapıldı, yapılıyor…
Kamunun projeleri de özel sektörün borçlanması ile yürüyor.
Yani herkes gırtlağına kadar borç içinde…
Yüzde 30 devalüasyon, borcunuzun yüzde 30 artması demektir.
TÜSİAD Başkanı Yılmaz, “Hep beraber borçlarımızı ödemek için daha fazla çalışmak zorunda kalacağız” lafını boşuna söylemiyor.
Patronlar aslında tehlikeyi görüyor, ama anlaşılan siyasi irade ile yıldızları pek barışmıyor.
Başbakan, TÜSİAD Başkanı’nı “vatan hainliği” ile suçlayabiliyor!
Neden?
TÜSİAD yönetimi hükümeti HSYK düzenlemesi, yargı ve soruşturmalara müdahale, internet sansürü vs. konusunda nazik bir dille “uyarmış”!…
Hükümete, Gezi Parkı olaylarının başlamasından bu yana farklı kesimlerden yapıcı uyarılar, “itidal”çağrıları yapılıyor; demokrasi, hukuk vs. tavsiyelerinden bulunuluyor.  Ama bunların hiçbir işe yaramadığı muhakkak…
Sadece iç kamuoyundan değil dışarıda da uyarılar artıyor. Üstelik uyarılar yerini kaygılara bırakmış bile.
Örneğin Davos toplantıları… Davos’ta, daha önce Türkiye hakkında övücü sözler söyleyen ünlü bir ekonomistin sözleri yankılandı: “Türkiye artık yükselen bir ülke değil, ekonomisiyle de değil, giderek demokrasiden uzaklaşan siyasi rejimiyle de değil”…
Başbakanın AB ile ilişkileri ısıtma çabası pek bir karşılık bulmuyor.
Evet, bu bir ekonomik kriz ve dış koşulların payı var. Benzer ekonomilerden birisi olan Arjantin’de de para yüzde 15 devalüe edildi. Yine “Kırılgan Beşli” ülkelerinde borsalar tepetaklak…
Belki de Başbakanımız, “Ben ne yapsam zaten ekonomik krizden kaçamayacağız. Öyleyse neden uzlaşma yoluna gideyim” diye düşünüyordur! Her eleştiriyi “hainlik” saydıklarına göre…
Tabi bunların siyasi sonuçları kaçınılmaz… 2001 krizinde, döneminin siyasi iktidarı 2002 seçimlerinde sandığa gömülmüştü.
Ve AKP iktidarının en iddialı olduğu alan ekonomiydi.
Gelinen noktaya bakın…
Piyasada uzmanların en akıllısı, “Dövizin yükselmesini durdurmak için hükümetin derhal faiz oranlarını artırması şart” diyor.
Faiz artırsan ne olacak? Yüksek faizin maliyeti daha mı düşük?
Anlaşılan, olan olmuş. Kaçışı yok… Ya aşağı, sakala tüküreceksin; ya da yukarı, bıyığa!
İyi pazarlar.

24 Ocak 2014 Cuma

Ahmet Dirican'ın kaleminden...

1 NISAN 2012 PAZAR

HABERTÜRK YAZILARI- 40 YIL SONRA



40 YIL SONRA

"30 Mart 1972'de Tokat'ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyünde olmayı ben seçmemiştim. Bir seçme şansım olsa..."
xxx

Bu satırların yazarı Dursun Eroğlu...
Basın Yayın'dan sınıf arkadaşımız.
Şimdi emekli gazeteci;
Ama boş durmuyor.
10 yaşında iken yaşadıklarını yazmış.
xxx
Hırçındı, delidoluydu okuldayken Dursun...
Durduğu yerde duramazdı.
Doğup büyüdüğü Kızıldere köyünün coğrafyasından kaynaklanırmış meğerse...
Kimi zaman hüzünlenir, dalar giderdi;
Daha 10 yaşında iken tanık olduğu Türk tarihinin en utanç verici olayını hatırlarmış meğerse...
Öğrencilik döneminde hiç anlatmadı nedense.
Belki 12 Eylül'ün karabasan havasından, belki de o travmayı hatırlamak istememesinden.
40 yıl sonra o günleri yazmış çocuk gözüyle;
"Günlerden galiba Perşembeydi. Kapıdan çıkıp ahıra doğru, uyanmak için gözlerimi ovuştura ovuştura gidiyordum ki, buna gerek kalmadı. Bir gariplik vardı. Köpekler havlıyordu mahallenin dışında. Bir sessizlik, bazı komşuların hızla bir yerden çıkıp bir yerlere girdiğini fark ettim. Meraklı gözler. Güneş doğmamış, ama hava aydınlanmaya başlamıştı..."
Olup biteni görebilmek için hemen kendisini toprak damlı evlerinin çatısına atmış kendisini. Yukarı Mahalle askerlerce sarılmış.
Derken bir ses duyulmuş o güne kadar hiç tanık olmadıkları.
Sonra barajın üzerinden köye doğru yükselen helikopterler görünmüş, daha adını bile bilmedikleri...
Güneş doğarken "Bizim köyde anarşiler yakalanmış, Emür'ün evinde adamlar varmış, askerler onları arıyormuş" türünden sözler duyulmaya başlanmış;
- Yav, bu çocuklar kaç kişiyi öldürdüler de koca devlet bütün askerini buraya yığdı acaba?
Kurşun ve bomba yağmurunu saatler boyu bir ağacın altından izlemiş.
Siperdeki askerlerle birlikte girmiş muhtarın evine...
En ince ayrıntısına kadar hatırlıyor:
"Sergenlik insan cesetleriyle doluydu..."
xxx
"Kızıldere'ye adeta kötü bir "Nisan 1 şakası" yapılmıştı" diyor Dursun 40 yıl sonra.
Kötü değil, kötünün kötüsü...

20 Ocak 2014 Pazartesi

Perdenin arkasındaki ekonomik kriz!

Dursun EROĞLU
Hükümetin, boyutları 247 milyar lirayı bulduğu ileri sürülen yolsuzlukların üzerine gidip topluma güven verme yerine, yolsuzluk ve rüşvet olaylarını soruşturan savcı ve polisleri  “Siz hükümete komplo kuruyorsunuz” diye tasfiye etmeyi tercih etmesi, ülkeyi hızla ekonomik krize doğru götürüyor. Belki de bunlar, zaten gelen krizin perdeye düşmüş hali… Ama ister inanın ister inanmayın, bu kriz de 2001 ve önceki krizler gibi… Krizin kahramanları ve çözüm için “yoğurt yeme” tarzları bile aynı!

Sevgili okurum, “siyasi kriz” ile “ekonomik kriz” tavuk-yumurta hikayesine benzer… Birçoğumuz, ekonomik krizin siyasi gerginliklerden kaynaklandığını düşünür. Özellikle siyasi iktidarlar, buna bayılırlar ve kamuoyunda, herşey güllük gülistanlıkken, muhalefetin tutumu yüzünden ülkenin krize girdiği propagandası yaparlar . Oysa, sanıldığının aksine, aslında “siyasi kriz”, baş gösteren ekonomik krizden çıkar! 
Zira işler tıkır tıkır yürürken, kazançlar güzelken, iktidarı paylaşan güç odakları sorun çıkarmak istemez. Onlar cin gibidirler, çok akıllıdırlar.  Ama motor teklemeye başlayınca, para muslukları kısıldıkça birbirine girer, herkes birbirine kayış atmaya başlar!...
Bu iddiamın son kanıtı, 2003-4’te yaşananlardı. Zira ekonominin “iyi” olması nedeniyle, “devlet” bürokrasisindeki güçlü “şeriat” kaygıları, siyasi krize ve eyleme dönüşemedi!
Doların 2,2 liraya çıkması, son bir yılda yaşanan yüzde 22 devalüasyon, yabancı sermaye girişindeki düşüş (Mayıs-Kasım ayları için 2012’den 2013’e 50 milyar dolardan 20 milyar dolara düşmüş), borsanın hali, geçmiş krizleri hatırlattı ve refleks olarak IMF’ye kulak kesildim.
Hani hatırlanacaktır, bütün ekonomik kriz dönemlerinde yegane akıl hocamız onlardı...
IMF’nin internet bloğunda üç uzmanın imzasını taşıyan  “Türkiye: Dengesizlikleri Artırmadan Büyümeyi Canlandırma” başlıklı yazı dikkat çekici. Yazıda bu yıl Türkiye’nin yüzde 4-5 büyümesinin zor olacağı, olsa bile bunun cari açığın tırmanması ile sonuçlanacağı, zaten cari açığın 2013'de GSYİH’nın yüzde 7,4’üne tırmandığı falan anlatılıyor.
Bu yıl enflasyonun artacağına da dikkat çekilirken, “yurt içi tasarruf”, “cari dengenin sağlanması”, “rekabet gücünün artırılması”, “esnek bütçe” gibi, parlak zarfıyla hepimizin gözünün kamaştıran teşhisler ve önerilere yer veriliyor.
IMF uzmanları hükümete işleri biraz yoluna koymak için “esnek bütçe yapın” diyor. İşte yeni “IMF Reçetemiz” şu:
Türk makamlarının beş ana seçeneği var: Kamu istihdamı büyüme hızını sınırlamak; daha esnek kamu ücretleri endeksleme mekanizmalarını uygulamaya koymak; emeklilik sisteminde reform çabalarını yenilemek; hedeflerin üzerindeki gelir performansını tasarruf etmek; ve geçmiştekileri düzeltecek bir mekanizma olmak üzere, daha bağlayıcı bir harcama tavanına geçiş sağlamak. Bu politikalardan oluşacak bir bileşim, hükümetin bütçe esnekliğini sürdürmesine yardımcı olacak ve bu sayede geçtiğimiz on yılda elde edilen mali kazanımların korunmasını sağlayacaktır.”
İzninizle bunu anladığımız dile çevireyim: “Kamuda kimseyi işe almayın; memur güvencesi falan kaldırıp ücretleri düşürün; emekliliği iyice zorlaştırın, emekli maaşlarını kırpın, sosyal yardımları kesin, bütün faturayı vatandaşın sırtına yükleyin…”
Sadede gelirsek, yabancılar doymuyor!
Bunlar doymuyor abi!” diye feryat etmişti birisi, rüşvet verirken…
Ne istediniz de vermedim” demişti başbakan…
Ne “cemaat” doyuyor, ne rüşvetçi siyasiler ne de “yabancı sermaye”…
Yav, gözünüzü toprak doyursun!
Yolsuzluğa giden 247 milyar lira 5 tane GAP, 30 tane Marmaray demek…
Yabancı”ya son 11 yılda ödenen para 550 milyar dolar!
Harami gibiler…. Hani “zıkkımın kökünü yeyin…” demek geliyor içimden…
Yine The Wall Street Journal’da, Johns Hopkins Üniversitesi‘nin dünyaca ünlü ekonomisti Steve Hanke’ın bir röportajı yayımlandı.
Hanke’ye göre Türkiye, Brezilya, Endonezya, Hindistan ve Güney Afrika ile “Kırılgan Beşli” oluşturan bir “gelişen ülke”.  ABD’nin parasal genişlemeyi durdurup faizleri yükseltmesi bu ülkelerde türbülans yaratacak. 
Çünkü bu ülkeler, “carry trade”le büyüdü, ona alıştılar. Yani düşük faizli batıdan, yüksek faize gelen bol paranın yarattığı sanal zenginliği hep sürecek sandılar. Öyle ki,Türkiye’de büyümenin yüzde 40’ı bu carry trade’den kaynaklanmış!
Ama şimdi 2002’de faizleri yüzde 1’e düşüren FED, faizi yükseltmeye başlamış.
Yani carry tradeciler için deniz bitmiş…
Peki, Hanke beyefendinin önerisi nedir?
Türkiye bu carry trade paralarının rehavetine kapılıp hiçbir yapısal reform yapmadı. Dünya Bankası’nın ‘iş yapma kolaylığı’ endeksinde Türkiye çok zayıf. İş yapmak, işe adam almak, çıkarmak çok pahalı, her yerde rüşvet dönüyor. Kur politikaları yanlış. Ekonomiyi istikrara kavuşturmak için en iyi yol, Euro veya dolarla sabit kura geçmek, Bulgaristan gibi Para Kurulu Sistemi başlatmak.”
Anladık, hükumeti beğenmiyor. Ya sonrası?
Çarpıcı cümle şu: “Açık konuşmak gerekirse laiklerin (CHP’nin) pek fazla bir vizyonu yok. Tek istedikleri Erdoğan ve AKP’yi göndermek. Fakat bunun dışında pek bir planları yok.”
Bence de bir plana ihtiyaç var…
Ama haramileri doyurma planı değil, güzel ülkemin kalkınması için bir plan!
İyi pazarlar...

13 Ocak 2014 Pazartesi

Bir doğum sancısıdır yaşadıklarımız!


Dursun EROĞLU
Siyaset; hatta günlük politik magazin, “operasyonlar”, “paralel devlet”, “cemaat-AKP”, “Ergenekon”, “KCK Operasyonu”“yeniden yargılama” gibi birbirinden tamamen alakasız gibi görünen olayların hepsi ekonomideki tıkanmadan kaynaklanıyor. En azından ben böyle düşünüyorum.
Bakınız, 2001 krizi sonrası ekonomi ve finans cephesinde Kemal Derviş programları, siyaset cephesinde de AKP ve tek partili “siyasi istikrar” ile tıkır tıkır işleyen sistem, yaklaşık bir yıldır ciddi ciddi aksıyor.
İpleri elinde tutan, siyaseti de bir şekilde dizayn edebilenler (para, silah ve siyasete hâkim olanlar) bizim sandığımız gibi siyasi,“ideolojik” saiklerle hareket etmez… ..Senin sağcı solcu, Müslüman, Hıristiyan olmanla ilgilenmez. Onlar sadece çıkarına, çarkın işleyip işlemediğine bakar! Dostu değil, çıkarları vardır!
Motorun dişlilerinde tıkanma varsa, artık işler eskisi gibi devam edemiyorsa, mevcut iktidar hızla prestij kaybetme sürecine girer. Güvendiği dağlara kar yağmaya başlar, koca koca bakanların, başbakanların...
Çantada bekleyen gizli dosyalar, filmler, CD’ler, fotoğraflar, “dinlemeler”,  “soruşturmalar” bir bir çıkar ve “imparatorun düşüşü” sahnededir…
Yolsuzluk, rüşvet, kara para, haksız kazançlar, aldatmalar, gayri meşru yaşamlar, geçmişte söylenen laflar... bir anda yeniden güncellenmiş, sanki yeni bir durum varmış gibi, hepimizi haber bültenlerine kilitleyeni "flaş gelişme" haline gelmiştir. 
Adeta bir doğum sancısıdır yaşanan… Bebeği ilk kucağına almanın hemen arifesindeki bir kadının yaşadıklarını andırır.  Gürültü, patırtı, bağırış, çağırış, yırtınma, didinmeler…
Baksanıza, yüzde elli gibi, halkın güvenip en fazla oy verdiği bir iktidar, baştan aşağı yolsuzluğa, rüşvet ve kara paraya bulaşmış. Gayet profesyonelce herşey… Para sayma makineleriyle, özel korumalarla, sinyal bozucu "jammer" cihazlarıyla, siyasi kayırmalarla…
İktidarın “güçlü” olması da yetmiyor, olaylar kontrolden çıkıyor... Operasyon yapan polisi, amirlerini, emri veren savcıyı hemen görevden almakla bitmiyor. 
Operasyon için zanlının iznini alma gibi hilkat garibesi yasalar da tosluyor. Zanlı “akraba” korumalarının, gözaltı için gelen polise silah çektiğini duyuyoruz. “Kahraman polis”,  ucu iktidara dokunan işler yapınca  “seçilmiş iktidara karşı kirli oyuncu”,  iktidarın dizayn ettiği HSYK, anında tü-kaka olabiliyor…
Peki bunların ekonomi ile ne ilgisi  var, mı diyorsunuz?
Komplo teorilerini hiç sevmem.
Sadece bazen olaylar üst üste geliyor. Örneğin, geçtiğimiz yıl haziran başında patlak veren Gezi DirenişiABD’de “parasal genişleme politikaları”nın terk edilmeye başlandığı haberlerinin hemen ardından başladı.
İçeride aylık 5 milyar dolar cari açığa yama amacıyla ranta sarılma, can havliyle kentlerin ortak yaşam alanlarını, sırf yüksek rant yaratma adına yapılaşmaya açmak artık her yerde halkı iyiden bıktırmıştı. Gezi Parkı’nı yıktırmama eylemi aslında Anadolu’nun en ücra köşelerine, derelerine karar uzanan HES, siyanürle maden arama vs. projelerine vatandaşın tepkisini ateşleyen bir kıvılcım oldu.
ABD’de “parasal genişleme politikalarından uzaklaşma” Türkiye için ciddi sonuçları olan bir durum. Zira malum cari açık yüzünden “döviz” hep yumuşak karnımız.
ABD’de faiz oranları sıfıra yakındı. Çünkü ABD ciddi resesyon tehlikesi altındaydı ve insanlar iş yapsın, piyasaya hareket gelsin diye devlet faizleri düşürmüştü (Dikkat edin bizde krizde faizler artar!).
Oysa son veriler ABD’de büyümenin başladığını, 2014’de durumun daha da iyi olacağını gösterdi. 
Yani faizler yükseliyor.
Benzer bir durum Avrupa’da da yaşanıyor. AB’de geçen yıl büyüme yüzde 1,1 oldu.
Bu da, yüksek faiz kovalayan “sıcak para”nın Türkiye’den çıkması veya daha çok yüksek faiz istemesi demek.
Dün Le Monde gazetesi 5 grafikle, Çin’in ticari gücüne dikkat çekmişti.
Çin’in ihracatı 2,1 trilyon dolar ile ABD’ye yetişmiş…
Son küresel krizlere rağmen yıllık büyümeyi yüzde 7’nin altına düşürmeyen Çin’in yükselişi, batıyı, rekabet adına daha “radikal” yöntemlere itebilir.  Malum rekabet şiddetleniyor.
Bu da batının “müttefiki” Türkiye’nin ödeyeceği “sosyal” ve ekonomik bedellerin artacağı anlamına geliyor.
Gelinen yerde çığırından çıkan yolsuzluklar, artan pahalılık, siyasi gerginlikler, büyüyen zengin/fakir uçurumu vs nedeniyle vatandaş,
Dirençle karşılaşan cari açık yönetimi, bireysel hak ve özgürlüklere müdahalelerin  demokrasiden uzaklaşma ve istikrarsızlık çağrıştırmasıyla da “batı”, iktidardan şikâyetçi…
Anlaşıldı, süreç hızlanıyor… 
Bu sancılar tiz bir “ıınnggaaaaa” sesiyle dinecek de…
Sorun şurada: Bu çocuğun babası kim olacak?
Her türlü olumsuzluğa rağmen sabırla demokrasi talebiyle meydanları dolduran yurdum insanı mı?
Yoksa yorulan atın alnına kurşunu sıkıp yenisine binmeyi alışkanlık haline getiren western (batılı) kovboyları mı?
İyi pazarlar..

8 Ocak 2014 Çarşamba

Hoş geldin 2014… Senden adalet istiyorum!


Dursun EROĞLU
2013 hem ekonomik hem de toplumsal açıdan, pek çok şeyin iyice “olgunlaştığı” bir yıl oldu. Bu yüzden 2014 yılı yeni şeylere gebe olacak.  Sanki kendi içinde “parlak” görünen bir süreç, ağaç dalında olgunlaşmış bir meyveye dönüştü. İçimdeki ses, bu yıl yaşanacakların, Türkiye'nin yakın gelecekteki kaderini belirleyeceğini söylüyor.
TÜİK açıkladı. 2013 enflasyonu (TÜFE) yüzde 7,4.
7,4 rakamıyla sadece birkaç yıl önce ilan edilen 2013 hedefi yerle bir olmadı.
Son bir ayda döviz fiyatlarındaki yüzde 8-10 artış düşünülürse enflasyonun buralarda kalmayacağı açık. ÜFE‘nin yıl içinde yüzde 2′lerden 7′lere yükselmesi bile yeni fiyat artışlarının habercisi.
Enflasyonun en önemli nedeni, bildim bileli,  “döviz”…
Cari açık…   
İMF programlarıyla, “yapısal uyum” projeleriyle, “neo-liberal” ekonomi yönetimlerimizce gayet güzel kuruldu bu çark: Aylık 4-5 milyar dolar kronik cari açık…
Önce dolar artar, ardından da akaryakıt ve ulaşımdan başlar zamlar…ithalat cenneti memlekette iğneden ipliğe herşey zamlanır.
Arabanın deposuna koyduğum gazın fiyatı son bir ayda 2,4 liradan 3 liraya çıktı. Ama aldığım emekli maaşına yüzde 3-5 zam bile çok görülüyor.
En çok izlediğimiz bu enflasyon filmi, yine sahnede…
Bakıyorum da devalüasyonu-ki, yüksek devalüasyonlar hep ekonomik, siyasi krize yol açmıştır-yüzde 50-100 gibi “hiper” enflasyon dönemlerine özgü sanıp,  yaşananları  “devalüasyon” diye tanımlamayı  bile akıl edemiyoruz. Halbuki, yaşananlar bal gibi devalüasyon, üstelik de yüksek bir devalüasyondur…
Son bir yılda dolar 1,6 liradan 2,1; Euro 2,3 liradan 3 liraya tırmandı. Enflasyonun 2-3 katı bir kur artışından söz ediyoruz. TL’den altı sıfır atılması,  devalüasyonun tahribatını azaltmıyor.
Artık iyice öğrendik ki, enflasyon demek, adaletsizlik demek…
2013′de adaletsizlik aldı başını…
Bu, sadece milyonlarca insanın 800 lira asgari ücretle geçinmek zorunda olduğu Türkiye’de, siyasi iktidar çevrelerinin, “çeşmenin başını tutanların” çocuklarının milyon dolarlarla oynamaları, yatak odalarına para sayma makinesi bulundurmaları değil.
Adalet terazisinin sürekli bozulduğunu çıplak gözle görebiliyorsunuz…
Örneğin birkaç gündür İstanbul Sancaktepe’deyim. Sarıgazi-SancaktepeAnadolu‘dan geçim gailesi için İstanbul’da göç eden insanların yaşama tutunma kavgası verdikleri bir yer. Bir anlamda işçi-emekçi bölgesi. “Köylü” gelip “kentli” olmayı keşfetmeye çalışan, bunu da el yordamıyla, düşe kalka yapan insanların mekânı.  Bir yanda, her bir dairesi milyon liraya satılan dev apartmanlar, yüksek güvenlikli, lüks siteler; diğer yandan dermeçatma, bir metre yeşil alan, hatta kaldırım payı bırakılmadan oluşan daracık sokaklar, doğalgazla ısınan kentte belediyelerin dağıttığı kömürle ısınan geniş bir kitle vs…
Sancaktepe’de sosyal hoşnutsuzluğu görmek için sokaklara, duvar yazılarına bakmak yeterli.
Tabi bu toplumsal hoşnutsuzluk durumuna karşı iktidarın yaklaşımını da yine göz hizasından görebiliyorsunuz… Araç trafiğine kapatılan en merkezi cadde, akşamları TOMA, panzer otoparkına dönüşüyor.  Ara sokaklardaki araç kapanları dahil trafik TOMA’lara göre düzenlenmiş. Tepeden tırnağa silahlı “robokoplar”ın elleri tetikte. Gündüz saatlerde polis helikopterleri kütür kütür dolaşıyor gökyüzünde.
Artık özelleştirme, satıp savma değil, yeraltı ekonomisi ve “kaynağı belli olmayan döviz“lerle bile çevrilemez hale gelen bir cari açık…
Yırtılan siyasi istikrar…
Yolsuzluk, rüşvet ve kara para ile anılan bakanlar ve bunlarla “kader birliği yapan” bir başbakan görüntüsü…
Şimdi hükümetin, herşey güllük gülistanlıkken, işlerin “Gezici“ler, “17 Aralık operasyonu” ve“cemaat” yüzünden sarpa sardığını iddia etmesi hiç inandırıcı değil.
Zira, siyasi iktidarı sandığa gömen son 2001 krizinin, “Anayasa kitabı fırlatma” yüzünden çıkmadığını hepimiz biliyoruz.
2014′ün artık sürdürülemez hale gelen kronik sorunlara kalıcı çözümlerin üretileceği, adaletsizliğin, yolsuzluk ve rüşvetin ceza göreceği, hepimize barış, dostluk ve refah getirecek adımların atılacağı bir yıl olması dileğiyle, iyi pazarlar…