28 Ocak 2014 Salı

2001 krizi gibi gidişat..

Dursun EROĞLU
Bildim bileli Türkiye’nin ekonomide yumuşak karnı ve en hassas noktası döviz… Günlerdir nefesimizi tutmuş bekliyoruz: “Dolar kaç lira oldu, kaç lira olacak?”  Doların yükselmesi demek, ekonominin ateşinin çıkması demek… Ateş ne kadar yükselirse, hastalık o kadar ağır demektir… İlkbahardan bu yana yaşanan yüzde 30 devalüasyon, ağır hastalık hali… Hükümetin bu ateşi düşürme şansı giderek azalıyor.  Bu yüksek ateşe, yırtılan siyasi istikrarı da ekleyince, durum şu: Sonuçları 2001’den de ağır olacak bir krize bodoslama daldık!

Mayıs ayında FED’in parasal genişleme politikalarındaki değişikliklerle piyasada başlayan hareketlenme ve tedirginlik doların 2,35 liraya yükselmesine kadar vardı. Bu, yüzde 30 devalüasyon demek… Doların nerede duracağını da kimse bilmiyor.
Çok iyi hatırlıyoruz ki, geçmiş krizlerde de hep, önce doların fiyatı artmış, ardından iğneden ipliğe her şeye zam gelmişti. İnsanlar borçlarını ödeyemez hale gelmiş, piyasa durmuş, satışlar azalınca üretim, üretim azalınca işsizlik artmıştı. Kriz böyle bir şeydi.
Geçtiğimiz hafta TCMB’nın girişimlerine rağmen dolar fırladı. Ve cuma günü 95 oktan benzin 5 liranın üzerine çıktı.
Bakanlar ne derse desin, elektrik, doğalgaz vs. zamları teker teker yolda…
Dolar bu kadar pahalıyken kimse enflasyonu da kontrol altına alamaz.
Nasıl olacak ki? İğneden ipliğe her şeyi ithal eden bir ülke değil miyiz? “Cari açık”  zaten bu yüzden var. 150 milyar dolar ihracat yapıp, 250 milyar dolar ithalat yapan bir ülkeyiz… İthalatın yüzde 70’i de hammadde ve ara malı, enerji… Yani fabrikalarımız haldır haldır ithal malla çalışıyor… Evimizde ithal gazla ısınıyor, arabamıza ithal benzin dolduruyoruz.
Yüksek devalüasyon demek, kriz demektir! Hep de öyle oldu.
Kriz ise binlerce KOBİ’nin, şirketin iflası, belki milyonlarca insanın işini kaybetmesi, protestolu senet ve çek, düşen yaşam kalitesi, artan siyasi kargaşa demektir…
Çok kritik bir süreçteyiz
Doların artması demek, dış borçların ağırlaşması demek…
Eskiden dış borçların büyük bölümü devlete aitti.
Ama şimdi asıl borçlanan kesim, özel sektör…
İnşaat sektörü, TOKİ inşaatları dahil, her büyük proje dış kredi ile yapıldı, yapılıyor…
Kamunun projeleri de özel sektörün borçlanması ile yürüyor.
Yani herkes gırtlağına kadar borç içinde…
Yüzde 30 devalüasyon, borcunuzun yüzde 30 artması demektir.
TÜSİAD Başkanı Yılmaz, “Hep beraber borçlarımızı ödemek için daha fazla çalışmak zorunda kalacağız” lafını boşuna söylemiyor.
Patronlar aslında tehlikeyi görüyor, ama anlaşılan siyasi irade ile yıldızları pek barışmıyor.
Başbakan, TÜSİAD Başkanı’nı “vatan hainliği” ile suçlayabiliyor!
Neden?
TÜSİAD yönetimi hükümeti HSYK düzenlemesi, yargı ve soruşturmalara müdahale, internet sansürü vs. konusunda nazik bir dille “uyarmış”!…
Hükümete, Gezi Parkı olaylarının başlamasından bu yana farklı kesimlerden yapıcı uyarılar, “itidal”çağrıları yapılıyor; demokrasi, hukuk vs. tavsiyelerinden bulunuluyor.  Ama bunların hiçbir işe yaramadığı muhakkak…
Sadece iç kamuoyundan değil dışarıda da uyarılar artıyor. Üstelik uyarılar yerini kaygılara bırakmış bile.
Örneğin Davos toplantıları… Davos’ta, daha önce Türkiye hakkında övücü sözler söyleyen ünlü bir ekonomistin sözleri yankılandı: “Türkiye artık yükselen bir ülke değil, ekonomisiyle de değil, giderek demokrasiden uzaklaşan siyasi rejimiyle de değil”…
Başbakanın AB ile ilişkileri ısıtma çabası pek bir karşılık bulmuyor.
Evet, bu bir ekonomik kriz ve dış koşulların payı var. Benzer ekonomilerden birisi olan Arjantin’de de para yüzde 15 devalüe edildi. Yine “Kırılgan Beşli” ülkelerinde borsalar tepetaklak…
Belki de Başbakanımız, “Ben ne yapsam zaten ekonomik krizden kaçamayacağız. Öyleyse neden uzlaşma yoluna gideyim” diye düşünüyordur! Her eleştiriyi “hainlik” saydıklarına göre…
Tabi bunların siyasi sonuçları kaçınılmaz… 2001 krizinde, döneminin siyasi iktidarı 2002 seçimlerinde sandığa gömülmüştü.
Ve AKP iktidarının en iddialı olduğu alan ekonomiydi.
Gelinen noktaya bakın…
Piyasada uzmanların en akıllısı, “Dövizin yükselmesini durdurmak için hükümetin derhal faiz oranlarını artırması şart” diyor.
Faiz artırsan ne olacak? Yüksek faizin maliyeti daha mı düşük?
Anlaşılan, olan olmuş. Kaçışı yok… Ya aşağı, sakala tüküreceksin; ya da yukarı, bıyığa!
İyi pazarlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder