3 Şubat 2014 Pazartesi

Sorun gayet (cari) açık!

Dursun EROĞLU
Hükumetler her seferinde ekonomik krize siyasi bir gerekçe uydurdu ve muhalefeti suçladılar.  Ancak bu sefer işi abarttık... Bu sefer hem ekonomik kriz çok daha derin görünüyor, hem de siyasi iktidar krizi başkalarına yükleme işini abartıyor… 
Her eleştiriye “vatan hainliği” gibi ağır ithamlarla karşılık verme;  seçilmiş hükumeti devirme,  “darbe”  sayma; tepki olarak da “darbe” gibi algılanabilecek uygulamalar…
Halbuki sorun gayet açık: Dış ticaret açığı, cari açık ve bu açık ekonomisinin sürdürülemez bir noktaya gelmesi…
Az çok gazete okuyup, radyo dinlemeye başladığım dönemlerde, 1970’li yıllarda, “Petrol krizi” diye bir şey söylenirdi… 
1974’te petrolün varili 2,5 dolardan 11,6 dolara fırlayınca memleket adeta kilitlenmişti.  
Ecevit o zaman benzin, mazot sıkıntısının, hızla yükselen fiyatların sadece “dışardan”, OPEC’ten kaynaklandığını, kendilerinin hiçbir kabahati olmadığını söylüyordu. Bir de şu İslamcı ortağı Erbakan yok muydu!
Ve hükumet “Kıbrıs Fatihi” olma gibi bir popülariteye rağmen kriz yüzünden istifa etti. .
İstifa etti, çünkü,  dış ticaret zaten açıktı. Buna petrolden kaynaklanan artışları da ekleyince, artık bunları karşılamak yeni ağır vergiler, yeni zamlar gerekiyordu ve Ecevit bunları yapmayı kendine yediremiyordu! Serde "Halkçı Ecevit" imajı vardı!
Bu “zecri” tedbirleri alacak taze bir hükumete ihtiyaç vardı…
IMF,  ekonomik krizlerden çıkışın yolunu göstermeye, taa 1958 krizi sonrasında başlamıştı.  
Onun reçetesi belliydi: Kemer sıkma! Daha düşük ücret, vatandaşa daha düşük sosyal hak, daha yüksek vergi… Yerli ve “milli” kuruluşların zayıflayıp yabancı sermayenin hizmetine girmesi, yabancı markalara fason üretim, montaj sanayi vs…
Ecevit, bu politikalara söylemde çok tepkiliydi. “IMF boyunduruğu”, “Döviz darboğazı”, “Avuç açma” gibi kavramlar ona aitti.  
Ama ekonomi cephesinde kalıcı bir alternatif model de yaratılamamıştı.  
Oysa IMF cephesinin, özellikle Latin Amerika ülkelerinde denenen, “garantili” bir aleti vardı, hazırlıklıydı, o devreye sokuldu: Cari açık…
Bir ülkenin kendi iç ekonomik dengelerini bozup, zayıf düşürerek, o ülkeyi  emperyalist, küresel güçlerin kontrolüne geçirmek istiyorsanız, cari açık biçilmiş kaftandı!
IMF, Türkiye’de cari açığın kalıcı hale gelmesini sağlamayı başardı…
Bakmayın siz vatandaşı kandırmak için söylenen onca “Milli”, hatta “Milliyetçi” “Muhafazakar”edebiyata…
Bütün hükumetler bu “cari açık ekonomisine” sarıldı. Bu açığı en yükseğe çıkaranlar daha bir başarılı sayıldı…
Çünkü cari açık ne kadar yüksek olursa, o kadar fazla iş yapmış görünürsün… Borçlanırsın.
Açığı normal ekonomik, yasal faaliyetlerle kapatamadığın için de daha fazla “kayıtdışı”,  daha fazla “elaltı”, daha fazla “yasadışı” yola başvurursun.  
Bu da, daha fazla rüşvet, daha fazla usulsüzlük, yolsuzluk vs. demektir. 
Şehirler rant cenneti olur, yedi sülaleni zengin edersin…
Ne Yahyalar, Horzumlar, Mecimekler gördük…
Bunların hepsi iktidar olanakları ile bunları yaparlar, ama bir ekonomik kriz baş gösterdiğinde, hükumetin değişmesi gerektiği sonucuna varıldığında, iktidarın sandığa gömülmesini sağlama aracı olarak kullanılan bir tür günah keçisi olur, “kurban”a dönüşürler!
Şuna bak sevgili okurum: 2013 yılında Türkiye'nin dış ticaret açığı 100 milyar dolara tırmanmış! 
Bu bir rekor...
Açık, 2012 yılına göre yüzde 19 artmış.  
Aralık ayında yüzde 37,3 ile zirve…
İhracatın 151,8 milyar dolar, ithalatın 251,6 milyar dolar…
Şimdi sen, bir yılda 151,8 milyar dolar döviz kazanmış, 250 milyar dolar döviz harcamışsan…
100 milyar doların 30 milyarını bir şekilde tedarik etmiş, kalan 70 milyar dolar kabak gibi "cari açık" olarak yazılmışsa defterine...
Devasa açıkları kapatmak için bütün projeleri yabancı sermayeyle, dış krediyle yapmaya başlamışsın, yabancı sermaye çekmek için dağı taşı pazara çıkarmışsın ve bu da yetersiz kalmışsa...
Dolar yetersiz kalınca fiyatı artmış, kur enflasyonun 4 katı artmışsa…
Sıcak parayı artık ülkede “zor tutuyor”san…
Şimdi bunda, Gezi Parkı’nı yıkma diyen İstanbulluların, Karadeniz’de derelerimizi kurutup bizi susuz bırakma diyen köylünün,  sendikal hak hukuk için sokağa dökülen çalışanların, yolsuzluk dosyaları hazırlayan savcıların, savcının talimatı ile iş yapan polisin ne suçu var?
Siyasi iktidara düşen, sürdürülemez hale gelen bu açık ekonomisine bir alternatif yaratmak, işleri rayına koymaktır.  Aklın yolu da budur.
Yoksa “seçmeni” ardında dik tutmaya dönük “şark tipi” politika, sadece kaçınılmaz sonu hızlandırır…
Şimdiden başkent kulislerinde yeni bir iktidar partisi dizaynı konuşulmaya başlandı bile…
İyi pazarlar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder