21 Temmuz 2014 Pazartesi

Ramazan fırsat (çı) ayı mı?

Biraz önce girdiğim süpermarkette fiyatlara isyan etmesem bu yazı olmayacaktı… Ramazanda iğneden ipliğe zam yaparak, vatandaşın iftar sofrasına göz dikip, sonra da “Mübarek Ramazan Ayı” ayı diye sahte Müslümanlık ve ibadet gösterisi yapan“abdestli kapitalistler”in adını anmayı da hiç düşünmüyordum… 
Ama olmadı, yazmak zorunda kaldım.
Sevgili okurum, Müslümanların (bunu Sünniler olarak okuyun) bence en önemli aylarından birisi Ramazan ayıdır.  İslam, insanları oruçla “nefsini terbiye etmeye”, açlık çeken insanların halinden anlamaya, yoksullara, açlara da yardım etmeye davet eder…  Çocukken büyüklerimiz “İslamın 5 Şartı”nı ezberletirdi.  Bunlardan birisi de “Oruç tutmak”tı.  Bu bir ibadettir ve bütün amacı “aç kalmak” falan değildir. Orada nefsine hakim olmayı, sabretmeyi, sofrasında yiyecek ekmek olmayanların halinden anlamayı, insanları eşit görüp, herkese adil bakmayı öğrenirsin…
İnsanların üç kuruş için birbirini boğazladığı,  “para yapma”nın her türlü değerden önde tutulduğu, sadece parası olanlara değer verilen bir dönemde oruç tutmak da, bana sorarsanız ibadetlerin en kralıdır… Bir bakıma iyi mümin olma için fırsattır.  
Gel gelelim…
Dürüstçesi,  Ramazan ayının epeydir hiç de bunlara hizmet etmediğini düşünüyorum. Çoğu insan Ramazan başladı mı alttan alta gerginlik yaşar. Samimi olalım.  Oruç tutmadığı için dayak yiyen hatta saldırıya uğrayıp canını kaybeden insanların olduğu bir ülkedeyiz… 
En yaygın gerginlik kaynağı şu soru: “Oruç tutuyor musun?” Hatta “Neden oruç tutmuyorsun?”…
Özellikle küçük kasabalarda, köylerde…
Kuşkusuz toplum zamanla bazı şeyleri aşıyor. Bu gerginliği örneğin 40-50 yıl önceki yoğunlukta yaşamıyoruz. Özellikle büyük şehirlerde bu oruç tuttun/tutmadın kavgası olağan bir şey değil.  
Ancak gittikçe artan başka bir gerginlik var: Ramazan fırsatçılığı; zamlar….
Daha,  Arife Günü tezgahtaki etiketler değişir…  
İlk zamlı etiketi iftar sofrasının vazgeçilmesi sayılan hurmada görürsünüz…
-          “Hayrola ne oldu da geçen hafta kilosu 10 liradan satılan hurma 30 liraya çıktı?
-          Efendim malum, Ramazan geliyor…
-          Nasıl yani? Ramazan gelince Hurma üretiminin maliyeti mi artıyor? Nakliyesine mi zam geldi?
-          …. Abi bu hep böyle…Ramazan…
Adam haklı… Her Ramazan ayında, aynı fırsatçılık!
Beyler, bayanlar, Temmuz ayının ikinci yarısındayız…
Bizim tarım, toprak ve güneş memleketimizde domatesin kilosu 3 lira. Patlıcan 2,5, elma, şeftali, biber vs. 4 lira, üzüm 5 lira… Patates zaten altın oldu, 3,5 liranın altına inmez…
Bir karpuz kesmek istediğinde 15 lirayı bayılacaksın…
Bir kilo kıymayı 26 liraya alıyordum, 32 liraya çıkmış.
Raflarda kilosu 16-18 liranın altında peynir bulamıyorum.  
Fındık, ceviz türü şeylerin yanına yaklaşılmıyor.  Kilosu 40-50 liranın üzerine çıkmış.
Sadece soframıza konulan şeyler mi…
Bu ay evin su faturası 100 lirayı buldu.
Aynı şeyleri tükettiğimiz halde Ramazanda daha fazla para ödemek zorunda kalıyoruz.
 Yani bu Ramazan ayında da birileri bizi soyuyor!
Bu zamlar,  şu sıcakta tarlada bahçede ter döken gariban insanlara gitse hiç gam yemeyeceğim…
Velhasıl memleketim insanı büyük bir inanç ve istekle oruç tutmaya çalışırken, birileri bunu paraya çevirmeye devam ediyor.  
“Fırsat” nerede, "fırsatçılık" nerede…
Hani piyasada satışlar çoğalsın, AVM’ler parayı kırsın diye belediyeler, ticaret sanayi odaları vs.  organizasyonlar yapıyor ya… Ankara’daki Shopping Fest, Bursa’da Alışveriş Şenliği vs. Bu tür şenlikleri organize edenleri, Ramazan fırsatçılarının yanına çırak vermek lazım diye düşünüyorum… Adamlar işin kompedanı…
Herkese, iftar sofralarındaki ekmeğe, alınterine, cebindeki üç kuruşa göz dikilmeden geçecek güzel Ramazanlar diliyorum…
İyi pazarlar.

15 Temmuz 2014 Salı

Devlet vatandaşa hizmet için var (mış)!


Dursun EROĞLU
“Sandık”,  yurttaşların kendini kimin yöneteceğine karar verdiği bir yerdir. Seçilmek isteyenler haliyle yurttaşa “Sana en iyi hizmeti ben veririm” der. Vatandaş da bunu şöyle anlar:  “Beni seçerseniz devletin bütün olanakları, gücü sizin yanınızda, sizin arkanızda olacak!”…
Ancak öyle bir çarkın içindeyiz ki… Hükumetler değişse de hepimiz,  tek tek vatandaş olarak, devletin bize “hizmet” işinden gittikçe uzaklaştığını hissediyoruz.

“Vatana canım feda” gibi, ülkesi için kendini feda etmeyi içeren yüce duygu, bakıyorum da içeriğini kaybetmiş, kandırmacaya dönüşmüş. 
Dürüst olalım,  “Ya, ben bu yaşadıklarıma müstahak mıyım? Nerde devlet, nerde adalet, hak, hukuk?” ruh halini yaşamayan kaç kişi vardır?

Durup şöyle hafızanızı zorlayın.  Misal, alın benden birkaç anı…
Fiğ tarihinde Bursa kent merkezinde fiziki saldırıya uğradım. Şöyle: Malum muhabiriz, acil bir yere gitmem gerekiyor. Dolmuş-taksi durağına yaklaştım. Bekliyorum. O arada boş bir dolmuş hafif yavaşlayıp, durmadan geçti. “Ulan körmüsün, biz yolcu değil miyiz” diye bağırdım.  Ve ağzımdan lüzumsuz bir laf çıktı. Adam bastı gaza gitti, duymaz diye boş bulunmuştum. Bir yere yetişme telaşı da olsa yaptığım şey hataydı.  Haksızdım. Tabi çevrede ne kadar dolmuşçu varsa sinkaflı küfürlerle bana hücum ettiler. Tekme, yumruk vs… Kısa bir pataküteden sonra sıvışıp Muzaffer Sencer Polis Karakolu’na gittim.  Bir yetkiliyle görüşmek istediğimi söyledim.  Girişteki görevli beni bir odaya yönlendirdi.
-          “Buyrun, kime bakmıştınız?
-           Efendim, aha şu dolmuş durağında şoförlerin saldırısına uğradım. 5-6 kişiydiler.  Şikayetçiyim.
-          Şahısları tanıyor musun?
-          Tabi, görsem teşhis ederim.
-          Git, getir buraya, ifadelerini alalım.
-          Adamlar beni dövdü beyefendi, nasıl kolundan tutup getireyim?
-          Peki darp edildiğine ilişkin doktor raporun var mı?
-          Hayır.
-          O zaman git, doktor raporu al. O raporla birlikte savcılığa başvur. Savcılık bize yazı yazarsa, şahısların ifadesine başvururuz.”
…..
Yine hiç unutmadıklarımdan…
Üniversite harçlığımı kazanmak için inşaatlarda çalışıyorum.  Yer, Ankara.  Taşeron paramı bir türlü vermiyor.  Sürekli oyalıyor.  Fırından ekmek almaya param yok, o derece de zordayım… Gittim, Balgat’ta bir polis karakoluna. Halimi anlattım bir komisere. Koltuğunda oturmuş beni dinliyor. Daha ziyade de benim derdimle ilgisiz şeyler soruyor.  12 Eylül zamanı.  Üstümdeki elbiseyi, ayağımdaki ayakkabıyı irdeliyor.  Adam resmen potansiyel teröristmişim gözüyle bakıyor. Aldı nüfus kağıdımı. “Arananlardan” mıyım falan diye telsizle sordurdu.
Bekle, bekle…
-          “Komiserim iki hafta çalıştım. Şu kadar para alacağım var.
-           Alacağın varsa git bir avukata, dava açsın. Bizi ilgilendirmez.
-           Avukata nasıl gideyim abi. Cebimde ekmek alacak param yok. N’olur yardım edin. Bir telefon edin, bir şey söyleyin. Sizi görmeleri yeter.”
Ben çaresiz, umutla kıvranıp uzattıkça, komiser sinirlenmeye başladı.
-          “Sitr… git lan şurdan… Biraz daha konuşursan alırım seni ayağımın altına…”
Yemin ederim, alacağım parayı, kendi derdimi çoktan unuttum, tek bir söz daha söylemeden, “tamam komiserim” diye kapıdan dışarı çıktım…
Ve başım dara düşünce umut diye sığındığım karakoldan, dayak yemeden çıkabildiğim için kendimi şanslı hissettim!
Şöyle ya da böyle, bizim memlekette “devlet gücü” deyince bundan askeri, polisi anlarsınız…
Ve haliyle onu karşınızda değil, yanınızda görmek istersiniz…
“Vatandaşa hizmet” diyorlar ya… Yoksa bizi vatandaştan mı saymıyorlar…
Ben, sen, komşularımız, iş arkadaşlarımız, siteden tanıdıklarımız… niye içimizden tek bir vatandaşçıkmıyor (!?).
Ve her defasında hayal kırıklığına uğrayınca da soruyoruz:
Nedir bu devlet denen şey? Kim bu devletin hizmet ettiği vatandaşlar? Bunca güç, güvenlik teşkilatı kime hizmet eder?”
İyi pazarlar.

7 Temmuz 2014 Pazartesi

‘Site’lere kamu hizmet yasağı!

Dursun EROĞLU
Site içindeki bir apartman dairesinde yaşamak çoğumuza müthiş cazip geliyor. Bu yüzden “site” vurgusu emlakçi için çok önemli… İlanlarda “Site içinde, 24 saat güvenlikli” sloganı gözdedir. Hatta her semtte adıyla ün yapan siteler vardır… “Bana yaşadığın siteyi söyle, sana ensenin ne kadar kalın olduğunu söyleyeyim” durumu yani…
“Evi site dışında olanlara kız verilmez” diye yeni bir örf-adet sahibi olursak sakın şaşırmayın…

Sevgili okurum, yaptığımız en aptalca işlerden birisi kendimize, yaşadıklarımıza, yakın çevremize gözü-kulağı tıkayıp medyanın ezberlettiği laflar üzerinden “memleketi kurtarmak”…
Düşünsenize, adam köy kahvesinde oturmuş, işsiz, cebinde çay parası yok;  ama kalkmış ABD başkanı Obama’nın dış politikasını yorumluyor!  Ya da İŞİD’çilerin ilan ettiği halifeye kafa yoruyor.
Her sinirlendiğinde gidip evde karısına işkence eder, sonra çıkıp demokrasi, hak hukuktan bahseder…
Bu yüzden bu hafta dikkatlerinizi günlük yaşamımızın bir parçası olan sitelere çekmek istiyorum.
Başkentte, pek çok emekli gibi beni “site yöneticisi” seçtiler.
Bakıyorum da, devlet “site yöneticiliği” diye bir kurum yaratmış ve böylece kendi yapması gereken kamusal, kentsel hizmetlerin tamamı vatandaşın sırtına yüklemiş... 
Kamu böylece; yol, su, kanalizasyon, sokak aydınlatması, park, güvenlik vs. bütün sorumluluklarından kurtulmuş!
Nasıl mı? Anlatayım:
Site yönetiminin en önemli masraf kalemi işçi ücreti, elektrik ve su faturası, kanal-loger temizliği…
Site işçisi ne yapar?  Site içindeki sokakları süpürür, çöpleri belediyenin çöp konteynırına doldurur.  Peki Çevre Temizlik Vergisi’ni niye veriyoruz?
Ödediğimiz hangi elektriğin faturasıdır? Sokak lambalarının.
Su parasını ne için öderiz? Çimleri sulamak için.
Önceki hafta elektrik arızası oldu. Elektrik Arıza’yı çağırdık, geldiler.
Efendim arızayı bulmak için 230 lira alıyoruz.”  
Kuzu kuzu verdik.
“Efendim, tamam, arıza şurada. Elektrikçi çağırın arızayı giderin, bizi arayın, elektriğinizi verelim”.
Haydaaa… Kardeşim ben aboneyim. Yer altı kablosu ya da elektrik direğine çıkıp arıza onarmak sizin işiniz değim mi? Ben ne anlarım yer altı kablosu bağlamaktan?
Efendim uygulamamız böyle.”
Karşında TEDAŞ yok, özelleşmiş, EnerjiSa şirketi var. Onlara “Ana trafodan sonrasında sorumlu değilsiniz” denmiş.
Asfaltı kes, kazı… kocaman bir iş, kocaman masraflar…
Sokakta su pedah oldu.  ASKİ’yi çağırdım, geldiler, eski demir borunun açılan deliğini bir çivi ile tıkadı, üstünü kapattılar.
Hadi bu sefer yırttınız” dedi görevli... “Hayrola”, değince, “Efendim ASKİ özelleşiyor. Artık her tür arızayı kendiniz onaracaksınız”…
Haydaaa… Benim bildiğim abonenin su sayacına kadar sorumluluk ASKİ, BUSKİ gibi kuruluşlarındır…
Ama nerde?
Belediyeden yol için asfalt, çocuk oyun alanı için oyuncak falan istemeye sakın yeltenmeyin…
Çünkü siteler özel mülkiyet!
Yapmayın ağalar, beyler…
Hadi zengin tabakanın yaşadığı havuzlu, yüksek güvenlikli, lüks siteleri var… Onların zaten belediyeye ihtiyacı yok…
Ama “site”, “özel mülkiyet” diye asgari ücretle evini geçindirip her ay 20 lira, 50 lira site aidatı ödemek için yırtınan gariban insanları kamu hizmetinden mahrum etmeye kılıf aramayın!…

3 Temmuz 2014 Perşembe

Çankaya’nın yolları taştan…

10 Ağustos’ta sandığa gideceğiz:  
Çankaya’ya Tayyib mi çıksın, Ekmeleddin mi?
Şurası çok açık ki aslında vatandaş Cumhurbaşkanı adayının kişiliğini, programını vs. oylamayacak. Tercih, iktidar partisi ve muhalefet arasında yapılacak.
Kilit soru şu: İnsanlar neye göre tercih yapacaklar? Ve kim kazanırsa Çankaya’da ya da memlekette ne değişecek?
Adaylara bakarak söyleyebilirim ki,  bu seçimin sonunda Çankaya’nın veya memleketin gidişatında zerre kadar bir şey değişmeyecek!
Amaç sadece “kazanma oyunu”nda bir adım öne geçmek…
Ekmeleddin İhsanoğlu adı açıklandığında çoğumuz şok olduk. Tanımıyorduk. Öğrendik ki, İslam Konferansı Örgütü, diplomasi, Sam Amca, “ılımlı islam” vs…  Görüntü MHP olmasa da CHP’nin tabanına ters… 
“Memlekette onca insan varken neden Mısır kökenli E. İhsanoğu”, sorusunun yanıtı şu: Uzun süredir devlette itibar gören muhafazakâr, Sünni, sağcı profile uygun… Uluslar arası güç odaklarıyla tam uyumlu bir profil…
Muhalefet, İhsanoğlu ile, her seçimden başarıyla çıkan AKP’nin oyun ve hakimiyet alanına dalmayı deniyor!… Madem oylar vitrini “namazında niyazında” tiplere veriliyor… Alın size! Üstelik adamın eşinin başı açık!
CHP’nin Ankara’da MHP kökenli Mansur Yavaş’ı aday çıkarması ve bu yolla oyları artırmış olmasından destek alan bir hipotez…
Dahası… ve perdenin arkasındaki gerçek:  Türkiye’nin geniş bir kesimin şikayet ettiği gidişata sağlam, köklü bir alternatif yaratmayı defterden silmiş olma… Adaylar arasındaki fark, özel yaşam, eşinin başörtüsü giyip giymemesi, yemekten sonra en içtiği; laiklik, Atatük, demokrasi falan deyip dememesi,  iktidar veya muhalefet liderine daha yakın görünmesi vs. İşte merkezde siyasetin sıkıştığı yeni alanlar, maalesef…
Farklı ses HDP’den çıkıyor.  Ama ileride alternatif ve umut olması, ilk turda Selahattin Demirtaş'ın asgari yüzde 10 oy almasına bağlı... Ülkenin gidişatında değişim vadeden tek damar burası gibi görünüyor...
Ha, solun durumu perişan…
Bakınız Fransa’da “Krizin faturasını halka yıkmayacağım, zenginlerden daha fazla vergi alacağım, halkın yaşam standartlarını düşürtmeyeceğim, kamu harcamalarını artıracağım” diye iktidara gelen F. Hollande, dediklerinin tersinin yapmak zorunda kalınca, iyiden gözden düştü ve son AB Parlamentosu seçimlerinde üçüncü parti olabildi. Partisinin adındaki “sosyalist” kelimesini paçavra etti.  
Hollande’ın yeni Başbakanı M. Valls  önceki gün “Kemer sıkma politikalarını uygulamazsak, ülkede sol tamamen ölür!” demiş.
Hollande programını uygulayamadı. Oysa CHP’nin sorunu iktidarın neoliberal politikalarına alternatif bir programa sahip olmaması…
O zaman… Kısa ve net: Madem mevcut devran böyle gidecekse, hem “dış güçler” hem de halk bu hükümetle gitmekte bir sakınca görmüyor!
“Dış güçler” deyince, aklınıza hemen komplo teorileri gelmesin…
Artık devletleri, seçilmiş hükümetler yönetmiyor!
“Emperyalizm Partisi” diye bir parti olsa zaten ilk seçimde sandığa gömülürdü… Ama adamlar her daim direksiyondalar…
Örneği yine Avrupa’dan verelim: Artık Avrupa’da hükümetler birer figüran durumuna düşmüş… Zira ekonomiyi Avrupa Merkez BankasıIMF; politikayı NATO ve birkaç büyük devlet belirliyor…  
Avrupalı, oy verip seçtiği hükümetin birileri tarafından kıskıvrak yakalanmış olmasına isyan ediyor. Seçime katılma oranları hızla düşüyor,  vatandaş kendi seçtiği hükümetin üzerinde bir güç olan AB’ye, kurumlarına tepki gösteriyor; sonuçta birlik karşıtı, ırkçı faşist partiler güç kazanıyor. Son seçimlerin sonucu bu varsayımın en önemli kanıtı.
Velhasıl,  Çankaya’nın yolları taştan…