25 Ağustos 2014 Pazartesi

IŞİD'i 'şeriatçılığa' yakıştıramayanlara!..

Sevgili okurum, İslam veya Yahudi devleti kurma gibi çabaların,  neden küresel emperyal güç odaklarını en fazla rekabet ettiği, at oynattığı alanlardan birisi olan Ortadoğu’da yoğunlaştığını hiç merak ettiniz mi, bilmem. 
Aslında olgulara bakınca, din, ırk ve ulus temelinde ayrışmanın körüklenmesinin hiç de rastlantı olmadığı anlaşılıyor.
Akşam televizyon kanallarını zaplayıp dururken, çoğumuzun adını “Gezi Süreci”ndeki çıkışlarıyla  duyduğu “islamcı yazar” İhsan Eliaçık’ın sözleri dikkatimi çekti.
Eliaçık’ın müslümanlığından, inancından şüphe edileceğini sanmam. Tam bir mümin…  Farkı şu ki, Eliaçık İslam diye zenginleşme, ikiyüzlülük, dinin bir çıkar, iktidar aracı gibi kullanılmasına, öte dünya masalları ile halkın gözünü kapatıp ortalığı talan etmelere şiddetle karşı. Böyle tipleri “kapitalizme abdest aldırmak” ile suçluyor. Eliaçık bir tür sade, su katılmamış, hani hakiki Müslüman. Ancak mevcut durumdaki İslam yorumlarının yetersizliğinin;  toplumun ihtiyaçlarına yanıt verememesinin de farkında.
İddiasının özeti şu:
1979’da başlayan İran, 12 sene önce başlayan AKP hükümetleri, Mısır, Pakistan, Afganistan yönetim tecrübeleri, hatta Gülen cemaatinden Kadirilere, Hizbullah’a, İŞİD’e, Müslüman Kardeşler’den, Muhtazaflara, Said Nursi’ye vs. yeryüzünde kendini İslamcı, şeriatçı kabul eden bütün hareketleri dikkate alarak söylüyorum ki, İslami hareketlerin hiç birisi şu cümleleri kuramaz!
1.       Alevi ile Sünni eşittir.
2.       Kadın ile erkek eşittir.
3.       Türk, Kürt, Laz, Çerkez eşittir.
4.       Müslüman ile Hıristiyan veya ateist eşittir.
5.       Zengin ile fakir eşittir (En önemlisi de bu)…”
IŞİD’in cinayetlerini, kızkardeşiyle, hatta öz annesiyle “Cihat Nikahı” sapkınlıklarını görünce midesi bulanan, ancak bunların şeriatla ilgisini kuramayanların,  bu beş cümleyi bir düşünmesini rica ediyorum.
Kafanızdaki şeriat düzeninde, -ki, bizdeki şeriatçılar Sünnidir- Alevileri kendinizle eşit görebiliyor musunuz?  Sizin şeriatınızda kadınla erkeğin hak eşitliği var mı? Kadın erkek el ele sokakta dolaşması, çalışması, üretime katılmasına yer var mı? Cemevi’ne yer var mı? Ya da Hıristiyan veya ateiste “başını ezmek”, teslim olmak, dönmek, “Allahın yoluna davet” (IŞİD’çiler bu daveti erkeklerin, kadınların cinsel organını zorla kesip sünnet  ettirme şeklinde yapmıştı) dışında bir seçeneğiniz var mı?
Samimi olun, zenginle fakiri aynı kaba koyabiliyor musunuz? İnsanlar kör-sağır falan değil. “Dünyevi işler” diye fakirin hak talep etmesine soğuk bakan, sendika istemeyenler; iktidarla memleketi talan edip yedi sülalesini trilyonluk yapanlara ses çıkarmıyor. Türban türban dediniz… Anadolu’da sahiden inancı için başörtüsü takan kadının durumunda bir değişiklik oldu mu? Tabi onları çoktan unuttunuz. Şimdi“türban” dediğiniz şey, belli şekilde iğnelenmiş, lüks marka kumaşlardan yapılmış; lüks cipleri kullanıp,  sosyete salonlarında sivri topuklu ayakkabılarla gezen yeni zengin bayanların aksesuarı.
Yukarıdaki 5 soruya verecek yanıtı olmayan bir “İslam”ın insanlara mutlu bir gelecek, güvenli bir ülke, rejim vaat etmesi mümkün olabilir mi?
Aslında batılılar bunun böyle olmayacağını, kendi tarihlerindeki kanlı kavgalarla çoktan beri bilmektedirler…
Ancak emperyal güçler öğrendi ki, petrol cenneti Ortadoğu’da devletleri istikrarsızlaştırmanın; halkları, devletleri birbirine düşürmenin; yanı sıra ülkede sağlam demokratik , kendi kaynakları üzerine dayanan, bağımsız, özgür, müreffeh, insanları savaşı değil kardeşlik ve dayanışmayı düşünen toplum oluşmasını engellemenin en iyi yolu şeriatçılığı körüklemektir!… Bölgedeki şeriatçı örgütlerin tek görevi, ülkeleri istikrarsızlaştırmaktır. Başka türlü MOSSAD’ın CİA’nın (yerli ortağı da var ya adını siz tahmin edin) şeriatçı grupları yaratıp, eğitip, silahlandırması, salması nasıl açıklanabilir ki?
Türkiye, farklı ulus ve etnik kökende insanların bir arada yaşamasına imkan veren bir yönetime sahip olabildiği ölçüde güçlü, haysiyetli, bağımsız ve saygın, güvenli bir ülke oldu. İnsanlar elbette inancında, siyasi görüşünde özgür olmalı. Şeriat inancı da buna dahil. Ancak “şeriatçı”, kendisini diğer dinlerden olanları ya da ateistleri dize getirme görevi ile tanımladığı içindir ki, daha başından çatışma, şiddet çağrıştırır.
Kafasının bir yerinde “şeriat” taşıyan dostlar bunu görmeli. Yukarıdaki beş cümleyi kurabilen rejimin sadece laik, demokratik, çağdaş bir rejim olabileceğini…  
Ve de memleketi bu şeriatçılar ele geçirirse; kafalarında şeriat düşleyen dostların, yarım yamalak, “çakma” da olsa, eleştirilen laik ortamı mumla arayacaklarını, IŞİD’e bakarak görmelerini isterim.
"Allahu ekber" sesini camide dua ederken değil, kapı komşunuzun kellesi kesilirken duymayı asla istemeyeceğinizden eminim!..

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Neden hep AKP kazanıyor?

Neden hep AKP kazanıyor?

Siyasetin tansiyonunu cumhurbaşkanlığı seçimleri de düşürmedi. 
Erdoğan karşıtlığına sıkışarak seçimi kaybeden  muhalefette, yine “kongre” ve “istifa” tamtamları çalıyor.  AKP cephesinde ise parti içi iktidar yarışının gerginliği had safhada.  10 Ağustos sonrası yüzü gülen tek parti, yüzde 10 sınırına dayanarak çıtayı yükselten HDP

Sevgili okurum, ilgi alanım olmadığı için siyaset yazmayı tercih etmiyorum. Ama diğer yandan da, otuz senedir ekonomi gazeteciliğinin içindeki birisi olarak,  “siyasetçilerin” olay ve olguların ardındaki “ekonomiyi” görmediklerini, dolayısıyla da gelişmeleri yanlış algıladıklarını düşünüyorum.
Bu yüzden zaman zaman şeytan dürtüyor!…


Bakınız, son 12 yıldır AKP hep kazanıyor, CHP hep kaybediyor!
Yarın seçim olsa, bu kafayla yine aynı şey olacak…  Örneğin iddia ediyorum, bu gidişle 2015 seçimlerinde de sonuç aynı olacaktır… AKP’yi iktidardan götürecek yegane gelişme, büyük bir ekonomik krizdir. 

İkinci iddiam şu ki, AKP böyle bir büyük krizle giderse, yerine çok daha katı, totaliter, daha “İslamcı”, muhalefete daha hoşgörüsüzü gelecektir… Yolsuzluk, rüşvet, kara para aklama konuları da aynen… Karşı çıkana daha çok gaz, daha basınçlı TOMA suyu…
CHP’liler bunun nedenlerini anlamaya kafa yoracaklarına, yatıp kalkıp Kılıçdaroğlu’nun kellesini istiyor.


Bakınız tablo gayet açık: Ta, 24 Ocak’tan, Özal’dan beri ilmek ilmek örülen “neoliberal (siz vahşi kapitalist diye okuyun)” ekonomi politikasının en iyi temsilcisi AKP’dir.  Ülkede aylık 4-5 milyar dolarlık “Cari Açık Ekonomisi” çoktan kurulmuştur. Erdoğan hükümetleri bunların gereğini harfiyen yerine getirir.  Gelir dağılımı sürekli bozulur.  Sendika hak hukuk tepelenirken, işyerlerinde çalışma saatleri uzar,  asgari ücrete iş bulmak sürekli zorlaşır. Sağlık, eğitim, hatta emniyet ve adalet hizmetleri her yıl biraz daha vatandaşın sırtına yüklenir... Sürekli yeni varlıkları özelleştirir, dağı taşı satışa çıkarır, AVM’den havaalanına, nükleer santrala sürekli yeni projeler hazırlar… 

Belediyelerin altyapı projeleri dahil her şey yabancı parayla (dış krediyle) yapılır. Dolar sahiplerinin en çok kazandığı ülkelerden birisi haline gelmişizdir.  Yeter ki yeşil dolarlar gelsin; ünlü sinema binaları, kent meydanları, parklar bile AVM’lere açılır. 
Sonra yer altı ekonomisi… Komşudan gelecek ucuz petrol, aklanma ihtiyacı olan paralar…  Katar ve Suudilerin petrodoları ile İŞİD organizasyoları… Suriye’yi karıştır, Esad’ı sevmeyen gerici Kralların dolarları ile sığınmacı, örgüt kampları kur… Aklamacı Rıza Zarraf’a yaklaş vs…
Bunların hepsi tek bir işe yarar, cari açığı kapatma, küresel güçlerden destek alma... 

İşte “Cari Açık Ekonomisi” dediğimiz bu! 
AKP bunu şu ana kadar en iyi “sürdürebilen” iktidar oldu.
Peki CHP, bu Cari Açık Ekonomisini sürdürebilir mi?
Söyleyeyim:  Hayır! Yüzüne gözüne bulaştırır… Müşteriyi kazıklamayı içine sindiremeyen utangaç kabzımal gibi dımdızlak kalır. 
Zaten bu yüzden CHP, DSP, SHP koalisyonları ekonomide hüsranla bitti… Çünkü birçok alanda ulusal, ahlak ve etik ve politik kaygılarla örneğin peşkeş haline alan özelleştirmelere, toplu işten çıkarma vs. "İMF tavsiyelerine" (bal gibi emirdi her birisi) itiraz edildi ve bunlar emperyal güçler tarafından "ayak bağı" kabul edildi. Finansal vesair araçları devreye sokarak iktidarı gözden düşürdüler, malum.  Ecevit, iyiden pes edip bu emperyal güçlerin hoşuna gidecek birisini,  Derviş’i dümene oturttuğu halde arkasını getiremedi, tezgahı AKP’ye terk ettiler…

Yani Türkiye'de sol, sosyal demokrat bir iktidarın, hatta daha da ileri gideyim, ar damarı çok fazla çatlamamış sıradan liberal sağ bir iktidarın artık bu cari açık ekonomisini sürdürebilme olanağı hızla azalıyor.
O zaman iki seçenek kalıyor. Ya, AKP bu yola daha da sertleşerek devam edecek, CHP gibi partiler iktidar iddiasını ebediyyen unutacak; ya da radikal bir alternatif adımla bu Cari Açık Ekonomisini zamanla tasfiye edecek; üretkenlik, kesimler ve bölgeler arası adaleti öngören yaratıcı bir ekonominin ve düşünü kuracağız... 
Ve nihayet siyaset bir hayalin peşinde koşma işidir. 

Madem memleketin asıl meselesi dışa ve dolara bağımlılık;  o zaman bütçe ve döviz dengesi, memlekette kesimler ve bölgeler arası adalet üzerine bir düş kurmak kaçınılmaz ve de mümkün…
Sadece ekonomi ve para da değil… Türk, Kürt, Laz, Çerkez; Sünni, alevi, dinli dinsiz herkesin kendini özgür ve güvende hissettiği bir Türkiye düşü nerede?  
CHP, DP, AP, MHP, MSP, ANAP, DYP diye 50-60 senedir dine, devlet okullarında şeriatçı yetiştirip muhafazakarlığa yatırım yapılan bir yerde bugün seçenek “madem vatandaş dindarlara oy veriyor, öyleyse biz de dindar aday koyalım” ise, kocaman bir geçmiş olsun!
Hiçbir şey bilmiyorsanız HDP’ye bakın! Din, mezhep çatışmasının panzehiri laiklik, etnik çatışmaların panzehiri eşit vatandaşlık,  bölücülüğün gerçek panzehiri olan “ademi merkeziyet/yerel yönetimlerin güçlendirilmesi” konularında en radikal, gerçekçi lafları HDP’nin Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş etti…  Alternatif, farklı bir dünya düşü kurdu ve vatandaş sandıkta bunu gördü.
Hiçbir başarı/başarısızlığın rastlantı olmadığını anlasak belki de yeni bir sayfa açacağız…

14 Ağustos 2014 Perşembe

IŞİD’i işitiyor musunuz?


Dursun EROĞLU
Güneyimizdeki yeni kabusun adı IŞİD… 
Irak’ta 10, Suriye’de 2 yıldan fazladır felaket üstüne felaket yaşanıyordu. Ama son haftalarda IŞİD çetelerinin yarattığı insanlık dışı vahşet, barbarlık hepsine tüy dikti. Kendilerini “Irak Şam İslam Devleti” olarak tanımlayıp Sünni Müslümanlar adına savaştığını iddia eden bu güruh inanç, mezhep farklılıklarını gerekçe göstererek camiler dahil ibadet yerlerini bombalıyor, genç yaşlı, kadın erkek demeden kurbanlık koyun gibi başını kesiyor. Bu yapılanların bırakın İslami, insanlıkla zerre karar ilişkisi olabilir mi?
Peki, bu kör şiddetin kaynağı ne olabilir. Gencecik insanlar eline silahı alıp nasıl böyle insanlıktan çıkabilir?
Açık kaynaklara göre, bu “radikal İslamcı grup”, ABD’nin Irak’a müdahalesi sürecinde kurulmuş. Sünniler arasında şeriat hayalleri kuran küçük bir grup gibi başlamış. 2004’te El Kaide’ye bağlılığını ilan etmiş. Irak El Kaidesi adını almış. Tabi El Kaide’nin o dönem estirdiği rüzgarla hızla palazlanmış, bazı küçük yerleşim birimlerinde halifelik kurmaya çalışmışlar. Irak’ın yanı sıra Suriye’de Rakka ve Halep civarında örgütlenmişler. 2013’te El Kaide ile araları açılmış, kopmuşlar.
IŞİD’in yıldızı Nisan 2013’te Suriye’nin kuzeyinde parlamaya başlıyor… Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde 51 kişinin ölümü ile sonuçlanan patlamayı resmi internet sitelerinde üstlenmişler. Türkiye’nin en büyük terör saldırısı olarak tarihe geçen bu olayın, bu “üstlenmeye” rağmen hala aydınlanmamış olması çok tuhaf… “Türk askerinin eti lezzetlidir” gibi yamyamca laflar eden bu canilerden hangi olumlu şey bekleniyor anlamak mümkün değil.
Örgüt, Irak’ta daha çok bomba yüklü araçlarla eylemler yapıyor ve infial uyandırıyor. Yine kaynaklara göre maddi desteği hızla artıyor. Amaçlarını ABD’nin Irak’ı terk etmesi ve Irak’ta bir şeriat devleti kurmak olarak açıklıyorlar. İstihbarat raporlarına göre örgütün, çoğu Musul Merkez Bankası’ndan çalma olmak üzere 2 milyar dolar parası var. İddialara göre Suudi Arabistan ve Katar da maddi yardımda bulunuyor.
En son Şengal’de öldürülen çete üyelerinin üzerinden çıkan kimliklere bakılırsa büyük bölümü Libya,Afganistan, Türkiye, Afganistan gibi ülkelerin vatandaşları. Oradan buradan toplanmış besleme bir grup.
Liderleri, geçenlerde kendisini “halife” ilan eden Ebubekir Bağdadi.
Dikkat çekici olan şeylerden birisi, örneğin bunlar “radikal İslamcı”dır; ama nedense Gazze’de Filistinli Müslüman halka yapılan İsrail saldırılarına ses çıkarmazlar.
Hani insanın aklına Hamas’ın keskin-radikal İsrail karşıtı laflarla sahneye çıktığında bu örgütün laik, demokrasi taraftarı Filistin Kurtuluş Örgütü’ne karşı, bizzat İsrail tarafından korunup desteklenmesi geliyor! İsrail amacına ulaştı, FKÖ’yü bitirdi, şimdi sıra Hamas’ta…
İŞİD tank, uçaksavar, havan topları, hatta Scut füzeleri gibi gelişmiş silahlar kullanabildiğine göre bölgede silah trafiğini elinde tutan güçlerin desteğinden mahrum değil… Kimisi Suriye’de Esad’ı çökertmek, kimisi Suriye’nin kuzeyindeki Kürt oluşumunu bastırmak, kimisi Irak’ta istikrarsızlığın devamı için anlaşılan bu kanlı örgütü destekliyor.
Geçenlerde ABD’de bir harita yayımlandı: Irak ve Suriye ortadan kalkıyor, yerine 4 devlet kuruluyor:Sünnistan, Alevistan, Kürdistan Şiistan…
Ve sahnelenen barbarlık görüntüleri ve salınmak istene dehşet aslında bir “iktidar”, “siyaset” habercisidir… Demek ki bu yeni devletlerin eli kulağında…
Batılı devletler iç barışın, medeniyetin farklı ulus, din, mezhep ve yöreden insanların, birbirinin haklarına saygı göstererek yaşamasıyla sağlanacağını iyi bilir. Bunu kendi memleketlerinde de uygularlar. Ama maalesef, emperyalist çıkarları söz konusu olduğunda, nedense ırkçı, teokratik, terörist grupları desteklerler… Çünkü bu tür zorba yönetimlerde istikrar olmaz, siz de hep ipleri elinizde tutarsınız!
Yanı başımızdaki barbarlığı görmek, karışmak istemeyebiliriz… Ama lütfen feryatları işitelim ve tehlikeyi hissedelim.
İyi pazarlar…

8 Ağustos 2014 Cuma

Sahi oyumu kime vereceğim?

10 Ağustos Pazar günü ilk kez Cumhurbaşkanı’nı seçmek için sandık başına gideceğiz. Evet, cumhurbaşkanı kim olursa olsun, memleketin gidişatında bir şey değişmeyecek. Sonuçta memleketi yöneten hükümet, siyasi iktidar değişmeyecek. Ancak bu seçimin siyasetin bundan sonraki dizaynında işe yarayacağına inanıyorum.  
Sevgili okurum, biz gazeteciler eline klavyeyi alınca sayar dökeriz. Ancak çoğu okurun en çok merak ettiği şudur: İyi güzel de, Sen kime oy vereceksin?
Vatandaşlık görevi olarak sandığa gideceğiz. Karşımızda üç aday var. Tayyip Erdoğan, Eklemeddin İhsanoğlu ve Selahattin Demirtaş. Belki çoğumuzun gönlünde yatan aslan bunlardan birisi değildir. Ama öyle de olsa, bu isimlerden birisini tercih edeceğiz.
Demokrasilerin başarısı, seçilen adayın niteliği değildir. Asıl başarı başarı, adayların eşit yarışması, senin özgürce iradeni kullanabiliyor olmandır!  Kampanya sırasında mitingler, reklam ve tanıtım, geziler, konvoylar, yemekler, otobüsler… hepsi para demek ve bunlara sahip olmada bir adalet olduğunu yazarsam, gülersiniz.  Aynı şekilde devlet olanaklarından yararlanma açısından da adayların eşit olmadığı çok açık.
Ama öyle ya da böyle önüme sandık konulmuş ve elime de bir mühür geçmişse, kapalı oy verme yerinde istediğim adaya mührü vurabilirim!
Madem sizlerle memleket üzerine kafa yoruyoruz, o zaman sadece sesli düşünmek ve aklımdan geçenleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Oyumu kime vereceğim?
Kesin olan şu ki, Erdoğan'a vermeyeceğim...
Çünkü bu gidişin sonu kötü. Evet Erdoğan’ın liderliğindeki  hükümetler memlekette birçok kronik meseleye el attı. Kendi meşrebinde de başarılı oldu. Ancak tamiri giderek zorlaşacak yaralar açılmaya başlandı. Buna ekonomi dahil (hatta, sanıldığının aksine,  en büyük tahribat burada. Acısı sonra çıkacak).
Memleketin en çok ihtiyaç duyduğu şey toplumda dayanışma, barış... Türk, Kürt, Alevi, Sünni, Laz, Çerkez; dinli-dinsiz herkesin kendini özgür ettiği bir memleket düşlüyorum...
Bu düşlerime en yakın duran; eşitlik, kardeşçe dayanışma üzerine lafları söyleyen aday Selahattin Demirtaş. Ekonomide tam nasıl bir planları olduğunu bilmiyorum.  Cumhurbaşkanı için çok da önemi yok. Ama memlekette kimsenin kendini diğerlerinin patronu görmemesi için "hükmedilenlerin sesi" gidi duran Demirtaş çekici görünüyor, çarpıcı tespitler yapıyor. Erdoğan'ı frenleyecek damar da bu tarafta.  Bu yüzden 10 Ağustos'ta oyum Demirtaş'a...
Katılır katılmazsınız ama Demirtaş'a verilecek oyun bölücülüğe en büyük darbe olacağını düşünüyorum.
Ve, fakat… Demirtaş'ın Cumhurbaşkanı seçilmesi hayal…
Beklentim yüzde 10-15 bandında oy almasıdır. Bu da radikal bir toplum tepkisi anlamında, iktidara “meydanı boş bulma” mesajı verebilir.  
İlk turda seçilme şartı, yüzde 50'den fazla oy alma olduğun için (oyları bölme) durumu yok.
Erdoğan ilk turda yüzde 50'nin üzerinde oy alırsa, seçim biter.
Adaylardan hiçbirisi yüzde 50’yi geçemez ve 2. tura kalırsa,  tercihim kesinlikle Ekmeleddin İhsanoğlu.
İhsanoğlu, cumhurbaşkanı seçilirse hem iktidar hem de muhalefet şapkayı önüne koyma durumunda kalacaktır.  Bu hem iktidarın kendine çeki düzen vermesi, hem de muhalefetin artık alternatif bir iktidar yürüyüşünü başlatması bakımından önemlidir, diye düşünüyorum…

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Ey ahali, uyanın, kuraklık geliyor!


Dursun EROĞLU
Medyanın etkisiyle kapıldığımız “gündem fırtınası”ndan biraz kendimi kollamaya başladığımda sahiden ürkütücü bir gerçekle karşılaştım: Kuraklık… 
Barajlar çekilmiş. Çeşmeler teker teker kuruyor. Bahçeler susuz kalıyor. Yerel yönetimlerin “su sıkıntısı yok, olmaz” yollu açıklamaları daha ne kadar çıplak gerçeğe çarpıp suratlarına inecek, doğrusu çok merak ediyorum.
Sevgili okurum, Mayıs, Haziran ayları aslında oldukça yağışlı geçince, kışın yeterli kar yağmamasına rağmen herşeyin normale döneceği gibi bir beklentiye kapılmıştım. Ancak son bir aydır aralıksız süren sıcak ve kurak havanın  ardından, Ramazan Bayramında Ankara’dan Tokat’a gidiş gelişlerde gördüklerimden müthiş kaygılandım. Düşünsenize Tokat’ın Niksar ve Almus ilçeleri yeşil ormanlık bitki örtüsüyle tipik Karadeniz iklimine sahiptir ve su kaynakları  oldukça boldur. Örneğin bizim kasabanın sınırlarında Almus, Ataköy ve Köklüce olmak üzere üç hidroelektirik santralı (HES) var.  Niksar ile Reşadiye arasında, yapımı büyük ölçüde tamamlanan tam 5 tane HES bulunuyor.
Yeşilırmak’ın en önemli kaynaklarından birisi olan bu bölgede yaşananlar gerçekten şaşırtıcı… Hani her barajda bir “dolu savak” olur; baraj gölü dolunca fazla su buradan tahliye edilir.  Suyun bol olduğu yıllarda müthiş bir şelale görüntüsü veren bu dolu savaklar antik yapı gibi… Gençler soruyor: “Abi burayı niye yapmışlar?”.  “Fazla suyu tahliye etmek için”… Delikanlı anlamsız anlamsız bakıyor… Delikanlının buna inanması mümkün değil. Artık o dolu savak görüntüleri çocukluk anılarımızda kaldı.  Epeydir hasret kaldık dolu savağın  coşkulu akışına.
Barajda su seviyesi zaten her yıl biraz daha düşüyordu. Ama bu yıl göl kenarında gezinirken, suyun kıyısına kadar inince, barajın normal seviyesinin ne kadar da yükseklerde kaldığını farkettim… Suyun çekildiği yerleri insanlar ekip dikmeye başlamış.
Barajı son yıllarda istila eden “Alabalık tesisleri” ciddi tehdit altında.  Balık yetiştirilen kafesler su seviyesi düştükçe gölün ortasına ortasına toplanmış…  Sanki karaya vurmuş balıkçı teknesi gibi bir halleri var.
Su sıkıntısı her kesimde hissediliyor.  Köylerde vatandaşın en büyük stres kaynağı sulama… Çeşmelerin önüne yapılan küçük sulama havuzları ya da hayvan sulama için yapılan yalaklardan uzatılan hortumlarla bahçe sulama artık komşular arsında husumetlere neden olmuş.  Su yetersiz olunca sabahları erken kalkanın kazandığı bir sulama yarışı var.  Böyle olunca “kavgacı” tipler, “nazik”komşuları tırsıtmış, yıldırmış… Birçok bahçe resmen kurumuş.
Hayvanlar meradan susuz dönüyor akşamları. Meradaki kaynaklar kurumuş. Ama ahırda onları su dolu yalak beklemiyor. Maalesef şebeke suyu günün ancak belirli saatlerinde akıyor. O da sadece evde içme ve mutfak işlerine yetiyor.  Gündüz terledim, bir duş alayım, dediğinizde musluğun tepkisiyle karşılaşıyorsunuz: Tıssssss!
Neyse ki geceleri hava serin, bırakın terlemeyi yorgansız yatınca üşüyorsunuz…
Çocukluğumda, hadi diyelim 45-50 sene önceki,  su değirmenlerinin yerine yeller eseli çok sene olmuştu. Ama şimdi 4-5 değirmen çalıştıran derede tek damla bile su akmıyor.
Tarım Bakanı “Türkiye şiddetli bir meteorolojik kuraklık yaşıyor…” demişti.
Yeraltı su kaynaklarını besleyen en önemli şey, kar…
Artık kışları pek kar yağmıyor.
Yağan karı da hor görüyoruz. Özellikle kent merkezleri karsız bir ortama göre dizayn edilmiş. On sandim kar yağdı mı kent trafiği allak bullak oluyor.  Yani karı “düşman” bellemişiz…
Kentlerde yağış da istenmiyor…. Bir sağanak yağışta ortalık sele gidiyor… Çünkü altyapı yok… Halbuki kentin her noktasına dööşenecek yağmur suyu hattı ile bu sular değerlendirilemez mi?
Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğünün kayıtlarına göre son 50 yılın en kurak dönemi yaşanıyormuş.
Ankara, İstanbul, Kocaeli gibi merkezlerde il sınırlarındaki  bütün dereler, ırmaklar tek tek barajlarda toplanıp şehir şebekesine veriliyor.  Örneğin Ankara’da iş geldi Kızılırmak’a dayandı… Ankara Büyükşehir Belediye yönetimi su sıkıntısı diye birşeyin sözkonusu olmadığını söylemeye devam ediyor ve şu anda kuraklık kaynaklı su kesintileri başlamadı.
Ama musluklardaki tısssss sesinin yaklaştığını hissediyorum.
Maalesef su politikalarımız iflas etmiş durumda
Anadolu gibi zengin bir coğrafyada su kıtlığı…
Korkarım “Hayaldi, gerçek oldu” diyeceğimiz bir şey daha geliyor!
Suyunuzu verimli kullanın, doğayı koruyun.
İyi pazarlar.