Siyasetin tansiyonunu cumhurbaşkanlığı seçimleri de düşürmedi.
Erdoğan karşıtlığına sıkışarak seçimi kaybeden muhalefette, yine “kongre” ve “istifa” tamtamları çalıyor. AKP cephesinde ise parti içi iktidar yarışının gerginliği had safhada. 10 Ağustos sonrası yüzü gülen tek parti, yüzde 10 sınırına dayanarak çıtayı yükselten HDP…
Sevgili okurum, ilgi alanım olmadığı için siyaset yazmayı tercih etmiyorum. Ama diğer yandan da, otuz senedir ekonomi gazeteciliğinin içindeki birisi olarak, “siyasetçilerin” olay ve olguların ardındaki “ekonomiyi” görmediklerini, dolayısıyla da gelişmeleri yanlış algıladıklarını düşünüyorum.
Bu yüzden zaman zaman şeytan dürtüyor!…
Bakınız, son 12 yıldır AKP hep kazanıyor, CHP hep kaybediyor!
Yarın seçim olsa, bu kafayla yine aynı şey olacak… Örneğin iddia ediyorum, bu gidişle 2015 seçimlerinde de sonuç aynı olacaktır… AKP’yi iktidardan götürecek yegane gelişme, büyük bir ekonomik krizdir.
İkinci iddiam şu ki, AKP böyle bir büyük krizle giderse, yerine çok daha katı, totaliter, daha “İslamcı”, muhalefete daha hoşgörüsüzü gelecektir… Yolsuzluk, rüşvet, kara para aklama konuları da aynen… Karşı çıkana daha çok gaz, daha basınçlı TOMA suyu…
CHP’liler bunun nedenlerini anlamaya kafa yoracaklarına, yatıp kalkıp Kılıçdaroğlu’nun kellesini istiyor.
Bakınız tablo gayet açık: Ta, 24 Ocak’tan, Özal’dan beri ilmek ilmek örülen “neoliberal (siz vahşi kapitalist diye okuyun)” ekonomi politikasının en iyi temsilcisi AKP’dir. Ülkede aylık 4-5 milyar dolarlık “Cari Açık Ekonomisi” çoktan kurulmuştur. Erdoğan hükümetleri bunların gereğini harfiyen yerine getirir. Gelir dağılımı sürekli bozulur. Sendika hak hukuk tepelenirken, işyerlerinde çalışma saatleri uzar, asgari ücrete iş bulmak sürekli zorlaşır. Sağlık, eğitim, hatta emniyet ve adalet hizmetleri her yıl biraz daha vatandaşın sırtına yüklenir... Sürekli yeni varlıkları özelleştirir, dağı taşı satışa çıkarır, AVM’den havaalanına, nükleer santrala sürekli yeni projeler hazırlar…
Belediyelerin altyapı projeleri dahil her şey yabancı parayla (dış krediyle) yapılır. Dolar sahiplerinin en çok kazandığı ülkelerden birisi haline gelmişizdir. Yeter ki yeşil dolarlar gelsin; ünlü sinema binaları, kent meydanları, parklar bile AVM’lere açılır.
Sonra yer altı ekonomisi… Komşudan gelecek ucuz petrol, aklanma ihtiyacı olan paralar… Katar ve Suudilerin petrodoları ile İŞİD organizasyoları… Suriye’yi karıştır, Esad’ı sevmeyen gerici Kralların dolarları ile sığınmacı, örgüt kampları kur… Aklamacı Rıza Zarraf’a yaklaş vs…
Bunların hepsi tek bir işe yarar, cari açığı kapatma, küresel güçlerden destek alma...
İşte “Cari Açık Ekonomisi” dediğimiz bu!
AKP bunu şu ana kadar en iyi “sürdürebilen” iktidar oldu.
Peki CHP, bu Cari Açık Ekonomisini sürdürebilir mi?
Söyleyeyim: Hayır! Yüzüne gözüne bulaştırır… Müşteriyi kazıklamayı içine sindiremeyen utangaç kabzımal gibi dımdızlak kalır.
Zaten bu yüzden CHP, DSP, SHP koalisyonları ekonomide hüsranla bitti… Çünkü birçok alanda ulusal, ahlak ve etik ve politik kaygılarla örneğin peşkeş haline alan özelleştirmelere, toplu işten çıkarma vs. "İMF tavsiyelerine" (bal gibi emirdi her birisi) itiraz edildi ve bunlar emperyal güçler tarafından "ayak bağı" kabul edildi. Finansal vesair araçları devreye sokarak iktidarı gözden düşürdüler, malum. Ecevit, iyiden pes edip bu emperyal güçlerin hoşuna gidecek birisini, Derviş’i dümene oturttuğu halde arkasını getiremedi, tezgahı AKP’ye terk ettiler…
Yani Türkiye'de sol, sosyal demokrat bir iktidarın, hatta daha da ileri gideyim, ar damarı çok fazla çatlamamış sıradan liberal sağ bir iktidarın artık bu cari açık ekonomisini sürdürebilme olanağı hızla azalıyor.
O zaman iki seçenek kalıyor. Ya, AKP bu yola daha da sertleşerek devam edecek, CHP gibi partiler iktidar iddiasını ebediyyen unutacak; ya da radikal bir alternatif adımla bu Cari Açık Ekonomisini zamanla tasfiye edecek; üretkenlik, kesimler ve bölgeler arası adaleti öngören yaratıcı bir ekonominin ve düşünü kuracağız...
Ve nihayet siyaset bir hayalin peşinde koşma işidir.
Madem memleketin asıl meselesi dışa ve dolara bağımlılık; o zaman bütçe ve döviz dengesi, memlekette kesimler ve bölgeler arası adalet üzerine bir düş kurmak kaçınılmaz ve de mümkün…
Sadece ekonomi ve para da değil… Türk, Kürt, Laz, Çerkez; Sünni, alevi, dinli dinsiz herkesin kendini özgür ve güvende hissettiği bir Türkiye düşü nerede?
CHP, DP, AP, MHP, MSP, ANAP, DYP diye 50-60 senedir dine, devlet okullarında şeriatçı yetiştirip muhafazakarlığa yatırım yapılan bir yerde bugün seçenek “madem vatandaş dindarlara oy veriyor, öyleyse biz de dindar aday koyalım” ise, kocaman bir geçmiş olsun!
Hiçbir şey bilmiyorsanız HDP’ye bakın! Din, mezhep çatışmasının panzehiri laiklik, etnik çatışmaların panzehiri eşit vatandaşlık, bölücülüğün gerçek panzehiri olan “ademi merkeziyet/yerel yönetimlerin güçlendirilmesi” konularında en radikal, gerçekçi lafları HDP’nin Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş etti… Alternatif, farklı bir dünya düşü kurdu ve vatandaş sandıkta bunu gördü.
Hiçbir başarı/başarısızlığın rastlantı olmadığını anlasak belki de yeni bir sayfa açacağız…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder