14 Eylül 2016 Çarşamba

Darbeler ekmeğimize, hürriyetimize!/ Darbelerin nedeni gayet ekonomik...



Dünyaya gözlerimi açmamdan tam üç hafta sonra 27 Mayıs 1960 darbesi olmuş. Kundakta hiçbir şey hissetmedim...

12 Mart 1972 döneminde ilkokulu yeni bitirmiştim. Hatırladıklarım köyde büyüklerin haber saatlerinde radyonun sesini iyice  açmaları, çaşırtı ve cızırtılar arasında duyduğum  “anarşiler”, “İsmet Paşa”, “Başbakan Ferit Melen” ile polis, jandarma, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan laflarıydı. Kaçma, yakalama, kan, silah, vahşet, ölüm…

12 Eylül 1980 sabahı artık büyümüştüm.  Ankara’da ODTÜ’nün karşısındaki DSİ lojmanlarının inşaatında işçi olarak çalışıyor, birkaç hafta içinde üniversiteye kaydolma heyecanını yaşıyordum. Darbeyi sabah erkenden, elimde çaydanlık çeşmeye su almaya giderken, namluyu üzerime doğru çeviren siyah bereli tankçı askerden öğrenmiştim.

12 Eylül,  50 kişinin idam edilmesi, hapishanelerde yatacak yer kalmaması, yüzbinlerce kişinin gözaltına alınması, işkenceler, sakatlıklar, mahrumiyet, kim vurduya gitme,  bütün hayatının polisin iki dudağı arasında olması, okuduğun kitap gazete nedeniyle sorgusuz sualsiz yıllarca hapis yapmak, iki satır yazıyla okuldan kovulmak, işsiz kalıp sefalete mahrum olmak, sağlığını yitirmek,  canını yurt dışına atma derdine düşme… gibi ağır bir durumdu.

Tabi 12 Eylül’e tanıklık ettikten sonra 28 Şubat’a darbe denmesi bana komik gelmişti! Evet, seçilmiş hükumet istifaya zorlanmıştı, tehdit vardı, ama kimse canından olmamıştı işte.
15 Temmuz için tek söyleyeceğim şu:  “İyi ki başarısız oldu!”… 

Dostlar, askeri darbelerin nedeni konusunda pek çok şey konuşulabilir. Hatta NATO ve soğuk savaş sonrası TSK yapılanmasını bundan sorumlu tutanlar da olabilir.  
Ama ekonomi gazetecisi olmamdan kaynaklı olsa gerek, darbelerin arkasında mutlaka ekonomik bir şeyler olduğuna inanırım. Yani ekonomide bir tıkanma vardır, bu işin normal hukuksal, yasal, demokratik yollarla devam edemeyeceği görülür;  bir tür ihtiyaçtır, zorunlu haldir; şiddetle bir neşter atarsınız, sorun çözülür, sistem yoluna devam eder...

12 Mart’ın ekonomik nedenleri elbette vardı;  ama o zaman daha ziyade siyasi  gerekçeleri duyduk. Dönemin en ünlü sözü, Demirel’in “Bu Anayasa (1961 Anayasası) millete bol gelmiştir” cümlesiydi. Tırmanan öğrenci olayları, gençlik arasındaki sol örgütlenmeyi,  radikalleşen muhalefeti frenlemek gerekiyordu ve tırpan sola vuruldu.  

12 Eylül Darbesi’nin de siyasal gerekçeleri vardı. Ama bana sorarsanız asıl neden 24 Ocak Kararları’ydı. 24 Ocak Kararları'nın ana hatlarını hatırlayalım:

-          - Türk Lirası yüzde 32,7 devalüe edilip günlük kur uygulaması başladı.
-          -  Devletin ekonomideki payını küçülten önlemler alındı, KİT'lere ve tarıma destekler kısıldı.
-          -  Gübre, enerji ve ulaştırma dışında devlet sübvansiyonları kaldırıldı.
-          -  Dış ticaret serbestleştirildi, yabancı sermaye yatırımları teşvik edildi, kâr transferinin önü açıldı.
-          - Yurtdışı müteahhitlik hizmetleri başladı.
-          -  İthalat kademeli olarak liberalize edildi, ihracat; vergi iadesi, düşük faizli kredi, imalatçı ihracatçılara ithal girdide gümrük muafiyeti, sektörlere göre farklılaşan teşvik sistemi getirildi.

Politikanın merkezinde de 1976’larda  zirve yapan ücret düzeyinin düşürülmesi, emeğin hızla ucuzlatılması, devletin elindeki kuruluşların özel şirketlere aktarılması vardı.
Ama bunları güçlü sendikal hareketin olduğu, işçilerin fabrikaları işgal edebildiği,  örgütlü toplumsal muhalefetin bulunduğu bir ortamda yapabilmek olanaksızdı!

Ankara, İstanbul gibi büyük kentlerde sıkıyönetim ilan edilmesine rağmen sonuç alınamayınca,  bir gecede asker yönetimi ele almış, meclis, hükumet lağvedilmiş;  24 Ocak Kararları da, mimarlarından birisi olan Turgut Özal’ın kuracağı hükumetler eliyle sorunsuz uygulanmıştı.  
15 Temmuz cunta girişimini, iktidar gücünü kullanan kesimlerin kendi arasındaki bilek güreşi olarak değerlendirmek tam doğru mudur, bilmiyorum.  Ancak TBMM’nin savaş uçaklarıyla vurulması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsının hedef alınması ve ona bağlı görünen polis birliklerine özellikle saldırılması düşünülürse, bu girişimin yaşadığımız bütün darbelerden farklı bir şey olduğu ortaya çıkıyor.  

Darbelerle yönetim tarzı bir zorunluluk/Başka çareleri yok!!!


Olayın siyasi boyutlarını siyasetçilere bırakıyorum.
Dikkatinizi çekmek istediğim şudur: Türkiye ekonomisinin 2016’da geldiği yerde, muktedirlerin açıkladığı ekonomik hedeflere olağan demokratik yöntemlerle ulaşma şansı yok!
Adına “darbe” demesek de bir tokat, sertlik, demokratik teamülleri, mesela TBMM’yi, sandıkla gelip gitmeyi rafa kaldıran bir şey var, kapıda, olacak gibi zaten hissediyordum! Bunu yapmaya sanki iktidarın kendisi talip gibi. 
Bu kaygıların ilk işaret Gezi’den gelmişti. İstanbul’un en nadide arsasına yapılmak istenen AVM’ye gösterilen tepki, ekonomi politikaları açısından doğrudan bir tehditti… Mutlaka bastırılması gerekiyordu!  Arkası da geldi, geliyor, gelecek...
Sorun şu: Artık Türkiye ekonomisi kendi dinamikleriyle yoluna devam edebilme, uluslararası rekabeti yürütme noktasından tamamen uzaklaştı.  Dışarı kaynak aktarımına dayanan bir tür cari açık ekonomisi kuruldu.  Kökleşti. Yıllık 60-70 milyar dolar cari açığı “savuşturmanın” tek yolu ülkeye yabancı sermaye,  sıcak para girişi! Son aylarda açığın 30 milyar dolara düşüşü tamamen piyasanın bitikliği ile ilgili. Çarklar dönmeye başladı mı açık patlayacaktır, yapısaldır, kaçarın yok!
Yabancı sermaye de has yüzümüze gelmiyor. Kazancın en yükseğini istiyor.  Artık irili ufaklı neredeyse bütün projeler dış borçlarla yapılıyor. Kimisi “alım garantisi”, kimisi “geçiş garantisi” istiyor.  Artık köprü geçişleri bile dolarla hesaplanıyor.  Fatura senin benim sırtıma… Elektrik, doğalgaz, sigorta, iletişim şirketleri yabancıların kontrolüne geçti, süper yetkilerle donandı. Kelle kesen kör hasan oldular, sıkıysa itiraz et… Vatandaşın sarılacağı Tüketici Hakları'na hak getire... Kaymakamlıklardaki Tüketici Hakem Heyetleri kalmıştı, marko paşa gibi, onlar hızla tasfiye sürecinde.
Türkiye, ileri teknoloji üretmeyi, buna dayalı verimliliği gerçekleştiremedi. Fabrikalar neredeyse tamamen yabancı makine, teknoloji ve hammaddelerle çalışıyor.  Düşünün ihracatınız 150,  ithalatınız 250 milyar dolar. Turizm vs. aradaki farkın yarısını bile karşılamıyor.
Velhasıl,  milyar dolarlık “mega projeler” yapılır,  bankalar kar rekorları kırar, sermaye gelirleri katlanırken;  bizler daha çok çalışacağız, daha az ücret alacağız;  emekliliklerimiz zorlaşacak, pek çok kazanılmış hak tarih olacak, fakirleşeceğiz.
Ama vatandaş “kazanılmış hakkım”, “parkım”, “toprağım”, “ovam”, “derem”, "sendikam" vs. diye yürümeye kalkarsa, yandı ki ne yandı!
Gelelim  sadede…
FETÖ  cuntası şükür ki, savuşturuldu, halk sokaklarda canını siper etti,  kendi oylarıyla seçtiği siyasal iktidarın zorla alaşağı edilmesini engelledi. Bir ilki yaşadık.

Peki şimdi, siyasi iktidar,  çıkıp vatandaşa, 
"Aziz milletim, madem siz demokrasi, milli irade diye bize sahip çıktınız, kendinizi tankların önüne attınız, biz de size sahip çıkacağız! 
Cari açık ekonomisini bitireceğiz. Demokratik hak ve özgürlükleri genişleteceğiz,  parkınızı, ovanızı koruyacağız,  şehirleri, rant merkezi olmaktan çıkarıp hepinizi rahat ettireceğiz.
Hiç birinizi işsiz, aç açık bırakmayacağız. 
Herkes dilinde, dininde, inancından, siyasal görüşünde özgür olacak, önceliğimiz artık rantçılar, okyanus ötesi değil, siz olacaksınız!…”

Diyecek mi, demeyecek mi? 
Püf nokta burada.
Diyebilirse, yaşadık; darbelerin tarih olduğundan emin olabilirsiniz.
Ama diyemezse, emin olun, darbe ha geldi ha gelecektir!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder