Yıllardır şirketler
“eleman bulamamaktan”, çalışmak isteyen milyonlarca insan da
işsizlikten şikâyetçi.
Çalışma hayatının
her daim merkezinde yer alan istihdam konusunu, özel istihdam bürosu
olarak da hizmet veren Faveo Eğitim ve Danışmanlığın Kurucu
Genel Müdürü Barış Gül ile konuştuk. İngiltere'de eğitim
alan Gül, işverenlere, “Ne aradığınızı net olarak
belirlerseniz, aradığınızı bulursunuz” mesajı verdi.
İşte
Gül'ün çarpıcı değerlendirmeleri...
- Faveo ve Barış
Gül'ı kısaca tanıtır mısınız?
- Yaklaşık 20 senedir
insan kaynakları sektörünün içindeyim. İş hayatına Yeşim
Tekstil'de İnsan Kaynakları Uzmanı olarak başladım. Çok yoğun
ve güzel günlerdi. Yaklaşık 8 bin insanın çalıştığı bir
yerde, meslek odaklı, girişim odaklı, insan odaklı yıllarım
geçti. Ardından kendimi geliştirme adına, Yeşim Tekstil’den
ayrılıp 2002 yılında İngiltere'ye gittim. Dil eğitimini
tamamladıktan sonra İnsan Kaynakları ve finans alanında eğitim
aldım. Türkiye’ye dönüşte ise Gökyıldız Tekstil'de İnsan
Kaynakları Müdürü olarak çalışmaya başladım.
Faveo, bizim kendi
markamız, Latince, 'Yardım, destek' anlamında. O dönemde kuzenim
ünlü bir ajansın art direktörüydü, hayallerimi anlattıktan
sonra, ekibi ile Taksim Meydanı'nda anket yaptı. 'Sizce böyle bir
işi yapacak şirkete en iyi uyan marka hangisi' diye... Anketten
'Faveo' ismi çıktı. Logomuzun tasarımının da güzel bir
hikâyesi var. Her harf birbiriyle bağlantılıdır, birbirine
yaslanır; bunlar birliği ve dayanışmayı gösterir. Rengimiz
enerjiyi, çizgileri ise devamlılığı simgeliyor.
Farklı sektörde
çalışan pek çok insanın hayali bir gün kendi işini kurmaktır.
Ben de 2009 yılında farklı bir şeyler yapmak istedim. Çalıştığım
eski firmanın patronunun da manevi desteği ile Faveo Eğitim,
Danışmanlık ve Özel İstihdam firmasını kurdum. Önce
eğitimlerle başladık. Yöneticiyken çok fazla hizmet satın
almış, sıkıntıların ne olduğunu iyi etüt etmiştim.
Eğitmenlerimizi; piyasada en iyi, uluslararası tecrübesi olan,
kamu tecrübesi olan, yöneticilik tecrübeleri olan, sistem kurmuş,
geliştirmiş, yukarılara çıkarmış kişilerden seçmeye
çalıştık. Gümrükler emekli Başmüdürü Mehmet Kut ile
tanıştım. Sonrasında Bursa'da kalite yönetim sistemleri alanında
çok değerli bir isim, Ahmet Soner aramıza katıldı. Şu an, hepsi
birbirinden kıymetli 100'ün üzerinde uzmanla hem Milli Eğitim,
hem de ihracat yapan her firmaya yılda yaklaşık 20 bin dolar bütçe
desteği sağlayan Ekonomi Bakanlığı eğitimlerini de veriyoruz.
Faveo aynı zamanda
işveren ile işgöreni buluşturmak adına personel seçme
yerleştirme hizmeti de veriyor. Çalışma Bakanlığı onaylı,
İŞKUR denetiminde bir özel istihdam bürosu olarak faaliyet
gösteren firmamız, belli aralıklarla İŞKUR'a rapor veriyor.
İŞKUR’da bu işi kaliteli personelle yürütüp yürütmediğimizi
denetleniyor. KOBİ ve üstü firmalara pazarlama, insan kaynakları,
kurumsallaşma dâhil pek çok konuda danışmanlık da yapıyoruz.
Bugün geriye dönüp
baktığımızda Bursa sınırlarını aştığımızı görüyoruz.
Türkiye'nin her yerinde faaliyet gösteriyoruz. Tanıtım, reklâm
yapmıyoruz. Tanıtımı müşterilerimiz, hizmet verdiğimiz
dostlarımız yapıyor. İnternette de biliniyorsanız, insanlar size
bir şekilde ulaşıyor. Biz şu an Adana, Gaziantep, Mersin, Konya
dâhil olmak üzere pek çok ilde hizmet veriyoruz. Bir konu için
başlıyorsunuz, başarılı oluyorsunuz, bir bakıyorsunuz ki
firmanın pek çok işini yapıyorsunuz... Son dönemde 'Alt
İşverenlik' konusunda da çalışmaya başladık.
- İstihdam en kronik
sorunlarımızdan birisi. Bir yandan aradığı elemanı bulamamaktan
yakınan patronlar, diğer yandan köşe bucak iş arayan büyük bir
işsizler ordusu. Sanki bir körebe oyunu... Herkes birbirini arıyor,
bulamıyor... Nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Çok doğru. Ben buna
iletişimsizlik diyorum aslında. Firmalar sürekli personel arıyor.
Ama bir o kadar da çalışmak isteyen insan iş arıyor. Sorun şu,
öncelikle firmaların ne istediğini, hangi işi nasıl yapacak
birini aradığını iyi bilmesi gerekiyor. Biz bu kişiye ne iş
yaptıracağız? Son yıllarda bir moda var. Çalışanlarla ilgili o
kadar çok beklenti var ki... Düz bir pozisyon için çok iyi
İngilizce bilmesini bekleyebiliyoruz. Hiç kullanmayacak bile olsa
farklı yabancı diller bilmesini bekliyoruz. Bu durum karşısında
çalışmak isteyen kişiler de bu firmaları tercih etmiyor. Çünkü
yabancı dil kolay oluşmuyor. Ya da insanların diğer güçlü
özellikleri kolay oluşmuyor. Dolayısıyla çalışmak isteyen
insanlar güçlü, köreltmek istemedikleri yanlarını
kullanacakları işleri arıyorlar. Firmalar önce yoruma açık
bırakmadan kendi işlerini tanımlamalılar.
Şöyle zannediliyor
herhalde. “İngilizce bilen bir eleman kesinlikle iyi elemandır.
İyi eleman bizim firmanın kalitesini artırır. Dışarıdaki
bakış açımızı yükseltir” Ama öyle olmuyor. O kişinin güçlü
taraflarını kullandırmadığınız zaman çalışanda tatminsizlik
oluşuyor. Sen de, sürekli eleman giren çıkan bir firma olarak
tanınıyorsun. İşletmeler olarak görevleri doğru tanımlamak
zorundayız. Mühendis alacaksanız, o mühendisin neler yapacağı
görev tanımında tek tek yazılmalı. Yetkinliklere dikkat
edilmeli. Nasıl birisini alacağım? Dikkatli mi olacak, hızlı mı
olacak. İyi araba kullanması mı gerekiyor?
Bir eleman alıyorsunuz,
işle ilgili bilgisi, yeteneği var; ama sizin firmanızın kültürüne
uymuyor. Sürekli birileriyle tartışıyor. Kendi istediklerini
yaptırmaya çalışıyor. O zaman yine tatminsizlik oluşuyor.
İşletme nerden aldım bu elemanı der, çalışan da nerden düştüm
buraya der. Ortam değişti. Şimdi bir şirketten ayrılanlar
kendilerine sosyal mecralarda grup kuruyorlar, 'Şuradan Ayrılanlar'
diye. Bir firmayı arama motorlarına yazın, hiç gitmeden bir sürü
şey okursunuz. Sosyal medyada şirket hakkında ileri geri pek çok
şey duyuyorsunuz. Bu sefer daha iş başvurusu bile yapmadan aday
geri çekiliyor.
Hem adayın işyerinden,
hem de işyerinin adaydan beklentileri çok fazla. Şunu söylüyoruz.
Firma da kendini aynada doğru görecek, personel ya da iş arayan da
kendini doğru görecek. İş arayan kişi
benim hangi
özelliklerim var, nasıl bir iş yapabilirim, nasıl bir işte mutlu
olabilirim, bunu çok iyi analiz etmeli. Firma da o pozisyonu nasıl
bir kişinin dolduracağını iyi belirlemeli. Ondan sonrası çok
kolay.
- Firmalar, size tam
bir eleman tarifi yapıyor mu, ne istediklerini tam paylaşıyorlar
mı?
- Bizim ekibimiz çok
güçlü bir ekip. Biz firmaların bazen hislerine tercüman
olabiliyoruz. Onu doğru konumlandırabiliyoruz. Tabi ki çok
profesyonel çalışan firmalar var. Aslında ne istediğini bilen
firmalar personel sıkıntısı yaşamıyorlar. Ne istediğini
bilmeyen firmalar yaşıyor personel sıkıntısını. Asıl sıkıntı
orada. Nasıl bir personel olması gerektiğini bilmeyen firmalara da
yardımcı oluyoruz. O işi yapacak kişinin nasıl bir kişilikte
olması gerektiğini firmalara anlatıyoruz. Ortak paydada veya
faydada buluşuyoruz. Ücret dengelerini de değiştirebiliyoruz.
Aslında ücret dengelerini piyasa ve sektörler belirler. Eğer o
istedikleri personel için o ücret az ise biz bu piyasa şartlarını,
firma ismi paylaşmadan, piyasa bilgilerini paylaşabiliyoruz. Yüksek
beklentileri de düşürebiliyoruz. Bu hem firma hem de iş arayanlar
için çok önemli. Aday da kendi rayicinden çok yüksek bedeller
talep edebiliyor. Bakıyorsunuz, yüksek bedel talep ettiği için
adaylar aylarca iş bulamıyor. Biz hem işveren, hem de iş gören
arasında bir dengeleyici işlev görüyoruz.
- Çalışma yaşamıyla
ilgili Kiralık İşçilik diye bilinen yasa işleri kolaylaştıracak
mı?
- Geçici İş İlişkisi
adı altında yeni bir kanun çıktı, yürürlüğe girdi ama
uygulama yönetmeliği çıkmadığı için kimse ne yapacağını
bilmiyor. Firmalar, geçici iş ilişkisini ya özel istihdam
bürosuyla yapabilir ya da görevlendirme yoluyla işçisini diğer
firmasına aktarabilir. Ama her firmada birden fazla şirket olmadığı
için yasa sadece özel istihdam bürolarıyla yapabilirsin hükmünü
koyuyor. Uygulama yönetmeliği çıkınca çok daha ayrıntılı
bilgiler vereceğiz, bu konu ile ilgili seminer de düzenleyeceğiz.
- Avrupa'da böyle mi
oluyor bu işler?
- Geçici iş ilişkisi
ile çalışanı özel istihdam bürosu veya başka firma adına
görevlendirme Avrupa'da çok öteden beri var. Kayıtdışı
istihdamı engellemek Türkiye'de çok basit. Ama Türkiye buna hazır
mı, onu sorguluyoruz. Örneğin İŞKUR firmalara işçi bulmakla
görevli hissediyor kendini. Hâlbuki İŞKUR denetimde olmalı.
Firmalara personel sağlamak değil, personel sağlayan firmaları
denetlemekle mükellef olmalı. Yurt dışında şöyle bir sistem
var. Hiçbir firma tek başına personel alamıyor. Çok büyük,
profesyonel yapılarda kurulmuş özel istihdam büroları var. Bütün
firmalar o istihdam bürosuna pozisyonlarını bırakıyor. Bütün
iş arayanlar da CV'lerini o istihdam bürolarına bırakıyor.
İstihdam büroları da bu işgücü ile arz ve talebini
birleştiriyor. Siz özel istihdam bürosundan gelmeyen birisini işe
başlatamıyorsunuz. Böylelikle kayıt dışı istihdamı da
engellemiş oluyorsunuz.
- İŞKUR yetersiz
kalıyor galiba...
- Firmalar bizler gibi
İŞKUR portalına ilanlarını açıyor, pozisyonlarını
bildiriyor. İŞKUR'a kayıtlı kişiler de şifresiyle oraya girip
ilana başvurabiliyor. İŞKUR'da iş meslek danışmanları vardır.
Bizler gibi iş görüşmeleri yaparlar, ilgili firmalara
yönlendirirler. İŞKUR'daki eksiklik bu kişilerin iş dünyasını
genelde tanımıyor olmaları. Temizlik personeli arayan bir firmaya,
hiç temizlik yapmayan birisini gönderebiliyorlar. Ama İŞKUR’un
yetersiz kaldığını söylemek doğru olmaz. Sonuçta İŞKUR’da
elindeki kaynağı değerlendirmeye çalışıyorlar. Bence çok zor
olanı başarıyorlar.
- Piyasada 'İşe göre
adam' değil de 'Adamına göre iş' ve torpil çok konuşuluyor. Ne
dersiniz?
- Artık hem özel hem
kamuda torpilin yavaş yavaş bittiğini düşünüyorum. Referans
tanıdık kişi olması bakımından önemlidir. Yoksa kimse artık
cebindeki parayı boşa harcamak istemiyor. O yüzden evet tanıdık
önemlidir. Tanıdık sizi işe sokmaya çalışır, başarır,
başaramaz. Ama başarsa bile o işte tutamaz. Çalışmazsanız,
yollar ayrılır. Kişi verimli olamazsa, dönüp bak işte bana
gönderdiğin kişi çalışamadı derler. Bunlar son 5 yılda çok
dile getirilmeye başlandı. O yüzden referans olmakta azaldı. Ha,
tamamen bitti mi torpil? Hayır. Bitmesi gerekiyor mu? Kesinlikle.
Fakat referans önemli. Çünkü tanınırlık ve güven herkes için
önemlidir. Yüzde yüz kurumsallık, profesyonellik? Hayır. İnsani
duyguları, güven unsurunu unutmamak lazım. Alman firmaları burada
Alman disiplinini uyguluyor, ama Türk hoşgörüsünü de
uyguluyorlar. Onları birleştirmek gerekiyor.
- Devlet desteği ne
durumda?
- Devlet, KOSGEB,
İhracatçı Birlikleri, Ekonomi Bakanlığı gibi kurumlar aracılığı
ile kurumlara bir sürü destekte bulunuyor. Öncelikle kurumsallaşma
süreçleri var. Kurumsallaşma dediğin, işini doğru tanımla, bu
tanımladığın işe doğru kişiyi al, doğru kişiyle doğru
işleri yap. Kurumsallaşma bu. Devletin büyük desteği var.
Turquality programı var. Evet bunda amaç yurt dışında marka
oluşturmak ama devlet biraz farklı bir destekle yurt içinde de
markaların oluşmasına katkıda bulunabilir. Yurt içinde marka
olunmadan yurt dışında bir ayağımız eksik kalıyor. Mahalledeki
pehlivanı devirmeden Kırkpınar'da ağa olamıyorsun... Devlet
destekler veriyor ama firmalar da bu sürecin böyle gitmeyeceğini
bilmeli. En ufak krizde kepengi kapatan bir sürü firma var. Krizi
fırsata çevirenler de var.. O fırsata çevirenler, yapılanmalarını
tamamlamış, sürekli üstüne koyan firmalar. Dolayısıyla
süreçleri çok iyi analiz etmeleri gerekiyor. Artık yönetimler
babadan oğula geçmiyor. En azından yetişmeyen oğula geçmiyor.
Süreçlerin başında profesyoneller olmalı. İstihdam politikası
şart. Türkiye üretim yapan bir ülke. Ama son yıllarda hizmet
sektörüne kaçışlar başladı diyebiliriz. AVM' lerin hiç birisi
dükkânına personel bulmakta sıkıntı yaşamıyor. Çünkü
üretimde çalışan tulumunu çıkarıyor, kumaş pantolonunu
giyiyor. Tişörtünü çıkartıyor, beyaz gömleğini giyiyor.
Aşağıdan da personel yetiştiremezseniz, iş zor.
- Neden?
- Ücretler...
insanlar, 'Nasılsa asgari ücret alıyorum, fabrikada vardiya
çalışacağıma AVM'de tertemiz ortamda çalışırım. Niye
makinenin altına yatayım, aynı paraya diyor. Ama biz istihdam
politikamızı üretim üzerine koyduysak, ekonomideki büyümeyi de
sanayi üzerine koymamız lazım. Belli kitleleri üretime, belli
kitleleri de hizmete yönlendirmemiz lazım. Bakın meslek liseleri
bitti. Meslek liselerini tekrar hareketlendirirseniz, bunlar meslek
sahibi olup üretimde yer alırlar. Biz devşirme yapıyoruz hepsini.
Üretimdekini hizmete almaya çalışıyoruz. Hizmettekini de iş
bulamadığı zaman üretime sokmaya çalışıyoruz.
-2015'de ekonomide
hizmet sektörü yüzde 58,9, sanayi yüzde 24,5 pay aldı. Sanayi de
yüzde 34'ün altı tehlike olarak görülüyor. Sürdürülebilir
bir durum değil gibi görünüyor. Peki, siz eğitimler
veriyorsunuz. İş dünyası öteden beri üniversite eğitimlerinden
şikâyetçi. Ne düşünüyorsunuz?
- Geçen sene Fırat
Üniversitesi'ne gittim. Türkiye'nin en başarılı makine
mühendisliği fakültesinden biri. Barış bey, biz üniversiteyi
bitiriyoruz, ama makiye yüzü görmedik dediler. Bursa'da sanayi ile
üniversite biraz daha işbirliği içinde. İŞKUR ile üniversite
rektörlüğü öğrenciler için staj protokolü imzaladılar.
Birçok meslek ve STK, öğrencileri iş hayatına hazırlamaya
çalışıyor. Ben masanın bu tarafındayım, işletmeler nasıl
personel bekliyor, çok iyi biliyorum. Ama öğrencilerin nasıl
mezun olduğunu da biliyorum. İş hayatına hazır değiller. Ama iş
hayatı da yeni mezunu işe hazırlamak durumunda. Hemen denize atıp
yüzmelerini bekleyemeyiz. Beni de kimse karşısına alıp iş
öğretmedi. Eskiden daha fazla sabır vardı. Sabırlı insanlar
vardı. Şimdi herkesin işi çok yoğun, az insanla çok iş
yapıyoruz, kimse ne mentörlük, ne danışmanlık, ne hamilik
yapmıyor. O yüzden öğrenciyi, hele ki iyi hazırlamamışsak,
işletmede yalnız başına bırakıyoruz. Demoralize oluyorlar.
Gideyim, belki başka firmada mutlu olurum... diyorlar. En önemli
şey şu: Meslek liseleri ve üniversitelerin kalbine girilmeli...
Yurt dışında her üniversitede bir sürü işletme kampus açmış,
fakülte açmış. Bunlar dünyanın en büyük firmaları.
Almanya'da bir üniversitenin içinde kendi meslek yapısını
kuruyor. Amerika, İngiltere'de de durum aynı. Şirket kendi
fakültesini açıyor. Öğrencileri daha okuldayken çalıştırıyor,
hazırlıyor. Ama biz bu iletişimi bulamıyoruz.
Bizim en önemli
sorunumuz şu, kişilerin yapacağı işleri çok net belirlememek...
Belki bizler, aracılar da, üniversitedeki hocalar da öğrencilerle
görüşüp piyasanın gerçekte ne beklediğini onlara
anlatabiliriz. Belki Milli Eğitim, belki YÖK, müfredatlarını
gelişmiş ülkelerin durumuna göre revize edebilir. Bu haliyle
bilim adamı da yetiştiremiyoruz, sanayici, girişimci de
yetiştiremiyoruz, esnaf da yetiştiremiyoruz. Tam anlamıyla
yetiştiremiyoruz. Yarım kalıyor. Bunu birileri büyük
maliyetlerle tamamlamak durumunda kalıyor. Türkiye'deki
işletmelerin artık verimsizliğe tahammüllerinin olduğunu
düşünmüyorum. Hem insan, hem zaman hem de makine
verimsizliğine... Eğer bunları yoluna koyarsak, bizde potansiyeli
çok yüksek bir işgücü var, emeklisinden öğrencisine kadar.
Çünkü bizde çok güzel bir akıl var. O aklı biraz daha verime,
ülkenin menfaatlerine harcarsak, Türkiye 2023 hedeflerine çok daha
hızlı ulaşır. Ben bu hedefleri tutturabileceğimize inanıyorum.
Sadece verimli üretelim. Markaya yatırım yapalım.
Ben kendi firmama
çalışma arkadaşlarımı seçerken yeni mezun almaya dikkat
ediyorum. Mesleğine aşık, özveride bulabilecek, gülmeyi bilen,
iyimserliği ile karşısındakini motive edebilen insanlar seçmeye
gayret ediyorum... En önemli personel seçme kriterim; tamamen
pozitif olmak ve sabretmek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder