29 Aralık 2017 Cuma

NOSAB’daki azim/Kamuda değişmeyen zihniyet...

Nilüfer Organize Sanayi Bölgesi (NOSAB) için “Türkiye’nin en güzel OSB’sidir” desem hiç de mahçup olacağımı sanmıyorum. Gerçekten de buradaki fabrikalar, üretim, istihdam falan bir yana, çevre duyarlılığı ve de burada fabrika yapan işadamlarının bir sanayi bölgesi yaratma konusundaki azimleri ilham verici...


NOSAB’ın idari binası ve kreşinin bulunduğu merkezin açılışı pek çok sanayici ile kent yöneticisini bir  araya getirdi.
Başkan Yalçın Aras’ın da belirtiği gibi, bu Organize Sanayi Bölgesi (OSB) gerçekten de bir “Başarı hikayesi”...
Bir avuç girişimcinin Nilüfer Sanayici ve İşadamları Derneği  (NİLSİAD)adı altında kurdukları dernekle yaratılan bir modern OSB. 1999’da dernek 27 üyeyle kurulduğunda demek ki bölgede, mevcut sanayi bölgelerinde pahalılık yüzünden arsa satın alamayan o sayıda insan; kimisi köylülerden, kimisi emlakçılardan satın aldıkları tarla, bahçeler üzerine fabrika yapımına başlamış, ya da buna niyetlenmişti.
NİLSİAD’ın başkanı Yalçın Aras, her şeyiyle sıfırdan başlayan çalışmaların sahiden lideridir ve bugün Aras için ne kadar övgü yazsam, eksik olacaktır!
Bugün NOSAB’da gezerken geniş, pırıl pırıl asfat yolları, park bahçe izlenimi veren çevre düzenini,  yepyeni fabrikaları gören insanlara hatırlatmak için yazayım: Buralar hep tarlaydı ve yolu yoktu. Kurulan tek tük fabrikaya gitmek için asfalt yolla ulaşacağınız en yakın yer Minareliçavuş köyüydü.  Asfalt yol Ninareliçavuş’a kadar giderdi, sonrasında tarlaların arasından stabilize bir yol vardı. Fabrikalar kurulmaya başlamıştı, ama işyerlerine toprak yollardan gidilir, yağmur yağınca bu yollarda yürüyemezdiniz, kamyonlar çamura batardı.
Köyde (şimdi mahalle oldu) derneğin bir yeri vardı; şimdi başkan Aras’dan dinliyoruz ki, meğer o yerin sahibi muhtarlıkmış, dernek orayı, muhtarın telefon masraflarını ödeme karşılığı kullanırlarmış...
Yol, kanalizasyon, elektrik, su nanay...
Yetmiyor, yapılanlar da aslında “kaçak” sayılıyor, ama belediye “insaflı” davranıyor, üzerine giden yok!
Bursa Büyükşehir Belediyesi’den yeni bir sanayi bölgesi planlaması beklenirken, belediyenin “Bursaspor’a gelir olsun” diye, bölgede “küçük esnafa”, “KOBİ’lere” yer tahsis etmesi hafızalardadır. Yani Bursa’yı planlaması, kurulmak istenen fabrikalara yer göstermesi gereken belediye ve valilik, sırf “Bursaspor”a katkı için arazi tahsis ediyor! Zihniyet bu kadar! Yerin işyeri olarak değerlendirileceği açıklanıyor ki, daha çok para etsin, Bursaspor’un kasasına daha çok para girsin!
Yani amaç sadece Bursaspor’a para kazandırmak. Orada fabrika kurulmuş, esnaf sanatkar dükkanı olmuş o da hiç umurlarında değil.  Sanayi falan kimsenin umurunda değil! Tabi kimileri bu kararla, Bursaspor’a tahsis edilen arazi çevresinde tarla, bahçe fiyatlarının patlayacağından haberdar, hazırlıklarını yapmış...
Uzatmayayım, gazeteci olarak başından beri tanık  olduğumuz bir şeydir NOSAB’ın başarı hikayesi.
NOSAB’da 320 fabrika, 22 bin çalışan, 1 milyar dolar ihracat, 2 milyar dolar hasıla rakamlarına işte böyle böyle ulaşıldı.
Kurulduğunda sadece bir masa, 4 sardalye, 5 klasöre sahip olan bölge yönetimi, bugün toplam 9 bin 800 metrekare kullanım alanı olan bir akıllı binayı hizmete açtı. Tabi dernekten NOSAB’a, OSB’ye geçiş, yönetimin gelirlerini artırdı. 25 derslikli bir okul yapıp Milli Eğitim’e teslim ettiler.
En önemlisi de yeni idari binalarındaki kreş... Şimdilik, NOSAB’da çalışan annelerin  140 yavrusuna burada bakılacak. Kuşkusuz bu rakam ihtiyacı karşılamaktan uzak. Ancak OSB yönetimlerinin gündemine fabrikalarda çalışan anneleri ve kreş konusunu sokması bakımından hayli öncü bir uygulama.
Peki, gelelim, asıl konuya, zurnanın zırt dediği noktaya...
Açılış töreninde bölgenin “lideri” kabul edilen Yalçın Aras, çıktı mikrofona ve orada yaşadıklarını özetledi.  NOSAB’ın tamamen girişimcilerin azmi, kararlılığı ile kurulduğunu, sanayi bölgelerini planlamak, oralara uygun altyapıları, yol, su, elektrik, iletişim altyapısını götürmesi gereken devletin ilgisizliğini ortaya döktü.
Bursa Valisi İzzettin Küçük de orada. Dinlerken hep gülümsedi, “helal olsun” der gibilerden. Sonunda da aldı mikrofonu eline, övgü yolu birkaç şey söyledikten sonra NOSAB yönetiminden “Mesleki Teknik Lise yaptırmak” yapmalarını istedi!  
Hani NOSAB’ın, fabrika sahiplerinin mesleki eğitime destek çıkmasında, devleti temsil eden valinin bunu talep etmesinde elbette bir sorun yok.
NOSAB’ın gelişim sürecinde, devlet yöneticilerinin tutumunun kişisel sorumlusu de bugünkü vali olamaz.
Ama arkadaş, kentin tepe yöneticinin oradaki sanayileşmeyle ilgili, yaşanan sıkıntıların çözümü ile ilgili hiç mi bir kaygısı, planı, çözümü olmaz!
Maalesef, değişen birşey yok kamu yönetiminde.
Yerel yönetimler yine sorun çözme odaklı değil. Örneğin NOSAB Başkanı Fikri Ünal, kangrene dönüşen NOSAB-İzmir  arasındaki trafik sorununun Büyükşehir Belediyesi tarafından çözümlenmesini, yani TIR’lar için yeni bir bağlantı yolu açılıp, trafik yükünün bölge içinden alınmasını; hastaların hastanelere ulaşım vs.konularında  destek talep etti. Ama dikkat ettim yerel yöneticilerden birisi de çıkıp birşey söylemedi bu konularda.
Bursa’da 1961’de hükümetin projesiyle Türkiye’nin ilk planlı OSB’si olarak kurulan Bursa OSB dışında bütün OSB’ler kaçak, plansız kuruldu. 
Yani mevcut planlı yerlerdeki yüksek arsa fiyatlarından kaçan girişimci gitti, şeftali bahçesini, pancar tarlasını satın aldı oraya fabrika kurdu ve fabrikalar bir bölgede çoğalmaya başlayınca da yine fabrika sahiplerinin itmesiyle planlar yapılıp OSB statüleri sağlandı.
Hani ben sayın valimizden, “Arkadaşlar o yaşadığınız sıkıntılar tarih oldu.  Artık devletimiz işadamına planlı alanlarda yatırım imkanı sağlıyor. Lafta değil, gerçekte girişimcinin yanındayız... Örneğin bakın şurada şurada hazır yerlerimiz var, arsa fiyatlarını Avrupa’nın altına indirdik, girişimcilerimiz buyursunlar, artık dünya ile rekabet edebilecek bir üretim ortamını sağlıyoruz girişimcilerimize” gibi sözler söylemesini beklerdim.
Buna en çok da, hala orada burada nasıl ucuz arazi bulurum da üzerinde birşeyler yapabilirim diyen işadamları sevinirdi.
İşin özeti, evet NOSAB, düşünün tam 25 bin ağaçla yemyeşil, güzel bir OSB.
Ama kamu yönetimi anlayışımızda değişen birşey yok.
Ne varmış bunda mı  diyorsunuz?
İşin bir yanı şu: Bu plansızlık, bu rantiye, bu öngörüsüzlük, bu duyarsızlık, bu tüccar zihniyeti içinde NOSAB gibi örnekler çıkarmak her zaman mümkün olmayabilir, çünkü Yalçın Aras, M.Fikri Ünal gibi insanların sayısı fazla değil.
En önemlisi de şu: Bu kadar yüksek maliyetlerle boğuşulan bir ortamda, sanayinin sürdürülebilir olmayacağını ne zaman anlayacağız merak ediyorum.  
Şapkayı öne koymak için GSYH içinde sanayiin payının yüzde 30’dan yüzde 15’in altına inmesi de bakıyorum kimseyi ilgilendirmiyor!


27 Aralık 2017 Çarşamba

BTSO’da ölü toprağı...


 

Bursa’da iş dünyasının çatı kuruluşu kabul edilen BTSO’daki  “suskunluk”, “sinmişlik hali” gerçekten dikkat çekici. 2017’nin son meclis toplantısı, tek bir üyenin dahi kalkıp kürsüde tek kelime söylemediği bir meclis toplantısı olarak herhalde tarihe geçmiştir! 

Üstelik bu meclis toplantısı, odada en fazla tartışma yapılan, görüş öneri dile getirilen, eleştiri yapılan bütçe görüşmelerinin yapıldığı yıllık meclis toplantısıydı...
Ekonomi gazetecisi olarak BTSO meclis toplantılarını izlemek, bizim rutin işlerimizden birisi oldu ve 1984’den beri bu toplantıları izlemeye çalıştım. Rahmetli Mümin Gençoğlu’nun Meclis Başkanı olduğu günleri hatırlıyorum da... BTSO meclisi gerçekten fıkır fıkırdı. Odada uzun yıllar başkanlığı rahmetli Ali Osman Sönmez yaptı. İstisnasız her seçimi kazandı, rakipsizdi. Adam aynı zamanda Bursa’nın en zengin insanı durumundaydı ve Bursa’nın girişinde “Bursa’ya Hoş Geldiniz-Ali Osman Sönmez” levhalarını asılı olduğu dönemden söz ediyoruz.
Cavit Çağlar’ın mecliste hep etkili bir ekibi olurdu, ama Cavit beyin meclis toplantılarında pek polemiklere katıldığını hatırlamıyorum.
O zaman sanayi deyince tekstilciler ön plandaydı; devir Özal’ın tekstili “ihracata dönük sanayileşmenin”  lokomotifi olarak değerlendirip, desteklediği yıllardı.
Yıllar itibariyle, Yıldırım Tütüncüoğlu Çiftiği bölgesindeki  40 bin civarında “dokuma tezgahı”na sahip 18-20 bin “dokumacı esnaf”tan bir bölümü işini büyütüp DOSAB gibi yerlere fabrika kuracak; sanayici olacaktı. Pek çok işyeri de kapanıp, tekstilde dokumacılığın yerini yeni makineler ve fabrikalar alacaktı.
Arkasından “dokumacı/tekstilci” dönüşümünün yerini “Karoserci, parçacı”ların “otomotiv yan sanayicisi”ne dönüşümü aldı. Yine firmaların sayısal olarak büyük çoğunluğu iflas edip kapandı. Özellikle 1990’larda “yabancı evlilik” adı altında çokuluslu markaların kontrolüne giren firmalar hızlı bir büyüme sürecine girerken, küçüklere ve yabancı ortak istemeyenlere yolun sonu görünmüştü.
İşte  bütün bu süreçler hep BTSO meclisindeki tartışmalara yansıyordu. 
Kent ekonomisinin, ticaretin, üretimin nabzı orada atardı. 
Eleştiriler, öneriler gırla giderdi...
En çok tartışma yaşanan toplantılar da kuşkusuz bütçe görüşmelerinin yapıldığı toplantılar olurdu. Mesela fiyatların BTSO tarafından belirlendiği iş kolları vardı... Özellikle Kapalıçarşı civarındaki işyerlerinde. 
Üyelerin kimisi Kapalıçarşı yanındaki oda binalarının kiralarından şikayet eder, kimisi personel maaşlarına yapılacak zammı eleştirir, kimisi tahsil edilememiş aidat alacaklarını gündeme getirir, “Biz aidatını ödeyenler, enayimiyiz” derdi!
Bazen tartışma o kadar “çok sesli” olmaya başlardı ki, kimse kimseyi dinlemez hale gelince başkan Ali  Osman Sönmez, ön sırada oturduğu yerden ayağa kalkar, geriye doğru döner, “Zır zır etmeyin, kesin sesinizi” diye azarlamak durumunda kalırdı ve sahiden salon bir anda susardı.
Tabi ardından Celal Sönmez dönemi başladı, sanayiin yapısı dolayısıyla da meclisin üye yapısı değişti. Meclislerde hararet düşmüştü belki ama tartışmasız pek meclis toplantısı da olmadı.
Belki en önemli geleneklerden birisi de bütün bu tartışmalı toplantılardan sonra mutlaka meclis üyelerine yemek verilirdi. Tabi bu meclis yemeklerinin en çoşkulusu da bütçenin görüşüldüğü Aralık ayı meclis toplantısı olurdu. Hatırlarım, fabrikanın stresinden uzaklaşan üyeler birlikte yer içer, canlı müzikle hoş bir gece geçirirdi.
26 Aralık 2017 Salı akşamı meclis toplantısını izlerken, işte mazide kalmış bu meclisler geldi aklıma.
Aysa 2018’e merhaba derken, Remzi Topuk başkanlığında toplanan oda meclisinde, Remzi beyin dışında sadece BTSO Başkanı İbrahim Burkay kürsüye çıkıp konuştu.
Peki bu “suskunluk” hali, “Herşey harika, kimsenin diyeceği laf yok” diye yorumlanabilir mi? Öyle olsa alkışlayanları, bravo seslerini falan duymamız gerekmezmiydi?
Ben hiç o kanıda değilim. Zira, “çekinme”, “yılma” gibi bir kaygının hakim olduğu izlenimine kapıldım. Bu ruh hali, “Konuşsan ne olacak ya” dan tutun da, yönetime en yakın isimlerin kendi işleri ve piyasanın gidişatı ile ilgili, ikili sohbetlerde dile getirdiği derin kaygılara kadar türlü türlü...
Bunlar içten içe derin bir hoşnutsuzluk, tepki, şikayet halleri.
Koltukların yarıdan fazlasının boş olduğu gözlenen mecliste, Başkan Burkay, başkanlık yaptığı son 4 yılda odanın geldiği yeri anlattı. Oda bütçesinin 27 milyon liradan 48,5 milyon liraya geldiğini,  üye sayısının da 39 bini aştığını anlattı. Burkay, yurt dışı fuar katılımı, yabancı alım heyetlerinin daveti konularındaki çalışmalarını anlatırken, TEKNOSAB’ın dörtte birinde altyapı inşaatı başladığını, ayrıca KOBİ OSB için de şimdiye kadar bin 113 firmadan talep topladıklarını anlattı.
Sanayici şimdi, ucuz sanayi arsası ve TOKİ'nin yapacağı ucuz fabrika binaları talebini  dillendiriyor.
Toplantıda, odanın 48,5 milyon liralık bütçesi kabul edildi, itiraz olmadı.
Yeni bütçe ile oda çalışanlarının ücretlerine yüzde 4 ve 3 olarak iki aşamada artış yapılacak.
BTSO gelirlerinin yaklaşık 13 bin lirası faiz, 13,6 milyon lirası yıllık aidat, 14,4 milyon  lirası da munzam aidatlardan oluşacak.
BTSO’da rakamlar artarken; neşe, heyecan, dayanışma yerlerde.
2018'e girerken yüzler pek gülmüyor; ama konuşmalarda yeni yılın bu yıldan çok daha iyi geçeceği söyleniyor... 
Sözlere mi inansam, gözlere mi inansam bilemiyorum... 





19 Aralık 2017 Salı

2018 bütçesi korkutuyor!






Türkiye’de neler olup bittiğini, en azından önümüzdeki bir yılda bizi nelerin beklediğini mi merak ediyorsunuz?Memleket nasıl yönetiliyor diye kafa mı yoruyorsunuz?Bakın bunu anlamanın en kestirme yolu, gelecek yılın bütçesine bakmak…

Devletin kimlerden vergi, harç, ceza vs. adı altında para alacağını; bu paraları toplumun hangi kesimine dağıtacağını bütçeden öğreniriz. Bizi yönetenlerin gerçek niyetlerini, planlarını, tercihini; devletin gücünü kimlerden yana, kimlere karşı kullanacaklarını da buradan anlarsınız…
Kimler korunup kollanır, paraya boğulur; kimler daha fazla kemer sıkmak zorunda bırakılır, rakamlara bakarak anlayabilirsiniz.  
Bu yüzden midir bilmem, bizde bütçe görüşmelerinin olduğu Aralık ayında iç dış siyaset bir anda alabora edilir, milletvekilleri mecliste bütçeden, paraların kime gideceğinden çok güncel polemiklerle boğuşurlar. TBMM’de memleketin bütçesi görüşülüyor. Medyanın ve siyasetin gündemine bakar mısınız?
Kim daha çok Fetöcü, vergi cennetlerine kaçırılan paralar, Erdoğan’a Deniz Gezmiş benzetmesi, ABD’deki Zarrab davası, Trump’ın Kudüs’ü İsrail başkenti ilan etmesi, İçişleri Bakanı Soylu Gülen projesi mi, değil mi vs. vs.
Boşverin bunları da 2018’in bütçesine bakalım.
TBMM Genel Kurulu’nda görüşülen bütçe tasarısına göre gelecek yıl, bütçeden Genel Bütçe kapsamındaki (1 Numaralı Cetvel) kamu idarelerine toplam 751 milyar 299 milyon 665 bin lira, özel bütçeli (2 Numaralı Cetvel) idarelere 88 milyar 528 milyon 812 bin lira, düzenleyici ve denetleiyci kamu kurumlarına da (3. Numaralı Cetvel) toplam  4 milyar 673 milyon 105 lira aktarılacak.
Bunların hepsini topladığında gelecek yıl devlet kurumlarının yapacağı toplam harcama 844 milyar 501 milyon 582 bin lira ediyor.
Peki bu 844,5 milyar lira nerden çıkacak?
Tasarıya göre, ilk cetveldeki 721,2  milyar lira civarındaki harcamanın 684,4 milyar lirası bütçeden karşılanacak. Bu listede hangi kurumların olduğunu aşağıdaki listede göreceksiniz.
Toplam 88,5 milyar lira harcaması planlanan 2. Numaralı “özel bütçeli kurumlar” listede  kamu kuruluşu olarak üniversiteler, YÖK, Karayolları Genel Müdürlüğü, DSİ, KOSGEB, Orman Genel Müdürlüğü, MTA, Ceza İnfaz Kurumu, TODAİE, GAP gibi çok sayıda kurum bulunuyor. Bunların yapacağı harcamanın 10,8 milyar lirası  bu kuruluşların kendi öz gelirleri olacak. 78,6 milyar lira da Hazine yardımı yapılacak.
BDDK, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, RTÜK, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu vs. kuruluşların yer aldığı 3 Numaralı Cetveldeki kuruluşların harcayacağı 4,6 milyar lira paranın ise neredeyse tamamı bu kuruluşların “kendi öz gelirlerinden” karşılanacak.
Devletin bütçesinin en büyük bölümünü kullanacak kurumların yer aldığı 1. Numaralı iste ile kurumların geçen yılki harcamaları ile 2018’de yapacakları harcamalar ve artış oranları şöyle:

Kurum                                                                  2018 Gideri         2017 Gideri         Fark
                                                                                (Bin TL)                 (Bin TL)           (%)
CUMHURBAŞKANLIĞI                                       845.365               648.488                30,2
MİT                                                                        2.335.535                    1.995               17
TBMM                                                                    1.255.124               981.589                 8,5
ANAYASA MAHKEMESİ                                          68.448                 58.784               16
YARGITAY                                                               460.437               382.750              20,4
DANIŞTAY                                                                148.972               125.72                18,4
SAYIŞTAY                                                                 276.701               257.485                7,3
BAŞBAKANLIK                                                            1.610                  1.584                1,6
MİLLİ GÜVENLİK  KURULU G.SL                          29.158                28.071                0,3
BASIN-YAYIN ENFORMASYON G. M.                  315.069              297.305               3,8
HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI                                    97.893.775        77.406.981             26,4
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI                        7.774.183           6.867.117            13,2
AFET VE ACİL DURUM YÖNETİMİ                 2.265.864          1.245.151            81,9
ADALET BAKANLIĞI                                           13.714.405        12.304.365            11,4
MİLLİ SAVUNMA BAKANLIĞI                       40.402.239          28.702.119            40,7
İÇİŞERİ BAKANLIĞI                                           7.300.918            5.384.586            35,5
JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI            13.311.208            9.374.739            41,9
EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜ                   27.792.655          23.537.811            18
SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI                       682.700               649.761              5
KAMU DÜZENİ VE GÜV. M.                                     18.373                  17.857            2,8
GÖÇ İDARESİ GENEL M.                                      430.326               349.852           23,2
DIŞIŞLERİ BAKANLIĞI                                        3.310.380            2.963.645           11
MALİYE BAKANLIĞI                                       203.779.785        171.691.737           11,7
GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI                            3.221.518            3.044.626            5,8
MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI                               92.528.652          85.048.584           8,7
SAĞLIK BAKANLIĞI                                          37.571.386             5.831.124             --
Türkiye Kamu hastaneleri kurumu                          --                         15.785.066
Türkiye Halk Sağlığı kurumu                                  ---                        10.343.267
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK B.             59.738.565           49.855.256           19,8
DEVLET PERSONEL BAŞKANLIĞI                         31.978                  29.303             9,1
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR B.                   2.386.508              2.333.590             6,8
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI                   3.997.003             3.459.754            15,5
HSYK                                                                           64.966                  61.236              6
AİLE VE SOSYAL POLİKALAR B.                   26.690.506            24.303.358             9,8
AVRUPA BİRLİĞİ BAKANLIĞI                              346.861                 313.525           10,5
BİLİM SANAYİ VE TEK. BAKANLIĞI               5.793.391              5.147.466           12,5
ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI                1.922.753             1.823.914             5,4
TAPU VE KADASTRO GENEL M.                          987.240                919.482             7,3
EKONOMi  BAKANLIĞI                                       4.413.914              3.948.832           11,7
GENÇLİK VE SPOR BAKANLIĞI                      14.111.212             11.627.263          21,3
GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK B.                21.676.673             19.537.920          10,9
GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI                 1.238.558               1.131.320            9,4
KALKINMA BAKANLIĞI                                    1.764.378              2.819.793         38
TÜİK                                                                             392.171                 388.106            1
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANLIĞI                  14.723.756            14.663.074           0,4
METEOROLOJİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ                   337.477                 277.493         21
ULAŞTIRMA, DENİZCİLİK VE HAB. B.            31.338.036             24.164.820        29,6

İÇ SAVAŞA MI GİDİYORUZ!...

Listede, harcaması en fazla artırılan kurumların İçişleri Bakanlığı (Yüzde 40,7), Jandarma Genel Komutanlığı (yüzde 35,5), Cumhurbaşkanlığı (yüzde 30,2), Acil Durum Yönetimi (yüzde 81,9) vs. olması tabi çok çarpıcı...
“Çarpıcı” dediğim, yani insanı çarpıyor, silkeliyor, korkutuyor, titretiyor yani!
Yani, insan kendi kendine , “Ne oluyor kardeşim böyle, iç savaşa mı gidiyoruz” diye sormadan edemiyor. Bütçenin yaklaşık 80 milyar lirası "güvenlik" birimlerine ayrılıyor. Kurumların kendi güvenlik harcamaları bunun dışında.
Jandarma, polis vs. ne yapacak bu parayı? Genel bütçe harcama artışlarının çok üzerinde bir  durum var. Enflasyon hadi yüzde 10, yıllık GSYH artışı yüzde 3-4 diyelim. Yüzde 30-40'lar ve de rakamlar çok çok yüksek. 

***

Bizde, bütçeden en fazla pay alan kurumların Milli Eğitim Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenik Bakanlığı vs. olması bir gelenektir. Aile ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın bunlar arasına yükselmesi de fena birşey olmadı.
Ancak, bu yıl Sağlık Bakanlığı bütçesinde dikkat çeken bir durum var. Geçen sene Kamu Hastaneleri Kurumu ve Halk Sağlığı bölümlerinin bütçeleri ayrı gösterildiği için rakam çok fazla artmış gibi görünüyor.

BÜTÇENİN ÜÇTE BİRİNDEN FAZLASI "JOKER"!

Listeye bakınca en büyük bütçenin Maliye Bakanlığı (203,7 milyar lira) ve Hazine Müsteşarlığı'nda (97,8 milyar lira) olduğu gözleniyor. Bu iki kuruma ayrılan bütçeler "joker" gibi birşeydir. Yani hükümet, sıradışı, beklenmeyen durumlar için buraya bir tür "ihtiyat akçesi" koyar. Diyelim bir kurumun gelirlerinde ani bir düşüş olabilir, ya da bir kurumun harcamalarında beklenmeyen artışlar olabilir.İşte bunlar Hazine ve Maliye'nin bütçesinden karşılanır. 
Ancak, kritik nokta şu: Genel olarak teamüller, bu kurumlardaki bütçenin toplam bütçenin yüzde 10'u gibi falan olmasıdır. Normal olanı budur. Ancak bizde bakın iki kurumun bütçesi 300 milyar liranın üzerinde. Yani toplam harcamaların yüzde 36'sı ortalıkta "joker" olarak ayrılmış! 
Bu ne demek? Bütçenin üçte birden fazlası tamamen hükümetin inisiyatifine bırakılıyor, "al bu parayı, tepe tepe kullan" deniliyor demek. Normal şeffaf bir demokraside, kamu kurumlarının gelirleri ve harcamaları kuruşu kuruşuna bütçede belirtilir, bunlar meclislerde görüşülür, onaylanır, ardından da kurumlar bütçelerinden, meclise karşı sorumlu tutulur. Parayı hükümet harcar, ama kuruşu kuruşuna meclisin onayı vardır. Oysa Hazine ve Maliye'de normal ölçülerin çok üzerinde yüklü paraların ayrılması demokrasi ve meclisin denetimi açısından normal değildir. Her türlü suistimale de açıktır. 

***

Bu bütçeyi hazırlarken hükümet 2018 Yılı Programında gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYH) yüzde 5,5 oranında artacağını öngörüyor.  
GSYH yüzde 5,5 büyüyecek diye tahmin eden ekonomi yönetimi, gelecek sene tüketimin sabit fiyatlarla yüzde 3,9 artacağını; bunun kamuda yüzde 3,5 özelde yüzde 3,9 olacağını hesaplıyor.
Peki tüketim yüzde 3’lerde artarken, GSYH nasıl olacak da yüzde 5,5 olacak?
Hükümete göre bu, “sabit sermaye yatırımlarından” kaynaklanacak...
Anlaşılan gelecek sene biz ücretli, dar gelirli kesim olarak ekonomik büyümeyi hissetmemeye devam edeceğiz. Bütçede tarıma, sanayiye can verecek, çalışanların durumunu iyileştirecek, milyonlarca işsize umut olacak pek bir şey göremiyoruz.
İktidarın en çok lafını ettiği şey, istikrar!
Bunun yolu kalkınma, iç barış, üretim, refah, eğitim, sanat, sağlık sağlık güzellik değil mi?
Galiba, “istikrar” için bunların yerine,  toplumu gerginlik içinde yönetmeye alışma, itiraz edenlere “kodun mu oturtturma” politikasına tam gaz devam...



12 Aralık 2017 Salı

Üretici teşhisi koydu: Hayvancılığa ihanet!





Mutfağına sadece kurbandan  kurbana kızmızı et giren insanlar kilosu 30 liraya “ithal et”, “ucuz et” haberleri ile yatıp kalkıyor. Ancak, hem yüksek maliyetler yüzünden üreticiyi üretimden caydıran, hem de yüksek fiyatlarla vatandaşın et tüketimini zorlayan bu çarkın tam gaz devam edeceği anlaşılıyor.  Zira bu işte bilgisizlik değil, “kasıt” ve “ihanet” konuşuyor gibi...
Kamuyonda “ithal et”in fiyat artışına çare olup olmayacağı tartışıladursun,  Bursa Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği Başkanı İsmail Anıl, “Bir üst akıl tamamen bizim dışımızda kararlar alıyor ve uyguluyor. İfthalatın bir çare olmayacağı, Türkiye’nin tamamen ithalata bağımlı olacağı, hayvancılığın tamamen çökeceğini hepsi biliyor. Bunları tasarlayanlar her şeyi bilerek yapıyorlar” dedi.


BUSİAD’ın Kültürpark’taki merkezinde düzenlenen “Türkiye’de Kırmızı Et Üretimi ve Tüketimi” paneli, pek çok sektörde olduğu gibi kırmızı et alanındada “üreteni üretemez, tüketeni tüketemez” hale getiren politikaların masaya yatırıldığı bir platform oldu. U.Ü Ziraat Fakültesi Zootekni Bölüm Başkanı Prof. Dr. İbrahim Ak’ın yönettiği panelin açılışında Gıda Münendisleri Odası Şube Başkanı Lale Yıldız, BUSİAD Başkan Yardımcısı, SETBİR Başkanı, SÜTAŞ’tan Tarık Tezel konuştu. Konuşmacılar ise Ulusal Kırmızı Et Konseyi Başkanı Ahmet Hacıince, Bursa Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği Başkanı İsmail Anıl, Damızlık Koyun Keçi Yetiştiricileri Birliği Başkanı Hali Hasan Yıldırım Oran, Bursa Kasaplar Odası Başkanı Muhsin Yıldız ile Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Koyuncu idi.
Yani hem işin akademisyenleri, üniversitede  önde gelen hocaları, hem ahırlarda hayvan besleyen sektörün temsilcileri hem de kırmızı et satıcısı kasapların temsilcisi oradaydı. 
Tuhaflığa bakın... 
Herkes canlı hayvan ve et ithalatına karşı!
Gıda ve Tarım Bakanı, televizytonda ithalat için “içime sinmiyor” dememiş miydi?
Sadece hayvan üreticileri değil et satıcıları da karşı...
Eee peki nasıl oluyor bu iş! 
Kim bu ithal etin sorumlusu?
Kim karar veriyor buna?
Hatta saman ithalatının sorumlusu kim?
Uzun yıllar sektör temsilcisi olan, bu işi Ankara merkezde de yapıp, karar verme mekanizmalarını yakından tanıma fırsatı bulan İsmail Anıl’ın tespitleri bence bu açıdan önemliydi.
Anıl’ın sözlerine bir bakalım...

ÜST KESİM ETİN ETİN EN İYİSİNİ YİYOR

Kırmızı etin geniş tüketici vatandaş kitlesi tarafından tüketilmesi isteniyor mu, istenmiyor mu? İşçi kesimi, dar gelirli, ücretli alt düzey memur kesiminin gücü kırmızı eti satın almaya yetiyor mu yetmiyor mu? Temel sorun budur.
Bugün bu politiyı uygulayanlar, üst düzeyde bizi yönetenler, karar vericiler, üst kesim çok akıllı insanlar. Onlar etin en iyi yerlerini biliyor, orasını yiyorlar. Fiyatına da bakmıyorlar. Benim de yiyeceğim kadar et alacak maddi gücüm var. Ben ve benim üzerimde maddi gücü olanları bu fiyatlar hiç de zorlamıyor. Ama nüfusun en az yüzde 60’ı, kırmızın etin bizim yediğimiz o yerlerinin adını bile bilmiyor.
Peki bizim burada konuştuklarımızı  sayın bakan bilmiyor mu? Sayın bakanımız çok iyi bir doktormuş. Tebrik ederim, saygı duyarım, ama senin tarım bakanlığında ne işin var? Ziraat Fakültesi’nde sıradan bir öğrenciyi Tarım Bakanı yapsan ve eline bir liste verip bunları yapmasını istesen, ‘Kusura bakmayın ben Türk hayvancılığına ihanet edemem’ der, biat ettiği makama beni azledin der.
Bakınız çok açık, böyle giderse, Türkiye çok kısa zaman sonra tamamen ithalata bağlı hale gelecek. Türkiye tarım ve hayvancılıkta hala çok büyük bir potansiyele sahiptir. Sorunlar bellidir, neyin nasıl yapılması gerektiğini de herkes biliyor.  Avrupa’da, dünyada bu işlerin nasıl yapıldığı bellidir. Ama bir üst akıl maalesef bütün bunları bizim dışımızda düşünüyor, planlıyor ve uyguluyor.”

İHANET...

Paneldeki sunumlarda çarpıcı veriler vardı. Tabi tarım ve hayvancılığın büyük ölçüde kayıt dışı bir alan olması, kayıtların yetersiz tutulması gibi pek çok neden yüzünden rakamların gerçek durumu yansıtmadığı söyleyebilir, ama yine de rakamlar genel olarak hayvancılıktaki kötü gidişi gözler önüne serdi.  

İşte bazı tespitler:
-          Türkiye’de hayvanların otlayacağı meralar 45 milyon hektardan 14 milyon hektara düştü. Meralar yapılaşmaya, tarıma, yerleşmeye vs. açılırken, mevcut meralarda iyileştirme, ıslah yapılmadı.  Bu yetmezmiş gibi, bir yandan terör olayları bir yandan artan göç yaylaların, meraların terkedilmesiyle sonuçlandı, mevcut meralar da boş kaldı.

-          Orman Bakanlığı’nın uyguladığı keçi yasakları ile kırsal kesim büyük bir potansiyeli heder etti. Keçilerin ortadan kalkması, ormanlık alanlarda otları yiyecek hayvanların olmaması, buralarda yazları orman yangınlarını artırdı.

-          Anadolunun büyük bölümünde en uygun hayvanlar koyun ve keçi. Ancak bir yandan “kırmızı et” olarak sadece sığır etinin takdim edilmesi, koyunun “yağlı” olduğu haberleri ve “kolestrol korkusu” insanları koyun etinden soğuttu. Kurban bayramı dışında koyun eti tüketimi hızla azaldı.

-          Devletin hayvancılık desteği hakiki üreticiye gitmiyor. Destek daha çok bina yapımı yoluyla inşaatçılara, ithal hayvan veya tarımsal makine, traktör, teçhizat satıcılarına yarıyor.

-          Markette 3,5-5 liradan satılan bir litre süt çiftçiden 1,3 liraya alınıyor. Mazot, yem, ot vs. fiyatları düşünüldüğünde bu artış artık üreticiyi kurtarmıyor ve dişi hayvanların ciddi bir bölümü besiye verilip etlik yapılıyor, kesiliyor. Örneğin Bursa Yıldırım’daki kurbanlık kesim yerinde geçtiğimiz kurban bayramında kesilen 9 bin büyükbaş hayvandan 7  bini dişiymiş.

-          Hayvancılık tesisleri artık büyük ölçüde Afganistan, Suriye, Irak gibi ülkelerden gelen işçilerin çalıştığı bir sektör olmuş.  İşletme sahibi patronlar “Bizim Türkler çalışmıyor, 3 bin liraya çoban bulamıyoruz” deseler de yabancıların düşük ücret ve sigorta güvencesiz çalışmalarının çekici olduğu anlaşılıyor.
-         
“Ucuz et”in yolu, hayvan üretiminin artması, bu işin maliyetinin ucuzlamasından geçiyor. Bizde pahalılığın en önemli nedeni, işletmelerin otu, yemi parayla satın almaları. Halbuki Avrupa, Avustralya, ABD, Rusya gibi ülkeler hem meraları islah edip verimli kullanmaları hem de yem bitkisi üretiminin yaygınlığı nedeniyle hayvan beslemede sıkıntı yaşamıyor.  Bakın, ithalat diye, ucuz  diye Avrupa’dan gelen hayvanlar besi ahırında günlük fabrika yemi  ile beslenen hayvanlar değil. Mera hayvanı bunlar!
-          Avrupa’da etin Türkiye’den ucuz olmasının altında devletlerin uzun vadeli tarımsal politikaları var. İşletme büyüklükleri araziye göre planlanmış. Arazi kaç hayvanı besleyebiliyorsa, o kadar hayvan yetiştiriliyor. Ayrıca devlet stratejik bir sektör olarak tarımı destekliyor. AB bütçesinin yarıdan fazlası tarıma gidiyor.  Adam ahırda ineği danaladığında dana parası alıyor devleten. Bizde destekler çok cılız. Örneğin üreticiler buzağı başına bin 500 lira destek istiyor.
-          Tarımdaki başarının ardında üretici birlikleri var. Ama maalesef Türkye’de çiftçi tamamen örgütsüz, dayanışma yok, ne alırken, ne satarken fiyatları kontrol etme gücünden yoksun. Oysa karşısındaki  celep-kasap-market kesimi gayet organize. Çiftçi tamamen büyük tüccarların insafına terkedilmiş durumda. Üretici ile tüketici arasındaki katmanlar aşırı şişkin, kazancın büyük bölümüne bunlar el koyuyor. Aracıların şişkinliği, üreteni üretemez, tüketeni tüketemez hale getiren bu çarkın ana dişlisi durumunda. 

PAHALI ET YERLİ ÜRETİCİYİ DESTEKLEMİYOR!

Bizim mahallede kasap camekana bir yazı asmış: “1 kilo Sırbistan eti yiyeceğine yarım kilo yerli et ye, üreticini koru!... “
Şu işe bakın...
Sanki pahalı et yersek, çiftçimiz, üreticimiz korunacak!
Yav kardeşim,  hayvanı besleyip yetiştiren, kahrını çeken, yemini verip bokunu temizleyen vatandaş eti mezbahada kesilmiş, tertemiz karkas olarak 20-25 liraya ancak satabiliyor.  Ama kasap, market bize o eti 45-50 liradan aşağı vermiyor.  Kasap, market 20-25 liradan aldığı eti 30 lira gibi fiyatlara satsa ne kaybeder? Demek ki bizim ete ödediğimiz para sanıldığı gibi “yerli üreticiye” de gitmiyor. 
Hep aracıları zengin ediyoruz. Yani bu haliyle etin kilosuna 100 lira da versek bizim hayvancılığın kurtulma şansı yok. Sadece soyulduğumuzla kalacağız.
Hani işin kısası şu ki... Dünyada kırmızı et işi domuzla hallolmuş. Yediğini en çok ete çeviren hayvan galiba domuz. İnsanlığın ana kırmızı et kaynağı domuz olmuş.  
Bizde, Coğrafi açıdan da buna alternatif olacak  hayvanlar sadece koyun ve keçi. Ama en büyük darbeyi bu iki cinse vurmuşuz!
Belki de kim bilir hayvancılığı, tarımı bitirmeyi hedefleyen bu “ihanet” en baştan planlamış; önce ormanları koruyoruz maskesi altında keçi yasağı konulmuş, ardından koyunların otlayacağı mera ve yaylalar tahrip edilmiş! (Sahi ormanları keçilerden koruyanlar, tam gaz giden orman talanına niye sessizler?)
Ve de şimdi bu “üsk akıl”,  önümüze öyle seçenekler koymuş ki, acaba et mi ithal etsek, ot mu ithal etsek diye kafa yorar olmuşuz.




12 Kasım 2017 Pazar

En kahraman Türk ithalatı!

“Ekonomi” alanına ilgi duyduğum ilk günden bu yana memleket “İhracat rekoru” kırıyor! Mesleğe başladığım 1984’de en gözde haberimiz ihracat haberiydi, bugün de öyle. Medyada haberlere bakarken sanırsın ki cayır cayır ihracat yapıyoruz ve memleket hızla kalkınıyor!


Halbuki, piyasadaki durgunluğa rağmen 2012 de ihracat değil, ithalatın yılı oldu. 100 dolar ithalata karşılık sadece 60 dolar ihracat yapılabildi!
Sevgili okurum, rahmetli Turgut Özal “İhracata dayalı ekonomi/kalkınma” derken sandık ki, Türkiye büyük bir üretim merkezi olacak, ekonominin her alanında dünya pazarı için rekabetçi bir sistem kurulacak. Birçok ülkeden daha kaliteli ve ucuza üreteceğiz, dünya Türkiye’de üretilen malları kullanacak, markalarımız olacak vs.; nihayet zengin olacağız!
İhracata dayalı ekonomi” dedikleri şeyde zaten, iç tüketimin üzeri çizilmişti...
Yani bu model “Kardeşim, vatandaş geçinemiyormuş; işçisi memuru sefilmiş beni hiç ilgilendirmez. Ucuza çalışsınlar, üretsinler yeter. Ben malımı zaten yurt dışında satacağım, döviz kazanacağım” diyordu.
Bu yüzden emek cephesine üst üste tokat indi, sendikacılık çökertildi.
Vatandaş sefil de olsa, ihracatla kazanılan yeşil yeşil dolarlarla memleket zenginleşecekti!
Ama öyle mi oldu?
Hükümet sürekli ihracat haberi yazdırıp, vatandaş “ihracat rekoru” haberleri ile avutulurken, bırakın ihracat fazlasını, dış ticarette denge bile hiç tutturulamadı ve memleket lafta ihracat, gerçekte ithalat cenneti oldu!
Gazetecilik okulundan mezun olup da mesleğe başladığım ilk aylarda Ankara Saman Pazarı’da, Çorum’dan birkaç ton nohut, mercimek getirip onu yurt dışına satan tüccarın haberlerini yazıyorduk.
İhracat milli meseleydi, ihracatçı da yeni kahramanlarımızdı!İhracat olsun da çamurdan (pardon hayalisi) da olsa ihracattı...İhracata ilişkin en küçük olayı, büyük bir milli mesele olarak sunduk.“Milli ihracat” hep rekorlar kırıyordu.
Ama gerçekte rekorlar kıran hep yurt dışından ithalat oldu!…
İthalat lobisi hep ihracat lobisine galebe çaldı.Ak Parti hükümeti çıtayı yükselterek 2023’te ihracat hedefini 500 milyar dolara yükseltti!Bugün buna hükümetin kendisi cidden inanıyor mu,  kuşkuluyum.
Küçük bir hatırlatma yapayım.Yıl 2008. UİB’nin ihracatı 25,1 milyar dolar. İşler tıkırında. Rakamın 2009’da 30 milyar dolara çıkacağı tahmin ediliyor.
Ama Genel Sekreter İbrahim Okur daha “garanti” olsun diye bize hedefi 28 milyar dolar veriyor.Feleğin işi, mi diyelim, şansızlık mı… Tabi yıl sonuna doğru kriz patladı ve her şey tepetaklak gitti.2008’de 25 milyar doları aşan UİB ihracatı, bakın 2012 sonunda hala bu rakama ulaşamadı!Türkiye’nin toplam rakamları da farklı değil. 2008’de 132 milyar doların biraz üzerine çıkan ihracat bu sene sadece 135 milyara ulaşmış olacak.
Bir de gerçek rekorların sahibi ithalata bakalım: 2008’de 201 milyar olan ithalat 2011’i 240 milyar dolarla kapatmıştı.
Yani ithalatın 100 dolar, ihracatın 60 dolar.İşte ihracat ihracat diye böbürlenmenin altındaki çıplak gerçek bu.
Demek ki bizde iktidarlar söyledikleri şeyin tam tersini yapıyor.Kamuoyunda ihracat balonu şişirilirken, gerçekte ithalatın faturası yükseldikçe yükseliyor.Meydanlarda “milli”, “yüzde 100 yerli”, “Türk” vs. derken gerçekte ortalık yabancı mallarla doluyor. Cari açık (bunu dış ticaretteki açık olarak da okuyabilirsiniz), gerçek rekortmenimiz, bu!
Hani hükümet ekonomiyi iyi biliyordu, üretimdeki ithal hammadde ve ara malı oranını azaltıp yerli katkıyı artıracaktı, ithalatı frenleyecekti… Ne oldu?2002’de ihracat, ithalatın yüzde 70’ini karşılarken, şimdilerde ancak yüzde 60’ını karşılayabiliyor.

Ekonomi ithalat üzerine kurulmuş… 

Üretim dışarıdan gelecek hammadde ve aramalına bağımlı hale sokulmuş.
Makinelerin çoğu zaten dışarıdan geliyor. Enerji desen o da dışarıya bağımlı.
Son aylarda hükümet ithalatın azalması ile övünüyor. Ama rakamları karıştırınca insan sevinsin mi üzülsün mü bilemiyor. Zira ithalattaki düşüşün tek nedeni var: İçerde üretim azalıyor! Çarklar yavaşlıyor, büyüme hızla düşüyor, ülke fakirleşiyor. 
Bu pencereden bakarsan, en iyi sene 2009’du; ihracat ithalatın yüzde 75’ine yaklaşmıştı!
Haftayı Seyitömer Termik Santrali’nin 2,25 milyar dolara satışı ile kapattık.
2013’e girerken üretim, ticaret bozuk olsa da satışlar iyi!
“Özelleştirme” bu yılı 12 milyar dolarla kapattı. Hükümet yeni yılda galiba en iyi işi Halk Bankası’nın satışı ile yapacak: Bütçeye konulan gelir hedefi 7 milyar lira.
Anlaşılan o ki yeni yıl, daha az üretip/tüketeceğimiz, kemerleri daha çok sıkacağımız; ama varımızı yoğumuzu daha çok satıp savacağımız bir yıl olacak.
Rüzgar böyle esse de benim 2013 dileklerim, tam tersi olsun diyorum; daha çok üretim, daha çok tüketim, daha çok adalet ve barış…

İyi pazarlar, iyi yıllar…

31 ARALIK 2012

6 Kasım 2017 Pazartesi

Dolar milyarderi nasıl artıyor?



Vatandaş kilosu 30 liraya et bulma hayaliyle yatıp kalkarken, dünyada “Dolar milyaderleri” sayısı ve bunların toplam kişisel serveti akıl almaz bir hızla artıyor. Son raporlar, 2016 yılında dolar milyarderi sayısının bin 542’ye ulaştığını, sahip oldukları servetin de yüzde 17 oranında artarak 6 trilyon dolara ulaştığını ortaya koyuyor. 
Ekonomideki yıllık büyümenin yüzde 3-4’lerde olduğunu düşünürsek, bu durum resmen dünyanın, en zengin bir avuç insan tarafından talan edildiğini kanıtlıyor.

Tanınmış uluslararası finans kuruluşu UBS Group AG’nin yayımladığı bir rapor ekonomi çevrelerine bomba gibi düşmüştü. Kuşkusuz finansman çevreleri, bankalar dolar milyarderi sayısının artmasını çok parlak bir başarı olarak görüyor, potansiyel ballı müşterileri artması onları keyiflendiriyor. 
Ancak veriler, dünyanın gidişinden kaygılanmamızı gerektirecek ögeler içeriyor.
Önce www.pwc.com adresindeki raporun genel bilgilerine bakalım:
-          Dünyada dolar milyarderi sayısında ve servetlerinde son 20 yılda düzenli ve yüksek oranlı bir artış var. 1995 yılında dolar milyarderlerinin sahip olduğu toplam servet 1 trilyon doları bile bulmazken bu rakam 2016 yılında 6 trilyon dolara ulaştı. Dolar milyarderi sayısı da bin 542’ye yükseldi.
-          Peki dolar milyarderlerinin serveti nereden geliyor? En tepeden başlayarak tüketici ve perakende sektöründen, teknolojiden, finans piyasalarından, mal ticaretinden, gayrimenkulden, sanayiden, eğlence-medyadan ve sağlık sektöründen.
-          Dolar milyarderinin servetinin en yüksek olduğu ülke tahmin edeceğiniz gibi ABD. Bu ülke, milyarderlerin toplam serveti bakımından 2,8 trilyon dolar ile en büyük ülke olmaya devam ediyor. Ancak bu liderlik pek de uzun sürmeyecek gibi. Zira, Çin dolar milyarderi sayısına bir yılda 67 isim ekleyerek 318’e yükseltmiş. Hindistan ise 16 isim ekleyerek sayıyı 100’e çıkarmış. Üstelik Çin ve Hindistan’da dolar milyarderlerinin yaş ortalası ABD’den çok düşük, 50’nin bile altına düşüyor. Yani dinamizm artık Asya’da.  Servet artışında oran Avrupa yüzde 5, ABD yüzde 17 olurken, Asya’da bu oran yüzde 31’e tırmanmış. Avrupa’da dolar milyarderi sayısı 342 ile adeta yerinde saymış. Amerika’da da öyle. Ama asıl sayısal artış Asya’da. Bu yüzden bazı sitelerde, “Asya’nın dolar milyarderi sayısı ABD’yı geçti” başlıkları dikkat çekti. Amerika’nın toplam 563 dolar milyarderine karşılık Asya’da milyarder sayısı 637’ye yükselmiş.
-          Sıkı durun, herşey sadece yeşil yeşil dolarlar değil. Artık Asyalı zenginler dünya sosyetesinin para konuşturduğu sanat koleksiyonlarında, Rugby, Amerikan fotbolu, Araba yarışı, kriket gibi sportif mekanlarda da baskın gelmeye başlamış.   

Peki,  dolar milyarderlerinin sayıları ve toplam servetlerindeki artış neyi kanıtlıyor?
1.       Dünya ekonomisi son bir yılda yüzde 17 oranında büyümediğine göre, dolar milyarderi, ekonomiye yeni bir şey üretmiş, dünyaya yeni bir zenginlik katmış olamazlar. 
Bu, yeni milyarderlerin mevcut pastandan, başkalarına ait olan dilime bir şekilde sahip oldukları anlamına geliyor! Yani yeni bir şey üretilmemiş, mevcut servet el değiştirmiş. 
Onlar milyarder listesine girerken, demek ki pek çok kişi elindekini avucundakini kaybetmiş.
Dünyadaki dolar milyarderlerinin tamamının çalıştırdığı kişi sayısının 27,7 milyon olduğu düşünülürse, aslında istihdama katkılarının da servetlerinin büyüklüğünü yansıtmadığı görülecektir.
2.       Raporda Türkiye değerlendirmesi yok, ancak aynı eğilimin ülkemizde de yaşandığını görüyoruz. Türkiye’de dolar milyarderi sayısının 29’a yükseldiği açıklandı. Bizdeki hem dolar milyarderi, hem de banka hesapları itibariyle dolar milyoneri sayısınının da çok hızlı arttığını biliyoruz.
Türkiye’de milyonerlerin zenginlik artışının ülke büyümesini yansıtmadığı, hatta bizdeki büyümenin büyük ölçüde dışsal etkenlerden kaynaklandığı düşünülürse, rakamlara bakarak Türkiye’de de adaletsizliğin hızla arttığını, ivme kazandığını söyleyebiliriz.
Maalesef, son yılların dünya trendi bu.

 Toplumda elde edilen servet giderek daha az kişinin elinde toplanıyor.

Dolar milyarderleri çoğalırken, işsizlik, iflaslar ve de ucuz et, ucuz akaryakıt arayışındaki kalabalıkların çoğaldığını görüyoruz. Bu da gelecek açısından hiç hayra alamet görünmüyor. 

4 Ekim 2017 Çarşamba

BTSO’de 'Ortak Akıl' sloganı güzel de..!



Bursa’da 39 bin üyesiyle sanayi ve ticaret kesiminin çatı kuruluşu BTSO yönetimi, sanayiin kan kaybediyor olması gerçeğine rahmet, söylemde çıtayı ve de galiba moralleri yüksek tutmaya özel çaba sarfediyor. Başkan İbrahim Burkay, “Ortak Aklın Gücüyle Büyüyen Bursa” toplantısında yeni projelerini basına açıkladı, geleceğe ilişkin umut aşılamaya çalıştı.
BTSO’nun Altıparmak’taki hizmet binasında BTSO Meclis Başkanı Remzi Topuk, Yönetim Kurulu Üyeleri Fahrettin Gülener, Aytuğ Onur ve İlker Duran’ın da hazır bulunduğu toplantıda, Başkan İbrahim Burkay, Bursa’ya ilişkin çeşitli verileri açıkladı ve Bursa’nın sanayide, ticarette, kendi çalışmaları sayesinde öne çıktığı algısını destekledi.

‘BTSO ÜNİVERSİTESİ’ PLANI...

Burkay’ın açıklamasına göre, BTSO şu anda tam 38 “Dev Proje”ye sahip. İsimleri şöyle:

“Hayata geçen projeler”: Payitaht Çarşı, BTSO Vefa, Sektör Konseyleri, Yeşil Büyüme, İnovasyon ve Tasarım Baharı, Gökmen Havacılık, BTSO Akademi, Mükemmelliyet ve Ar-Ge Tasarım Merkezi, Küresel Fuar Acentesi, Ticari Safari, BTSOBİZ, Kümelenme Grupları, Ur-Ge, Yeni Nesil Fuarlar, MESYEB, Dijital Oda, Türk Ticaret Merkezi, Eğitim Mutfağı, Tahkim Merkezi, İstihdam Ofisi, GEDAD, Ekonomi Oskarları.

“Devam eden projeler”: Bursa Finans ve Ticaret Merkezi, Organize Ticaret Bölgesi, Sağlık Serbest Bölgesi, BTSO Üniversitesi, TEKNOSAB, Yeni Nesil OSBler, Uludağ Yaşam Boyu Eğitim Merkezi,  BSO Lojistik Köy.

Planlanan projeler: Yerli yatırım ve Üretim Girdilerini Teşvik Programı, İmalat Sanayiin Dijital dönüşümü (sanayi 4.0), Bursa Uluslararası Fuar Merkezi, Model Fabrika, Kuluçka inovasyon ve girişimcilik merkezi, Teknoloji geliştirme bölgesi.

Yeni projeler içinde en çok dikkat çekeni BTSO Üniversitesi. Burkay, üniversitenin bilimsel araştırma ve teknoloji alanında dünya çapında bir okul olmasını planladıklarını söyledi. Tabi U.Ü ve BTÜ’nin teknolojiyle, araştırma geliştirme ile pek bir işini olmadığı da en azından işadamları için çok açık gibi. Orta öğretimden umudu kesip DOSAB’da BUTGEM ile elini taşın altına koyan işadamları, bu sefer yüksek eğitimde de mevcut üniversitelerden umudu kesif işe koyulacak gibi görünüyor.

BURSA VURGUSU, BURSA’NIN FARKI...

Burkay, bol bol Bursa vurgusu yaptı. Kendi yönetimindeki son 4 yılda kaydedilen başarıları anlattı. Buna göre Türkiye ekonomisi yüzde 3 büyürken, Bursa ekonomisi 7 büyümüş ve son 4 yıldır, ortalamanın üzerinde sonuç alınmış. Ekonomide Bursa’nın payı yüzde 3,9’dan 4,3’e çıkmış. Bursa’nın merjezi bütçeye vergi katkısı iki katına çıkmış, 4,3 milyar liraya ulaşmış. Bursa’da kişi başına gelir 12,7 bin lira olmuş. Son 4 yılda Bursa’da 16 bin 194 yeni şirket açılmış.
Bir başka çarpıcı rakam ise Bursa’nın son 4 yılda 7,1 milyar dolar ile en fazla yabancı sermaye yatırımı yapılan il olması. Ar-Ge’de 71 sayısı ile ikinci sıraya çıkmış Bursa. İhracatta ikinci iliz. En fazla ihracatçı fırması olan (sayı 4 bin 491) üçüncü iliz. İhracatta ilk bin firmadan 61’i Bursa’dan (Bu alanda İzmir ve Gaziantep’in gerisindeyiz).
Evet, itiraf edelim ki, BTSO yönetimi üye firmaların çıkarları adına çok yoğun bir çaba içinde ve bunu da mümkün olduğunca siyasi iktidar ile koordinasyon halinde yürütmeye özen gösteriyor. “Başarı”larda bunun payı büyük. Odanın BUTGEM, MESYEB, BOTEKOM gibi projeleri büyük ölçüde bakanlığın destekleri ile yapıldı. Son yıllarda hükümet, biraz da piyasanın daha fazla krize girmemesi, şirket iflaslarının ertelenebilmesi adına Cumhuriyet tarihinin en bol teşviklerini, muafiyatlerini sağlandı şirketlere...
Ha, bütün bu çabalar, devlet destekleri şirketleri kurtarır mı? Pek öyle görünmüyor. İş dönüp dolaşıp üretilen malı, hizmeti satın alacak vatandaşa, tüketiciye geliyor. Ama şirketlere kıyak için her yola başvuran idare, maalesef işçi, memur, dar gelirli veya küçük esnaf, sanatkar kesimi için körü sağırı oynamaya devam ediyor. Bu açıdan bakınca da bütün bu çabaların uzun vadede Bursa ve Türkiye için parlak bir gelecek vaadetmediğini söyleyebiliriz.

'ANKARA ALIYOR, VERMİYOR' AĞLANMASI

Gazeteciler olarak yıllardır dinlediğimiz bir nakarat vardır: “Bursa Ankara’ya ödediği vergilerin karşılığını alamıyor”.  Yani ödediğimiz vergi, aldığımız hizmetin, yatırımın çok üzerinde!
Bu hesap yapılırken, Bursa’ya yapılacak yol, hastane vs. yatırımlar hesap edilir. Halbuki son yıllarda firmaların pek çoğu bir sürü kamu desteğinden yararlanıyor. İstihdam desteği ile şirketler yeni işe aldıkları işçinin sigorta priminden kurtuluyor, vergi borçları sürekli erteleniyor, yapılandırılıyor, bir kısmından vazgeçiliyor. İğneden ipliğe pek çok konuda firmalar dünya kadar teşvik ve muafiyetten yararlanıyor. Bunların hepsi, ya devletin merkezi bütçesinden ödenen para, ya da merkezi bütçesine tahsilden vazgeçilen paralar.
İster sanayici ister tüccar olsun, firmaların devlet kasasından en fazla desteklendiği dönemleri yaşıyoruz. Üstelik yerli, yabancı bütün firmalar bu destekleri ardına kadar kullanıyor.
Ancak, devletin Bursa’daki sermaye kesimine aktardığı kaynağın miktarı konusunda da elde bir veri, rakam yok. Başkan Burkay, bu konudaki bir sorumuzu yanıtlarken, durumu kabul etti; evet elde veri yok.
Bu yüzden “Ankara hep bizden alıyor, bize vermiyor” yakınması, en azından işveren kesimi açısından, bana pek mantıklı gelmiyor.

TEKNOSAB NEYİ BEKLİYOR?

Burkay başkanlığındaki yönetimin en iddialı projesi TEKNOSAB. 25 milyar dolarlık yatırım çekmesi, 40 milyar dolar ihracat yapması vs. düşünülen bir proje. Ancak ne hikmetse bir türlü somut bir hareket olmadı. Bu yılın Mayıs ayında temeli atılacak denmişti. Hala net bir durum yok.
Aslında Bursa’da kendine bir sanayi bölgesi arayan kaç teknoloji şirketi var? İleri teknoloji sanayi bölgesi dediğinizde burada hangi firmalar yer alacak, ne üretecek? Sahiden teknoloji kriteri konulacak mı? Buranin diğer OSB’lerden ne farkı olacak? Orada arsa fiyatları ne olacak? Kamulaştırma madem tamamlandı niye işe başlanmıyor? Yoksa bazı şirketlerin ucuza arsa kapatıp bunu yüksek fiyattan realize etme çabaları nedeniyle mi işler aksıyor? Diyelim ki, oraya fabrikaları yaptınız, oraya limanı, tren yolunu kim yapacak? Bunun için bir hazırlık var mı? Malum, Lojistik Köy, öyle bizim stabilize yollarıyla bildiğimiz köylere benzemeyecek!
Anlayacağınız, yanıt bekleyen pek çok soru var.  

‘ORTAK AKIL’ İYİ GÜZEL DE...

Burkay’ı dinlerken aklıma Bursa’ya son 7-8 yıldır kaydadeğer hiç bir yeni büyük sanayi kuruluşunun kazandırılmamış olması gerçeği geldi. Yeni yatırımlar büyük ölçüde TOFAŞ, Renault, BOSCH gibi firmaların kapasite artışı yatırımlarından, satın almalardan vs. kaynaklanıyor. Bunlar elbette önemli, ama yeterli değil.
Bu kentin artık aşırı arsa fiyatları vs. nedeniyle yeni sanayi yatırımları için cazip olmaktan çoktan çıktığını tespit edip, daha gerçekçi plan ve hedeflerle geleceğe bakması gerekiyor. Ücretli, düşük ve orta gelirli kesimi soyup soğana çeviren rant, artık sanayileşmenin önündeki en büyük engele dönüştü. Bursa pek çok yatırımı yüksek toprak rantları yüzünden kaybetti.
Ve işte bu yüzden  “Ortak Akıl” denince, BTSO gibi bir kuruma, projelerini bütün toplum damikleriyle birlikte hazırlamanın çok yakışacağını düşünüyorum. Açıklanan projelerde hayaller güzel, ama ülke ve kent gerçekliklerine dayanmayınca pek bir geleceği de olmuyor.
İşleri zor, kolay gelsin diyoruz.