Mutfağına sadece
kurbandan kurbana kızmızı et giren
insanlar kilosu 30 liraya “ithal et”,
“ucuz et” haberleri ile yatıp kalkıyor. Ancak, hem yüksek maliyetler
yüzünden üreticiyi üretimden caydıran, hem de yüksek fiyatlarla vatandaşın et
tüketimini zorlayan bu çarkın tam gaz devam edeceği anlaşılıyor. Zira bu işte bilgisizlik değil, “kasıt” ve “ihanet” konuşuyor gibi...
Kamuyonda “ithal et”in fiyat artışına çare olup
olmayacağı tartışıladursun, Bursa Damızlık Sığır Yetiştiricileri
Birliği Başkanı İsmail Anıl, “Bir üst
akıl tamamen bizim dışımızda kararlar alıyor ve uyguluyor. İfthalatın bir çare
olmayacağı, Türkiye’nin tamamen ithalata bağımlı olacağı, hayvancılığın tamamen
çökeceğini hepsi biliyor. Bunları tasarlayanlar her şeyi bilerek yapıyorlar”
dedi.
BUSİAD’ın Kültürpark’taki merkezinde düzenlenen “Türkiye’de Kırmızı Et Üretimi ve Tüketimi” paneli, pek çok
sektörde olduğu gibi kırmızı et alanındada “üreteni
üretemez, tüketeni tüketemez” hale getiren politikaların masaya yatırıldığı
bir platform oldu. U.Ü Ziraat Fakültesi
Zootekni Bölüm Başkanı Prof. Dr. İbrahim Ak’ın yönettiği panelin açılışında
Gıda Münendisleri Odası Şube Başkanı
Lale Yıldız, BUSİAD Başkan Yardımcısı, SETBİR Başkanı, SÜTAŞ’tan Tarık Tezel konuştu. Konuşmacılar ise Ulusal Kırmızı Et Konseyi Başkanı Ahmet
Hacıince, Bursa Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği Başkanı İsmail Anıl,
Damızlık Koyun Keçi Yetiştiricileri Birliği Başkanı Hali Hasan Yıldırım Oran,
Bursa Kasaplar Odası Başkanı Muhsin Yıldız ile Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü
öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Koyuncu idi.
Yani hem işin
akademisyenleri, üniversitede önde gelen
hocaları, hem ahırlarda hayvan besleyen sektörün temsilcileri hem de kırmızı et
satıcısı kasapların temsilcisi oradaydı.
Tuhaflığa
bakın...
Herkes canlı hayvan ve et ithalatına karşı!
Herkes canlı hayvan ve et ithalatına karşı!
Gıda ve Tarım Bakanı,
televizytonda ithalat için “içime sinmiyor” dememiş miydi?
Sadece hayvan
üreticileri değil et satıcıları da karşı...
Eee peki nasıl
oluyor bu iş!
Kim bu ithal etin sorumlusu?
Kim karar veriyor buna?
Kim bu ithal etin sorumlusu?
Kim karar veriyor buna?
Hatta saman
ithalatının sorumlusu kim?
Uzun yıllar
sektör temsilcisi olan, bu işi Ankara merkezde de yapıp, karar verme
mekanizmalarını yakından tanıma fırsatı bulan İsmail Anıl’ın tespitleri bence
bu açıdan önemliydi.
Anıl’ın sözlerine
bir bakalım...
ÜST KESİM ETİN ETİN EN İYİSİNİ YİYOR
ÜST KESİM ETİN ETİN EN İYİSİNİ YİYOR
“Kırmızı etin geniş tüketici vatandaş kitlesi
tarafından tüketilmesi isteniyor mu, istenmiyor mu? İşçi kesimi, dar gelirli,
ücretli alt düzey memur kesiminin gücü kırmızı eti satın almaya yetiyor mu
yetmiyor mu? Temel sorun budur.
Bugün bu politiyı uygulayanlar, üst düzeyde bizi
yönetenler, karar vericiler, üst kesim çok akıllı insanlar. Onlar etin en iyi
yerlerini biliyor, orasını yiyorlar. Fiyatına da bakmıyorlar. Benim de yiyeceğim
kadar et alacak maddi gücüm var. Ben ve benim üzerimde maddi gücü olanları bu
fiyatlar hiç de zorlamıyor. Ama nüfusun en az yüzde 60’ı, kırmızın etin bizim yediğimiz o
yerlerinin adını bile bilmiyor.
Peki bizim burada konuştuklarımızı sayın bakan bilmiyor
mu? Sayın bakanımız çok iyi bir doktormuş. Tebrik ederim, saygı duyarım, ama
senin tarım bakanlığında ne işin var? Ziraat Fakültesi’nde sıradan bir
öğrenciyi Tarım Bakanı yapsan ve eline bir liste verip bunları yapmasını
istesen, ‘Kusura bakmayın ben Türk hayvancılığına ihanet edemem’ der, biat
ettiği makama beni azledin der.
Bakınız çok açık, böyle giderse, Türkiye çok kısa
zaman sonra tamamen ithalata bağlı hale gelecek. Türkiye tarım ve hayvancılıkta
hala çok büyük bir potansiyele sahiptir. Sorunlar bellidir, neyin nasıl
yapılması gerektiğini de herkes biliyor.
Avrupa’da, dünyada bu işlerin nasıl yapıldığı bellidir. Ama bir üst akıl
maalesef bütün bunları bizim dışımızda düşünüyor, planlıyor ve uyguluyor.”
İHANET...
Paneldeki sunumlarda çarpıcı veriler vardı. Tabi tarım ve hayvancılığın büyük ölçüde kayıt dışı bir alan olması, kayıtların yetersiz tutulması gibi pek çok neden yüzünden rakamların gerçek durumu yansıtmadığı söyleyebilir, ama yine de rakamlar genel olarak hayvancılıktaki kötü gidişi gözler önüne serdi.
İşte bazı
tespitler:
-
Türkiye’de
hayvanların otlayacağı meralar 45 milyon hektardan 14 milyon hektara düştü.
Meralar yapılaşmaya, tarıma, yerleşmeye vs. açılırken, mevcut meralarda
iyileştirme, ıslah yapılmadı. Bu yetmezmiş gibi, bir yandan terör olayları bir yandan artan göç yaylaların, meraların
terkedilmesiyle sonuçlandı, mevcut meralar da boş kaldı.
-
Orman
Bakanlığı’nın uyguladığı keçi yasakları ile kırsal kesim büyük bir potansiyeli
heder etti. Keçilerin ortadan kalkması, ormanlık alanlarda otları yiyecek
hayvanların olmaması, buralarda yazları orman yangınlarını artırdı.
-
Anadolunun
büyük bölümünde en uygun hayvanlar koyun ve keçi. Ancak bir yandan “kırmızı et” olarak sadece sığır etinin
takdim edilmesi, koyunun “yağlı”
olduğu haberleri ve “kolestrol korkusu”
insanları koyun etinden soğuttu. Kurban bayramı dışında koyun eti tüketimi
hızla azaldı.
-
Devletin
hayvancılık desteği hakiki üreticiye gitmiyor. Destek daha çok bina yapımı
yoluyla inşaatçılara, ithal hayvan veya tarımsal makine, traktör, teçhizat
satıcılarına yarıyor.
-
Markette
3,5-5 liradan satılan bir litre süt çiftçiden 1,3 liraya alınıyor. Mazot, yem, ot vs.
fiyatları düşünüldüğünde bu artış artık üreticiyi kurtarmıyor ve dişi
hayvanların ciddi bir bölümü besiye verilip etlik yapılıyor, kesiliyor. Örneğin
Bursa Yıldırım’daki kurbanlık kesim yerinde geçtiğimiz kurban bayramında kesilen
9 bin büyükbaş hayvandan 7 bini
dişiymiş.
-
Hayvancılık
tesisleri artık büyük ölçüde Afganistan, Suriye, Irak gibi ülkelerden gelen
işçilerin çalıştığı bir sektör olmuş. İşletme
sahibi patronlar “Bizim Türkler
çalışmıyor, 3 bin liraya çoban bulamıyoruz” deseler de yabancıların düşük
ücret ve sigorta güvencesiz çalışmalarının çekici olduğu anlaşılıyor.
-
“Ucuz et”in yolu, hayvan üretiminin artması, bu işin maliyetinin ucuzlamasından geçiyor. Bizde pahalılığın en önemli nedeni, işletmelerin otu, yemi parayla satın almaları. Halbuki Avrupa, Avustralya, ABD, Rusya gibi ülkeler hem meraları islah edip verimli kullanmaları hem de yem bitkisi üretiminin yaygınlığı nedeniyle hayvan beslemede sıkıntı yaşamıyor. Bakın, ithalat diye, ucuz diye Avrupa’dan gelen hayvanlar besi ahırında günlük fabrika yemi ile beslenen hayvanlar değil. Mera hayvanı bunlar!
“Ucuz et”in yolu, hayvan üretiminin artması, bu işin maliyetinin ucuzlamasından geçiyor. Bizde pahalılığın en önemli nedeni, işletmelerin otu, yemi parayla satın almaları. Halbuki Avrupa, Avustralya, ABD, Rusya gibi ülkeler hem meraları islah edip verimli kullanmaları hem de yem bitkisi üretiminin yaygınlığı nedeniyle hayvan beslemede sıkıntı yaşamıyor. Bakın, ithalat diye, ucuz diye Avrupa’dan gelen hayvanlar besi ahırında günlük fabrika yemi ile beslenen hayvanlar değil. Mera hayvanı bunlar!
-
Avrupa’da
etin Türkiye’den ucuz olmasının altında devletlerin uzun vadeli tarımsal
politikaları var. İşletme büyüklükleri araziye göre planlanmış. Arazi kaç
hayvanı besleyebiliyorsa, o kadar hayvan yetiştiriliyor. Ayrıca devlet stratejik
bir sektör olarak tarımı destekliyor. AB bütçesinin yarıdan fazlası tarıma
gidiyor. Adam ahırda ineği danaladığında
dana parası alıyor devleten. Bizde destekler çok cılız. Örneğin üreticiler
buzağı başına bin 500 lira destek istiyor.
-
Tarımdaki
başarının ardında üretici birlikleri var. Ama maalesef Türkye’de çiftçi tamamen
örgütsüz, dayanışma yok, ne alırken, ne satarken fiyatları kontrol etme
gücünden yoksun. Oysa karşısındaki
celep-kasap-market kesimi gayet organize. Çiftçi tamamen büyük
tüccarların insafına terkedilmiş durumda. Üretici ile tüketici arasındaki
katmanlar aşırı şişkin, kazancın büyük bölümüne bunlar el koyuyor. Aracıların şişkinliği, üreteni üretemez, tüketeni tüketemez hale getiren bu çarkın ana dişlisi durumunda.
PAHALI ET YERLİ ÜRETİCİYİ DESTEKLEMİYOR!
Bizim mahallede
kasap camekana bir yazı asmış: “1 kilo
Sırbistan eti yiyeceğine yarım kilo yerli et ye, üreticini koru!... “
Şu işe bakın...
Sanki pahalı et yersek, çiftçimiz, üreticimiz korunacak!
Sanki pahalı et yersek, çiftçimiz, üreticimiz korunacak!
Yav
kardeşim, hayvanı besleyip yetiştiren, kahrını çeken, yemini verip bokunu temizleyen vatandaş eti mezbahada kesilmiş, tertemiz karkas olarak 20-25 liraya ancak satabiliyor. Ama kasap, market bize o eti 45-50 liradan aşağı vermiyor. Kasap, market 20-25 liradan aldığı eti 30 lira gibi
fiyatlara satsa ne kaybeder? Demek ki bizim ete ödediğimiz para sanıldığı gibi “yerli üreticiye” de gitmiyor.
Hep
aracıları zengin ediyoruz. Yani bu haliyle etin kilosuna 100 lira da versek
bizim hayvancılığın kurtulma şansı yok. Sadece soyulduğumuzla kalacağız.
Hani işin kısası
şu ki... Dünyada kırmızı et işi domuzla hallolmuş. Yediğini en çok ete çeviren
hayvan galiba domuz. İnsanlığın ana kırmızı et kaynağı domuz olmuş.
Bizde, Coğrafi açıdan da buna alternatif olacak hayvanlar sadece koyun ve keçi. Ama en büyük darbeyi bu iki cinse vurmuşuz!
Bizde, Coğrafi açıdan da buna alternatif olacak hayvanlar sadece koyun ve keçi. Ama en büyük darbeyi bu iki cinse vurmuşuz!
Belki de kim
bilir hayvancılığı, tarımı bitirmeyi hedefleyen bu “ihanet” en baştan planlamış; önce ormanları koruyoruz maskesi altında keçi yasağı konulmuş, ardından
koyunların otlayacağı mera ve yaylalar tahrip edilmiş! (Sahi ormanları keçilerden koruyanlar, tam gaz giden orman talanına niye sessizler?)
Ve de şimdi bu “üsk akıl”, önümüze öyle seçenekler koymuş ki, acaba et
mi ithal etsek, ot mu ithal etsek diye kafa yorar olmuşuz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder