15 Şubat 2017 Çarşamba

TOFAŞ tam gaz...

Bursa'da sanayileşmenin en önemli yapı taşlarından birisi olan TOFAŞ, 'Egea' ile geçtiğimiz yıl yakaladığı ivmeyi bu yıl da sürdürüyor. TOFAŞ'ın CEO'su Cengiz Eroldu, fabrikanın tam kapasite çalıştığını ve önümüzdeki 2-3 yıl bu tempoyla üretime devam edeceklerini bildirdi.
Yeni 'Gövde hattı' ile bu yıl çalışan sayısı 10 bine ulaşıyor. Yüzlerce robot, tek hatta 5 model ile Endüstri 4.0'ı büyük ölçüde uygulayan TOFAŞ, 3 vardiya çalışıyor. TOFAŞ Fiat-Chrysler Grubu'nun 5 'Altın Fabrika'sından birisi.



Bursa ekonomisinin lokomotifi olan otomotivin en büyük üreticisilerinden TOFAŞ geçtiğimiz hafta kapılarını gazetecilere açtı. Motor ve şansuman dışında büyük ölçüde yerli parçalarla üretim yapan TOFAŞ'taki teknolojik değişim göze çarpıyor. “Gövde” bölümünde fabrikaya düz kesilmiş gelen saclar bin 500 tona varan ağılıktaki preslerde robotların kontrolünde basılırken, burada araçların tek parçada 4,5 metreye varan ana gövdeleri, yan duvar ve tavanları dahil, farklı bölümleri hazırlanıp monte ediliyor. TOFAŞ burada kullanılan ve her biri milyonlarca Euro tutan kalıpları ve presleri de kendisi oluşturuyor.
Dikkat çeken şeyleden birisi de üretimin her aşamasında yaygın robot kullanımı. Robotların kimisi sacları alıp preslere yerleştirirken, kimisi kaynak yapıyor, punta atıyor... 700 civarında robotun faaliyet göstermesi ilginç görüntüler oluştururken, verimlilik ince ayrıntılara uzanıyor. Örneğin, montaj hattında her araç için 4 civata takacak olan işçi elini attığında civata kutusundan işçinin eline sadece 4 adet civata düşüyor. Robotlarla yapılan işlerde, örneğin bir kaynağın doğru yapılıp yapılmadığı, macunun doğru yerleşip yerleşmediği anında kontrol ediliyor ve bir hata olduğunda üretim duruyor.
İşçiler, adeta işi yapan robotlu otomasyona malzeme taşıyan veya üretimi istif edenler haline gelmiş. İşçi sayısı artıyor, ama bu üretimdeki artışın çok gerisinde. Örneğin son 5 yılda birim üretimde işçi sayısı yüzde 40 azaltılmış. İşçilerin çoğu montaj bölümünde çalışıyor ve son bir yılda alınan 3 bin kişiden 500'ünün kadın olması gözden kaçmıyor.
Üretimin yarısında otomobil, yarısında farklı modellerde hafif ticari araçlar bulunurken,
TOFAŞ'ın son yıllardaki en önemli atılımı, Türkiye'nin en büyük Ar-Ge merkezlerinden birisini kurması ve Egea'yı adeta yaratması oldu. TOFAŞ CEO'su Cengiz Eroldu, Ar-Ge'den başlayarak TOFAŞ'ın geldiği yeri, üretimi, ihracatı, teknolojiyi ve önümüzdeki 2-3 yıldaki üretim planlarını anlattı. İşte Eroldu'nun değerlendirmeleri:


'YÜZLERCE KİŞİLİK AR-GE MERKEZİ'

"TOFAŞ'ın Ar-Ge yolculuğu aslında çok eskilere uzanıyor. 1994-95'de burada işler bir barakada başladı yani. 10 kişiydik. Şimdi 600 kişi var. Bir yerden sonra FIAT da buradaki araştırmaları, desteklemeye başladı. Ar-Ge yatırımlarının hızlanmasını, yetkinliklerin artırılmasını sağladı. Bunu kabullenmeleri aslında hayli zaman aldı, ama şimdi de gayet iyi destekliyorlar. O açıdan çok entegre olduk. Yani bir joint-venture şirketinin Ar-Ge'si gibi değiliz. Tam anlamı ile Fiat-Chrysler'in Ar-Ge planlamasının içinde yönetilen bir Ar-Ge'miz var. Bizim artık otomotivde öğreneceğimiz fazla bir şey kalmadı. 46 sene, TOFAŞ'ın bantlarından ilk arabanın çıkmasından bugüne geçen süre... Egea'nın yüzde 70'ini biz yaptık. Diyeceksiniz niye yüz 100 değil de yüzde 70? Türkiye'de hala maalesef bazı test imkanları yok. Örneğin Türkiye'de bir rüzgar tüneli yok.

'YENİŞEHİR'DEKİ OTO TEST MERKEZİ'

Yenişehir'de planlanan Ototest Merkekzi'nde, fren sistemleriyle başlanacak. Şimdilik rüzgar tüneli orada da yok. Sonuçta araç imal ederken, aracı kış şartlarında da denemeniz lazım. Mesela İsveç'in kuzeyinde bir göl var. Bütün otomobil markaları orada kış şartları testini yaptırırlar. Egea'nın testlerini orada yaptık. Brezilya'da, Meksika'da test yaptık. Yani dünyanın bir çok yerine araç gönderiyorsunuz, testler yapıyorsunuz. Bunlar çok önemli. Bir de tabi Ar-Ge işinde yüzde 100'ü yakalamanız diye birşey de yok. Bir otomobili geliştirmeniz için sizin aslında belki bin kişinin üzerinde adam lazım. Ama sürekli bin kişiyi istihdam etmezsiniz de, güçlü bir kadronuz olması lazım, bazı şeyleri de dışarıdan temin etmeniz lazım. Optimum bir nokta yakalamanız lazım Mesela çok önem verdiğimiz bir konu da Türkiye'deki mühendislik şirketlerini geliştirmek.. Yalnız bize değil, Türkiye'deki bütün sanayiye hizmet eden bir mühendislik ağı olması lazım. Ana sanayi firmalarının herşeyi, yüzde 100 yapmaları sözkonusu değil. Yani bu mühendislik firmaları bizim işimiz olduğu zaman bize, olmadığı zaman Arçelik'e, Türk Traktör'e, Renault'ya, Ford'a... Parçaları tamamlayacak bir mühendislik ağının Türkiye'de gelişmesi çok önemli.
Yenişehir'de yapılacaklar temel olarak belli. OSD'den de soruldu, görüşler verdik. Sadece para aktarma konuları var galiba. Zor bir karar, doğru bir yatırım olması lazım. Rüzgar tüneli çok ayrı bir yatırım. Yüzlerce dönüm araziye gerek yok. Sonuçta kapalı kutu ve içinde büyük bir pervane, hava alımı... O da eklenebilir.

'TOFAŞ DIŞARIDA ÖRNEK'

Kasım 2015'de 'benchmark' olsun diye eğitim merkezine gittik. Eğitim merkezinde gençler, modül modül anlatıyorlar. Çoğu yerde baktık ki, TOFAŞ'ı örnek veriyorlar, TOFAŞ örneğini anlatıyorlar. 'Best', en iyisi olarak. Bunlar hakikaten çok değerli şeyler. Aslında eğitim merkezini nasıl kurmuşlar, farklı bir vizyon, bakış açısı var mı diye bakmaya gitmiştik, ama uygulama örneklerinde TOFAŞ vardı. Amerika otomotivin merkezidir. Gençlik yıllarımızda Amerikan arabası kullanmak herkesin rüyalarını süslerdi. Hepimiz öyle büyüdük. Böyle bir yerde 'benchmark' olmak, örnek olmak çok değerli. Çok arkadaşımız da var bizim Amerika'da. Çin'de, Hindistan'da. Ben TOFAŞ'ta 1990'lı yıllarda başladım çalışmaya, o zaman bizde bir sürü İtalyan mühendis vardı. CEO'lar da İtalyan'dı. Ama şimdi bakıyorsunuz fabrikada sadece 2-3 İtalyan var. Şimdi tersine, biz mühendis gönderiyoruz, bütün dünyadaki Fiat-Chrysler fabrikalarına. Dönüp bakınca, elde ettiğimiz bu sonuçlar çok değerli oldu.

'EGEA İTİBAR GETİRDİ'

Egea, işin akışını çok değiştirdi. Parayı her zaman kazanabilirsiniz, ama asıl olan itibar kazanmak. Egea bize; hem TOFAŞ'a, hem de Türk otomotiv sektörüne çok ciddi bir itibar kazandırdı. Bu otomobilin Ar-Ge saatlerinin sonuçta yüzde 70'i Türkiye'de yapıldı. O açıdan da bir ilk. Bu kadar yoğun Ar-Ge ve Ar-Ge yönetiminin de bizde olduğu bir proje oldu. Bu kadar başarı kazanması da TOFAŞ'ın hem üretim hem de ürün geliştirme bakımından itibarını çok artırdı. Bir yandan Egea'nın bereketi ile para da kazanıyoruz, ama para dışında, itibar kazanınca çok daha değerli bir şey oldu.

'ÜRETİMDE LİDER'

Biz geçen sene hem üretimde birinci olduk, hem de Türk otomotiv sanayiinde bugüne kadar yapılmamış rakamları yaptık. Bundan sonra bu rekorları kim kırar, bir biz kırarız, başka kıran olur mu bilmiyorum. Bugüne kadar rekor 330 bindi, biz 384 bin yaptık. Türkiye'deki en fazla üretim rakamını 54 bin adet yukarı çıkardık. Önümüzdeki yıl hedefimiz de daha yukarı çıkarmak. Hayatta hiç birşey tesadüf değil. Ar-Ge'den bahsettim. 1994'te başlayan çok önemli bir Ar-Ge yolculuğumuz var. Çok önemli. 20 seneden fazla, üzerine koya koya, yatırım yapmaya devam ediyoruz. Israrlı şekilde yatırıma devam ettik. Keza üretim tarafında, Fiat-Chrysler'in 'Dünya Çapında Üretim' diye bir programı var. Biz orada Altın Fabrika'yız. Fiat-Chrysler Grubunun 164 fabrikası içinde 5 Altı Fabrika var. 2016 yılında Fiat-Chrysler Grubunun en yüksek üretim yapan fabrikası olduk. Aynı zamanda da bu 5 Altın Fabrika'dan birisiyiz. Bir tarafta Ar-Ge, bir tarafta da ürün geliştirmeye çok yatırım yaptık.

'ENDÜSTRİ 4.0'I GÖRÜYORSUNUZ...'

Bu hazırlıklar taşıdı bizi buraya. Mesela şimdi Endüstri 4.0 diye Bir şey konuşuluyor. Herkesin ağzında bu var. Aşırı bir yüzeysellik sıkıntımız var. Birisi bir laf ediyor, arkasından toplantılar, seminerler... Şimdi siz gördünüz TOFAŞ'ta bu Endüstri 4.0'ı. Bir montaj hattında 5 ayrı model arabanın birden yapılabilmesi... O bandın kenarında malzeme yığını yok, görüyorsunuz. O dolaşan araçlar, arka planda bütün o dolaşan malzemelerin hazırlanması, tamamen bir biriyle 'wireless' konuşan sistemler... Biz Endüstri 4.0'a çok önceden başladık. Biz bu yatırımları yapmasaydık, bu kadar iddialı ve büyük projeleri zaten buraya alamazdık. Bizim bütün hikayemiz, onu planlı bir şekilde yapmak, sürekli kendimizi geliştirmek. Bu şirketin başarı hikayesinin altında bu var. Uzun yıllardan beri planlı, sabırlı bir şekilde kendini geliştirmesi, yaptığımız ürünlerin Egea öncesinde Doblo'nun, Fiorino'nun kalite seviyeleri, Doblo'nun Amerika'ya ihraç edilmesi...

AMERİKAN PAZARI

Amerikan pazarı, birşey bilmiyorsun, okuyoruz hepimiz... İşte 'şöyle oldu, bu kadar araba geri çağrıldı, şu kadar para' vs. büyük endişeyle girdik. Ama, dedik ki, 'bunu aşarsak bu da bir itibar.' Doblo Amerika'nın başarılması bizim için büyük bir itibar oldu. Gerçekleştirdiğimiz projeler getirdi bunu. İş hayatında bir 'işleri doğru yapmak', bir de 'doğru işi yapmak' vardır. Hangisi değerli? Geldiğimiz noktada 'doğru işi yapmak' değerli. İşleri doğru yapmakta siz bir seviyede kalırsınız ama, doğru işleri bulur, yaparsanız, o size sıçramalı başarılar getirir. O açıdan da Egea çok doğru bir iş oldu. Doğru zamanda yaptık. Kendi tarafımızda otomobil ile hafif ticari işimizi dengelemiş olduk. Bugün artık TOFAŞ'ın üretimi yüzde 50 otomobil, yüzde 50 hafif ticari araç. Belki otomobil biraz daha ağır basacak belki. Bu iç piyasa satışlarımızı da çok olumlu etkiledi. Geçmiş yıllarda hafif ticari üretim ağırlığımız vardı. 2016'da yüzde 50-50 ağırlığımız vardı. Zaten bizden başka hem hafif ticari araç hem de otomobil üreten bir fabrika yok. O açıdan da dengeli bir hale geldik. Amerika Meksika pazarlarına girdik. Buralarda hem potansiyel var, hem de bir risk yönetimi konusu var. Avrupa'da bir kriz olduğu zaman, tamamıyla Avrupa'ya bağlı olursanız bir sıkıntı yaşıyorsunuz, ama sattığınız pazarları ne kadar dağıtabilirseniz o kadar iyi. Bugün 80 ülkeye ihracat yapan bir şirketiz. Bir taraftan Meksika ve Amerika gibi oldukça uzak pazarlara da mal satmaya başlayıp hem yaptığımız işi, üretimimizi, daha dengeli yapmaya çalışıyoruz.

3 MİLYAR LİRA YATIRIM

Son 10 yıllık sürece bakarsak, Türk otomotiv sanayi 6 milyar lira yatırım yaptı. Bunun 3 milyar lirasını TOFAŞ yaptı. 10 yıllık bir sürece bakarsak. ..

DÖVİZ BORCU

Borç olmaz olur mu? Şirketin 900 milyon Euro'ya yakın borcu var. Ama tamamen uzun vadeli yatırım kredileri. Bizim borçlanma faiz oranlarımız yüzde 2 ve altında. Çok rekabetçi bir borçlanma yeteneğimiz var sonuçta. Sene sonu bilançomuza bakarsanız da 2,2 miyar lira nakitimiz var. Yani 600 milyon Euro nakit, 900 milyon Euro borç var. Dış borcun tamamı 5-6 sene vadeli. Nakit, nakittir, dolayısyla çok sağlam bir durumdayız. Borçlanma yeteneğimiz, kapasitemiz yüksek. Hem ithalatçı, hem ihracatçıyız. Unutmayalım TOFAŞ'ın sattığı ürünlerin yüzde 90'ı Bursa'da yapılan araçlar. İthal araçlar bizim işimizin yalnızca 10'unu oluşturuyor.

1 MİLYAR DOLAR İHRACAT FAZLASI

TOFAŞ 2016'da 1 milyar dolar ihracat, dış ticaret, fazlası verdi.
OSD'nin rakamlarına göre Eylül'de bütün otomotiv sanayiin ihracat fazlası 1,4 milyar dolardı. Demek ki, sene sonunda toplam rakam 2 milyar dolar olduysa, bunun 1 milyar dolarını biz yapıyoruz. Neden çünkü iç piyasada sonuçta biz Bursa'da ürettiğimiz araçları satıyoruz. Özellikle Egea'nın ihracat payı kendi içinde artıyor. Biz şimdi yüzde 75/25 gibi bir oranla çalışıyoruz. Yani işimizin yüzde 75'i yurt dışı pazarlar, yüzde 25'i Türkiye pazarı.

FİYATLAR YÜZDE 10 ARTTI

Türkiye pazarında Ocak ayında yüzde 8 büyüme var, ama bu büyüme çok gerçekçi değil. Çünkü Ocak 2017'de satılan araçların tamamı 2016 model. Aralık ayı zayıf geçtiği için bütün markalar seneye stokla girdiler. Eski stokların etkisi ile satışlar devam ediyor. Ocak sonu itibariyle 2017 fiyatlarında yüzde 10 artış var. Fiyat, artı kampanya.. Aralık ile mukayese ettiğimiz zaman kampanyalar azaldı, fiyatlar arttı. Yüzde 10'a yakın bir fiyat artışı var. Kurlar nereye gidecek hep birlikte göreceğiz. Euro 4 liranın üstünü denedikten sonra 3,96 seviyelerinde. Bana göre 3,90'larda bir dengede durur.

PARİTE ETKİSİ

Bizde dolar/euro parite sorunu yok. Bizim alışverişimiz Euro ile. Risk yönetimini çok önemsiyoruz. Parite riski almıyoruz. Kur riski taşımamaya çalışıyoruz. Endüstriyel bir şirketiz sonuçta. Kur tahmini üzerinden para kazanalım, gibi bir düşüncemiz olamaz. Gerçek anlamda üretimle para kazanan bir şirketiz. Pazar çeşitlememiz bile risk yönetimi ile ilgili şeyler. İhracatın euro bögesine oranı ne yüzde 70 civarında. Mesela Amerika'ya sattığımız bir aracı da biz Euro ile satıyoruz.

YÜZDE 10 DARALMA

Otomobil pazarında Ocak ayında yüzde 10 artış var. Ama yılın toplamında beklentimiz satışların yüzde10 aşağı gitmesi.

ÖTV, KDV İNDİRİM BEKLENTİSİ YOK
Bizim ÖTV ve KDV oranlarını düşürmek için bir lobi çalışmamız yok. Hükümeti de anlıyoruz, ciddi bir vergi kaynağı. Tamamen kayıt altında olan bir sektör. ÖTV'siyle, MTV'siyle ciddi vergi kapısı. Bizden çok Türk maliyesinin bilançosu önemli... Onlar o açıdan bu konuyu daha iyi değerlendirir. Türkiye'nin bütçesinin doğru olması, açık vermemesi daha önemli. Maliye Bakanımız da piyasaları yakından takip ediyor. Ben açıkçası araçlarda ÖTV indirmini beklemiyorum.

'AL YA DA ÖDE' ARAÇLAR...


TOFAŞ'ın karı 2015'de 573 milyon liradan, 816 milyon liraya çıktı. 2016'da da 970 milyon lira kâr ettik. Ciro artışımız yüzde 60, kar artışımız yüzde 16 oldu. 2015-16 arasındaki kâr farkı şundan kaynaklanıyor: 2007'de başladığımız 'Mini kargo- Fuerino' projesi var. TOFAŞ ile Peugeot Citroen üçlüsü (PSA) oldu Türkiye'de. Orijinal anlaşma 2015 yılında sona erdi. Biz onlarla iki senelik bir uzatma yaptık. PSA'nın eski rakamları çok büyükken, şimdi daha küçük ve yıllık adetlerle anlaşma yaptık. Aslında bir yerde Fuorino'nun ihracatı, PSA bacağı çıktı, devam kararı aldık. PSA tüm proje boyunca bizimle devam etmeyeceğini açıkladı. O PSA hedeflerinden gelen farklar oldu. Bir de bizim 'Al veya öde' anlaşmalarımız vardı. Bu ne demek? İhracat anlaşmalarında müşterilerin yıllık ürün taahhütleri var. Eğer bu taahhüt ettikleri miktarlarda araç almazlarsa, biz almadıkları araçların. Sabit giderlerini, amortismanlarını, satmadığımız araçların kârını da onlarda alıyorduk. Bir iş garantimiz vardı. PSA'nın bu iş garantili işi sona erdi. Bizim 2015'de başlayıp 2016'da devam ettirdiğimiz Egea Tipo projesi aslında PSA'nın çıkışını da bir miktar kompanse etmiş oldu. Bir oyuncu çıktı, bir başkası girdi.

BU YIL 400-500 YENİ İŞÇİ...

2003'de 4 bin 149 kişi olan çalışan sayısı 9 bin 600 kişiye yükseldi. Bu yıl 10 bin sınırını geçeriz inşallah. Biz Egea hattından sonra ikinci bir 'gövde hattı' ihşa ettik. Ar-Ge'nin arkasında yeni bir gövde hattımız var. Büyük gövde hattı yetmediği için ikinci bir hat daha kurduk. Şimdi oraya yönelik de 400-500 kişilik istihdamımız olacak. Tabi bunları yan sanayiyi de etkiliyor. Tam bir ölçüm yok ama, istihdamına katkıda bulunduğumuz kişi sayısı yan sanayide bunun 6 katıdır sanıyorum. Yani yaklaşık 60 bin kişidir. Bu artış yeni projelerle doğru orantılı. Tabi bu kadar yeni arkadaşla bu yadar üretim artışı sağlamak üretim açısından aslında çok iddialı bir hedef. Çok da zorlandık. Diğer taraftan da tek bir şirkette bu kadar yüksek sayıda istihdam artışı sanıyorum, yakın zamanda olmamıştır. Sonuçta son bir yılda 3 bin yeni kişi eklendi.

YER KALMADI!

46 yıl önce 20 bin araçla başladık. Kapasitemizi 450 bine çıkardık. 450 bine kadar üretim imkanımız var. Ama zorluyor tabi. Fabrikayı bugün kursanız böyle kurmazsınız. Doğal olarak parça parça büyüdüğümüz için... Fabrika binalarının yerleştirilmesinde örnek değiliz. Şimdi fabrikalar tek parça akış sistemine göre kuruluyor. En başta pres, gövde, boya, montaj...
Ama bizde sağdan soldan parçalar, gövdeler geliyor, gidiyor. Aslında öyle bir verimsizliğimiz var. ama gittiği yere kadar gideceğiz. Başka yerimiz yok. Maksimum bu. 2016'da maksimum üretim yapmaya çalıştık. Bizim 2016'daki satış adetlerimizi ne kadar üretebileceklerimiz belirleyecek dedik. 2016'da Avrupa'dan gelen talebi tam karşılayamadık. Bu yıl da bu fabrikada maksimum üretim yapmaya çalışacağız. Önümüzdeki dönemde 430 binli rakamlara çıkmak istiyoruz. Tam kapasiteye yaklaşmak istiyoruz.

FIAT CHRYSLER ORTAKLIĞI

Chrysler ile ortaklıktan biz faydalandık. Chrysler'in daha önce Mercedes ile bir işgirliği vardı. O yürümedi. Sonra Amerika'da 'Chapter 11' denen iflas masasına gitti. Daha sonra da Fiat tarafından satın alındı. Eski tecrübeye göre, çok daha iyi olduğunu söyleyebilirim. İtalyan-Amerikan uyumu, Alman-Amerikan uyumuna göre çok daha iyi oldu. Sonuçlarını da görüyoruz. Zaten 2016 yılını da grup 4,7 milyon otomobil ile kapattı, 2,5 milyar Euro kâr elde ettiler. Geçen seneki grubun kârı 1,7 milyar Euro idi. Bu birleşmenin yararlarını rakamlarla da görüyoruz. Fiyat Chrysler satışları geçen seneye göre yüzde 11 arttı. Bunda en çok da bizim Egea ve Tipo etkili oldu. 2016 yılında yaklaşık 100 bin Tipo satıldı Avrupa'da. Bu tabi Fiat-Chrysler'in Avrupa'daki satışlarını da olumlu etkiledi.
Bizim Kanada ve Amerika ile yaptığımız iş doblo ihracaatı. O da yıllık 20-25 bin adetlik iş. Amerikan pazarını düşündüğünüz zaman bu çok küçük, niş bir iş. Kimseyi rahatsız edecek, argüman olacak birşey değil. Sonuçta global olmayan bir otomobil üreticisinin mevcut olması diye Bir şey sözkonusu değil. Fiat-Chrysler de diğer markalar gibi Çin'de, Hindistan'da Brezilya'da, Meksika'da, dünyanın pek çok yerinde 164 tane üretim tesisi var sonuçta. Bunların hepsi Amerika'da olacak diye birşey olamaz. Bunu Trump da yapamaz. Sonuçta otomobil fabarikaları birer global oyuncu ve biz de onun içindeyiz. Global ağın içinde biz yine rolümüzü oynamaya devam edeceğiz. Bir politika var bir de ekonomi var. Politikadan anlamam. Otomotivde İtalyan, Fransız ve Alman üreticiler var. AB'de aynı maliyet tabanında çalışıyorsunuz. İtalyan ve Fransız üreticilerin AB dışına çıkma zorunlulukları var. Fransızlar Fransa dışında üretim yapmazlarsa, Almanlara karşı rekabet gücünü kaybederler. Böyle bir ekonomik gerçek var. Yani bütün Avrupalılar sadece Avrupa,'da üretim yapacağız derse, günün sonunda yalnızca Almanlar kalır. Fransızlara bakın. Fransız otomobillerinin yüzde kaçı Fransa'da üretiliyor? Ekonomik realite anlamında böyle bir davranışta bulunmaları lazım.
Bir Alman firma ile bir Fransız firması aynı malzemeyi kullanıyor. Ama marka değerleriniz farklı. Dolayısıyla da birisi daha yukarından fiyatlayabiliyor, birisi bunu yapamıyor. Ben bu mevcut reel düzende bir sorun görmüyorum. Ama politika ayrı bir mesele.

'5 ALTIN FABRİKADAN BİRİSİ'

Fiat Chrysler grubunun toplam üretimi 4,7 milyon adet. Biz de 384 bin ürettik. Yani yüzde 8 gibi.
Yüzde 8 dediğiniz zaman sonuçta Fiat-chrysler'i,n 12'de birisiniz. Bu da çok ciddi, büyük bir rakam. Buna jeep, alfa romeo, maseratti bütün markaları dahil.

'LİNEA'DA KARAR MÜŞTERİNİN'

Linea'da üretim azalıyor ama gittiği yere kadar götüreceğiz. Tabi Linea üretimine ne zaman son vereceğimizi müşteri karar verecek. Hala belli bir müşteri talebi var. O yüzden de şu anda devam ediyoruz. Müşteri vazgeçince biz de üretimden vazgeçeceğiz.

'YENİ MODEL YOK, TAM KAPASİDE İŞ...'

Şu anda, önümüzdeki 2-3 yıla baktığım zaman mevcut modeller, bütün aile olarak Egea ailesi, artı Doblo.. Opel'e de biz satıyoruz. Opel Amerika, İtalya, Fiorino'da da Türkiye ve İtalya için devam ediyoruz. Dolayısıyla bütün modelleri topladığımız zaman, önümüzdeki 2-3 senede bir kapasite açığımız olmayacak. Allah nazardan saklasın. Sorunuz 'TOFAŞ'ta yeni bir proje olabilir mi' ise, şu anda bizim fabrikada yerimiz yok. Egea da tabi bir süre sonra model yaşlanması olacak. Ama şimdi değil.

'TERMİK SANTRAL DEĞER KATMAZ'

Bursa adına, şehre bu kadar yakın bir termik santral olması bence iyi değil. Şehre bir değer katmaz. Bursa'nın şehir olarak değerinin artması lazım. Ama endüstriyel açıdan bakınca, gerekli önlemler alındıktan sonra, filtreleme teknolojileri çok iyileşti. Bu teknoloji ile santralın çevreye zarar vereceğini düşünmüyorum. Yönetilebilir boyutta. Ama bu kadar yakın olma ve şehir estetği açısından bir değer katmaz.

YALOVA YOLU ESTETİK OLMALI

Şehrin bu tarafı estetik olarak düzelmesi lazım. Fabrikadan şehre doğru gittiğiniz zaman binaların yarısı terkedilmiş. Çöküntü gibi. Bursa'nın ana girişi burası. En önemli şeylerden birisi şehrin ana girişindeki estetik sorunu. Hiç sağlıklı değil. Çok fazla terkedilmiş bina var. FSM gibi oluşumlarla şehir şimdi başka yere gitti. Alışveriş de buralarda düştü. Raylı sistem olumlu bir etki yapar mı bilmiyorum. Bu caddeki alışveriş merkezlerinde pek bir hareketlilik yok.

ELEKTRİKLİ, HİBRİT...

Otonom araçları şu anda test aşamasında. Fiat-chrysler de çalışyor. Sensör teknolojisi çok hızlı gidiyor. Şimdi altyapıdan birşey almadan o sensörler o rengi, yoldaki herkesi algılayabiliyorlar. Hızlı bir gelişim var. Ama ne zaman oyuna girer, araç olur, tahmin etmek zor. Fiat-Chrysler grubu larak Google ile yapılan çalışmalar var. Sonuçta biz de içindeyiz.
Elektrikli araçlarda farklı araçlar. Hibritler var. Benim görüşüm ileride tam elektrikli araçlar öne çıkacak. Hibritler bir ara çözüm gibi duruyor. Ama elektrikli araçlara da henüz tam olgunlaşmış bir pazar değil. Ürünler de daha tam olgunlaşmadı. Hala menzil konusunda sıkıntı var. Tabi önde giden firmalar var. Bizim de fabrikada yaptığımız prototip elektrikli araçlar var. Yetkinliklerimizi geliştiriyoruz. Çünkü bunlar hayatımızda yer alacaklar. Burada üç asıl konu var. Batarya, motor ve kontrol ünitesi. Bunlar belli bir olgunluğa ulaşınca drumu göreceğiz. Şu anda menzil sorunu var, bir de maliyet sorunu var. Maliyetlerin hızla aşağı gideceğini düşünüyorum. Özellikle batarya tarafında. Şu anda batarya hem ciddi bir para hem de geniş yer tutuyor araçlarda. 5-10 yıl içinde hızı bir şekilde hayatımıza girecektir. Otonom, kendi kendine giden araçlar için belirsizlikler şimdilik çok fazla. Ama dünyada herşey çok hızlı değişiyor. Dünyada 10-15 senede kaybolacak meslekler, işler, ürünler, bunları daha hızlı yaşayacağız.

'BABAYİĞİT' TARTIŞMASI

Otomobilde seri üretim zor bir iş. Prototip araç yaparsınız. Biz seninle paramız da varsa, karar verir yaparız. Sonuçta farklı uzmanları bir araya getiririz, bir tane yaparız. 10 lira ya da 100 lira olur ama, sonuçta ortaya çıkar. Ama seri üretimde, şimdi biz 46. yıldayız. Seri üretimde mesela bir koltuk kumaşıyla ilgili bir derdiniz var. Diyorsun ki, benim koltuk kumaşımda şu malzemelerinde olması lazım. Bir koltuk kumaşında yüzlerce test yapıyorsunuz. Seri üretim, bilgi birikimi çok önemli. Bu birikimi küçümsememek lazım. Otomobil yapmada sıkıntı yok. TOFAŞ olarak da zaten yapıyoruz, sıkıntı değil. Burada nasıl yapıldığın gördünüz. Seri üretimde de sıkıntı yok. En büyük bilgi birikimi de seri üretimde. Olay burada markalaştırmak. Marka konusu. Bir markayı dünya piyasalarına sokabilir misiniz? Tabi marka olunca da çoklu ürün lazım size. Herhangi bir markaya bakın. Müşteri çok farklı seçenek istiyor. Farklı versiyon, farklı motorizasyon. Egea'da 1,6 cc manüel, otomatik, benzinli, dizel otomotik, benzinli; 1,4 cc manüel benzinli, 1,3 dizel... 5 farklı motor ve şanzıman seçeneği var. HB'e gidince benzinli turbo dahil oluyor. Bakın tek bir araçta 6-7 farklı seçenek sunuyorsunuz. İşi zorlaştıran tarafların birisi de bu. Donanım önemli değil. Bunlar aslıda ana firmaların ürettiği şeyler değil. Egea'ya en top arabadaki elektronik donanımı koyabiliriz. Mühim olan satabilir misiniz."








Piyasada "Nakit" diye kıvranıyor!



Bursalı iş adamları olumsuzluklara rağmen morali yüksek tutmaya çalışıyor. Piyasada en büyük sıkıntının 'nakit' olduğu ifade ediliyor. Vergi ve sigorta ödemeleri konusunda hükumetin yaklaşımı olumlu bulunurken, bankalara sitem var. Bankaların 'Faiz indir' baskılarına rağmen piyasaya 'yardımcı olmadığı', 'sessiz kaldığı' belirtiliyor.

Her yeni yıl taptaze bir umuttur. Bu “Umut” bir yanıyla olumsuz giden, ters giden şeylerin yoluna girmesi, ekonomide çarkların dönüp, kazançların artması; bir yanıyla da geleceğe ilişkin planların, projelerin, hedeflerin başlangıç noktası, ekonomide yeni yatırımları, yeni modelleri, yeni pazarları, makineleri, yeni kapasiyeleri, çalışma hayatına katılacak yeni insanları ifade eder.

Zor geçen 2016 yılının ardından iş dünyasındaki en önemli algı, “Bundan daha kötü ne olacak, darbe girişimini gördük, dolar patladı, piyasa felç oldu” şeklindeydi. Bu “dip”den sonra artık 2017'de mutlaka işler düzelmeye başlayacaktı. Geçmiş krizlerde de böyle olmuştu...

Umutla gelen yeni yılın ilk ayı geride kalırken, Bursa'da iş adamlarına Ocak ayının nasıl geçtiğini, yani yılın nasıl başladığını sorduk. Edindiğimiz bilgiye göre, zaten beklentiler çok yüksek olmadığı için jpiyadada radikal bir iyimserlik veya aşırı iyimserliğe dayalı bir “hayal kırıklığı” yok. İşadamları görüş açıklarken, olumlu yaklaşıma, pozitif yaklaşmaya özellikle dikkat ediyor. Ekonomi politikalarını, ekonomi yönetimini eleştiriden kaçınıyorlar. İş adamlarının büyük çoğunluğu hükümetin uygulamalarına destek veriyor, “Hükümet elinden geleni yapıyor” görüşünü dile getiriyor.
Sıkıntılar büyük ölçüde “dışşal” kabul ediliyor. Örneğin bir işadamı, “Bunu yazma, ama işler hiç iyi değil. Berbat. Türkiye'yi rahat bırakmayacaklar, bizimle uğraşıyorlar” diye küresel güç odaklarına işaret etti ve Türkiye'de, Bursa'da yaşanan sıkıntıların kaynağı için “dış güçler”i işaret etti.
Ancak bazı işadamları, yılların deneyimi ve küresel piyasanın bir parçası olmanın getirdiği gözlemlerle, sorunu “dışarıda” aramanın ve “eli kolu bağlı durma”nın pek doğru olmadığına dikkat çekiyor. Eksikliklere, “bilmediklerimize” dikkat çekiyor, Türkiye'nin “hata yapa yapa doğruyu bulacağına”; bunu yapacak dinamizme sahip olduğuna inanıyor.

Değerlendirmeler şöyle:

Ahmet Şentürk (Özşentürk Gıda):
'Türkye'nin geleceğinden umutluyuz'

- Yeni yıla nasıl başladınız?

“Bu yılın çok iyi başladığı söylenemez. Ama çok da karamsar olmaya gerek yok. İnşallah iyi olacak diye umut ediyoruz. Ülkenin her tarafı bir kargaşa içinde. Bunların kısa zamanda düzelmesini temenni ediyoruz. Mutlaka Türkiye'nin geleceğinden umutluyuz. Ortalıktaki kargaşaların bir an önce sona ermesini bekliyorum.”


Mümin Ceylan (TEMSA Elektrik Üretim. A.Ş):
'İyi günler göremiyorum'

“- 2017 yılı nasıl başladı?

Valla 2017 yılının güzel bir yıl olacağını söyleyenler varsa, herhalde bir bildikleri vardır. Ama ben Bir şey göremiyorum. Yani önümüzde iyi günler göremiyorum. Bu boyutlarda siyasi çalkantıların olduğu bir dönemde, ekonominin düzgün gitmesini beklemek biraz zor görünüyor. Şimdi önümüzde referandum var, sondan sonra seçim var mı, yok mu belli değil. Dolar ne olacağı belli değil... Belirsizliklerin olduğu ortamda yatırımcı da dikkatli davranır. Her gün bir aşağı bir yukarı giden dolar kurunda, yatırımcı neye nasıl karar versin? Nasıl yatırım yapacak, yatırım yapılmazsa ülkede istikrar ve iyiye gidiş nasıl olur, onu bilemiyorum.

- Kendi işiniz, sektörünüz nasıl?

Enerji üreticisi olduğum için şu anda işime çok aşırı olumsuz yansıyan birşey var. Ama şöyle bir durum var: Yatırımlar döviz kuruyla olduğu için etkileniyoruz. Elektrik üretiyoruz. Alışverişi döviz üzerinden yapıyoruz. Yatırımı Euro ile yapıyor, enerjiyi dolar ile satıyoruz, ama iniş çıkışlar iyi olmuyor. Tabi bizden çok daha fazla olumsuz etkilenenler var. Dileğimiz iyi olması, ama ben durumu iyi görmüyorum. “


Serdal Gülmez (BTSO Meclis Üyesi)
'Bankaların destek olması lazım'

“- Yeni yıla nasıl başladınız?

2016'da olumsuzluklar yaşadık, ancak umudumuzu kaybetmiyoruz. Bu yıl daha güzel şeyler olacak. Biz hazırgiyim ve konfeksiyon sektöründeyiz. 2017'nin tabi ilk ayları. Kış mevsimi bizde ölü sezondur, indirim sezonudur. Ama baharla birlikte hareketlenir. Pek çok sektörde durum bu. Biz Ocak'ta Heimtextil fuarındayıdık. Ev tekstilinde Bursa firmaları olarak çok güzel bir girişim yaptık. Fuara katılan firmaları tek tek ziyaret ettik, herkes çok mutlu. Güzel siparişler aldılar. Fuar iyiydi.

- Piyasada nakit sıkıntısı ve bankalardan yana bir sorun yaşıyor musunuz?

Piyasaların durumu malum. Dolayısıyla bankaların da piyasaya destek olmaları hazım. Hükümetimiz bu yönde adımlar atıyor, açıklamalar yapıyor. Mesela faizleri indirmeleri lazım, esnafı, sanayiciyi desteklemeleleri lazım. Ülke olarak olarak üretmemiz, çarkların dönmesi lazım. “


Orhan İğrek (İğrek Makine A.Ş.) :
'Ocak geçti, ilkbahar geliyor...'


“- Yeni yıla nasıl başladınız?

Her zamanki gibi bu yıl da iyimser olmak zorundaydık ve iyimseriz. Ocak geçti, ileri bakıyoruz, ilkbahar geliyor... Herşey belirli bir tempoda ilerliyor.

- Mecazi anlamda mı geliyor “ilkbahar?”

Tabi. Yavaş yavaş gonca güller açacak... Başka şansımız yok. Yola devam..

- Bu salt bir iyimser olma gereğini mi ifade ediyor, baharı müjdeleyen veriler, ipuçları mı var?

Tabi tabi. Tamamen kastettiğiniz ipuçlarıyla ilgili. Bu ipuçlarını hissediyoruz. Ama bu sadece Ocak ayında gördüğümüz birşey değil. O bir süreç. Çünkü Türk insanının donanımı arttığı için imkanları da artıyor. Niye? Eenformasyon kaynakları arttı. Bu globalleşmenin belki en iyi sonucu bu oldu. Bilgisayarla her türlü enformasyon kaynaklarına ulaşıyoruz. Daha iyi kullanıyoruz ve aradaki açık kapanıyor. Jeopolitik durumumuz iyi; bize avantaj getiriyor. Gelişmiş ülkelere, Avrupa'ya yakınız, alıp ülkemize getiriyoruz. Şimdilik belirli maliyet avantajları kullanılıyor. En büyük sıkıntımız şu anda mesleki toplum. Milli ekonomi ve 'üreten Türkiye' diyorum ben işyerimde de. Meslek eğitiminde elimizi taşın altına koyuyoruz. Firma olarak da en büyük hedefimiz bu.

- Siz metal makine alanında çok faklı işler yapıyorsunuz. Olumlu veya olumsuzluğu ile öne çıkan alanlardan, durumlardan sözedebilir miyiz?

Çok basit bir şey söyleyeyim. İtalya'dan İsviçre üzerinden Almanya'ya geçiyorum, 3-4 ay evvel. İstediğim randevuya yetişmem mümkün değil. Ama İsviçreli işadamı, genel müdür, firmanın sahibini alıp, 200 kilometre uzakta, benim yolumun üzerindeki, otoban kenarındaki bir restoranda bizi bekledi. Benim için, iyimserliğimin sebebidir. Çünkü ben 50 senedir İsviçrelilerle iş yapan bir insanım. İsviçrelilerin burun açılarının hiç aşağı doğru eğildiğini görmemiştim. İlk defa yaşadım. Sonra Stuttgard'daki makine fuarındayiz. Orada saat altıya çeyrek kala bir Türk sanayicisi olarak bizi gördüler. Aramışlar, buldular. Düşünün Almanya'da fuar saat akşam 6'da kapanıyor. Direndiler ve yarım saat bana firmalarının reklamını yaptılar, işbirliği için... Bu da çok önemli bir durum. Böyle birşeyi, 70 sene eğitim adına yurt dışına çıkmış bir insan için, düşünün 47 sene sonra yaşamışım. Bu bir işarettir. Evet her insan yurt dışına çıkıyor, televizyondan da olsa dünyayı seyrediyor. Bunlar bizim avantajımız oluyor.”


Remzi Topuk (BTSO Meclis Başkanı):
'Sıkıntılar var, ama herkes dersine çalışıyor'


“- Yeni yılın ilk ayını geride bıraktık. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

2016'yı yaşamış bir ülke ve 2016 yılında buradaki iş hayatının bir temsilcisi olarak konuşayım. Ben 2016'yı da başarılı olarak geride bıraktık, diye düşünüyorum. Hatta, milletin, ülkenin birliğine beraberliğine, daha büyük önem verdiğimiz bir yıl olarak geçti düşünüyorum. Öyle bir yıldan sonra daha güzel bir yıl olarak 2017'yi yaşamak istiyorum. Temennimiz bu.

- Piyasada işler nasıl? Nakit sıkıntısından sözediliyor.

Bazı sıkıntılar var. Bunların halledilmesi için iş hayatı örgütleri de mesela bankalarla olan diyaloglarını sürdürüyorlar. Ben sanıyorum ki artık, işlerin de birazcık açılması ile birlikte piyasa daha rahtlayacaktır. Bazı şirketlerin sıkıntıları da olabiliyor.

- Özel sektörde en hassas noktalardan birisi döviz borcu, yükümlülükleri olan firmalar sanırım. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Döviz borcu olan firmalar var, evet, ama bildiklerimin içinde, bu firmaların ciddi miktarlarda ihracatları da var. Dolayısıyla bir döviz gelirleri de var. Yani birçok firma için ciddi bir sıkıntı olacağını sanmıyorum. Ama tabi ki, bir kısım istisnalar olacak. Yatırım takvimi uymayan, tam ödeme gününe rastlayan vs. bazı sıkıntılar olacak, ama bunu bence genelleştiremeyiz. Firmanın ihracat geliri varsa, ihracat geliri ile yatırımı dengeleniyorsa... Hammaddeler de biliyorsun dövizle... Dolayısıyla ben çok bir sıkıntı olacağını düşünmüyorum.

- İhracat geliri yok, ama dolar ucuz diye borçlanmış olanlar?

Ona, işletme sahibinin bilinçsiz borçlanmasıdır, diyebilirim. Doğru bir iş değil. Bunlar geçmişte de oldu. Herkes dersini aldı. Bence çok kimse dersini aldı. Almayanlar istisna. Varsa da az sayıdadır.”


İlker Duran (BTSO Yönetim Kurulu Üyesi):
'Bankalar yardımcı olmuyor. Piyasa daralıyor'

“- Ocak ayı, yeni yılın nasıl bir yıl olacağına dair fikir verdi mi?

2017 yılının özellikle ilk 3 ayı zaten beklendiğimiz gibi. Bunları bekliyorduk. Kolay değil, sıkıntılar var. Beklentilerin seviyesi zaten düşük oluduğu için, bir hayal kırıklığı yok. Ona göre de zaten iş dünyası gerekli tedbirleri alıyor, kendi içinde. Finansman yönetimi, nakit yönetimi, borç-alacak dengesi gibi değerler, bunların hepsini gözden geçiriyor. Biraz sıkıntı özellikle şurada, yatırımlar öteleniyor. Hele biraz bekleyelim görüşü var. O da ister istemez olumsuz yönde hepimizi etkiliyor. Yani aslında birbirimiz etkilemiş oluyoruz. Ama ben ileriye dönük çok ümitliyim. Hükümet de bu 3-4 aylık dönemde, referanduma kadar, diyelim, bu süreçte onların da beklentileri, piyasada bir nakit sıkıntısı ve bir daralmanın olacağı yönünde. Bunu aşabilmek için de çeşitli tedbirler alıyorlar. Sigortaların, prim borçlarının ötelenmesi, vergi borçlarının yapılandırılması, özellikle KOBİ'lerin finansmana kolay erişimleri noktasında önemli ciddi çalışmalar var. Elbette yeterli olmuyor, ama bu yönde irade ortaya koymaları bizleri tabi daha bir motive ediyor. Devleti yanımızda hissediyoruz. Bu da birazcık daha sıkıntılarımıza iyi geliyor, direncimizi artırıyor. Bu nedenle önümüzdeki süreç çok da verimli olacak.

- 'Piyasayı boşver, şirketleri kurtaralım' gibi mi oluyor...

Sonuçta bizler aynı geminin yolcularıyız. Aynı gemideyiz. Dolayısıyla, devletin de en önemli gelir kaynağı KOBİ'ler, sonuçta. KOBİ'lerin işlerinin aksaması devleti, vergiler vs. nedeniyle, direkt ilgilendiriyor. En azından, devleti idare edenlerin bu bilinçte olması bizlerin ileriye dönük umutlarımızı artırıyor. Biz BTSO olarak sayın Maliye Bakanı Ağbal'ı burada misafir ettik. Sorunlarımızı ilk ağızdan dinlediler. Burada müjdeli haberler de verdiler. Ama şu önümüzdeki 3-4 ay sıkıntılı olacak. Buna da iş dünyası zaten hazırlıklı.

- Bursa'da yaşanan sıkıntılar, BTSO Başkanı İbrahim Burkay tarafından bakana dosya halinde, madde madde sunuldu. En çok rahatsız eden, en acil konu nedir?

Evet evet. Şu anda bizim iç piyasanın en acil sorunu finansman. Bir nakit sıkıntısı var. İnsanlar finansmana kolay ulaşamıyor. Özellikle bankalar bu konuda üzerine düşeni yeterince yerine getirmiyorlar. Bütün herkesin sıkıntısı bu. Hepimiz aynış şeyi söylüyoruz, ama maalesef bankaların da bu konuda hiç sesi çıkmıyor. Kimse üzerine alınıp da bu ithamlara karşı bir cevap vermiyor. Birisi çıkıp da, yok öyle değil, böyle demiyor. Bizler konuşuyoruz, devletin yetkilileri konuşuyor, ama bankalar sessiz. Özellikle KOBİ'ler finansmana ulaşmakta zorluk çekiyor. Bu da ister istemez iç piyasayı daraltıyor. Bu daralma likit, nakit sıkıntısına yolaçıyor ve ileriye dönük bakamıyorsunuz. Şu anda herkes mevcudu muhafaza etmeye çalışıyor. Kazasız belası şu 3-4 ayı atmatmaya çalışma derdindeyiz.”

Dr. Erol Kılıç (BURTOM Sağlık Tesisleri A.Ş.):
'Ümitliyiz. Tek sorun maliyetler'

“- Sağlık sektör yeni yıla nasıl başladı?
2016 yılı vatandaşlarımızın korkulu olaylar, dönemler yaşadığı, maalesef hatırmalak istemediğimiz bir yıl olarak geçti. Ama işadamlarımız, vatandaşlarımız layıkıyla hepsinin üstesinden geldi. 2017 için de bir takım endişeler vardı, ama ilk ayını geride bıraktığımız yeni yılın çok daha aydınlık, çok daha güzel olacağından, biz işadamları olarak son derece eminiz.
Sağlık sektörüne, kendi sektörümüze gelince. Sağlık sektörü 2016 yılındaki seviyesini koruyor. Ciddi bir dalgalanma, herhangi bir sıkıntı yok. Tek sorunumuz, pek çok sektörde olduğu gibi, maliyetlerin artışı. Vatandaşın alımgücünün azalması nedeniyle cirolarda biraz düşüş sözkonusu. Ama bu da farklı organizasyonlarla farklı hizmet sunumuyla üstesinden gelinebilecek şeyler.
Sonuçta 2017 için çok umutluyuz. Çok başarılı bir yıl olacağından eminim.”


Fahrettin Gülener (Ermetal A.Ş. YKB):
'İş bilmiyoruz, kardeşim'

“- 2017 için güzel hayaller vardı, nasıl başladı.

Nasıl diyeyim? 2017 yılı kötü desem yalan olur, iyi desem erken olur.

- Çok veciz oldu.

Buna mukabil, mücadele etmeyeceğiz de ne yapacağız?

- Atılması gereken adım nedir sizce?

İş bilmiyoruz. Bütün sanayici ve meslek adamları iş bilmiyor, kardeşim. Bitti...

- Biraz açar mısınız?

Bilmiyoruz tabi... Bizim babamız neydi? Çiftçi. Biz iş ve meslek adamı olduk, sanayici olduk, bizim de yanlışlarımız çok olacak. Bir nesil sonra, bizim çocuklarımız, inşallah daha iyi olacak.
Ben böyle demezsem doğruyu söylememiş olurum. Doğru da böyle uzun bir yoldur, kardeşim.

- Sıkıntı nerede odaklanıyor.

Daralma, daralma, daralma... Genel bir daralma. Bu ülkenin en büyük para stoku, bu ülkenin nüfusunun yüzde 1,5 kesiminde.

- Piyasada bütün şirketlerin gözü bu nüfusa üretmek, satmak gibi...

Tabi. Ülkenin en büyük para skoku nüfusun bu yüzde 1,5'luk küçük bir kısmında. Ama bu, kavgayı mı getirsin? Hayır. Onlar çalışmış, kazanmış, oturmuş. Diğerleri de çalışsaydı.”


13 Şubat 2017 Pazartesi

Prof. Dr. İlber Ortaylı BUSİAD konuşması- 2



Ünlü tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın BUSİAD'da Bursalı işadamlarına hitaben yaptığı konuşmanın ikinci bölümü aşağıda. Konuşmanın son bölümünü  ilerleyen günlerde burada sizlerle paylaşmak istiyorum.

Prof. Dr. Ortaylı'nın özellikle tarihteki yaygın yanlışlarla ilgili anlattıkları ve toplumsal yaşamdaki değişimlere dönük anlattıkları, pek çoğumuzun farketmediği türden olaylar. Bu yüzden siz dostlarla paylaşmak istedim...






"(Ortadoğu'da Türkiye ve İsrail'in benzer kaderi paylaştıklarına ilişkin değerlendirmeleri takiben)

NÜFUS MESELESİ
Diğerlerinde bizimle uyuşabilecek bir dinamizm yok, bu çok açık. Mesela nüfus meselesi çok önemli görülüyordu 20 sene evvel. Demografide katiyyen öngörme mümkün olamaz. Mesela İtalya için Japonya için birisi 1960 yıllarında deseydi ki, ne münasebet böyle ailelerin içinde tek çocuk, İtalyan çocukları yalnız olacak, kardeşleri olmayacak, hatta anası babası bile öyle büyüdükleri için bunları amcaları teyzeleri falan da olmayacak, deseydi, sen deli misin ne söylüyorsun denirdi. Olacak şey değildi, ama oldu. Yine Japonları küçük aileler haline dönüşecekleri, ortalarda çocuk denen şeyi göremeyeceğin... 1950'lerde söylensendi gülerdiniz. Ama yok, Japonya'nın nüfusu tıkandı kaldı, bitti. Yani bu demografide hiçbir şeyi tam kestiremezsiniz. Türkiye sıhhatli bir demografik gelişime uğradı, bu asrın ortasında, artık nüfusu artmayan, doğumların azaldığı ama genç bir ulus olarak kalacak. O belli. Böyle işte nüfusumuz artıyor, biz etrafı istila ederiz, fethederiz diyen bir takım ahmak grupların da istikbali çok karanlık olacak. Çünkü Maalesef şehirleşme demek doğrudan doğruya bağımlılık yaşının çok yükseldiği insanların eğitim ve antrenman ihtiyacının, dolayısıyla çok büyüdüğü, bunu yapamayan grupların yerle yeksan olacakları, ilk anda kriminal teşebbüslere girişecekleri, bir takım ideolojik terör aygıtlarının içine girecekleri ama istikballerinin de olmayacağı bir dönemdir. Dünya oraya girdi. Nüfus meselesi bu. Bunu göreceğiz. Nüfus meselesinin içinde dikkat edilecek tek şey şehir nüfuslarının birbirine adapte olması. Adapte olamadınız takdirde fazla birşey bekleyemeyeceksiniz.

İSTANBUL BALKANLARIN MERKEZİDİR

Komünizm yıkıldıktan sonra bütün balkanlar öyle. Bakın Sarıgrat, Hırvatistan'a kadar istedikleri kadar, hatta ta Macaristan'a kadar, istedikleri kadar Avrupa Birliği'ne girsinler, İstanbul bütün balkanların merkezidir. Yani bizim için Moldavya ve Romanya'nın da merkezi İstanbul'dur. Her bakımdan, yani insanların iş aradıkları, işsizliklerini kapatmak için ilk yöneldikleri bölge burası oluyor. Çünkü Avrupa'ya serbest ticaret giriş yapıyor diye, orada insanlar kendine göre iş bulamıyor. Romen'in iş bulma şansı, Avrupa'da, belki Bulgar'a göre fazladır; ama Polonyalıya göre değildir. O şansları yok. Doğrudan buraya geliyorlar. Bu hep böyle. İstanbul büyük bir metropol, bir kere bunu kabul etmek zorundayız.
Fakat galiba, mesele o değil. Mesele bu şehri Osmanlı balkanları çok etkiledi. Biz orayı kurarken etkiliydik. Yani Bursa'nın başkenti olduğu Osmanlı İmparatorluğu, 14. asrın başlarından itibaren Balkanları çok etkiledi. Buradaki şehirleşme, ticari ağ, yollar... Buralar Osmanlı nüvesi olarak ortaya çıktı. Daha 93 savaşının yıkıntıları üstünden Bursa'da birşeyler yeşermeye başladı. Buranın ilk sermayedarları, ilk şekercisi, havlucusu, kumaşçısı, ilk alafranga mobilya üreticisi falan burada çıkmaya başladı. Balkanlardan göçeden ticaret sahipleri İstanbul değil Bursa'ya yerleştiler.

BURSA'DA GÜÇLÜ ORTA SINIF

1880'lerde Bursa'da bir gazete, abonelik ile. 20 kuruş. Yani mecidiye. Nah bu kadar gümüş. Yıllık abone olmak için bir takım adamlar bu gümüşü veriyorsa, demek ki orta sınıf aileler hayli güçlüdür. Eski mecidiyeler pırıl pırıl bir paradır. Bu eski bir havadır, her herde de olmaz. Düşünün ki İstanbul'da basılan gazetelerin içinde bin tane basılanı yok. Ahmet Mithat efendi boykot kırıcılığı yaptı. Hamal, mürettip, dizgici, dağıtıcı, ücret artır, dediler, bu da artırmıyorum ulan dedi böyle, kabadayı adamdı, oturdu, kendisi basıyor, kendisi diziyor, kendisi toplayıp müezzilere dağıtıyor. Bir hafta da devam etti. Bir hafta sonra bu aç kalmadı, ama isyan çıkaranlar pes etti açlıktan. Biz ettik sen etme dediler, geldiler. Bir gazete düşünebiliyor musunuz, en çok bir kaç yüz nüsha basılıyor. Murat Hilmi Beyin yıllık aboneliğine 20 gümüş para, sırf ayağını koparmamak için ödemeye razı ise bu çok önemli. Demek ki 1880, 90'lardan sonra burada ayrı bir insan tipi çıkmış. Bu tabi Eflatun'a kadar giden bir anane.
Mesela Bursa Şeri sicillerini okumak bir zevktir. Hem yazılar güzeldir, hem ifade düzgündür mahkeme katiplerinin. Pek az bulunur bunlar, bir de İstanbul'da bulunabilir. Çorum, Yozgat civarını gezdim mektepteyken çok berbattı. Benim bile hata bulduğum ifadeler var... Ama Bursa'da bulamazsın hata. Halil hoca (İnalcık) çok sert bir adamdır, bana bir gün 'Hatayı kendi kafanda ara' dedi. Çünkü hakikaten imla hataları çıkar Anadolu'da, ama buralarda olmaz. Yani demek ki eli kalem tutan bir zümre devam etmiş. Tabi ona göre insanlar geliyor. Burada devlet göçmenlere bir zamanlar bahçeler içinde evler verdi. Berbat evlerdi. Derhal yola koydular, yeşillik fırladı.. Pahalı pahalı da satabildiler. Bu sene geçtik şöyle, orta sınıf refahı sarkıyor Hürriyet Mahallesi'nde.

İSTANBUL, MATBAALAR VE İLK TÜRKÇE GAZETE... 

Matbaa tabi İstanbul'dadır, Ermenicesi, İspanyolcası, Fransızca, İtalyancası, Osmanlıca hatta Farsçası.. İran basının ilk çıktığı yer Bitlis'tir. İlk Türk tiyatrosunun ortaya çıktığı yer Tiflis'tir. Çünkü çok kozmopolit canlı bir merkez. İstanbul'a bir günde gidiliyordu Bursa'dan 
Ve ben size söyleyeyim, bu tip girişimciliğin, entrepreneurlüğün dini falan yoktur. Mesela Rusya'nın en büyük kapitalistleri Kazan Tatarlarıdır. Yurt dışında filialler (zincirler) bile kurdular. Kazan fethedildikten sonra din değiştiren ünlü zenginler oldu. Hatıralarını yazdı, seyidlik iddiasında olan bir Tatar aristokratı. Yahudi değildir Rusya'nın zengin tipleri, bu heriflerdir, oranın Yahudileri bunlar. Bakü petrollerinin üstüne ilk konanlar Bakuluların kendileri. Bagirov falan gibi adamlar. Büyük kapitalistler. Ev değil, bıraktığı şeyler, bir sokak... Bir sokak tamamen adama ait. Hepsi müslüman petrol milyarderleri, öbür kısmı da okuma yazmaz, zır cahil, ama bunların köklerinde ticaret var, o bölgenin ticaretini götüren ırktan geliyorlar. Bu bir girişimcilik tarihi.. Niye Roma manifakturun (imalathanelerin) merkezi değil de İtalya'da, papa da orada orada oturduğu halde, Floransa? Niye Floransa'nın rolünü Bolonya yüklenmemiş o kadar. Bolonya büyük fabrikalarıyla büyümüş. Niye Milano fışkırıyor? Bunları anlamak için oradaki hakim zihniyete de bakmak gerekiyor.

'YAHUDİ' EFSANESİ...

Yahudi iyi tüccardır, diye bir önyargı var. Bu pek öyle değil. Osmanlı İmparatorluğu'nun Yahudileri Ermeniler, Rumlardır fakat yanı başında birçok İran kökenli tüccarlar vardır. Bursa'nın bir musevi cemaati vardı, bugün oldukça azalmış vaziyette, Ermenilerin her zaman için vartabetleri, yani bir vilayet salnamesi varsa, mesela Mehmet Ziaettin bey vali, hemen yanı başında Ermeni Vartabeti, Ermeni metropoliteni, hahambaşı falan, protokolde ağırlığını gösteren cemaat bunlar.
Bana kalırsa, çok şaşılacak şey, hiç kimse düşünmez bunu; Rumlar Trabzon'da çok daha ağırlıklı. Evet, bu Lazlar övünür kendileriyle ama hiç şekilde kapital, 19 yüzyılda ağırlıklı olarak Rumlarda. Bu anlamda tabi İzmir mi gavur, Trabzon mu gavur? Sermaye bakımından, çok tartışılır. Bunu Trabzon kitabına da koymuştum.

SERMAYE AKITILAN YENİ SINIFLAR...

Bunun için fazla bir kehanete lüzum yok. Şehirleşme problemleri ve kirlenme yüzünden sorunlarımız çok artacak. Çünkü ciddi tedbirler alınmıyor ve alınmak niyeti de yok. Kötü bir şey söyleyeceğim. Para çok el değiştiriyor, mevcut yeni sınıflar yani sermayenin akıtıldığı, kendi kapan değil de, kendisine akıtıldığı yeni sınıfların Türkiye ekonomisini ve imalatını ciddi kanallara götüreceğine dair ciddi şüphem var. Bu ciddi şüpheyi bilmem paylaşıyor musunuz. Bunlarla rekabet edecek etabli (kuruluş), kurulmuş bir düzenimiz, kurulmuş bir yapımız da yok. Yani mevcut üreticilerimiz, yatırımcılarımız, girişimcilerimiz maalesef bunlarla bir rekabete girecek durumda değil. Hala yanlış yollar arıyorlar. Ciddi bir yatırım yok. Fakat şunu da size açıkça söyleyebilirim hiç bir şekilde, sermayenin bu yeni akıtıldığı ve yeni yaratılan yeni sınıfın Türkiye'yi büyük bir imalat kanalına, üretim kanalına götüreceğine dair şüphelerim olduğunu katiyetle söylemek zorundayım. Görüşüm bu.

BÜROKRASİ, DİPLOMASİ KABİLİYETSİZ

Diplomasi da aynı durum var. Çıkardıkları diplomatları gördük, bizimkileri beğenmediler, zannettik ki, karşılarına Tanzimat Reformu çıkacak, Mustafa Reşit paşa falan, alakası yok. İş sınıf değiştirerek olmuyor. Mehmet Emin Ali Paşa, Mısır valisinin kapıcısının oğlu. Formel tahsili yoktur. Çok genç yaşta kaleme çırak olmuştur, kabiliyetli mahalle çocukları gibi. Aile onu okutamayacağı için adam, sokakta peşkir satıyor, o çocuğu okutamaz, çırak olması lazım. Zeki çocuk olduğu için kaleme çırak oluyor, Fransızca falan da öğreniyor. Lamartine diyor ki tabi, o Fransa'da okuduğu için Fransızcası benim kadar düzgün, diyor. Ya herif hayatında Fransa'ya gitmemiş... Zavallı bir kere hariciye nazırı iken gidecekti, sultan aziz başkalarını aldı. Bu İstanbul'u bekledi Avrupa gezisi sırasında. Gördüğü Avrupa, Viyana. Ama Viyana diplomatları fevkalade Fransızca bilirler. Her halde o muhitte yetişti ki korkunç güzel Fransızcası. Ahmet Mithat Paşa ne görmüş.. Bürokrasideki yeni yüzlere baktığım zaman hiçbirisinde böyle bir kabiliyet görmüyorum. Kafası çalışan gördüğüm adamlar bu kadardır. Bunu görüyorum ve söylüyorum. Söylediğim için de benim pek sevmezler. Ama bir gerçektir. Meritokrasinin kalitesi bakımndan da çok geri bir noktadayız. Mollalık rejiminde de mollalar var ama çok da kaiiteli insanlar var. Mesela Stalin döneminde Dışişleri Bakanlığı'na hiç dokunulmadı. Çar bürokratları ile Molotov işleri mükemmel yürüttü. Burada mürekkep yalamış, kitap okumuş hiç bir arkadaşımız bana Stalin dönemi diplomasisinin çok başarısız ve hödükçe olduğunu söyleyemeyecektir. Dünyanın içine etmiş, ama bir şey de yapmış yani, yürütmüşler.
Bakın bu ne yaptı, getirdi bir sürü insanı tayin etti, 90 küsur kişi. Diplomasi imtihanına gençlerin 84'ü dışarıda kaldı. Yok çünkü adamlar İngilizce de bilmiyor, Türkçe de bilmiyor. İnsan ne hale geldik diyor. Memur yok ortada. Hakimler savcılar hepsi ortada. Anketler gösteriyor zaten, millet adliyeye itimat etmiyor. Çünkü ortada bir bilgi yok, kültür yok, kök yok. İstediğin kadar üniversite aç, içeriye kimi doldurduğuna bakar, o açtıklarını sonra kendin temizlemeye bakarsın. Fevkalade önemlidir.

TÜRKÇE GİDİYOR, SEN EĞİTİMDE MİLLİLEŞME MAVALI OKUYORSUN 

"Milli eğitimi millileştirmek" ne demek? Milli'nin adı nedir? Milli deninde hiç birimizin münakaşa etmeyeceği, ister sağda ister solda olalım; ilk müşterekimiz nedir? Komünist olmak, faşist olmak, liberal olmak, monarşist olmak mesele değildir. Mesele insanların Türkiye vatandaşı olduğunu anlamasıdır. Yaygın olarak Türklerde Türk vatandaşlığı oturmamıştır.
Bunun tanrı tarafından doğumla verilmiş bir hak olduğunu kabul edemiyor. Kendini seçemiyorsun. Ben Türk mü olacağım, Fransız mı olacağım, Kürt mü olacağım seçemezsin. Bu olacak ve burada yaşayacaksın. Bunu değiştirmeye kalkarsan hayatında başka engellerle karşılaşırsın. Ve bir zamanlar bakacaksın semaya ağlayarak, merdivenleri çıktığında, ileri yaşlarda, ulan ben buraya ne diye geldim, diyerek bedbaht ve üzüntü içinde ölürsün. Dinini değiştirebilirsin, ama dilini değiştiremezsin. İşte buna bağlı bir şey Türkçe'dir. Yani Milli eğitimden hepimizin bekleyeceği şey Türkçe'dir. Şimdi bunu veremeyen insanlar maval okuyorlar. Millileştireceğiz... Ne demek milli eğitimi millileştireceğim? Neyi kastediyorsun. Nasıl bir milliyetçilik yani. Herşeyden önce bizim insanlarımızın öğrenecekleri şey dildir. Bunu halledeceksin, çünkü dil gidiyor çünkü. Arkasından ikinci öğreneceğin şey matematiktir. Fizik öğrenirsin, coğrafya öğrenirsin, bunları öğrendikten sonra tarih öğrenirsin. Yoksa böyle palavra tarih, kendine göre yakın tarih.



9 Şubat 2017 Perşembe

Medya resmen çöküyor!



"Medya Takip Merkezi" (MTM), Türkiye'de gazete, televizyon ve (artık) internet dahil medyayı izlemesi ile bilinen bir kuruluş. Onu sadece kişiler veya kurumlar hakkında haberleri taraması ile biliriz.

Geçtiğimiz günlerde Medya Takip Merkezi, Türkiye medyasında 2016 yılı boyunca yaşananları, kapanma ve açılmaları, "görev değişikliklerini" ve "yayın hareketliliğini" açıkladı.
Ve rakamlara bakınca görünen çarpıcı gerçek şu: Medya hızla çöküyor... 
Bir yılda kapısına kilit vurulan yayın sayısı 1.075... 

Rakamlar ortada:
2016 yılında Türkiye'de, yerel, bölgesel veya ulusal ölçekli olarak toplam bin 75 yayın kapanmış. Buna karşılık yeni açılan yayın sayısı neredeyse kapananların onda birisi, sadece 117. 
Raporda, yayınların kapanma gerekçeleri yok. Ama bunun yüzlercesinin OHAL kapsamında olduğu biliniyor. Ekonomik veya başka gerekçelerle faaliyetine son verenlerin de hayli yüksek olduğu anlaşılıyor.

Dikkat çeken en önemli noktalardan birisi transfer, terfi, görev değişimi, işten ayrılma veya çıkartılma gibi nedenlerle yayın veya pozisyon değiştiren medya çalışanı sayısının yüksekliği...
Tam 14 bin 450 kişi bir şekilde çalıştığı yerden ayrılmış.

Rapora göre kuşkusuz geçtiğimiz yılı en hareketli geçiren sektörlerin başında medya vardı. Açılan kapanan yayınlar, medyadaki görev değişiklikleri, ayrılmalar, atamalar, terfiler derken medya oldukça faal bir dönem yaşadı. Buna siyasetten ekonomiye ülke gündemindeki yoğun hareketlilik de eklenince, gazeteciler ve yayınlar hummalı bir yılı geride bıraktılar.

 Yazılı Basın, TV, radyo, internet medyası ve ajanslardan oluşan beş farklı mecrayı kapsayan araştırmada, 7 bin 604 yayının incelendiği rapora göre, en çok kayıp internet medyasından geldi. 786 medya sitesi veya portal yayınını durdururken, 124 gazete, 84 dergi, 45 TV kanalı, 32 radyo ve 4 ajans yayın dünyasından çekildiler. Tablo şöyle:


Yayın İçeriği                         Kapanan Yayın         Başlayan Yayın  
Gündem                                         628                            20  
Lifestyle/Yaşam                         190                            27  
Ekonomi                                         87                                 34  
Kültür/Sanat                                 58                                 17  
Diğer                                         56                                 9  
Spor                                         43                                 7  
Magazin                                         13                                 3  

1 Ocak - 31 Aralık 2016 tarihleri arasındaki Medya Bilgi Rehberi (MBR) verileridir.


Yayın hayatına yeni katılan 117 yayının 84 adedini medya sitesi veya portalı oluşturdu. 25 dergi ve 5 gazete okurla ilk kez buluşurken, 2 TV kanalı ve 1 adet radyo da dinleyiciyle tanıştı.

Faaliyete başlayan yayınlarda ise ilk sırada ekonomi içerikliler yer alırken, ikinci sırada Lifestyle/Yaşam, üçünde sırada ise Gündem içerikli yayınlar vardı.

Medya çalışanlarının yüzde 44’ünde hareketlilik yaşandı

Medya Bilgi Rehberi platformuna kayıtlı 32 bin 688 medya çalışanının yaklaşık yüzde 44’ünde ise çeşitli hareketlilikler gözlendi.

Toplam 14 bin 450 medya çalışanı, transfer, terfi, görev değişimi, işten ayrılma veya çıkartılma gibi nedenlerle yayın değiştirdi veya çalıştıkları yayınlarda pozisyon/mevki değişikliği yaşadı.

Medya Bilgi Rehberi (MBR) platformunda, Şubat 2017 itibariyle kayıtlı aktif yayın ve medya çalışanı bilgi dağılımı ise şöyle:

TOPLAM 32 BİN 688 ÇALIŞAN 

YAYIN BİLGİLERİ                                                KİŞİ BİLGİLERİ  
Toplam: 6.529                                                                Toplam: 32.688 medya çalışanı  
Gazete: 1.672                                                                Gazetelerde çalışanlar: 11.654  
Dergi:  1.143                                                                Dergilerde çalışanlar: 7.484  
TV: 286                                                                       TV’lerde çalışanlar: 3.029  
Radyo: 503                                                                Radyoda çalışanlar: 2.035  
Online: 2.885                                                                Online medyada: 7.557  
Ajans: 40                                                                       Ajansta çalışanlar: 929  
Şubat 2017 itibarıyla Medya Bilgi Rehberi (MBR) platformunda kayıtlı olan, aktif, ulusal, bölgesel, yerel yayın ve bu yayınlarda çalışanların toplam görev bilgisidir.