13 Şubat 2017 Pazartesi

Prof. Dr. İlber Ortaylı BUSİAD konuşması- 2



Ünlü tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın BUSİAD'da Bursalı işadamlarına hitaben yaptığı konuşmanın ikinci bölümü aşağıda. Konuşmanın son bölümünü  ilerleyen günlerde burada sizlerle paylaşmak istiyorum.

Prof. Dr. Ortaylı'nın özellikle tarihteki yaygın yanlışlarla ilgili anlattıkları ve toplumsal yaşamdaki değişimlere dönük anlattıkları, pek çoğumuzun farketmediği türden olaylar. Bu yüzden siz dostlarla paylaşmak istedim...






"(Ortadoğu'da Türkiye ve İsrail'in benzer kaderi paylaştıklarına ilişkin değerlendirmeleri takiben)

NÜFUS MESELESİ
Diğerlerinde bizimle uyuşabilecek bir dinamizm yok, bu çok açık. Mesela nüfus meselesi çok önemli görülüyordu 20 sene evvel. Demografide katiyyen öngörme mümkün olamaz. Mesela İtalya için Japonya için birisi 1960 yıllarında deseydi ki, ne münasebet böyle ailelerin içinde tek çocuk, İtalyan çocukları yalnız olacak, kardeşleri olmayacak, hatta anası babası bile öyle büyüdükleri için bunları amcaları teyzeleri falan da olmayacak, deseydi, sen deli misin ne söylüyorsun denirdi. Olacak şey değildi, ama oldu. Yine Japonları küçük aileler haline dönüşecekleri, ortalarda çocuk denen şeyi göremeyeceğin... 1950'lerde söylensendi gülerdiniz. Ama yok, Japonya'nın nüfusu tıkandı kaldı, bitti. Yani bu demografide hiçbir şeyi tam kestiremezsiniz. Türkiye sıhhatli bir demografik gelişime uğradı, bu asrın ortasında, artık nüfusu artmayan, doğumların azaldığı ama genç bir ulus olarak kalacak. O belli. Böyle işte nüfusumuz artıyor, biz etrafı istila ederiz, fethederiz diyen bir takım ahmak grupların da istikbali çok karanlık olacak. Çünkü Maalesef şehirleşme demek doğrudan doğruya bağımlılık yaşının çok yükseldiği insanların eğitim ve antrenman ihtiyacının, dolayısıyla çok büyüdüğü, bunu yapamayan grupların yerle yeksan olacakları, ilk anda kriminal teşebbüslere girişecekleri, bir takım ideolojik terör aygıtlarının içine girecekleri ama istikballerinin de olmayacağı bir dönemdir. Dünya oraya girdi. Nüfus meselesi bu. Bunu göreceğiz. Nüfus meselesinin içinde dikkat edilecek tek şey şehir nüfuslarının birbirine adapte olması. Adapte olamadınız takdirde fazla birşey bekleyemeyeceksiniz.

İSTANBUL BALKANLARIN MERKEZİDİR

Komünizm yıkıldıktan sonra bütün balkanlar öyle. Bakın Sarıgrat, Hırvatistan'a kadar istedikleri kadar, hatta ta Macaristan'a kadar, istedikleri kadar Avrupa Birliği'ne girsinler, İstanbul bütün balkanların merkezidir. Yani bizim için Moldavya ve Romanya'nın da merkezi İstanbul'dur. Her bakımdan, yani insanların iş aradıkları, işsizliklerini kapatmak için ilk yöneldikleri bölge burası oluyor. Çünkü Avrupa'ya serbest ticaret giriş yapıyor diye, orada insanlar kendine göre iş bulamıyor. Romen'in iş bulma şansı, Avrupa'da, belki Bulgar'a göre fazladır; ama Polonyalıya göre değildir. O şansları yok. Doğrudan buraya geliyorlar. Bu hep böyle. İstanbul büyük bir metropol, bir kere bunu kabul etmek zorundayız.
Fakat galiba, mesele o değil. Mesele bu şehri Osmanlı balkanları çok etkiledi. Biz orayı kurarken etkiliydik. Yani Bursa'nın başkenti olduğu Osmanlı İmparatorluğu, 14. asrın başlarından itibaren Balkanları çok etkiledi. Buradaki şehirleşme, ticari ağ, yollar... Buralar Osmanlı nüvesi olarak ortaya çıktı. Daha 93 savaşının yıkıntıları üstünden Bursa'da birşeyler yeşermeye başladı. Buranın ilk sermayedarları, ilk şekercisi, havlucusu, kumaşçısı, ilk alafranga mobilya üreticisi falan burada çıkmaya başladı. Balkanlardan göçeden ticaret sahipleri İstanbul değil Bursa'ya yerleştiler.

BURSA'DA GÜÇLÜ ORTA SINIF

1880'lerde Bursa'da bir gazete, abonelik ile. 20 kuruş. Yani mecidiye. Nah bu kadar gümüş. Yıllık abone olmak için bir takım adamlar bu gümüşü veriyorsa, demek ki orta sınıf aileler hayli güçlüdür. Eski mecidiyeler pırıl pırıl bir paradır. Bu eski bir havadır, her herde de olmaz. Düşünün ki İstanbul'da basılan gazetelerin içinde bin tane basılanı yok. Ahmet Mithat efendi boykot kırıcılığı yaptı. Hamal, mürettip, dizgici, dağıtıcı, ücret artır, dediler, bu da artırmıyorum ulan dedi böyle, kabadayı adamdı, oturdu, kendisi basıyor, kendisi diziyor, kendisi toplayıp müezzilere dağıtıyor. Bir hafta da devam etti. Bir hafta sonra bu aç kalmadı, ama isyan çıkaranlar pes etti açlıktan. Biz ettik sen etme dediler, geldiler. Bir gazete düşünebiliyor musunuz, en çok bir kaç yüz nüsha basılıyor. Murat Hilmi Beyin yıllık aboneliğine 20 gümüş para, sırf ayağını koparmamak için ödemeye razı ise bu çok önemli. Demek ki 1880, 90'lardan sonra burada ayrı bir insan tipi çıkmış. Bu tabi Eflatun'a kadar giden bir anane.
Mesela Bursa Şeri sicillerini okumak bir zevktir. Hem yazılar güzeldir, hem ifade düzgündür mahkeme katiplerinin. Pek az bulunur bunlar, bir de İstanbul'da bulunabilir. Çorum, Yozgat civarını gezdim mektepteyken çok berbattı. Benim bile hata bulduğum ifadeler var... Ama Bursa'da bulamazsın hata. Halil hoca (İnalcık) çok sert bir adamdır, bana bir gün 'Hatayı kendi kafanda ara' dedi. Çünkü hakikaten imla hataları çıkar Anadolu'da, ama buralarda olmaz. Yani demek ki eli kalem tutan bir zümre devam etmiş. Tabi ona göre insanlar geliyor. Burada devlet göçmenlere bir zamanlar bahçeler içinde evler verdi. Berbat evlerdi. Derhal yola koydular, yeşillik fırladı.. Pahalı pahalı da satabildiler. Bu sene geçtik şöyle, orta sınıf refahı sarkıyor Hürriyet Mahallesi'nde.

İSTANBUL, MATBAALAR VE İLK TÜRKÇE GAZETE... 

Matbaa tabi İstanbul'dadır, Ermenicesi, İspanyolcası, Fransızca, İtalyancası, Osmanlıca hatta Farsçası.. İran basının ilk çıktığı yer Bitlis'tir. İlk Türk tiyatrosunun ortaya çıktığı yer Tiflis'tir. Çünkü çok kozmopolit canlı bir merkez. İstanbul'a bir günde gidiliyordu Bursa'dan 
Ve ben size söyleyeyim, bu tip girişimciliğin, entrepreneurlüğün dini falan yoktur. Mesela Rusya'nın en büyük kapitalistleri Kazan Tatarlarıdır. Yurt dışında filialler (zincirler) bile kurdular. Kazan fethedildikten sonra din değiştiren ünlü zenginler oldu. Hatıralarını yazdı, seyidlik iddiasında olan bir Tatar aristokratı. Yahudi değildir Rusya'nın zengin tipleri, bu heriflerdir, oranın Yahudileri bunlar. Bakü petrollerinin üstüne ilk konanlar Bakuluların kendileri. Bagirov falan gibi adamlar. Büyük kapitalistler. Ev değil, bıraktığı şeyler, bir sokak... Bir sokak tamamen adama ait. Hepsi müslüman petrol milyarderleri, öbür kısmı da okuma yazmaz, zır cahil, ama bunların köklerinde ticaret var, o bölgenin ticaretini götüren ırktan geliyorlar. Bu bir girişimcilik tarihi.. Niye Roma manifakturun (imalathanelerin) merkezi değil de İtalya'da, papa da orada orada oturduğu halde, Floransa? Niye Floransa'nın rolünü Bolonya yüklenmemiş o kadar. Bolonya büyük fabrikalarıyla büyümüş. Niye Milano fışkırıyor? Bunları anlamak için oradaki hakim zihniyete de bakmak gerekiyor.

'YAHUDİ' EFSANESİ...

Yahudi iyi tüccardır, diye bir önyargı var. Bu pek öyle değil. Osmanlı İmparatorluğu'nun Yahudileri Ermeniler, Rumlardır fakat yanı başında birçok İran kökenli tüccarlar vardır. Bursa'nın bir musevi cemaati vardı, bugün oldukça azalmış vaziyette, Ermenilerin her zaman için vartabetleri, yani bir vilayet salnamesi varsa, mesela Mehmet Ziaettin bey vali, hemen yanı başında Ermeni Vartabeti, Ermeni metropoliteni, hahambaşı falan, protokolde ağırlığını gösteren cemaat bunlar.
Bana kalırsa, çok şaşılacak şey, hiç kimse düşünmez bunu; Rumlar Trabzon'da çok daha ağırlıklı. Evet, bu Lazlar övünür kendileriyle ama hiç şekilde kapital, 19 yüzyılda ağırlıklı olarak Rumlarda. Bu anlamda tabi İzmir mi gavur, Trabzon mu gavur? Sermaye bakımından, çok tartışılır. Bunu Trabzon kitabına da koymuştum.

SERMAYE AKITILAN YENİ SINIFLAR...

Bunun için fazla bir kehanete lüzum yok. Şehirleşme problemleri ve kirlenme yüzünden sorunlarımız çok artacak. Çünkü ciddi tedbirler alınmıyor ve alınmak niyeti de yok. Kötü bir şey söyleyeceğim. Para çok el değiştiriyor, mevcut yeni sınıflar yani sermayenin akıtıldığı, kendi kapan değil de, kendisine akıtıldığı yeni sınıfların Türkiye ekonomisini ve imalatını ciddi kanallara götüreceğine dair ciddi şüphem var. Bu ciddi şüpheyi bilmem paylaşıyor musunuz. Bunlarla rekabet edecek etabli (kuruluş), kurulmuş bir düzenimiz, kurulmuş bir yapımız da yok. Yani mevcut üreticilerimiz, yatırımcılarımız, girişimcilerimiz maalesef bunlarla bir rekabete girecek durumda değil. Hala yanlış yollar arıyorlar. Ciddi bir yatırım yok. Fakat şunu da size açıkça söyleyebilirim hiç bir şekilde, sermayenin bu yeni akıtıldığı ve yeni yaratılan yeni sınıfın Türkiye'yi büyük bir imalat kanalına, üretim kanalına götüreceğine dair şüphelerim olduğunu katiyetle söylemek zorundayım. Görüşüm bu.

BÜROKRASİ, DİPLOMASİ KABİLİYETSİZ

Diplomasi da aynı durum var. Çıkardıkları diplomatları gördük, bizimkileri beğenmediler, zannettik ki, karşılarına Tanzimat Reformu çıkacak, Mustafa Reşit paşa falan, alakası yok. İş sınıf değiştirerek olmuyor. Mehmet Emin Ali Paşa, Mısır valisinin kapıcısının oğlu. Formel tahsili yoktur. Çok genç yaşta kaleme çırak olmuştur, kabiliyetli mahalle çocukları gibi. Aile onu okutamayacağı için adam, sokakta peşkir satıyor, o çocuğu okutamaz, çırak olması lazım. Zeki çocuk olduğu için kaleme çırak oluyor, Fransızca falan da öğreniyor. Lamartine diyor ki tabi, o Fransa'da okuduğu için Fransızcası benim kadar düzgün, diyor. Ya herif hayatında Fransa'ya gitmemiş... Zavallı bir kere hariciye nazırı iken gidecekti, sultan aziz başkalarını aldı. Bu İstanbul'u bekledi Avrupa gezisi sırasında. Gördüğü Avrupa, Viyana. Ama Viyana diplomatları fevkalade Fransızca bilirler. Her halde o muhitte yetişti ki korkunç güzel Fransızcası. Ahmet Mithat Paşa ne görmüş.. Bürokrasideki yeni yüzlere baktığım zaman hiçbirisinde böyle bir kabiliyet görmüyorum. Kafası çalışan gördüğüm adamlar bu kadardır. Bunu görüyorum ve söylüyorum. Söylediğim için de benim pek sevmezler. Ama bir gerçektir. Meritokrasinin kalitesi bakımndan da çok geri bir noktadayız. Mollalık rejiminde de mollalar var ama çok da kaiiteli insanlar var. Mesela Stalin döneminde Dışişleri Bakanlığı'na hiç dokunulmadı. Çar bürokratları ile Molotov işleri mükemmel yürüttü. Burada mürekkep yalamış, kitap okumuş hiç bir arkadaşımız bana Stalin dönemi diplomasisinin çok başarısız ve hödükçe olduğunu söyleyemeyecektir. Dünyanın içine etmiş, ama bir şey de yapmış yani, yürütmüşler.
Bakın bu ne yaptı, getirdi bir sürü insanı tayin etti, 90 küsur kişi. Diplomasi imtihanına gençlerin 84'ü dışarıda kaldı. Yok çünkü adamlar İngilizce de bilmiyor, Türkçe de bilmiyor. İnsan ne hale geldik diyor. Memur yok ortada. Hakimler savcılar hepsi ortada. Anketler gösteriyor zaten, millet adliyeye itimat etmiyor. Çünkü ortada bir bilgi yok, kültür yok, kök yok. İstediğin kadar üniversite aç, içeriye kimi doldurduğuna bakar, o açtıklarını sonra kendin temizlemeye bakarsın. Fevkalade önemlidir.

TÜRKÇE GİDİYOR, SEN EĞİTİMDE MİLLİLEŞME MAVALI OKUYORSUN 

"Milli eğitimi millileştirmek" ne demek? Milli'nin adı nedir? Milli deninde hiç birimizin münakaşa etmeyeceği, ister sağda ister solda olalım; ilk müşterekimiz nedir? Komünist olmak, faşist olmak, liberal olmak, monarşist olmak mesele değildir. Mesele insanların Türkiye vatandaşı olduğunu anlamasıdır. Yaygın olarak Türklerde Türk vatandaşlığı oturmamıştır.
Bunun tanrı tarafından doğumla verilmiş bir hak olduğunu kabul edemiyor. Kendini seçemiyorsun. Ben Türk mü olacağım, Fransız mı olacağım, Kürt mü olacağım seçemezsin. Bu olacak ve burada yaşayacaksın. Bunu değiştirmeye kalkarsan hayatında başka engellerle karşılaşırsın. Ve bir zamanlar bakacaksın semaya ağlayarak, merdivenleri çıktığında, ileri yaşlarda, ulan ben buraya ne diye geldim, diyerek bedbaht ve üzüntü içinde ölürsün. Dinini değiştirebilirsin, ama dilini değiştiremezsin. İşte buna bağlı bir şey Türkçe'dir. Yani Milli eğitimden hepimizin bekleyeceği şey Türkçe'dir. Şimdi bunu veremeyen insanlar maval okuyorlar. Millileştireceğiz... Ne demek milli eğitimi millileştireceğim? Neyi kastediyorsun. Nasıl bir milliyetçilik yani. Herşeyden önce bizim insanlarımızın öğrenecekleri şey dildir. Bunu halledeceksin, çünkü dil gidiyor çünkü. Arkasından ikinci öğreneceğin şey matematiktir. Fizik öğrenirsin, coğrafya öğrenirsin, bunları öğrendikten sonra tarih öğrenirsin. Yoksa böyle palavra tarih, kendine göre yakın tarih.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder