Ünlü tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın BUSİAD'da Bursalı işadamlarına hitaben yaptığı konuşmanın ikinci bölümü aşağıda. Konuşmanın son bölümünü ilerleyen günlerde burada sizlerle paylaşmak istiyorum.
Prof. Dr. Ortaylı'nın özellikle tarihteki yaygın yanlışlarla ilgili anlattıkları ve toplumsal yaşamdaki değişimlere dönük anlattıkları, pek çoğumuzun farketmediği türden olaylar. Bu yüzden siz dostlarla paylaşmak istedim...
"(Ortadoğu'da Türkiye ve İsrail'in benzer kaderi paylaştıklarına ilişkin değerlendirmeleri takiben)
NÜFUS MESELESİ
Diğerlerinde bizimle uyuşabilecek bir dinamizm yok, bu çok açık. Mesela nüfus meselesi çok önemli görülüyordu 20 sene evvel. Demografide katiyyen öngörme mümkün olamaz. Mesela İtalya için Japonya için birisi 1960 yıllarında deseydi ki, ne münasebet böyle ailelerin içinde tek çocuk, İtalyan çocukları yalnız olacak, kardeşleri olmayacak, hatta anası babası bile öyle büyüdükleri için bunları amcaları teyzeleri falan da olmayacak, deseydi, sen deli misin ne söylüyorsun denirdi. Olacak şey değildi, ama oldu. Yine Japonları küçük aileler haline dönüşecekleri, ortalarda çocuk denen şeyi göremeyeceğin... 1950'lerde söylensendi gülerdiniz. Ama yok, Japonya'nın nüfusu tıkandı kaldı, bitti. Yani bu demografide hiçbir şeyi tam kestiremezsiniz. Türkiye sıhhatli bir demografik gelişime uğradı, bu asrın ortasında, artık nüfusu artmayan, doğumların azaldığı ama genç bir ulus olarak kalacak. O belli. Böyle işte nüfusumuz artıyor, biz etrafı istila ederiz, fethederiz diyen bir takım ahmak grupların da istikbali çok karanlık olacak. Çünkü Maalesef şehirleşme demek doğrudan doğruya bağımlılık yaşının çok yükseldiği insanların eğitim ve antrenman ihtiyacının, dolayısıyla çok büyüdüğü, bunu yapamayan grupların yerle yeksan olacakları, ilk anda kriminal teşebbüslere girişecekleri, bir takım ideolojik terör aygıtlarının içine girecekleri ama istikballerinin de olmayacağı bir dönemdir. Dünya oraya girdi. Nüfus meselesi bu. Bunu göreceğiz. Nüfus meselesinin içinde dikkat edilecek tek şey şehir nüfuslarının birbirine adapte olması. Adapte olamadınız takdirde fazla birşey bekleyemeyeceksiniz.
İSTANBUL BALKANLARIN MERKEZİDİR
Komünizm yıkıldıktan
sonra bütün balkanlar öyle. Bakın Sarıgrat, Hırvatistan'a kadar
istedikleri kadar, hatta ta Macaristan'a kadar, istedikleri kadar
Avrupa Birliği'ne girsinler, İstanbul bütün balkanların
merkezidir. Yani bizim için Moldavya ve Romanya'nın da merkezi
İstanbul'dur. Her bakımdan, yani insanların iş aradıkları,
işsizliklerini kapatmak için ilk yöneldikleri bölge burası
oluyor. Çünkü Avrupa'ya serbest ticaret giriş yapıyor diye, orada
insanlar kendine göre iş bulamıyor. Romen'in iş bulma şansı,
Avrupa'da, belki Bulgar'a göre fazladır; ama Polonyalıya göre
değildir. O şansları yok. Doğrudan buraya geliyorlar. Bu hep
böyle. İstanbul büyük bir metropol, bir kere bunu kabul etmek
zorundayız.
Fakat galiba, mesele o
değil. Mesele bu şehri Osmanlı balkanları çok etkiledi. Biz
orayı kurarken etkiliydik. Yani Bursa'nın başkenti olduğu Osmanlı
İmparatorluğu, 14. asrın başlarından itibaren Balkanları çok
etkiledi. Buradaki şehirleşme, ticari ağ, yollar... Buralar Osmanlı
nüvesi olarak ortaya çıktı. Daha 93 savaşının yıkıntıları
üstünden Bursa'da birşeyler yeşermeye başladı. Buranın ilk
sermayedarları, ilk şekercisi, havlucusu, kumaşçısı, ilk
alafranga mobilya üreticisi falan burada çıkmaya başladı.
Balkanlardan göçeden ticaret sahipleri İstanbul değil Bursa'ya
yerleştiler.
BURSA'DA GÜÇLÜ ORTA SINIF
BURSA'DA GÜÇLÜ ORTA SINIF
1880'lerde Bursa'da bir gazete, abonelik ile. 20
kuruş. Yani mecidiye. Nah bu kadar gümüş. Yıllık abone olmak
için bir takım adamlar bu gümüşü veriyorsa, demek ki orta sınıf
aileler hayli güçlüdür. Eski mecidiyeler pırıl pırıl bir
paradır. Bu eski bir havadır, her herde de olmaz. Düşünün ki
İstanbul'da basılan gazetelerin içinde bin tane basılanı yok.
Ahmet Mithat efendi boykot kırıcılığı yaptı. Hamal, mürettip,
dizgici, dağıtıcı, ücret artır, dediler, bu da artırmıyorum
ulan dedi böyle, kabadayı adamdı, oturdu, kendisi basıyor,
kendisi diziyor, kendisi toplayıp müezzilere dağıtıyor. Bir
hafta da devam etti. Bir hafta sonra bu aç kalmadı, ama isyan
çıkaranlar pes etti açlıktan. Biz ettik sen etme dediler,
geldiler. Bir gazete düşünebiliyor musunuz, en çok bir kaç yüz
nüsha basılıyor. Murat Hilmi Beyin yıllık aboneliğine 20 gümüş
para, sırf ayağını koparmamak için ödemeye razı ise bu çok
önemli. Demek ki 1880, 90'lardan sonra burada ayrı bir insan tipi
çıkmış. Bu tabi Eflatun'a kadar giden bir anane.
Mesela Bursa Şeri sicillerini okumak bir zevktir. Hem yazılar güzeldir, hem ifade
düzgündür mahkeme katiplerinin. Pek az bulunur bunlar, bir de
İstanbul'da bulunabilir. Çorum, Yozgat civarını gezdim
mektepteyken çok berbattı. Benim bile hata bulduğum ifadeler
var... Ama Bursa'da bulamazsın hata. Halil hoca (İnalcık) çok
sert bir adamdır, bana bir gün 'Hatayı kendi kafanda ara' dedi.
Çünkü hakikaten imla hataları çıkar Anadolu'da, ama buralarda
olmaz. Yani demek ki eli kalem tutan bir zümre devam etmiş. Tabi ona
göre insanlar geliyor. Burada devlet göçmenlere bir zamanlar
bahçeler içinde evler verdi. Berbat evlerdi. Derhal yola koydular,
yeşillik fırladı.. Pahalı pahalı da satabildiler. Bu sene geçtik
şöyle, orta sınıf refahı sarkıyor Hürriyet Mahallesi'nde.
İSTANBUL, MATBAALAR VE İLK TÜRKÇE GAZETE...
Matbaa tabi
İstanbul'dadır, Ermenicesi, İspanyolcası, Fransızca, İtalyancası, Osmanlıca hatta Farsçası.. İran basının ilk çıktığı yer Bitlis'tir. İlk Türk tiyatrosunun ortaya çıktığı yer
Tiflis'tir. Çünkü çok kozmopolit canlı bir merkez. İstanbul'a
bir günde gidiliyordu Bursa'dan
Ve ben size söyleyeyim,
bu tip girişimciliğin, entrepreneurlüğün dini falan yoktur.
Mesela Rusya'nın en büyük kapitalistleri Kazan Tatarlarıdır.
Yurt dışında filialler (zincirler) bile kurdular. Kazan fethedildikten sonra
din değiştiren ünlü zenginler oldu. Hatıralarını yazdı,
seyidlik iddiasında olan bir Tatar aristokratı. Yahudi değildir
Rusya'nın zengin tipleri, bu heriflerdir, oranın Yahudileri bunlar.
Bakü petrollerinin üstüne ilk konanlar Bakuluların kendileri.
Bagirov falan gibi adamlar. Büyük kapitalistler. Ev değil,
bıraktığı şeyler, bir sokak... Bir sokak tamamen adama ait. Hepsi
müslüman petrol milyarderleri, öbür kısmı da okuma yazmaz, zır
cahil, ama bunların köklerinde ticaret var, o bölgenin ticaretini
götüren ırktan geliyorlar. Bu bir girişimcilik tarihi.. Niye Roma
manifakturun (imalathanelerin) merkezi değil de İtalya'da, papa da orada orada
oturduğu halde, Floransa? Niye Floransa'nın rolünü Bolonya
yüklenmemiş o kadar. Bolonya büyük fabrikalarıyla büyümüş.
Niye Milano fışkırıyor? Bunları anlamak için oradaki hakim
zihniyete de bakmak gerekiyor.
'YAHUDİ' EFSANESİ...
Yahudi iyi tüccardır,
diye bir önyargı var. Bu pek öyle değil. Osmanlı
İmparatorluğu'nun Yahudileri Ermeniler, Rumlardır fakat yanı
başında birçok İran kökenli tüccarlar vardır. Bursa'nın bir
musevi cemaati vardı, bugün oldukça azalmış vaziyette, Ermenilerin her zaman için vartabetleri, yani bir vilayet salnamesi
varsa, mesela Mehmet Ziaettin bey vali, hemen yanı başında Ermeni
Vartabeti, Ermeni metropoliteni, hahambaşı falan, protokolde
ağırlığını gösteren cemaat bunlar.
Bana kalırsa, çok
şaşılacak şey, hiç kimse düşünmez bunu; Rumlar Trabzon'da çok
daha ağırlıklı. Evet, bu Lazlar övünür kendileriyle ama hiç
şekilde kapital, 19 yüzyılda ağırlıklı olarak Rumlarda. Bu
anlamda tabi İzmir mi gavur, Trabzon mu gavur? Sermaye bakımından,
çok tartışılır. Bunu Trabzon kitabına da koymuştum.
SERMAYE AKITILAN YENİ SINIFLAR...
Bunun için fazla bir
kehanete lüzum yok. Şehirleşme problemleri ve kirlenme yüzünden
sorunlarımız çok artacak. Çünkü ciddi tedbirler alınmıyor ve
alınmak niyeti de yok. Kötü bir şey söyleyeceğim. Para çok el
değiştiriyor, mevcut yeni sınıflar yani sermayenin akıtıldığı,
kendi kapan değil de, kendisine akıtıldığı yeni sınıfların Türkiye ekonomisini ve
imalatını ciddi kanallara götüreceğine dair ciddi şüphem var.
Bu ciddi şüpheyi bilmem paylaşıyor musunuz. Bunlarla rekabet
edecek etabli (kuruluş), kurulmuş bir düzenimiz, kurulmuş bir yapımız da
yok. Yani mevcut üreticilerimiz, yatırımcılarımız,
girişimcilerimiz maalesef bunlarla bir rekabete girecek durumda
değil. Hala yanlış yollar arıyorlar. Ciddi bir yatırım yok.
Fakat şunu da size açıkça söyleyebilirim hiç bir şekilde,
sermayenin bu yeni akıtıldığı ve yeni yaratılan yeni sınıfın
Türkiye'yi büyük bir imalat kanalına, üretim kanalına
götüreceğine dair şüphelerim olduğunu katiyetle söylemek
zorundayım. Görüşüm bu.
BÜROKRASİ, DİPLOMASİ KABİLİYETSİZ
BÜROKRASİ, DİPLOMASİ KABİLİYETSİZ
Diplomasi da aynı
durum var. Çıkardıkları diplomatları gördük, bizimkileri
beğenmediler, zannettik ki, karşılarına Tanzimat Reformu çıkacak,
Mustafa Reşit paşa falan, alakası yok. İş sınıf değiştirerek
olmuyor. Mehmet Emin Ali Paşa, Mısır valisinin kapıcısının
oğlu. Formel tahsili yoktur. Çok genç yaşta kaleme çırak
olmuştur, kabiliyetli mahalle çocukları gibi. Aile onu
okutamayacağı için adam, sokakta peşkir satıyor, o çocuğu
okutamaz, çırak olması lazım. Zeki çocuk olduğu için kaleme
çırak oluyor, Fransızca falan da öğreniyor. Lamartine diyor ki
tabi, o Fransa'da okuduğu için Fransızcası benim kadar düzgün, diyor. Ya herif hayatında Fransa'ya gitmemiş... Zavallı bir kere
hariciye nazırı iken gidecekti, sultan aziz başkalarını aldı.
Bu İstanbul'u bekledi Avrupa gezisi sırasında. Gördüğü Avrupa,
Viyana. Ama Viyana diplomatları fevkalade Fransızca bilirler. Her
halde o muhitte yetişti ki korkunç güzel Fransızcası. Ahmet
Mithat Paşa ne görmüş.. Bürokrasideki yeni yüzlere baktığım
zaman hiçbirisinde böyle bir kabiliyet görmüyorum. Kafası
çalışan gördüğüm adamlar bu kadardır. Bunu görüyorum ve
söylüyorum. Söylediğim için de benim pek sevmezler. Ama bir
gerçektir. Meritokrasinin kalitesi bakımndan da çok geri bir
noktadayız. Mollalık rejiminde de mollalar var ama çok da kaiiteli
insanlar var. Mesela Stalin döneminde Dışişleri Bakanlığı'na
hiç dokunulmadı. Çar bürokratları ile Molotov işleri mükemmel
yürüttü. Burada mürekkep yalamış, kitap okumuş hiç bir arkadaşımız
bana Stalin dönemi diplomasisinin çok başarısız ve hödükçe
olduğunu söyleyemeyecektir. Dünyanın içine etmiş, ama bir şey
de yapmış yani, yürütmüşler.
Bakın bu ne yaptı,
getirdi bir sürü insanı tayin etti, 90 küsur kişi. Diplomasi
imtihanına gençlerin 84'ü dışarıda kaldı. Yok çünkü adamlar
İngilizce de bilmiyor, Türkçe de bilmiyor. İnsan ne hale geldik
diyor. Memur yok ortada. Hakimler savcılar hepsi ortada. Anketler
gösteriyor zaten, millet adliyeye itimat etmiyor. Çünkü ortada
bir bilgi yok, kültür yok, kök yok. İstediğin kadar üniversite
aç, içeriye kimi doldurduğuna bakar, o açtıklarını sonra
kendin temizlemeye bakarsın. Fevkalade önemlidir.
TÜRKÇE GİDİYOR, SEN EĞİTİMDE MİLLİLEŞME MAVALI OKUYORSUN
"Milli eğitimi
millileştirmek" ne demek? Milli'nin adı nedir? Milli deninde hiç
birimizin münakaşa etmeyeceği, ister sağda ister solda olalım; ilk müşterekimiz nedir? Komünist olmak, faşist olmak, liberal
olmak, monarşist olmak mesele değildir. Mesele insanların Türkiye
vatandaşı olduğunu anlamasıdır. Yaygın olarak Türklerde Türk
vatandaşlığı oturmamıştır.
Bunun tanrı tarafından doğumla verilmiş bir hak olduğunu kabul edemiyor. Kendini seçemiyorsun. Ben Türk mü olacağım, Fransız mı olacağım, Kürt mü olacağım seçemezsin. Bu olacak ve burada yaşayacaksın. Bunu değiştirmeye kalkarsan hayatında başka engellerle karşılaşırsın. Ve bir zamanlar bakacaksın semaya ağlayarak, merdivenleri çıktığında, ileri yaşlarda, ulan ben buraya ne diye geldim, diyerek bedbaht ve üzüntü içinde ölürsün. Dinini değiştirebilirsin, ama dilini değiştiremezsin. İşte buna bağlı bir şey Türkçe'dir. Yani Milli eğitimden hepimizin bekleyeceği şey Türkçe'dir. Şimdi bunu veremeyen insanlar maval okuyorlar. Millileştireceğiz... Ne demek milli eğitimi millileştireceğim? Neyi kastediyorsun. Nasıl bir milliyetçilik yani. Herşeyden önce bizim insanlarımızın öğrenecekleri şey dildir. Bunu halledeceksin, çünkü dil gidiyor çünkü. Arkasından ikinci öğreneceğin şey matematiktir. Fizik öğrenirsin, coğrafya öğrenirsin, bunları öğrendikten sonra tarih öğrenirsin. Yoksa böyle palavra tarih, kendine göre yakın tarih.
Bunun tanrı tarafından doğumla verilmiş bir hak olduğunu kabul edemiyor. Kendini seçemiyorsun. Ben Türk mü olacağım, Fransız mı olacağım, Kürt mü olacağım seçemezsin. Bu olacak ve burada yaşayacaksın. Bunu değiştirmeye kalkarsan hayatında başka engellerle karşılaşırsın. Ve bir zamanlar bakacaksın semaya ağlayarak, merdivenleri çıktığında, ileri yaşlarda, ulan ben buraya ne diye geldim, diyerek bedbaht ve üzüntü içinde ölürsün. Dinini değiştirebilirsin, ama dilini değiştiremezsin. İşte buna bağlı bir şey Türkçe'dir. Yani Milli eğitimden hepimizin bekleyeceği şey Türkçe'dir. Şimdi bunu veremeyen insanlar maval okuyorlar. Millileştireceğiz... Ne demek milli eğitimi millileştireceğim? Neyi kastediyorsun. Nasıl bir milliyetçilik yani. Herşeyden önce bizim insanlarımızın öğrenecekleri şey dildir. Bunu halledeceksin, çünkü dil gidiyor çünkü. Arkasından ikinci öğreneceğin şey matematiktir. Fizik öğrenirsin, coğrafya öğrenirsin, bunları öğrendikten sonra tarih öğrenirsin. Yoksa böyle palavra tarih, kendine göre yakın tarih.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder