21 Nisan 2017 Cuma

Endüstri 4.0 hem fırsat, hem tehdit!




Endüstri 4.0” iş dünyasını en çok meşgul eden konulardan birisi haline geldi. Peki “4. Sanayi Devrimi” olarak da tanımlanan yeni durum gerçekte nedir? Özellikle sanayici için bir fırsat mıdır, yoksa yaklaşan bir felaketin habercisi midir?





Almanya merkezli “Endüstri 4.0” vizyonu hakkında Türkiye'de ilk ve en kapsamlı raporu TÜSİAD hazırlamıştı. Ardından konu çok farklı platformlarda gündeme getirildi, tartışıldı. Ancak Bursa'da Endüstri 4.0'ın en kapsamlı ele alındığı panel, “Endüstri 4.0 Uygulamaları” başlığı altında Bursa Sanayicileri ve İşadamları Derneğin'de (BUSİAD) yapıldı. BUSİAD'da konu akademisyenler değil, bizzat Endüstri 4.0'ın oluşmasına en fazla katkıda bulunma konumunda olan endüstri ve otomasyon sanayicileri, yani işin asıl sahipleri konuştu. Konuşmalardan, Türkiye'nin hem sanayideki durumu, hem de teknoloji üretiminde “üretici” değil “kullanıcı” olması yüzünden dijital devrimden pek olumlu etkilenmesinin beklenmediği anlaşılıyor. En azından hem sektöre hem ekonomi yönetimine çok iş düştüğü kesin. Ekohaber olarak, Endüstri 4.0'ı, asıl muhataplarından dinledik. Endüstriyel Otomasyon Sanayicileri Derneği (ENOSAD) Başkan Yardımcısı S. Sami Ömeroğlu “Uzak Geçmişten Yakın Geleceğe Teknoloji ve İnsan” başlıklı bir sunumda çok çarpıcı tespitler yaptı. Ömeroğlu'nun, sorularımıza verdiği yanıtlar ile bazı konuşmacıların değerlendirmelerini sizlerle paylaşmak istedik. İşte, bizzat bu işin içindeki insanların değerlendirmeleri...


ENOSAD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcıs Sedat Sami Ömeroğlu:
'Teknolojileri sadece kullanan değil, üreten olmalıyız'

- Türkiye Endüstri 4.0'ın neresinde?

Aslında 'Dünya neresinde' diye sormak lazım. Herşey başlangıç aşamasında. Bu bir konsept. Bu bir adım. Aslına bakarsanız Çin'e karşı atılmış bir adım. Katma değerin geri döndürülmesi için yapılıyor. Katma değeri, istihdamı, üretimi geri döndürebilir miyiz? Üretim zaten verimi, kârlılığı artırmak için Çin'e gitmişti. Şimdi yine verimliliği yükselterek batıya döndürme hedefi var. Sebep aynı. Türkiye bu işi diğer ülkelerle birlikte, aynı anda yakalamış durumda. Endüstri Otomasyon Sanayicileri Derneği olarak biz üç ay gecikmeyle bunu anons ettik Türkiye'de. Ben anons ettim, başkandım. Büyük oranda sahiplendik biz bu işi. Bunu yapacak olan endüstri otomasyon derneğine bağlı kurumlar, biziz. Aslında biz hazırız. Çok büyütülecek de bir durum yok. Daha önce yaptıklarımızın üstüne birşeyler yapmamız lazım. Bu yeni bir öğrenme kitabı.

- Nelere ihtiyaç var?

İstihdam. Kaliteli, nitelikli eleman... Bir takım değerlerin yeniden gözden geçirilmesi, yeni bilgilerin aktarılması. Teknolojilerde sadece kullanan değil de yapan, üreten de olmamız lazım. Bir dönüşümün ön plana alınması, en azından bunun hedeflenmesi lazım. Ama bunlardan da daha önce sanayicinin buna yatkın hale getirilmesi lazım. Biz yapıyoruz, uyguluyoruz diyebiliriz. Endüstri 4.0 kavramına, bütün bu konsepte teknolojileri uygulayabiliriz endüstri otomasyon sektörü olarak. Peki sanayiciler buna hazır mı? Üretim yapılan fabrikalar buna hazır mı? Onlar isteyecekler mi? Onların istemesi lazım. Niye istenmesi gerektiğini onlara anlatmak lazım. Önce onların benimsemesi lazım. Bu bir ekonomi, işletme işi. Bugüne kadar hep işletmeciler konuşuyor, mühendisler konuşuyor, biraz finansçılar konuşuyor... Ama koordinasyon lazım. Sonuçta fabrikalar bunu istemezse, siz istediğiniz kadar alim olun, bir şey yapamazsınız.

- Sizler endüstriyel otomasyon sektörünü temsil ediyorsunuz. Endüstri 4.0'a yakın, ileri teknoloji, robot vs. kullanan firmaları gezdiğimizde, görüyoruz ki, sistemin tamamı ithal... Endüstri 4.0 büyük bir ithalat kapısı mı?

Şunu çok açıkça söylemek lazım. Şu ana kadar baktığımız zaman bizim teknoloji üretim ve ihracatımızda ithalatın payı çok yüksek. Ama bunları en iyi şekilde kullanacak potansiyele giriyor olmamız lazım. Bizim teknoloji üretiyor olmamız lazım. Teknolojiyi kendimiz üretmemiz lazım. Önce akıl parasının bu ülkede kalmasını sağlamamız lazım. Bir ekip çalışması ile çok ciddi bir devrim ve bir kültür yaratmamız lazım. Ekip çalışmasına çok yakın değiliz. Bu konularda mültidisipliner bir yapının yerleşmesi lazım. Sanayinin verimi artırmasının teknoloji ile doğru orantılı olduğunu biliyor olmamız lazım. Bunun için çaba gösterilmesi lazım. Artık yerlinin de, Türk insanının da bu yüksek katma değeri üretebileceğini, onu sağlayacak teknolojiyi üretebileceğini, o aklın burada da ortaya konulabileceğini artık kabul etmemiz lazım. Yanılabiliriz, bazı şeyler eksik olabilir. Ama bizim bunları tolere etmemiz lazım. Hataları minimuma indirmeliyiz. O taraf daha iyi, biz iyi değiliz deme zamanı geçti. Eğer bu treni kaçırırsak, yani biz gene hala vagonun arkasında olursak... yani bu noktaya gelmememiz gerekiyor. Dünya bambaşka bir noktaya gidiyor. Dünya olağanüstü bir yere gidiyor. Sınırlar kalmıyor.

- Otomasyon sanayicileri olarak bu işte kilit noktadasınız. Bunu yapacak olan sizlersiniz. Hükümet teknoloji ve Ar-Ge konusunda destekler açıklıyor, nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bakınız bizim işimiz esas itibariyle Ar-Ge değil Sis-Ge, Sistem Geliştirme. Biz bu kavramı çok konuşmak kamuoyunda yerleştirmek istedik, ama başaramadık. Sistem geliştirme. Siber fizik sistemleri diyoruz. Aslında siber fizik sistemleri, Sis-Ge'dir. Sistemleri nasıl akıllı hale getireceğiniz, makinelerin nasıl, ne kadar akıllı olduğuna dair birşey. Dolayısıyla endüstri otomasyon sisteminin bunları gerçekleştiriyor olması lazım. Ar-Ge herkesin dilinde. Herkes konuşuyor. Ama ciddi bir ürün çıktığını görebiliyor muyuz Türkiye'de? Keşke görebilsek. Oysa bir Silicon Vadisi hikayesine bakın. Tek bir kişi, bir fikirle, tabi onu kabul edip risk alan bir finansörün de kabul etmesiyle falan, dünyayı değiştirebiliyor. Bir tek kişi, ya ben bunu yapacağım diye bir işe giriyor, finansör de ben sana inandım, yap diyor, üç sene sonrasında dünyayı sarsan bir iş çıkıyor. Tesla var, yakın geçmişte pek çok örnekleri var. Silicon Vadisi'ne bakın Standford üniversitesi, MIT'nin laboratuvarlarına bakın, kimler nelerle uğraşıyor. Bizler pek çok şeyin farkında bile değiliz.

- Otomasyon sanayicileri olarak öneriniz?

Otomasyon sanayicileri olarak bize güvenilmesini istiyoruz. Biz fiyat ve rekabet baskısı aldında aklımızı koruyabilmekte güçlük çekiyoruz. Kimseyi eleştirmek için konuşturmuyoruz. Daha iyi bir şey nasıl olur, ona bakıyoruz. Eleştiriyoruz, ama sonuç çıkmıyor. Diyoruz ki biz, bunları yapabiliriz. Biz bunu başarabiliriz. Bizim yapmamız gereken şey bir araya gelebilmek. Küçük işletmelerin, KOBİ'lerin mutlaka birleşmesi lazım. Bakın üzerinde ısrarla duruyorum, tarihe not düşmek istiyorum; Küçük teknoloji şirketlerinin birleşiyor olmasının önü açılmalı ve teşvik edilmeli. Hatta bir noktada zorlanması lazım. Başka yerlerde örneği yok mu, olsun, bizde olsun, bize has olsun. Benim çok çok iyi, başarılı, duayen arkadaşlarım var, ama artık bırakmak istiyor. Ya adam 30 yıldır teknoloji işiyle uğraşıyor; ama bırakmak istiyor. Yani istediğimiz verimi biz de piyasadan alamıyoruz. Çok fiyat ve zaman baskısı var. Ar-Ge yapacaksınız, zaman... Ar-Ge zaman kısıtıyla olamaz, zaman da bir fonksiyondur ama böyle olmaz, bana üç günde şunu yap, geliştir, denmez. Ama endüstrideki yatırımcının da bir an önce üretime başlaması lazım, ortada paradoksal bir durum var. Bunlar oturup karlışıklı, sakin bir şekilde konuşulmalı. Kararlar da çıkmalı oradan.

- Yani yerli teknoloji şirketleri olarak haksız rekabet mi hissediyorsunuz?

Rekabetin haklısı, haksızı... O konuya girmek istemem ama biz her türlü rekabete hazırız. Biz de yurt dışındaki mühendisler kadar kabiliyetliyiz. Bizim eksiğimiz var, ama fazlamız da var. Örneklerini biliyorum. Ciddi şekilde bu işin içinden olan... İnovasyon bizde de var. Ama bir koordinasyon olması gerekiyor, bizde eksik olan galiba bu.”

Emko Elektronik Genel Müdürü Ayhan Ispalar:
'Üretim evine (batıya) gidiyor'

Elektronik sektörü konusunda kısa bilgi vermek istiyorum. Türkiye Elektronik Sanayicileri Derneği her sene almanak yayınlıyor. Bir diğer kuruluşumuz da Endüstriyel Otomasyon Sanayicileri Derneği. Veriler ortada. Türkiye'nin gerçeklerini görmemiz gerekiyor. Endüstri 4.0'ın göbeğinde elektronik sektörü var. Elektronik sektörünün alt sektörleri nelerdir? Bileşenler alt sektörü, Tüketici Cihazları, Telekomünikasyon Cihazları alt sektörü, diğer endüstriyel elektronik cihazları, ki bizim firmamızın da faaliyet gösterdiği alt sektör budur. Savunma Elektroniği alt sektörü, Bilgisayar cihazları ki buna yazılım alt sektörü de dahil. Yani toplam 6 alt sektörden meydana geliyor. Şimdi bu 6 alt sektörün yıllık dış alımı (ithalat) toplam 17 milyar dolar civarında, 2015 verileri. Dış satımı (ihracat) ise 6,5 milyar dolar civarında. Yani ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 30 civarında.
SANAYİ ENDÜSTRİ 2.0-30 DÜZEYİNDE
Bir başka veri. Bizim dahil olduğumuz profesyonel endüstri elektronik alt sektörünü fabrikaların mutfağıdır. Fabrikalarda, üretimde sistemlerimiz var. Sipariş takibi, üretim diyoruz. Bizde mutfağın içi Endüstri 3.0. Makineleri çalıştıran otomasyon sistemleri, bir takım sensörler vs. 4 milyar dolar dış alım, 700 milyon dolar dış satım var, bu alanda da. Yani ihracatımız ithalatın 6'da birisi.
Emko Elektronik daha çok endüstriyel otomasyona hitabeden ölçme ve kontrol cihazları, PID kontrol ciyazları, sensörler, operatör panelleri, uzaktan yönetim çözümleri vs. üretiyor.
Dünyada sanayileşmede mevcut duruma bir bakalım. Yazar Dr. Güven Sak'ın hazırladığı bir grafik dikkatimi çekti. Başlığı Sanayi 4.0 Dedikodusu ile Sanayi 15'i ihmal ediyoruz. İçinde bir tablo var. Türkiye'nin sanayileşen ülkeler arasındaki yerine işaret ediyor. 1997'de 13. sırada. 2000 yılında 15 ve 2015 yılında Türkiye 16. sırada. Bu, dünyada bir şeye işaret ediyor aslında. Özellikle 2000'den sonra ticaretin internet sayesinde gelişmesinden ve üretim teknolojilerinin yaygınlaşması, altyapıların kolayca erişilebilir olması nedeniyle, üretim dünyaya yayıldı. Kolay yayılıyor. O kadar hızlı yayılıyor ki, dünya çapında global bir üretim başlıyor. Ve demek ki ülkelerin birbirlerine karşı üstünlükleri sınırlanıyor. Coğrafya ortadan kalkıyor. Latin Amerika, Uzakdoğu ülkeleri, Asya ülkeleri, yakın Uzakdoğu, Ortadoğu ülkeleri, Türkiye, eşitleniyor... Bilgi anlamında eşitleniyor. Üretim araçlarına erişim açısından eşitleniyor.
TÜBİTAK raporunda üretim maliyet endeksini de sizlere sunmak istiyorum. Amerika için yüzde 15, Çin için 96, Türkiye için 98. Bu üretim maliyeti endeksi. Bizim sanayideki düzeyimiz Endüstri 2.0, 3.0. bu senelerde hala devam ediyor. Hatta 2 sene 3 sene önce bu tablo değişmeye başladı. Şimdi Türkiye'nin dış ticareti düşmeye başladı, kalkınma azaldı, ibre yön değiştirdi son yıllarda, üretim maliyet endeksimiz de yükseldi.

Neden endüstri 4.0? Endüstri 4.0, kalkınmanın yönünü batıya çevirmeye çalışıyor. Çünkü maliyetler düşüyor. Malyetler düşünce özellikle, katma değerli ürünlerde üretim batıya dönüyor. Demek ki, bizim açımızdan, en azındam benim açımdan neden Endüstri 4.0? Endüstri 4.0, gelişmeyi, üretimi, katma değer kalemlerinin yeniden batıya dönmesidir.

'SANAYİ ODAKLI MODEL DEĞİL'

Türkiye bu işin neresinde? Kalkınma Bakanlığı ve TÜİK verileri.
Türkiye GSYH içinde tarım yüzde 8, sanayi yüzde 22. Hizmet, ihşaat dahil yüzde 70. Yani sanayiin ülkenin kalkınmasındaki payı sadece yüzde 22. 1980'lerde yüzde 34 imiş. Bunun farklı bir çok sebepleri de olabilir. Önemli olan bugün neredeyiz? Bu bize mevcut ekonomik modeli gösteriyor aslında. GSMH'nin içinde sanayiin payının yüzde 21. küsur, tam yüzde 22 bile değil. Demek ki Türkiye'nin modeli üretim, sanayi odaklı bir model değil. Ya da üretimden hizmet sektörü odaklılığna doğru kayıyor.
Bir başka Türkiye gerçeği. Bu da 2015 TUİK verisi. İmalat sanayiindeki yeni yatırımların, yeni girişimlerin yüzde 60'ı düşük teknoloji yatırımları. Ve çalışanların yüzde 52'si düşük teknolojide çalışıyor.

DİJİTALDE ZAYIFIZ

İmalat sanayiinde dijital olgunluk seviyesinde neredeyiz? TÜBİTAK ve bakanlık olağanüstü gayretler ile son 5-6 senede çok ciddi destekler veriyor, çalıştaylar yapıldı. Özel sektörde detaylı anketler yapıldı. 8 kritik teknoloji, 10 stratejik hedef, 29 kritik ürün belirlendi. Bu rapor çok ciddi bir rapor. Çok detaylı. Perspektifleri yönlendirecek bir rapor. Rapora göre, Türkiye'de imalat sanayi Endüstri 2.0 ile 3 arasında. Firmaların yüzde 22'si dijitalleşme konusunda kapsamlı bilgiye sahip. Endüstri 4. 0 konusunda farkındalığı en yüksek sektörler, elektronik yazılım, otomotiv ve beyaz eşya. Katma değerin en yüksek olacağı değerlendirilen sektörler, makine, elektronik, yazılım, optik, otomotiv, beyaz eşya. Firmaların yüzde 50'sinde teknolojilerine 3-5 yılda entegre etme stratejileri var. Teknolojik olgunluk seviyesi ele alınmış.
3 ayrı grup var. Birincisi dişitalleşme grubu: Büyük veri ve bulut bilişim, sanallaştırma, siber güvenlik. Koyu renkler, beyaz olanlar kötü. Çok iyi yok. Çalıştaya katılan kuruluşların raporları. İyileri az görüyoruz. Etkileşim, neslenerin interneti, makine-makine, makine-insan haberleşmesi ve sensörlerde daha iyiyiz. İşin kolay tarafı bu aslında. TÜBİTAK'ın değerlendirme panellerine bakıyoruz. Gençlerden gelen bütün projeler burada. Çünkü basit. Geleceğin fabrikaları, teknolojik olgunluk seviyesi... Asıl mesele orada. Esas bizim faalyette bulunduğumuz grup da burası. Burada yeşiller az. Ülkemizin olgunluk seviyesi bu kadar. Bunlar nedir, robot, otomasyon, ekipman, yazılım. Otomasyon, ekipman yazılımlarından bahsediliyor. Eklemeli imalat sistemleri, ara katman yazılımları, dinamik üretim yönetimi, onlarda ülkemiz zayıf.
Bunlar sanayiden hizmete kayan ekonomik modelin sonuçları. İşgücü sanayiden hizmet sektörüne kaymakta. Yeterli sayıda ve deneyimde işgücü sanayide oluşmamakta. Yani sanayide çalışmak hiç cazip halde değil. Çünkü hizmet sektörü büyüyor. Sınırlı sayıda kaliteli işgücü yeni teknolojilerin yaygınlaşmasını engellemekte.
Türk sanayiinde yatırımın geri dönüşümü çok hızlı değil. Bir de böyle bir sıkıntı var. Çünkü fabrikanızın mutfağında yapılacak çok iş var, çok büyük efor sarfetmeniz gerekiyor. O kadar basit değil.
Peki mutfak tarafında iş nasıl yürüyor? Çözüm... Geleceğin fabrikasında çalışacak olanların yüzde 71'inin bugün çalıştığı fabrikada sahip olduğu vasıflara ve becereilere değişik düzeylerde sahip olması gerekmiyor. Ne olmalı? Ortak vizyon olmalı. Üretimi yükselten ekonomik modele geçilmeli, uzun vadeli eğitim öğretim öğretim politikaları oluşturulmalı. Bu politikalar siyasi iklimlerle değişmeden senelerce uygulanmalı. TUSİAD, bakanlığa gönderdiği bir raporda, Endüstri 4.0 raporunda kapsamlı önerilerde bulundu. En başta bilimsel teknolojik gelişmelerin temelini oluşturan, fen, matematik, mühendislik bilgi ve beceerilerinin geliştirilmesine vurgu yapmayı da gerektirmektedir. TÜSİAD bu konuda çok ciddi rapor hazırladı, ön yazısında da bunlar ifade ediliyor. Dğer zincirinde uçtan uca dijital entegrasyona gitmek daha geniş bir pazar sağlıyor. Daha yüksek müşteri memnuniyeti sağlıyor. Satış sonrası daha bağımlı müşterilerle, daha fazla kazanç sağlıyor. Yani dijitalleşme aslında hem satış öncesi üretim, hem de satış sonrası entegrasyon. Bu da en önemli... Sonuç olarak, değer zincirinin entegrasyonu yoluyla maliyetlerin entegrasyonu gerçekleştiriliyor. Bu gerçekleşince de teknoloji katma değeri yüksek üretim, evine (batıya) gidiyor...”

Festo Müşteri Çözümleri Müdürü Fikret Kemal Akyüz:
Endüstri 4.0 Yaklaşımları ve Scharnhausen Teknoloji Fabrikası”

Dünya dijitalleşiyor. Bunun sonucu olarak da firmalar kendilerine daha garantili pozisyonlar bulmaya çalışıyor. Dijitalleşme bir yandan yeni fırsatlar sunmakla beraber, bazen yıkıcı da olabiliyor. Bakıyorsunuz asırlık büyük sanayi kuruluşları, marka değeri olarak kısa sürede büyüyen teknoloji firmaları veya Facebook, twitter gibi kurumların gerisinde kalıyor.
Endüstri 4.0 en basit anlamda, siber standartları kullanarak çok çeşitli ihtiyaçlara cevap verebilen hızlı, ekonomik, daha verimli bir üretim yapmak istiyor. Almanya örneğin, daha rekabetçi olmak istiyor. Ayrıca standartlaşma demek bu. Her şey çok hızlı ilerlediği için, bu hıza ayak uydurmak için yatırım yapmak gerekiyor, ama yatırım her seferinden çok büyük, külfetli oluyor. Artık Avrupa, özellikle Almanya Endüstri 4.0 ile beraber ben yatırımlarımı daha kolay ve hızlı paymak istiyorum, diyor. Her seferinden bir sürü firmanın kendi adıma konuşmasını bekleyemem, taktığım anda üretim ve değer sisteminin çalışması gerekir, diyor. Bunun yanında sanal dünya ile üretim dünyası birleşiyor. Artık devir değişti. Siparişleri internet üzerinden veriyoruz. Şimdi işte bu değer zincirinin tamamını kapsayan bir dijital dönüşüm gerekiyor.
Dijitalleşme her alanda var. Festo olarak dijitalleşmenin tamamı değil, üretim dünyası boyutuyla ilgliyiz. Festo 3 başlıkta inceliyor. Birisi endüstri. Festo hem fabrika otomasyonunda ve özel çözümlerde hizmetleri var. Eğitim alanında ayrı bir çalışması var. Tam ortada da 20 yıldır devam eden bir projemiz var. Festo Endüstri 4.0 ile kendisine bir yol çiziyor. Diyor ki bundan sonra çözüm oluştururken, adaptif, akıllı ürünler yapacağım. Tüm ürünlerimi ağa bağlayacağım, nesnelerin interneti olacak diyor. Bir bir de yazılım ve en sonunda dijital sistemler kuracağım diyor.
İki örnek vereceğim, yarısı Siemens yarısı Festo, bereber geliştirilen bir ürüün. Her zaman rekabet değil bazen işbirliği gerekiyor. Türkiye'de benim gördüğüm devamlı rekabet vardır, kimse kimseyle iş yapmak istemez. Bu konuda bir şekilde, üniversitelerin, Ar-Ge firmalarının devlete ait kurumların bir şekilde işbirliği yapması gerekiyor. Yani herkes herşeyi kendisi tek başına yapmak ister ama bu olmuyorsa, gerektiğinde işbirliği gereklidir.
Arabanın şasesinin yapıldığı yerlerde kullanılan bir tabanca var. Festo, BMW ile bu alanda işbirliği yapıyoruz. Kendi proses datasını bize açıyor. Benim için bu ürünü ileri götürün diyor. Kendi süreçlerinde biz de bir katkıda bulunuyourz.

YERİNDE, ZAMANINDA EĞİTİM

Bilgi hızı gittikçe artıyor. Festo'nun kullandığı kavram rakebet ve işbirliği. İşbirliği bizde çok azdır. En öneml konu, herşey çok hızlı yayıldığı için, çok önceden eğitim yapmak fikri ortadan kalkıyor. Eğitim tam zamanında olmak zorunda. Yani çalışan kişi ne zaman o bilgi ve beceriye ihtiyaç duyacaksa, eğitimin de o zaman olması gerekiyor. 2 sene sonra kullanacağın bir şeyi şimdi öğrenmenin bir anlamı yok, unutup gidersin.
Veri ve bilgi tek başına anlamlı değil. Öğrenme yöntemlerinin de değişmesi lazım. En iyi yöntem yerinde öğrenme. Dolayısıyla eğitim sistemlerinin değişmesi, gelişmesi gerekiyor.
Endüstri 4.0 ile insan profillerinin değişmesi beklenmekte. Öncesinde seri üretim yöntemleri vardı. Fakat Endüstri 4.0 ile daha karmaşık pozisyonlara karar verebilen çalışanlar lazım. Daha önce arıza olduktan sonra bakım yapma önemliydi, şimdi arıza olmadan çözüm bulma geliyor.

İŞSİZ KALACAK MESLEKLER...

Meslek grupları da değişecek. Örneğin Endüstri 4.0'da hangi meslek grubunda işleri makine ile yapmak istiyoruz. Örneğin çaycıları değişirmiyoruz. Çünkü onun robotları henüz çok pahalı. Şu anda esas maliyetli olan kısım yani Vasıflı işçi, eğitimli işçi, tekniksey tekniker, mühendis lisans, mühendis lisanüstü... Buralarda insan yerine robotlar çalışıyor artık.
Almanya 2035 yılına kadar 490 bin kişinin işini kaybedeceğini öngörüyor. Buna karşılık 430 bin kişinin istihdama ekleneceği hesap ediliyor. Bu konu çok konuşuldu, olanlara bakılırsa, evet Endüstri 4.0 istihdamı azatmıyor, hatta artırabiiyor, ama ensdüstri ülkesi iseniz... Bu işi yapan, teknolojiyi üreten ülke iseniz. Bu işi yapmıyorsanız, o zaman pasifsiniz, o başka bir boyut. Dolayısıyla Endüstri 4.0 ile işsizliğin artıp azalmayacağı biraz yapacağımız şeye bağlı.

ELEKTRONİK KARINCA

Doğadan gördüğümüz ilhamla biz de denemeler yapıyoruz. Karıncalar tek başına bir şey değil, ama kolonii olunca çok güçlü topluluk oluyorlar. Bizim yaptığımız elektronik karıncalar kendi aralarında konuşuyor, kameraları, sensörleri var. pili bitince şarj ediyorlar. Örnek bir proje. Endüstri olgunluğa ulaşacaksa yapay zeka gerekiyor. Big Data konusunda eğitim alıyoruz. Karşısındakini ne düşündüğünü, kırgın mı, neşeli mi, sakin mi anlayan yazılımlar var. Yavaş yavaş yapay zeka da olgunluğa ulaşacaktır.
Festo'nun Sharnausen fabrikası, Almanya'da Endüstri 4.0 olarak kuruldu. Ödüllü bir fabrika, bin 200 çalışanı var. Otomasyon için 2 yıl çalışıldı. Enerjisi bir bütün olarak ele alınıyor. Makineleri kendi aralarında anlaşıyor. Ağa bağlı. Üretim planı var. Siparişiniz 10 tane de olsa 10 bin tane de olsa gerçekleşiyor. Bazı bölümler tamamen insansız çalışıyor. Maliyet endeksi nedeniyle Almanya bu üretimleri dışarı kaydırmıştı, şimdi yeniden ülke içine topluyor.
Batıya geri dönüşün farklı gerekçeleri var. Bir yandan üretim doğuya kaydığında yapacak iş kalmıyor insanlara. Bir taraftan da üretimle birlikte bilgi de doğuya gidiyor. Onu yapa yapa Çin de bunu nasıl yapacağını öğreniyor. İş buraya geliyor. Yani üretimi geri almanı yanı sıra bilgi transferinin de önüne geçilmek isteniyor.
Festo ben bu konuda neredeyim, ne zaman nerede olmak istiyorum, diyor. Robot kullanımında ben neredeyim diyor. Bir metodolojisi var. Robot kendi kendine not veriyor. Kriterleri dikkate inceleyip sürekli iyileştirme yapıyor Festo."




Not: Bu yazı, Ekohaber'in Nisan 2017 sayısından alındı.

12 Nisan 2017 Çarşamba

Cari açık ekonomisine 'HAYIR'!


Dostlar, herkesin gözü kulağı hafta sonu kurulacak sandıkta...
Evet” mi desek “Hayır” mı desek...
Açıkçası ne iktidar, ne muhalefet, siyasilerle yıldızım barışmadı; hiç birisinin gözünde önemli bir isim olmadım.
Ekonomi muhabiriyim ve bu yüzden de “Hayır” diyeceğim.
Niye mi?
Türkiye ekonomisinde tıkır tıkır işleyen tek şey, cari açık! Yılda 30 ila 75 milyar dolar arası açık veririz. İşler iyiyse üretim artar, çarı açık tavan yapar; çünkü fabrikaları harıl harıl ithal malla çalışır. Kriz yıllarındaysak, üretimle birlikte cari açık azalır, şu anki gibi. Ve 1950'lerden itibaren çark böyle.. Darbeler olur, meclis kapatılır, bombalanır; ama kimse cari açığın kılına bile dokunamaz!
Adına “Cari Açık Ekonomisi” diyorum.
Ve Cari Açık Ekonomisi Türkiye'yi artık felakete götürüyor!
Bakınız, açıklar yüzünden eskiden devleti borçlandırdılar, her 5-10 yılda bir döviz krizi patladı, devlet IMF'den borç dilendi, hep kemer sıktık, kalkınma ve demokrasi rafa kalktı. Her krizde binlerce şirket battı, yüzlercesi yabancıların eline geçti. Her krizde yabancı sermaye kazandı. Bu krizde de bunları fazlasıyla göreceğiz.
Son 15 senedir devlet, dış borcu özel sektöre yıktı... Hem de ne yıkış! Artık, “160 milyar dolar dış borca batmış bir özel sektör”den söz ediyoruz.
Bu para bir yıl içinde ödenmesi gereken; yarısı da son birkaç yılda, vadesinde ödenemeyen para.
Hükümet şimdi boğazına kadar borca batmış, işleri de iyi olmayan şirketlerin batmaması için yırtınıyor. Ama nereye kadar?
Kimse yaptığı işten, kazancından memnun değil. Piyasada para dönmüyor. Maaşlı çalışanları, asgari ücrete tav olan eğitimli genç işsiz milyonları geçtik...
Şimdi “Evet” dersek, ne değişecek?
Ne olacak da bu kadar dış borç ödenecek, piyasa açılacak, insanlar işine gücüne devam edecek? Hangi fabrikalar açılacak? Uluslararası finans kuruluşlarına garantili tatlı kazanç kapısı haline gelen “mega projeler”, AVM, residans inşaatları dışında ne var?
Efendim, “Evet” dersek, yabancı sermaye akın edecekmiş! Tek plan bu.
Peki nasıl olacak bu?
Daha fazla faizle, daha fazla tavizle! Daha yüksek kazanç vaadleri ile. Daha yüksek “alım garantili” elektrik santralı, “geçiş garantili” yollar, köprüler, “hasta garantili” ve “kira garantili” hastaneler; aha ucuz hazine arazileriyle, dağların, denizlerin, ovaların daha fazla tahribi ile... 
Ve bu “yatırımlar” geriye sadece enkaz bırakıyor. Bakın, Çanakkale'de zavallı köylülerin direnişi fayda etmedi, köylü karşı çıktığı için neredeyse vatan hain ilan edildi; ne oldu, bir yabancı şirket geldi, memleketin tonlarca altınını çıkarıp götürdü, bize sadece yüzde 2 pay ile siyanürle zehirlenmiş bir doğa bıraktı.
Artık Türkiye'yi felakete götürüyor” dediğim, işte bu. Bir yanıyla daha fazla faiz ve taviz, bir yanıyla da Türkiye'de halkın, demokratik kurumların çökertilmesi isteniyor! Adamlar karşılarında Başbakan istemiyor, hükümet istemiyor, meclis istemiyor, güçlü muhalefet istemiyor, sivil toplum kuruluşu istemiyor... Başta birisi olsun, höt deyince herkes sinsin, sinmeyeni de polis jandarma ile ezelim, Türkiye'yi kolayca talan edelim, demeye getiriyorlar.
Güçlü”, “istikrarlı” yönetim lafları maalesef içi boş. Baksanıza Cumhurbaşkanını doğrudan seçtiğimiz, “Fiili başkanlık” ile 2014'den bu yana gün yüzü göremiyoruz. 2002-2009 arasına dönüş artık hayal; konjonktür itibariyle de şansı kalmadı.
Peki sandıktan “Hayır” çıkınca ne değişecek?
Pratikte bir şey değişmeyecek. Hükümet de Cumhurbaşkanı da görevlerine devam edecek! Bu yüzden sırf Erdoğan'ı sevdiği için “Evet”, sevmediği için “Hayır” oyu verecekleri anlamıyorum.
Oylanan bal gibi “Başkanlık”! İstiyorsan evet, istemiyorsan hayır dersin. Halk aslında “Başkanlık” istemiyor. Bunu herkes biliyor. Azıcık umut olsa zaten açıkça Başkanlık için oy istenir, “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” gibi ifadelere başvurulmazdı. Evet oylarının sadece Erdoğan sevgisinden kaynaklanacağı aşikar. Ama bu destek, sevilen liderin de sonunu hazırlayacak diye hissediyorum.
Hayır”dan ise tek umudum, cari açık ekonomisinin gerekleri doğrultusunda memleketi sonu belirsiz maceralara atılmasına, hafiften bir fren etkisi olması...
Artık anlayalım arkadaş: Yabancı sermaye ile kalkınma diye bizi uyuttukları yeter!
Sermaye daima sahibine çalışır...
Parayı kim verirse kuralları o koyar...
Siyaseti de hükümetleri de onlar dizayn eder. Dış ve iç politikada pek çok şeyin bu “parayı verenlerin” projesi olduğunu anlamak için daha ne olması gerekiyor?
Artık bir frene basma zamanı, diyorum.
Ve “Hayır”ın da Türkiye için hem ekonomik hem de toplumsal kalkınmada yeni bir sayfa açmasını temenni ediyorum.






7 Nisan 2017 Cuma

6 Milyon 364 bin kişi kayıt dışı mı çalışıyor?


Türkiye'de işsizlik oranı, 2016 Aralık ayında bir önceki yılın aynı dönemine göre 1,9 puan yükselerek yüzde 12,7'ye çıktı. Söz konusu dönemde işsiz sayısı 668 bin kişi artarak 3 milyon 872 bin kişi oldu. İşsizliğin özellikle genç ve eğitimli kesimde yüksek olması kaygı veriyor.
Peki gerçek işsizlik bu mu? Gelin bakalım... 


TÜİK 2016 Aralık ayı iş gücü istatistiklerine göre, Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı, aralıkta bir önceki yılın aynı dönemine göre 668 bin kişi artarak, 3 milyon 872 bin kişiye ulaştı. Aynı dönemde işsizlik oranı 1,9 puan artarak yüzde 12,7 oldu.
İşsizlik oranı, aralıkta bir önceki aya göre de 0,6 puan arttı. Söz konusu oran, kasımda yüzde 12,1 seviyesinde bulunuyordu.

Ücretli veya yevmiyeli sayısı 18 milyon 93 bin

İstihdam edilen 26 milyon 669 bin kişinin 18 milyon 93 binlik kısmını ücretli veya yevmiyeliler oluşturdu. Ücretli veya yevmiyelilerin toplam istihdam içindeki payı yüzde 67,8'e karşılık geldi. İstihdam edilenlerin 4 milyon 565 binini (yüzde 17,1) kendi hesabına çalışanlar, 2 milyon 795 binini (yüzde 10,5) ücretsiz aile işçileri ve 1 milyon 216 binini (yüzde 4,6) işverenler oluşturdu.
Türkiye genelinde aralık ayına ilişkin mevsim etkilerinden arındırılmamış temel iş gücü göstergeleri şöyle:


                                                                                Toplam              Erkek                 Kadın
15 ve daha yukarı yaştakiler
Nüfus (bin kişi)                                                       59.146              29.240                29.905
İş gücü (bin kişi)                                                     30.540              20.921                  9.619
İstihdam (bin kişi)                                                   26.669              18.561                  8.108
Tarım (bin kişi)                                                          4.915                2.781                  2.134
Tarım dışı (bin kişi)                                                  21.753              15.780                  5.974
İşsiz (bin kişi)                                                             3.872                 2.360                 1.511
İş gücüne dahil olmayanlar (bin kişi)                       28.606                  8.319              20.286
İş gücüne katılma oranı (yüzde)                                51.6                     71.5                  32.2
İstihdam oranı (yüzde)                                               45.1                     63.5                  27.1
İşsizlik oranı (yüzde)                                                  12.7                    11.3                   15.7
Tarım dışı işsizlik oranı (yüzde)                                 14.9                    12.7                   20.1
15-64 yaş grubu
İş gücüne katılma oranı (yüzde)                                  56.6                   77.1                    36
İstihdam (yüzde)                                                          49.3                   68.3                   30.2
İşsizlik oranı (yüzde)                                                   12.9                   11.5                   16
Tarım dışı işsizlik oranı (yüzde)                                   14.9                  12.7                   20.2
Genç (15-24 yaş) işsizlik oranı (yüzde)                        24                     21.3                   28.8
Ne eğitimde ne istihdamda olanların oranı                   24.8                 15.4                    34.4


30,5 MİLYON 'ÇALIŞAN'DAN SADECE 20,4 MİLYONU SGK'LI


İşsizlik oranları, kamuoyunda en tartışmalı verilerden birisi. Vatandaş gerçek işsizliğin, açıklanan rakamların çok üzerinde olduğuna inanıyor. Peki gerçek durum nedir?
Bunu anlamanı en kestirme yollarından birisi, SGK'nin verilerine bakmak. Zira ister ücretli, ister kendi nam ve hesabına çalışsın, isterse de kayıtdışı çalışıp sigortasını “isteğe bağlı”, kendisi ödesin, çalışanların yolu mutlaka SGK'ya çıkıyor.

AKTİF SİGORTALI 20,4 MİLYON

SGK'nın en son açıkladığı Ağustos 2016 rakamlarına göre, Türkiye'deki sigortalı sayısı ile ilgili rakamlar şöyle:
Aktif Sigortalı Sayısı (Prim ödeyen)
4/1-a Aktif Sigortalı Sayısı               14.577.287
4/1-a Zorunlu Sigortalı Sayısı           14.059.476
4/1-b Aktif Sigortalı Sayısı                  2.785.917
4/1-b Zorunlu Sigortalı Sayısı              1.948.088
4/1-c Aktif Sigortalı Sayısı                   3.042.243
Toplam (Aktif Sigortalı Sayısı)           20.405.447

Yani “memur” olarak Emekli Sandığı, “İşçi” olarak SSK, “işveren”, işyeri sahibi olarak Bağ-Kur sistemi ile fiilen sigortalı olan ve “çalışan” kişi sayısı toplam 20 milyon 405 bin 447 kişi.
TÜİK'e verilerine göre, 15 yaşın üzerindeki nüfus 59,1 milyon kişi. Yaşlılar, öğrenciler, sağlık sorunları olanlar vs. çıkarıldığında “Çalışabilir” nüfus ise 30,5 milyon kişi. Çalışabilir 30,5 milyon kişiden sigorta kapsamında çalışan 20,4 milyon çıkarıldığında geriye 10 milyon 135 bin kişi kalıyor.
Bu kişilerden sadece 3 milyon 872 bin kişi “işsiz” sayılıyor.

6,2 MİLYON KAYIT DIŞI MI ÇALIŞIYOR?

Peki geri kalan 6 milyon 263 ne iş yapıyor? İşi gücü olmayan, üretime katılmayan bir kişi, iş aramak için İŞKUR'a başvurmayınca işi gücü var mı kabul ediliyor?
Verilerde bir başka ilginç ayrıntı da TÜİK verilerinde “istihdamda” görülen kişi sayısının 26 milyon 669 bin olması. Eğer 26 milyon 669 bin kişi gerçekten ücretli veya kendi nam ve hesabına çalışıyor ise 6 milyon 264 bin kişi tamamen kayıtdışı çalışıyor demektir. Zira, SGK'daki aktif sigortalı sayısı 20 milyon 405 bin kişi.

13 MİLYONA YAKIN KİŞİ SOSYAL GÜVENCESİZ

Türkiye nüfusu 2017 başında 79 milyon 814 olarak tesbit edilirken, SGK verilerine göre, çeşitli şekillerde “Sosyal Güvenlik Kapsam”na dahil nüfus 67.846.515 kişi oldu. Bu, Türkiye'de halen herhangi bir sosyal güvenlik kapsamında olmayan vatandaşların sayısının12 milyon 968 bin kişi olması demek.
SGK'dan gelir ve aylık alanların sayısı şöyle:

Kişi
4/1-a           : 7.044.708
4/1-b           : 2.558.374
4/1-c            : 2.026.541
Primsizler    : 104.848
Toplam :11.734.471


Bizim ekonomi gazeteciliği...



Bursa'da yayın yapan haftalık EKOHABER Gazetesi Türkiye’de haftalık ekonomi gazetesi olarak, kendi alanında lider. 22’nci kuruluş yılını kutluyoruz. 6 yıllık Ankara molasını eklersek 10 yıldır bir şeklide bu gazetenin bir çalışanı olmaktan da memnum ve elimden geldiğince katkıda bulunmaya çalışıyorum.
22. yıl dönümü sayısını hazırlarken, patron Tahsin ArdıçEkohaber’i yaz bu hafta” deyince hayli tereddüt ettim. Çünkü EKOHABER adına en doğru değerlendirmeyi, başından beri sebatla gazeteyi kurup bugüne getirmiş olan kendisi yapabilirdi.
Ama 1984 yılından beri Bursa’da ekonomi gazeteciliği yapan bir basın emekçisi olarak, bu vesileyle, mesleğimizle ilglli kaygılarımı dile getirme gereği duydum. Baştan belirteyim ki, yazdıklarım sadece beni bağlar; ne gazetenin, ne de Tahsin abinin görüşlerini yansıtır.
Ekonomi gazeteciliğini başından beri çok önemsiyorum. Zira sadece iş dünyası değil; her vatandaşın, merkezi ve yerel yönetimlerde karar vericilerin ekonomide neler oluyor, ne üretiliyor, ne tüketiliyor, kim neyi nasıl yapıyor, piyasa nasıl işliyor, para kimin cebinden kimin cebine gidiyor, öğrenme hakkı vardır. Öğrenemezsen, edilgen kalırsın.
Bizim görevimiz işte demokrasinin ve piyasanın olmazsa olmazı bu “The Free Flow of Information-Serbest/bedava bilgi akışı”nı sağlamaktır.
Gelin biraz “inside” yapalım:
  • TUİK dışında, bu toplumda “veri” yok. Örneğin Bursa’da yılda ne kadar ne üretiliyor, teknoloji nedir, hammaddesi neredendir, diye yola çıktıysanız, yandınız... Kayıt falan yok. Mevcut tek tük kayda da pek ulaşamazsınız. (En son şehirde kaç STK var, ne yaparlar diye öğrenmeye kalkmıştım. Devlet sırrı gibiymiş mübarek.)
  • Gazetelerde “Yazı İşleri” sürekli kan kaybediyor. Haberler artık muhabirlerden ziyade, kamu/özel kuruluşların PR ajanslarından çıkıyor. Eskiden “açıklama” gelirdi gazeteye, şimdi, fotoğraflı “hazır haber”. Olay izleme, araştırma, soruşturma istenmiyor. Piyasa aktörleri, hani geminin su aldığını da bilse, kaptan kızar diye susan yolcu izlenimi veriyor. Röportaj istediğinde, “Soruları gönder, biz yazarız” çekiliyor.
  • Gazetecilik, büyük sermaye isteyen, salt bir ticari faaliyete dönüştü. Medyada asıl amaç gazetecilik değil, para kazanmak olmuş. Geçenlerde büyük gazetelerden birisi “sektör eki” çıkarmış, heyecanla atladım. O da ne! Tam sayfa reklamlar, reklamda adı geçen şirketin CEO’su ile methiye dolu “röportaj”lar ve suya tirit “inceleme”... Reklam gelmişse, o sayfaya haber sokma şansın yok! Diyorsun ki, “Gazete harika olsun, çok okunsun, reklam nasılsa gelir”; ama boşuna...
Velhasıl değerli okurlarımız, geçimini sadece bu işten sağlayan meslek erbabı, basın emekçileri olarak, hem maddi hem de manevi bakımdan zordayız.
Toplum ve iş dünyası buna gözünü kapamaya devam ederse; gazeteler, televizyonlar yoluna nasıl devam eder onu bilmem; ama orada bize, gazetecilere yer olmayacak gibi görünüyor.

İyi haftalar...    

3 Nisan 2017 Pazartesi

Yeni bir 'hikaye' zamanı...


Cari açığı kim kapatacaksa, seçimde oyumu ona vereceğim” diye karar almıştım, bir ekonomi muhabiri olarak, fiğ tarihinde... Sandığa gidecektik. Ve başladım, siyasi partilerin cari açıkla ilgili ne dediğine...

Anladım ki, ne iktidarın ne de muhalefetin, memleketin en önemli meselesi olarak gördüğüm cari açıkla ilgili bir derdi yok!

Dahası, bizim ekonominin aslında gerçek adı zaten “Cari Açık Ekonomisi”imiş! Gayet kanıksanmış, kurumsallaşmış, hiç fire vermeden, ayağına taş değmeden; bir Cari Açık Ekonomisi 1950'lerden itibaren, istisnasız, tıkır tıkır her yıl başarıyla uygulanıyor!
Hani hep ihracat ihracat deriz ama; bir türlü ihracat rakamları ithalat rakamının yanına bile yaklaşamaz...

Lafta cari açığa herkes karşıdır. Ama nedense bütün parlak projeler, dış krediyle, ithal malla doludur... Bütün kapılar niyeyse ithalata çıkar. Yeni yatırım deriz, makine deriz; ithalat. Artık fabrikalar neredeyse tamamen ithal hammaddeyle çalışıyor. Cari açık, sadece üretim azaldığı zamanlarda düşüyor. Teknoloji, otomasyon deriz; ithalat... Hele Endüstri 4.0 geliyor ki, bu maçta 4-0 mağlup olacağız, gibi hissediyorum.

Uludağ Ekonomi Zirvesi'nde daha net fark ettim ki, patronlar 15 Nisan'a odaklanmış.
Aslında ekonomik durum 2002-2009 arası gibi olsa; işler iyi olsa, içeride dışarıda yaşadığımız malum olağanüstü şartlar olmasaydı, iş dünyası için de “başkanlık” ve evet/hayır tartışması anlamlı olabilirdi. Büyümeyi, kalkınmayı bir adım yükseğe taşıyabilir mi; Türkiye başkanlık ile daha adil, daha huzurlu olabilir mi, diye düşünürdük hep beraber. Ama bunların serbestçe konuşulamadığını, iş dünyasının oldukça rahatsız ve kaygılı olduğunu görüyorum.

Siyaseti siyasetçilere bırakıyoruz. İş damlarının kasasındaki sorular: “Evet dersek ekonomide, şimdi yapılamayan nasıl bir şey yapılacak da piyasalar tekrar işlemeye başlayacak?” “Şu anda yapılamayan nasıl bir şey var da, Evet deyince yapıp bizi terör belasından kurtaracaksınız? Avrupa, komşular ve dünya ile işleri düzeltmek için bir yol biliyorsanız, zaten iktidardasınız, niye Evet'i bekliyorsunuz?” Vs. vs.

Uludağ'daki zirvede de bu sorular havada kaldı. Genelde hükümet cenahından yaklaşım “Bize güvenin, gerisini merak etmeyin” şeklinde...
Güven” deyince...

Zirvede, önde gelen patronlarımızdan birisi anlattı: “Karşındaki insana güvenir misin” diye bir araştırma yapılmış. Türkiye'de sonuç: Yüzde 90, “Hayır, güvenmiyorum” demiş. Danimarka'da “Hayır güvenmiyorum” diyenlerin oranı, tam tersi, sadece yüzde 10!

Düşünün ki “güven”, bir ülkenin kalkınması için gerekli “sosyal sermaye”nin temelidir. İnsanlar birbirine güvenerek, el ele vererek çalışır, üretir, plan yapar, yarınını kurar, hayalinin peşine takılır, iş kurar, risk alır...

Adamlar zengin oldukları için birbirine güveniyor değil; birbirlerine güvendikleri için çalışıp zengin, adil, mutlu bir toplum kurmuşlar!
Bu ara herkesin dilinde bir söz var: “Yeni bir Türkiye hikayesi yazma zamanı...”

Çok tılsımlı bir ifade galiba bu "hikaye"... Kuşkusuz, aslında herkesin kafasındaki "hikaye" farklı; aksi takdirde bu kadar ortaklıkla ifade edilmezdi gibi geliyor bana. 

Örneğin, "Yapısal reformlar" lafı da öyle.. Özellikle son çeyrek asırdır en tılsımlı  ifade olarak kullanılıyor. Bütün sorunlar "Yapısal reformlar" ile halledilecek! Açıkçası, hatırlayalım, 1990'lı yıllarda Yapısal Reformlarla kastedilen, "Küresel üretimin bir parçası olma", küresel rekabete açık olma idi.   

Bir dönem, AB ve dünya pazarlarına uyum, CE, ISO 9000 standartları kastedildi bu tılsımı sözcükle. 

Son dönemde "Yapısal reformlar"dan benim anladığım somut olarak, herşeyin uluslararası finansın ihtiyaçları doğrultusunda yeniden düzenlenmesi... 

Başbakan Yardımcısı Şimşek'in "2. Nesil Yapısal Reformlar" ifadesi tam neyi ifade ediyor? Doğrusu, henüz açıklanan bir şey yok. Anlaşılan planlar "Evet" kazanırsa  netleşecek. 

Referanduma bir katkısı olmayacağı düşünülen reformlar olmalı belki de.. 

Bekleyip göreceğiz...