9 Mart 2019 Cumartesi

Mustafakemalpaşa'nın mermer zengini köyleri!

Ağaçlı'da Çinlilerin işlettiği ifade edilen mermer ocağı

Bursa'daki doğa yürüyüşleri kapsamında ilk kez, yürünecek rotaları belirlemek için yapılan "keşif gezisi"ne katıldım. 
Meğer bu rota belirleme işi, öyle tepelerin üzerinde durup elle işaret ederek veya harita üzerinden çizerek yapılan birşey değilmiş. Yürünecek yolun her metresini adım adım yürümen gerekiyormuş! Ve gün boyu Kayapa ile Mustafakemalpaşa arasında köyleri, dağları, ormanları, dereleri yürüdük. 
Burnumuzun dibindeki doğal güzelliklerin hızla tahrip olmasına, köylerin, arazilerin, ormanların yok olmaya terk edilmesine tanıklık etmek inanın, çok üzücü... 
Bölgede zengin mermer yatakları var.  Mermer ocakları zenginlik üretiyor, para basıyor. Ama köylüye sadece yıllardır ocaklardan çıkan toz duman kalmış. Mermerin sefasını da Çinliler sürüyormuş!
Doğa yürüyüşlerine katıldığım Koza Dağcılık'da bizim rotamızı çizen, her pazar 70-80 kişinin en önünde yürüyen, nereye gideceğimizi söyleyen Harun hocanın (Harun Bayram) önerisiyle katıldım keşif gezisine. Ayak İzi Dağcılık'tan iki doğasever ile beraber 5 kişiydik. Mesleki teknik liselerde uzun süre eğitim verdikten sonra geçtiğimiz günlerde emekli olan Harun hoca, kendi otomobiliyle bizi Çalı ve Kayapa'nın ardından Maksenpınarı, Unçukuru, Sincansarnıç, Kocakoru köyleri, derken Ağaçlı köyüne götürdü. 
Köyde mevcut cami bile dolmazken, ikinci cami inşaatı

Sincansarnıç'ta çay molası verdik. 
Sincansarnıç, bölgenin büyük köylerinden (mahalle) birisi. Mahallenin ortasında, köy için devasa büyüklükte bir cami inşaatı var. Hoş bir rastlantı, köyün muhtarı da kahvehanenin yanındaki ahşap masamızda. 
Kabası bitmek üzere olan cami inşaatına bakarak düşüncelere dalıyorum...
Hızla nüfus kaybeden, sadece emekli ve yaşlı insanların kaldığı, çocuk sayısı azaldığı için okulların kapatıldığı köylerde, etkinliği artan tek şey camiler... 
İçinde cemaat kalmasa da ha babam yeni camiler yapılıyor... 
Sanki köyler ölmüş de minareden selası veriliyor gibi bir hisse kapılıyorum.
Birkaç sene önce Tokat'ta doğduğum köyde, yeni cami inşaatını görünce imam ile aramızdaki konuşmayı hatırlıyorum. 

"- İmam efendi, köyümüzde iki cami, iki de imam var. Yeni bir camiye gerçekten ihtiyaç var mı ? Mesela kaç kişi gidiyor camiye?
- Cuma dışında, benim camiye namaza sadece 2-3 kişi düzenli geliyor. Cumaları 15-20 kişi oluyor. 
- Eee bu camiler boş dururken, yeni cami yaptırmak.. (Malum, bu parayla oluyor ve köylü fakir)
- İnşaatı ben başlatmadım. Hayırseverlerden Allah razı olsun. (yanımızda rahmetli Mustafa amcam falan var, camiin müdavimlerinden birisi de oydu. İmam amcama dönüp, çevredekilere sesleniyor). Ben buradan soruyorum, niye sabah namazlarına gelmiyorsunuz?
Köyde evler terk edilmiş. 

Amcamın esprileri ünlüydü: 
"Hoca efendi, gel seninle bir anlaşma yapalım. Sen sabah kalk bizim ahırı gör (Ahırdaki hayvanların altını temizle, saman, yem ver, inek sağ), ben de her sabah camiye gelip namaz kılayım!... Senin için söylemesi kolay. Tuzun kuru. Yatıp kalkıp namaz kılıyorsun, tıkır tıkır maaşın geliyor!" 
- ...
Tabi imam susmuş, biraz da bozulmuştu. 

Köylerde belirgin bir sessizlik hali var. Sanki in cin top oynuyor. Eskisi gibi sokakta oynayan, dana, kuzu kovalayan çocuklar; çevrede gezinen, çöplerde eşinen tavuklar, öten horozlar, meeleşen koyunlar, mööleyen inekler, anıran eşekler, kişneyen atlar, havlayan köpekler... Kadın, çocuk sesleri, cıvıltı falan görmüyorsunuz, duymuyorsunuz... 
Ne türkü söyleyen insanlar görüyorsunuz, ne bir kaval sesi, ne de bir cihazdan, müzik setinden müzik sesi... 
Duyduğunuz tek ses, namaz vakitlerinde bangır bangır okunan ezan sesi!.. 
Minaredeki hoparlörlerin sesi o kadar yüksek ki, gözünüzle köyü göremediğiniz uzaklardan bile irkilebiliyorsunuz... 
Ağaçlı'da köylülerle çay keyfi

İşin tuhafı cami çevresinde bazen imam dahil kimseyi görmüyorsunuz... 
Zaten ezanları imam, müezzin okumuyor, teypten yayımlanıyormuş! 
Köy muhtarına, "Burada insanlar nasıl geçiniyor" diye sorduğumda, sessizliğin farklı bir boyutu çıktı ortaya...
Sincansarnıç, şehir merkezine yakın sayılır. Nüfusun önemli bir kısmı (60-70 kişi) her sabah servislerle Bursa, Kayapa, Hasanağa civarındaki fabrikalara çalışmaya geliyormuş. Yani gençler mesai saatinde orada değiller. 
Geçim kaynaklarından birisi de taşımacılıkmış. Köylüler kendi kamyonlarıyla çevredeki mermer ve taş ocaklarında taşımacılık işi yapıyorlarmış. 
Muhtar, "Maalesef geçen seneden beri ocaklar durdu. Faaliyet yok. Ocaklar çalışmayınca taşımacılık işi de öldü. Ekonomik kriz buraları mahvetti" diyor. 
Köyde 20-25 ailede hafriyat kamyonu varmış. 
Mermer ocakları tepeleri kevgire çevirmiş..

Buradan Kocakoru üzerinden Ağaçlı'ya varıp, aracımızı köyde bir evin önüne bırakıyoruz. Ekipteki Hamdi bey ve arkadaşı, o köyde doğup büyüyen, şehirde çalışıp emekli olan insanlar. Ve araziyi bilen, rotayı gösterecek kişiler onlar. 
Ağaçlı köyü, Çinlilerin işlettiği ifade edilen kocaman bir mermer ocağını birkaç yüz metre ilerisinde, bir tepenin üzerinde kurulmuş. Küçük bir köy. Çok eskilerden, aşağıda, dere yakınlarında bir köymüş, ancak "sinekten kurtulmak için" yukarılara, serinlere çıkmışlar. 
Köyün adı Ağaçlı olduktan sonra eski adı (Minayva) unutulmaya yüz tutmuş. 
"Üçkurnalar"... Çeşme dile gelse de anlatsa diyor insan.. 

Ağaçlı'dan aşağı kah patika, kah tarlalardan ormana, bir burunun üzerinden aşağıya "Çatak Deresi"ne indik. 
"Çatak Deresi", adı üzerinde iki ayrı derenin birleşmesiyle oluşmuş. 
Ayağında eskiden çok sayıda su değirmeni varmış ve bu değirmenlere gidilen; atla, eşekle yük taşınan patikalar varmış. 
Derelerin akışı istikametinde bu patikalarda epey yürüdük. 
Fark ettim ki, kılavuzumuz Hamdi beyin çocukluğu buralarda geçmiş. Çocukken bu dağlarda hayvan otlatmış. Her tarafı biliyor, ama en az 30-40 sene buralara uğramamış!... 
İnsan faaliyeti olmayınca patikalar kapanıyor, yol bulmak zorlaşıyor, ot, çalı ve dikenlerden ilerleyemiyor, bazen yolunuzu kaybediyorsunuz. 
Yürürken, milattan önceki antik yapılardan birisi gibi görünen bir değirmene rastladık.
 Değirmenin sadece eski mazot bidonlarından yapılan oluğu var, gazelin üzerinde yatıyor...
İlginç pelit ağaçlarının olduğu yer müthiş manzaralı.

Ayağınızla eşeleyince, gazelin altında değirmen taşını sapa sağlam görüyorsunuz. Duvarları çökmüş, ağaçları çürümüş, her tarafı çalı, ot, diken kaplamış. 
"Üç Kurnalar" dedikleri bir yer dikkatimi çekti. Dereye yakın bir yerde, çevresi tarla ve bahçelerle çevrili. Ama anlaşılan uzun süredir bu tarlalarda ekim dikim yok. Zira tarlada çim formu oluşmuş. Çayır gibi görünüyor.
Gürül gürül akan çeşmeden su içtik. Çok ince, yumuşak bir suyu var.
Dere boyundan yükselerek Işıklar köyüne çıktık. Işıklar da tepenin üzerinde küçücük bir köy. İlçeye (Mustafakemalpaşa) belediye otobüsü haftanın iki günü sefer yapıyormuş. 
Köyde muhtarlığın "misafirhane"sinin kapısı açıktı. Kahvehane olarak kullanılıyormuş. Girip oturduk ve biraz dinlendik, çantamızdan yiyecekleri çıkarıp yedik. Çıkışta rastladığımız bir delikanlı, köyde "küçük çaplı" koyun ve sığır yetiştirildiğini ifade ederken, "Burada kimse kalmadı. Hayvancılık da para etmiyor" dedi. 
Armut ağacı hala meyve vermeye devam ediyormuş.

Işıklar'dan sonra yine dağlardaki patikaları takip ederek Ağaçlı'ya, 15 kilometre yürüdükten sonra başladığımız yere çıktık. Tabi buralarda her tepenin, her derenin, her düzlüğün, her çeşmenin, her taşlığın, her hozanın... her noktanın bir adı var, hikayesi var, yaşanmışlıklar var. 
Dikkat ettim, onlar da zamanla unutulmaya başlamış. 
Mesela yolumuzun kenarında, devasa bir kızılpelit ağacının bulduğu yerin adı "Eski Mezarlık"mış... 
Yani orası, köy aşağıdayken, köyün mezarlığıymış... 
Dönüşte, Hamdi beyin akrabaları davet etti, bahçede çay ve haşlanmış patates ikram etti. Sohbet ettik. Ev sahibimiz, Bursa'da zabıta emeklisiymiş. Sohbete gelen komşusu da emekli polis memuruymuş.
Bu gezide dikkatimi çeken birkaç şeyi sizlerle paylaşmak isterim.
Köy evi. Dış kapıdan içeride görünenler..

Birincisi, Kayapa ve Mahsenpınarı'ndan başlamak üzere Mustafakemalpaşa'ya doğru uzanan bölgede onlarca mermer ve taş ocağı, dağları kevgire döndürmüş. 
Ama hiç birinde bir hareket görmedik. 
Yani galiba bu ara işler yolunda gitmiyor, ocaklarda iş durmuş. . 
Örneğin Ağaçlı köyüne yaklaşırken yolun sağında devasa mermer çukurları gördük. Köye gidince fark ettim ki, o dev ocağın tepesinde, o çukurdan çok daha geniş bir alanda mermer ve taş işleme tesisi var. 
Ve sıkı durun: Buraları Çinliler işletiyormuş! 
Yani, benim ülkemin değerli mermerlerini Çinliler alıp götürüyor, benim payıma sadece toz duman ve ucuz işçilik kalıyor!
Ve bu Çinliler maşallah cin gibi... 
Köylülere verilen mazot, gübre vs destekleri.. Lütfen okuyun.

Adamlar mermeri öylece, bıçakla peynir keser gibi dev küpler şeklinde "blok"olarak alıp götürüyor, ince ince işleyip koca koca paralarla bize geri satabiliyor! 
Biz de "Blok Mermer Fuarı" düzenleyip, bunu çok büyük başarı olarak dünyaya tanıtmaya çalışıyoruz!
Ve sorarsan bizim memleketi yönetenler müthiş milliyetçi, vatansever, muhafazakar!... 
Ama zenginlikleri, sefası ele, cefası bize düşüyor!

Kabulbaba köyünü uzaktan gördük. Oranın tepesinde de, köyün yerleşim alanından daha geniş bir mermer ocağı görünüyor. 

İkincisi, ormanların terk edilmişliği... 
Bölgede köylüye ekip biçtiği tarlaların tapusunu verdirmeyen Orman İşletmesi, bu tarlaları "2 B"diye sahiplerine satmış.Aziz Nesin'lik fıkra, şaka falan sanmayın, devlet vatandaşına, kendi kullandığı tarlasını parayla satmış!
Ama devletten para ile satın alınan bu tarlalar da diğerleri gibi terk edilmiş. 
Bu hızarı hatırlayan var mı?
Buralarda en yüksek tepe 600 metre falan. Yani zirai açıdan çok avantajlı yerler. Şimdi arazinin terk edilmesi size şaka geliyor olabilir.
Ama bunun akla hayale gelmedik nedenleri var. Konu sadece girdi maliyetleri ile satış fiyatı, çiftçi neyi üretmeye kalksa, dımdızlak kaldığı, artık bıkıp usanması değil. 
Örneğin bir köylü, "6 dönüm tarlam var, sulak bir yerde. Fasulye ektim, çok güzel mahsül oldu. Ancak tam toplama zamanı bir sabah gittim ki, tarlada tek bir fasulye kalmamış. Birileri toplayıp götürmüş!" deyiverdi. 
Jandarma, polis ilgilenmemiş bile... 
Bir de ormanların terk edilmesi var! 
İnsan hiç olmasa orman daha iyi olur sanıyorsanız, fena halde yanılıyorsunuz! 
Fark ettim ki, insanların, koyun, keçi sürülerinin yok olması, ormanları adeta çürümeye itmiş! 
Ağaçların çoğu hastalıklı. 
Üzerinde ilginç yosunlar, otlar, ağacı sımsıkı kucaklayan devasa sarmaşıklar...
Tarlaların büyük bölümü ekilip dikilmiyor. Çayır gibi..
Pek çok ağaç, gövdesini saran sarmaşıkların arasında ayakta, kurumuş, ölmüş, resmen boğulmuş... 


Diğer bir konu şu: Köylerden göçüp geçimini şehirlerde sağlayan insanların bir bölümü emeklilikten sonra köyüne geri taşınıyor. 
Sadece yaz aylarında gelip kalanlar olduğu gibi, yaz- kış kalan birkaç aile de var. 
Şehir artık "çekici" değil, "itici" oluyor gibi. Sadece emekli değil, şehirde işsiz, sefil kalanlar arasında da dönenler olduğu ifade ediliyor.
Köye dönüşte son birkaç yıl dikkat çekici: 
Unçukuru köyünde 2017'de 230 olan nüfus 2018'de 241'e çıkmış. 
Ağaçlı köyünde nufus 2013'te 37 kişiyken, 2018'de 78 kişiye yükselmiş. 
Sincansarnış'ta 2013'te 424 olan nüfus 2017'de 360'e düşmüş, 2018'de 426'ya çıkmış. 
Işıklar'da 2013'te 47'den 2016'da 38'e düşen nüfus 2018'de 41'e yükselmiş. 

Muhteşem bir kızılpelit.. Böylesi enderdir. 
Son konum ise şu: Maksenpınarı, Kayapa civarında çevreye bakınca, keşke dedim kendi kendime...
Keşke zemini sağlam, kayalık, mermer olan Mahsenpınarı-Unçukuru-Sincansarnıç bölgesi tamamen yerleşime açılsa... 
Keşke konutlar, fabrikalar ovadan kaldırılıp buralara taşınabilse...
Hem depreme karşı daha güvende olurduk..
Hem de Bursa Ovası bereket fışkırtmaya yeniden başlardı...

Yürümeye, doğayı, köyleri, velhasıl memleketi tanımaya devam...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder