5 Mart 2019 Salı

Kriz içinde krizlerimiz!



Türkiye'de yaşadığımız şeyin bal gibi bir "ekonomik kriz" olduğu aşikar. 

Durum sadece bundan ibaret olsaydı, işler daha kolay olurdu.  

Zira, her on senede bir, alışmıştık...Yeni bir IMF Reçetesi, halka yeni bir kemer sıkma programı, bir kademe daha fakirleşme; yabancı sermaye çevrelerine yeni tavizler, daha ballı kazançlar ve bu sayede piyasaya giren kelepirci dolarlarla çarkı yeniden döndürmeye devam eder giderdik...
Ancak dün akşamki  "Ekonomik Kriz ve  Sağlık" panelinden fark ettim ki, bizdeki sorun sadece, hani kapitalist sistemin içinde olağan sayılan "devrevi kriz" değil.

Bizde kriz içinde krizler var! 

Paneli organize eden Bursa Tabip Odası ve iki konuşmacıdan birisi Prof. Dr. Kayıhan Pala olunca, ister istemez sağlıkta yaşanan kriz ortaya döküldü. Türk Tabipler Birliği Merkez Konsey Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman'ın yönettiği, BAOB'daki panelde Prof. Dr. Pala, "Bu ekonomik kriz olmasaydı da, zaten biz sağlıkta  bir kriz yaşayacaktık" dedi, özetle.
Kayıhan hocanın anlattıklarına göre, bugün Devlet Hastanelerinin en önemli gelir kapısı SGK. Ancak hükümetin ilaç fiyatlarının baskılayarak girdiği yol, SGK'dan hastanelere aktarılacak parayı  bu sene yüzde 10 kısacağını açıklaması, resmen aşı, ilaç, tıbbi cihaz vs. alımında ciddi sıkıntılara yol açıyor.
Vahamete bakın ki, maalesef bazı hastaneler (bunlara özel haneler dahil) iflasın eşiğine gelmiş durumda.
Dramatik olan, pek çok teşhis ve tedaviyi ücretsiz yapma durumunda olan devlet hastanelerinin ödenek yokluğu yüzünden bunu yapamaz hale gelmesi, örneğin hastalara "Ameliyet malzemelerini siz alın" demeye  başlaması.
Tabi bu durum en çok  toplumun yoksul kesimlerini vuruyor.
Bakanlığın "maliyet sınırlama" politikası nedeniyle ilaç firmaları, bazı ilaçları satmaktan vazgeçerken, hastalar "katostrofik harcamalar (tedavi için halkın traktörünü, tarlasını, evini, arabasını vs. satma halleri) ile karşı karşıya kalıyor.  Bunun sonunda da intihar, depresyon vakaları gırla gidiyor...
U.Ü. Tıp Fakültesi çocuk hastanesindeki doktor hocalardan birisinin, "Altı aydır yatıyoruz, ödenek yok, iş yapamıyoruz" şeklindeki sözleri ise krizin kahredici soğuk yüzünü içimizde hissettirdi..
Kayıhan hoca, hükümetin büyük umut bağladığı, yabancı sermayeye kira ve gelir garantili yaptırılan Şehir Hastaneleri'nin sağlıktaki krizin ana unsuru haline geldiğini anlattı.
Daha bugünden bakanlık bütçesinin  dörtte birinin Şehir Hastaneleri'nin kirasına ayrılacağının açıklanması, dolardaki muhtemel artışlar ve de tabi Şehir Hastanelerinin çoğunun faaliyete geçmemesi dikkate alınırsa, yabancı firmalara ödenecek paraların artması, hastaların teşhis tedavisi için ayrılan bütçenin daha da kısılması anlamına gelecek.  Hoca bu konuda ayrıntılı, grafikli, örnekli, somut açıklamalar yaptı, uyarılarda bulundu ve durumu "sürdürülemez" olarak nitelendirdi.

SEÇİMDEN SONRASI TUFAN MI?


Ekonomist yazar Mustafa Sönmez'in çizdiği kriz tablosu da  doğrusu "kriz içinde kriz"leri ortaya koyar  gibiydi.
Ak Parti'nin 2001 Krizi'nin ardından, Ecevit hükümetinin Kemal Derviş ve IMF dizaynlı, "rektefiye edilmiş", programı,  IMF ile anlaşmaları yapılmış bir ekonomi devraldığını hatırlatan Sönmez, "altın testide"  alınan ekonomi sayesinde dışarından Türkiye'ye "oluk oluk para aktığını", bütün işlerin dış borçla yapıldığını, kimsenin "Bu değirmenin suyu nerden geliyor"  diye sormadığını ve 460 milyar dolar dış borç oluştuğunu anlattı.
"Dışarıdan gelen sermaye de, sanayi, tarım, turizm vs. gibi üretim, döviz kazandırıcı işler yerine, binalara, AVM'lere gömüldü."
"Vee, artık 2013'den itibaren uluslararası konjonktür de değişti ve ucuz, kolay para girişi sona erdi."

Sönmez, iktidarın maliye ve bankalar üzerinde baskı kurduğunu, "aman şirketlerin batışını bekletin, seçimden önce bu iş patlamasın" gibi bir politika izlediğini söyledi. Ancak Nisan ayından itibaren bunun sürdürülemeyeceğini iddia etti.
Sönmez'e göre, Nisan ayından itibaren piyasada yaygın iflaslar, "beyaz yakalılar"dan başlamak üzere yaygın işten çıkarmalar yaşanacak.
"Şirketlerin iflası bankaları olumsuz etkileyecek, bankaların zararları Hazine'nin zararlarına dönüşecek"..
 "Ve de mecburan IMF'nın kapısı çalınacak."
Ama orada İMF bizi dört gözle bekliyor olmayacak!...
"Türkiye artık çok riskli görünüyor. Ayrıca IMF'de son kararı veren ABD'dir ve maalesef ABD yönetimi olur demedikçe IMF kapısı da açılmayacak. Açılacaksa da nasıl büyük tavizler vermek zorunda kalınacak, göreceğiz" diyor.

Düşünüyorum da, bizde bütün ekonomik krizler, "Yabancı sermaye" ile aşıldı...
İyi de kardeşim...
Her on yılda bir yaşanan bu krizlerin sonundan bakıyorum, nerede tatlı para kazanılan işler, sektörler varsa hepsi yabancı firmaların eline geçmiş..
 Belli başlı bütün yerli, milli şirketler buharlaşmış..
Bütün büyük firmalar, markalar, bankalar,  sigorta şirketleri, fabrikalar yabancıların.
Şimdi bunlara kar garantili yol, köprü, havaalanı vs. de eklendi.
Eeee, bu krizi atlatmak demek, nereden baksan 200 milyar dolar yeni para girişi demek.
Nasıl gelecek bu para?
"Daha ne kaldı satacak? Yabancı sermayeye verecek ne kaldı?" diye sordum, panel sonrası, Mustafa Sönmez'e.
Yanıt, "Satarlar, bulurlar birşey"  oldu...
İş arazileri, dağları, ovaları, dereleri, gölleri satmaya geldi mi?
Ama toplumumuzun, durumun vahametini hala anlamadığı gibi bir his var içimde..

İyi haftalar..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder