12 Mart 2019 Salı

Ekonomiye 'teşvik' değil 'rüşvet'!...


Türkiye, geçtiğimiz yılın  4.  çeyreğinde yüzde 3 küçüldü. Böylece 2018'ın büyümesi yüzde 2,6 olarak gerçekleşti.
Eğer sorun sadece, sayın bakanın ifade ettiği gibi  "geçici bir durgunluk" olsa, bunu öper başımıza koyardık. Ancak gelişmeler krizin çok daha derinlerde olduğunu gösteriyor.

Mesele şu ki, Türkiye sanayisini, tarımını, hizmet sektörünü teşvik edici politikalar uygulamıyor. Biz "teşvik" ile "rüşvet"i karıştırıyor; rüşveti teşvik diye kakalıyoruz!
Bu yüzden de ekonomi rekabet gücünü sürekli kaybediyor. Herşey birer birer yabancı sermayenin eline geçiyor..

Önce teşvik nedir, nasıl olur, ona bakalım.
Liberal, kapitalist ekonomilerde devletin sağladığı "teşvik"lerin temel amacı, o firmanın ya da o sektörün uluslararası rekabette avantajlı hale gelmesini sağlamaktır. Firma ya da bir bütün olarak sektör, teşvikler sayesinde dünyadaki rakiplerinden daha yüksek kalitede üretip, daha düşük fiyata satabilir hale gelir.
Devlet, bunu sağlamak için ne tür teşvikler sağlar?
Ar-Ge destekleriyle üretim teknolojilerini geliştirir. Arsa maliyetlerini minimuma  indirir.  Ucuz enerji tedarik eder. Nakliye maliyetlerini azaltmak için tren ve gemi taşımacılığını yaygınlaştırır. İletişim ve çevre altyapısını güçlendirir. Vasıflı emek için mesleki teknik eğitimi güçlendirir. Risk sermayesini teşvik ederek, girişimciliği yaygınlaştırır.  Ulusal  finans kuruluşu ve sigorta şirketleriyle firmaların risklerini azaltır, finansman maliyetlerini düşürür vs.
Bizde bunlardan hangisi yapılıyor?
Yıllar önce bir işadamı arsa fiyatlarından söz ederken, "Arsanın metrekaresi Almanya'nın Ruhr bölgesinde 25 dolar, bizim DOSAB'da 600 dolar" diye isyan etmişti. Üstelik Ruhr'daki arsaların her türlü altyapısı hazırmış.
AR-GE desteklerinden hiç söz etmeyeyim,  zaten düşük birmikter; verilen paranıın da büyük bölümü yabancı sermayeli firmalara gidiyor.
Çin, ürünlerini batıya taşımak için Madrit'e kadar tren yolu yaparken biz, yapana kar garantili Osmangazi Köprüsünü inşaa ettiriyorduk, yabancı paralarla!
Elektrik, akaryakıt fiyatları Avrupa'nın en yükseği... Tek bir OSB'mizde bile raylı sistem yok. Oysa Bursa'daki 20 sanayi bölgesi niye limanalar demiryolu ile bağlanmasın? Gemi taşımacılığı işlemiyor. Bursa'da üretilen  otomobiller lastik tekerli TIR'larla taşınıyor...  Cayır cayır mazot yakılıyor.
Sırf nakliye yüzünden taa Çin'den  gelen seramik ürünleri Türkiye'de yerli üretilenlerden ucuza satılıyor.
Teknolojiyi hep ithal etmeye alıştırıldığımız için, koskoca fabrikalarda, dürüst ifade etmek gerekirse "mühendis  istenmiyor"!  Teknoloji geliştirmeden falan vazgeçtik...
Mühendislik Fakültelerinde bırakın yeni makine geliştirmeyi, buluşları; şirketlerin dışarıdan satın aldıkları son teknoloji makinelerin kullanımını öğrenirse, büyük başarı atfediliyor!
Her ülke farklı teşvik politikaları uygular. Çünkü her ülkenin "karşılaştırmalı üstünlükler" teorisine göre, diğer ülkelerden daha iyi, avantajlı olduğu  alanlar vardır. Örneğin petrol üreticisi değilsen,  polyester işine  çok da bel bağlamayacaksın.
Güney Kore, Hyundai, Samsung gibi ailelerin "dünya markası" çıkarmasını bir devlet politikası haline getirmiş. Başarmışlar da...
Peki Türkiye'de yatırım  teşviki deyince akla ne geliyor? Vergi, sigorta indirim ve muafiyeti... Devlet diyor ki, çalıştırdığın işçinin sigorta primini ben ödeyeyim, KDV indirimi muafiyeti vereyim, vergi indirimi yapayım... Kurumlar vergisi sadece yüzde 20 olsun, onu da muafiyet ve istisnalarla budayayım, vergi ödeme (Avrupa'da Kurumlar Vergisi yüzde 35-40). Vergiyi çalışanlar ile tüketici ödesin!
Galiba son dönemde en büyük teşvik, Suriyeli Araplar oldu. Pek çok işyerinde 500-600 TL aylıkla, sigortasız çalışan Suriyeli, Iraklı  görüyoruz!
"Rüşvet" diyorum, zira bu parasal desteklerin, onları dünya rekabetinde öne çıkarma şansı yoktur. Bunlar sadece verimsiz çalışan işletmelerin iflasını geciktirir. En fazla otomobilin daha lüksünü, villanın daha büyüğünü alabilirler, o kadar...
Tarımda durum daha da vahim..
Tarım stratejik bir sektördür. AB bütçesinin yarısından fazlası tarıma gider. Zira tarım, gıda demektir ve sözkonusu olan insanların temel besin maddeleridir. Beslenme, barınma temel insan haklarındandır...
Devlet bunun için ovaları, verimli arazileri korur, yapılaşmaya açmaz; sulama sistemi kurar, parsel sayısının azalması, tarımsal işletmelerin optimum büyüklüğe ulaşması için gerekli önlemleri alır. Ürün planlaması ile hangi bölgede neyin ekilip dikileceği konusunda yol gösterici olur. Damızlık hayvan, tohumluk hububat vs. konusunda kurumlar oluşturur. Mesela meraların ıslahı devletin görevidir. Bu sayede çiftçiler kaliteli meralarda hayvanları daha ucuza beslemiş olur. Ucuz etin kaynağı, meralarda bedavaya beslenen hayvanlardır... Rusya da, ABD de, Avrupa da bunu böyle başarıyor.
Bitki olsun, hayvancılık olsun, üreticinin doğrudan  tüketiciye ulaşması için organizasyonlar, kooperatifler, birlikler kurmuşlar. Hem üretici kazanıyor, hem de tüketici kazanıyor. Başka türlü Almanya gibi bir ülkede etin fiyatı Türkiye'den nasıl ucuz olabilirdi?
Bu liste de uzatılabilir..
Peki bizdeki "tarım teşviki" deyince ne akla geliyor?
Geçtiğimiz hafta bir köy muhtarlığında, mazot, gübre ve ilaç desteği hak eden köylülerin listesi dikkatimi çekti. Baktım, inanın köyde verdikleri toplam destek 2 bin 500 lira. Onun da yarısını bir kişi almış. Kalanlar 100 -200 TL. Bu para da birşeyin üretimi  için değil. Tapunun büyüklüğüne göre tespit edilmiş.
"Geçen sene çifçimize şu kadar katrilyooonn verdiiik"lerle sadece zaman kaybediliyor...
Tüm köyü maaşa bağlasanız çözüm değil.
Yani köylü, daha çok ve ucuza üretsin, Avrupalı veya başka ülkelerin çiftçisinden bir adım ileri gitsin, vatandaşa ucuz yiyecek içecek üretsin diye desteklenmiyor, böyle bir "teşvik" yok!
Çiftçiye resmen "rüşvet" veriliyor. "Al şu parayı ve sus, sesini çıkmasın".
Bu yüzden Türkiye'de köylüler hızla tarımdan, üretmekten kaçıyor.  Her yıl üst üste yaşanan pişmanlıklar, insanları bıkıp usandırmış, yıldırmış.
Memleketin "Kuru soğana muhtaç" halleri de bunun sonucu değil mi?
İyi haftalar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder