Hafta sonu belediye başkanı, belediye meclis üyeleri ve
muhtar seçimi için sandığa gideceğiz. En güzel seçim, herkesin oyunu canının
istediğine verdiği seçimdir.
“Milli
irade” de zaten budur. “Falanca partiye
veya adaya oy veren düşmandır, haindir, cehennemde yanar” gibi abuk sabuk
tutumlar milli iradeyi zora sokacak davranışlardır. Ne sahiplerine ne de
memlekete bir yararı olur. Vatandaşlık görevi olarak oyumuzu cesurca
kullanalım, herkes de sandığa saygı göstersin.
Pazar günü hangi adaya, partiye, ittifaka verirseniz
verin, memlekette hükümet ve ekonomi yönetimi değişmeyecek. Bu yüzden seçimin “memleketin bekası” neyse öyle kalacak!
Daha ileri gideyim, belediye başkanlarının değişmesi ile şehirlerde
köklü değişiklikler olmayacak… Yeni başkanlar şehirleri yönetmekte bugünkünden
çok daha fazla merkezi hükümete bağımlı olacak. “Tek Hazine Kurumlar Hesabı Yönetmeliği” beklendiği gibi seçimlerden
sonra yürürlüğe girerse yeni bir dönem başlıyor. Artık belediyeler aylık, hatta
günlük “Harcama Formu” doldurup, Hazine ve Maliye Bakanı’na bizzat onaylatmak
zorunda kalacak. Yani, musluklar kaynak
yetersizliği, “Kamu harcamalarında
tasarruf” gerekçeleriyle iyice kısılacak gibi görünüyor.
Hükümet değişmeyeceğine göre, muhalefetin en azından
büyükşehir belediyelerini kazanması ne anlama gelir? Bence hükümetin “kulağı çekilir”, “ders verilir”… Bu da
hükümetin kendine çeki düzen vermesine yol açar, olumlu bir şey olur ülke için.
Ekonomi çok derin bir bunalım yaşıyor. Hükümet seçim
öncesi yaygın iflaslar, kapatmalar olmasın diye şirketlerden alacağını
geciktiriyor, vergiler uzuyor, işçilerin primini ödüyor falan, ama nereye
kadar?
Dolar 5 lira civarında tutulmaya çalışılıyor. Hazine, TCMB hep atakta, hükümet
sürekli yabancılara bir şeyler satıp dışarıdan dolar getirme derdinde, ama
nereye kadar?
Hatırlayın… Krizlerimiz hep birbirine benzer. 2001
krizinde 600’den pat diye 1700’lere kadar yükselmişti. Ardından IMF anlaşmaları, Kemal Derviş reçeteleri, bankaların
yabancılara satışı, derken dolar 1200’lere indi, yıllarca da oralarda
kaldı. Malum ilk Ak Parti
hükümetleri dışarıda dolar bolluğuna denk geldi. Dolar yağdı memlekete. Belli
başlı büyük şirketler, fabrikalar yabancılara satıldı. Her iş dış borçla
yapılmaya başlandı, hormonlu olarak yüzde 7’lerde büyüdük.
Hem demokraside hem ekonomide 2002-2007 çok iyi gitti.
Ancak şu “Yabancı sermaye ile kalkınma”
yutturmacasının sonuçları o tarihten sonra yüzümüze şamar gibi vurulmaya
başladı.
Çünkü yabancı
sermaye senin kalkınmana değil, kazandığı paraya bakar. Sömürmek ister.
Ve paralar, krediler sanayide, tarımda reformlar yapmak,
verimliliği artırmak, ülke kaynaklarını değerlendirmek, bilim teknoloji
geliştirmek, dünya rekabetinde öne çıkaracak işler yapmak vs. değil, binalara, AVM’lere, inşaata, araziye, kolay
kazanılan borsaya, tahvile, banka sigorta işlerine, cep telefonlarına,
internete, ranta, kar garantili havaalanı, hastane, otoyol, nükleer ve doğalgaz
santrallarına gitti…
Şimdi yabancı sermayenin keyfi yerinde. Onlar kalkınıyor!
Adamlar 20-30 yıllık gelirlerini garantiye aldı. Bursa’dan Sabiha Gökçen
Havaalanı’na otomobilinle gidiyorsun, benzin, mazot dışında Osmangazi Köprüsü ve bağlantı yollarına
ödediğin para 300 liranın üstünde…
Ne ballı iş ya!
Şehir
Hastanesi hızla tamamlanıyor. Yazın açılacakmış. Hasta ve gelir
garantisi var. Şimdi hastaneyi nasıl dolduracağız telaşı sarmış gibi. Çekirge Devlet Hastanesi’nin oraya
taşınmasından söz ediliyor. Hani, buradaki hastane değişik, ihtisas hastanesi olacaktı, yani
paralı, özel hastalar gidecekti… Hani devlet hastaneleri yerinde kalacaktı?
Yeni stadın yanındaki inşaatın kabası bitmeden, Doğanköy’deki kocaman şehir hastanesi açılışa hazırlanıyor. Çünkü
asıl para oradan çıkacak. Kimden? Vatandaştan…
Türkiye’yi
zor günlerin beklediği aşikâr.
İşin püf noktası şu: “Yabansı
sermaye ile kalkınma” kandırmacası sona erdi… Ülkeyi kalkındırsın diye dört
elle sarıldığımız yabancı sermaye, boğazımıza ilmeği geçirdi resmen.
Ülkenin bütün tatlı para kazanılan işlerini ele
geçirdiler.
Ve eroin, uyuşturucu gibi bağımlı olduk. Bugün
Türkiye’nin kabaca 250 milyar dolara ihtiyacı var. Krizi aşmak, şirketleri
rahatlatmak, çarkı döndürmek ve doları frenlemek için…
Bu paranın gelmesi demek, ne var ne yol her şeyin
satılması ya da sözde mega projelerle,
akla hayale gelmedik kar garantili işler kurulması demek!
2001 krizinde 20-30 milyar dolar büyük paraydı,
hallediyordu. Ama bağımlılıklar, yükümlülükler kartopu gibi büyüdü.
Hani iktidar “beka
seçimi”, “memleketin bekası” diyor ya…
Bence “Var olmak,
yok olmak” anlamına gelecek bir “beka
meselesi”, “memleket meselesi” varsa, o da memleketin bu kadar borca
sokulmuş, bağımlı hali…
Acaba, hükümet değişirse, 20-30 yıllığına verilen kar
garantileri riske girebilir diye mi düşünülüyor? Beka ile kastedilen bu mu?
Şaka değil, Türkiye’nin
PPP (Public Private Partnership-Kamu
Özel Ortaklığı) kapsamında toplam yükümlüğü 200 milyar doların
üzerinde. Yabacı sermaye bu para için Türkiye’de darbe dahil her yola başvurur
diye düşünebiliyor insan. Hükümete sıkı sıkı sarılmak en masum seçenek…
Şapkayı öne koyma zamanı. Pazar günü seçmen ya hükümete
ikaz verecek, ya da olacaklara hep beraber razı olacağız…
İyi haftalar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder