26 Mart 2019 Salı

Yabancı sermaye ile kalkın(ma)!



Hafta sonu belediye başkanı, belediye meclis üyeleri ve muhtar seçimi için sandığa gideceğiz. En güzel seçim, herkesin oyunu canının istediğine verdiği seçimdir.
“Milli irade” de zaten budur. “Falanca partiye veya adaya oy veren düşmandır, haindir, cehennemde yanar” gibi abuk sabuk tutumlar milli iradeyi zora sokacak davranışlardır. Ne sahiplerine ne de memlekete bir yararı olur. Vatandaşlık görevi olarak oyumuzu cesurca kullanalım, herkes de sandığa saygı göstersin.
Pazar günü hangi adaya, partiye, ittifaka verirseniz verin, memlekette hükümet ve ekonomi yönetimi değişmeyecek. Bu yüzden seçimin “memleketin bekası” neyse öyle kalacak!
Daha ileri gideyim, belediye başkanlarının değişmesi ile şehirlerde köklü değişiklikler olmayacak… Yeni başkanlar şehirleri yönetmekte bugünkünden çok daha fazla merkezi hükümete bağımlı olacak. “Tek Hazine Kurumlar Hesabı Yönetmeliği” beklendiği gibi seçimlerden sonra yürürlüğe girerse yeni bir dönem başlıyor. Artık belediyeler aylık, hatta günlük “Harcama Formu” doldurup, Hazine ve Maliye Bakanı’na bizzat onaylatmak zorunda kalacak. Yani, musluklar kaynak yetersizliği, “Kamu harcamalarında tasarruf” gerekçeleriyle iyice kısılacak gibi görünüyor.
Hükümet değişmeyeceğine göre, muhalefetin en azından büyükşehir belediyelerini kazanması ne anlama gelir? Bence hükümetin “kulağı çekilir”, “ders verilir”… Bu da hükümetin kendine çeki düzen vermesine yol açar, olumlu bir şey olur ülke için.
Ekonomi çok derin bir bunalım yaşıyor. Hükümet seçim öncesi yaygın iflaslar, kapatmalar olmasın diye şirketlerden alacağını geciktiriyor, vergiler uzuyor, işçilerin primini ödüyor falan, ama nereye kadar?
Dolar 5 lira civarında tutulmaya çalışılıyor. Hazine, TCMB hep atakta, hükümet sürekli yabancılara bir şeyler satıp dışarıdan dolar getirme derdinde, ama nereye kadar?
Hatırlayın… Krizlerimiz hep birbirine benzer. 2001 krizinde 600’den pat diye 1700’lere kadar yükselmişti. Ardından IMF anlaşmaları, Kemal Derviş reçeteleri, bankaların yabancılara satışı, derken dolar 1200’lere indi, yıllarca da oralarda kaldı. Malum ilk Ak Parti hükümetleri dışarıda dolar bolluğuna denk geldi. Dolar yağdı memlekete. Belli başlı büyük şirketler, fabrikalar yabancılara satıldı. Her iş dış borçla yapılmaya başlandı, hormonlu olarak yüzde 7’lerde büyüdük. 
Hem demokraside hem ekonomide 2002-2007 çok iyi gitti. Ancak şu “Yabancı sermaye ile kalkınma” yutturmacasının sonuçları o tarihten sonra yüzümüze şamar gibi vurulmaya başladı.
 Çünkü yabancı sermaye senin kalkınmana değil, kazandığı paraya bakar. Sömürmek ister.
Ve paralar, krediler sanayide, tarımda reformlar yapmak, verimliliği artırmak, ülke kaynaklarını değerlendirmek, bilim teknoloji geliştirmek, dünya rekabetinde öne çıkaracak işler yapmak vs. değil, binalara, AVM’lere, inşaata, araziye, kolay kazanılan borsaya, tahvile, banka sigorta işlerine, cep telefonlarına, internete, ranta, kar garantili havaalanı, hastane, otoyol, nükleer ve doğalgaz santrallarına gitti…
Şimdi yabancı sermayenin keyfi yerinde. Onlar kalkınıyor! Adamlar 20-30 yıllık gelirlerini garantiye aldı. Bursa’dan Sabiha Gökçen Havaalanı’na otomobilinle gidiyorsun, benzin, mazot dışında Osmangazi Köprüsü ve bağlantı yollarına ödediğin para 300 liranın üstünde…
Ne ballı iş ya!
Şehir Hastanesi hızla tamamlanıyor. Yazın açılacakmış. Hasta ve gelir garantisi var. Şimdi hastaneyi nasıl dolduracağız telaşı sarmış gibi. Çekirge Devlet Hastanesi’nin oraya taşınmasından söz ediliyor. Hani, buradaki hastane değişik, ihtisas hastanesi olacaktı, yani paralı, özel hastalar gidecekti… Hani devlet hastaneleri yerinde kalacaktı? Yeni stadın yanındaki inşaatın kabası bitmeden, Doğanköy’deki kocaman şehir hastanesi açılışa hazırlanıyor. Çünkü asıl para oradan çıkacak. Kimden? Vatandaştan…
Türkiye’yi zor günlerin beklediği aşikâr.
İşin püf noktası şu: “Yabansı sermaye ile kalkınma” kandırmacası sona erdi… Ülkeyi kalkındırsın diye dört elle sarıldığımız yabancı sermaye, boğazımıza ilmeği geçirdi resmen.
Ülkenin bütün tatlı para kazanılan işlerini ele geçirdiler.
Ve eroin, uyuşturucu gibi bağımlı olduk. Bugün Türkiye’nin kabaca 250 milyar dolara ihtiyacı var. Krizi aşmak, şirketleri rahatlatmak, çarkı döndürmek ve doları frenlemek için…
Bu paranın gelmesi demek, ne var ne yol her şeyin satılması ya da sözde mega projelerle, akla hayale gelmedik kar garantili işler kurulması demek!
2001 krizinde 20-30 milyar dolar büyük paraydı, hallediyordu. Ama bağımlılıklar, yükümlülükler kartopu gibi büyüdü.
Hani iktidar “beka seçimi”, “memleketin bekası” diyor ya…
Bence “Var olmak, yok olmak” anlamına gelecek bir “beka meselesi”, “memleket meselesi” varsa, o da memleketin bu kadar borca sokulmuş, bağımlı hali…
Acaba, hükümet değişirse, 20-30 yıllığına verilen kar garantileri riske girebilir diye mi düşünülüyor? Beka ile kastedilen bu mu?
Şaka değil, Türkiye’nin PPP (Public Private Partnership-Kamu Özel Ortaklığı) kapsamında toplam yükümlüğü 200 milyar doların üzerinde.  Yabacı sermaye bu para için Türkiye’de darbe dahil her yola başvurur diye düşünebiliyor insan. Hükümete sıkı sıkı sarılmak en masum seçenek…
Şapkayı öne koyma zamanı. Pazar günü seçmen ya hükümete ikaz verecek, ya da olacaklara hep beraber razı olacağız…
İyi haftalar…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder