Doğa
gezilerimizde dün (1 Eylül 2019 Pazar)
İnegöl’e bağlı Fevziye ve Elmaçayırı köyü
civarında suyu büyük ölçüde borulara alındığı için kurumuş derelerde ve
kanyonda yürüdük; ormanlarda, yaylalarda dolaştık.
Uludağ’ın
eteklerindeki bu toprakların yakın zamana kadar hayli hareketli olduğunu,
özellikle yayla ve meralardaki meyve ağaçlarının çokluğundan ve eski
çeşmelerden anlayabiliyoruz.
Ancak artık
ortalıkta ne yaylaya çıkan sürüler ne de insanlar görebiliyorsunuz. Galiba artık ormanın kerestesi ile ilgilenen
ormancılar dışında buraları herkes terk etmiş görünüyor.
Koza Dağcılık kulübünün organizasyonu ile Ankara yoluna düşen minibüslerimiz,
50’ye yakın doğaseverle İnegöl’e
vardıktan sonra, Fevziye köyüne
ulaştı ve köyün biraz
yukarısından yürümeye başladık. Rehberimiz İnegöl’den doğasever Saadettin Aladağ oldu
Fevziye köyünde traktör yolunda başlayan
yürüyüşümüzde bir süre sonra “Kuru Dere”
de denilen Fevziye Kanyonu’na
girdik.
Kanyonlar
genelde bol sulu, kayalık derelerdir. Ancak burada kanyon resmen kurumuş.
Esrarengiz kaynak suyu..
Ancak bölge
rehberimiz ilginç öyküler anlatıyor.
Örneğin yanından geçtiğimiz bir yerde derenin kurumuş olduğu/bir süre
önce buranın su altında olduğu görülüyor. Rehberimiz, “Buranın altından çok gür bir su çıkıyor, kaynak suyu. En kaliteli içme
sularına beş basar, bir sürü hastalığa iyi geliyor. Buz gibi sudur. Ancak fazla
sürmüyor, birkaç ay sonra su böyle kesiliyor”.. Diye konuşuyor.
Çok ilginç,
hayatımda ilk kez böyle bir olayla karşılaşıyorum…
Belim kadar kalınlığında
kaynak suyu birkaç ay akıyor, sonra birden
kuruyor!
Fevziye Kanyonu’na su yok. Yani kuru. Kayaların üzerine
basa basa yürüyoruz.
Kurudere yanında çelik su boruları!
Buraya
köylüler “Kurudere” diyormuş.
Demek ki bu
kanyon oldum olası kuru diye düşünüyorsunuz…
Ama buralar
hiç de susuz bir yere benzemiyor. Ve karşımıza kanyonun çevresinde kalın çelik
su boruları çıkıyor…
Tek bir boru
da değil.
Anlaşılan su
büyük ölçüde borulara alınmış. Daha sonra yol boyunca başka başka, irili ufaklı
su boruları göreceğiz. Ve de suların toplandığı loger gibi küçük kapalı havuzcuklar.
Eee şair
boşuna dememiş “Velhasıl Bursa sudan ibaret”
diye.
Burada borularla toplanan su nereye gidiyor
diye sondaj yaptığımda Coca Cola
firmasının adı ifade edildi. Şirket bölgede
maden suyu çıkarıyormuş. Ayrıca bölgede iki adet HES (Hidroelektrik santralı)var.
Bu iki HES de yine borularla toplanan suyla çalışıyor.
Ve birkaç
alabalık tesisi…
Yakınlarda
bir de “Acısu” varmış,
meşhur bir
yermiş, ama biz gitmedik.
Neyse, biz
kanyona doğru gittikçe rakım yükseliyor. Yüksek kotlarda derelerden su aktığını
görmeye başlıyoruz.
Tabi ayağınızın
altındaki, tertemiz su…
Eğil, derede
akan suyu iç yani…
Tongul Deresi, Kaldırak Deresi…
Kuşburnu,
böğürtlen…
Bu “Kaldırak” galiba bizim “Galdirik”, ya da “Balik Otu” olarak bildiğimiz şey. Anlaşılan yöredeki köylüler bu
derenin kıyısından hayli kaldırak toplarmış..
Kaldırak Deresi’ni solumuzda bırakıp devam ediyoruz. Ama bu dereler, yollar bizi de aç bırakmıyor!
Yol boyu,
özellikle de traktör yollarını iki yanında böğürtlen, kuşburnu bolluğu var.
Olgunlaşmış böğürtlenlerden birer ikişer kapıyoruz. Çok da lezzetli.
Her taraf bu
yaban meyveleriyle dolu.
“Ya bu köylüler niye buradaki kuşburnu ve
böğürtlenleri toplamaz” diye düşünüyorum.
Bölge
rehberimizin yanıtı, “Kim toplayacak ya.
Köyde herkes yaşlı, emekli..” oluyor.
Ama doğada
hiç bir şey boşa gitmiyor..
Bunu yol
boyunca önümüze çıkan “koca oğlan”,
namı diğer ayı, boklarından anlıyoruz
Buz gibi
yayla suyu içmek…
Alaçam Yaylası’na doğru çıktıkça müthiş çam ormanları
görüyoruz, sağlı sollu.. Belki 20 metre uzunluğunda kerestelik, düzgün çam
ağaçları… Keza Alaçam Yaylası
civarında daha ziyade gürgenler..
Alaçam Yaylası’nda harika suyu olan bir çeşme görüyoruz.
Artık öğle molasının zamanı geldi.
Hem yorulduk,
acıktık, hem de burası yayla, havadar, çayır çimen…
Ama yaylada
hiç kimse yok.
Yaylacısız
yayla!
Aslında
traktörle falan çıkılıyor, bir toprak yol var.
Ancak sadece yaylacılar değil, piknikçiler de uğramamış anlaşılan.
Acıkalma
ağaçları yıkılıyor!
Yaylada
bolca yaban elması var. Birkaç tane de çörtük ve alıç. Küçük, ekşi elmalar… ve
yine kuşburnu, böğürtlen…
Elmalar tam olgunlaşmamış,
ekşi cins.. Bizim köyde bunlara “acıkalma”
derdik. Sonbaharda toplar samanlığa atardık. Kışın samanın içinden çıkardığında
o ekşilikten eser kalmaz, çok lezzetli mayhoş bir tadı olurdu.
Şeker
hastalığına iyi geldiği söylenir.
Yaylada,
sırt çantasını çayırın üstüne uzatıp, çantadan çıkardığım yiyecekleri çantanın
üzerinde yerken, bir anda çocukluğuma, yayla günlerime gittim…
Burası aslında
tamamen de ıssız değil. Sanki birkaç hafta önce bir sürü gelmiş gibi. Yerdeki
kokulardan hissediyorum. Koyunları yatmış çayıra…
Biraz
önümüzde bir çoban barakası ve çevirme var. Koyunların boku çok fazla
kurumamış.
Ama otlar da
kocaman… Tamamen yabani kalmış yayla. Bazı yerlerde yürümek bile zor, ot ve
dikenler yüzünden.
Ya buraya
gelen sürü çok küçük…
Ya da kısa
süreliğine gelip gitmişler gibi.
Bağcıkları sıkma zamanı..
Öğle molasından sonra, buraya kadar traktör
yolları ve patikalardan sürekli dik ve yan yollardan çıkan biz, artık adeta
inişe geçtik… Rehberimiz Harun hoca uyarıyor, “Arkadaşlar… Rotamız iniş ağırlıklı. Lütfen ayakkabılarınızın
bağcıklarını sıkın… Sakatlanma olmasın...” Sahiden de bağcıklar sıkı bağlanınca, ayak
parmak uçları sıkışmıyor. Parmaklara baskı azalıyor… Bir keresinde dik bir
inişte bağcıklara hiç dikkat etmedim, akşam baktım, sol ayak serçe parmağım
resmen morarmış!
Genelde iniş eğimli toprak yollardan
yürüyerek, Elmalı köyüne indik. Doğal olarak köye yaklaştıkça traktör yolları
genişledi, yaban meyvelerinin yerini irili ufaklı bahçelerdeki meyveler aldı.
Yolumuza ilk çıkan kişi, rehberimizle tanış
çıkan Elmaçayırlı ormanın içindeki bir bahçeye basit bir bina yapmış, adeta
cennet gibi yeşilin içinde yaşıyor…
Merak ediyorum: “Tapunuz var mı?”
“Evet” diyor orta yaştaki vatandaş. Ve ekliyor, “Valla ben orman işletmesinin yerinde olsam
buraya tapu vardirmezdim, ama sağolsunlar verdiler..” !
Tokat’ta, dedemizden kalma, çocukluğumun
geçtiği tarlalara Orman İşletmesi’nin hala tapu verdirmiyor olması geliyor..
Devlet aynı devlet, kanun aynı kanun…
Anlaşılan burada, İnegöl merkez veya Bursa’da
yaşayıp da yazları gelen, kısmen orada tarlaya bahçeye bakan insanlar da var.
Fevziye köyü bir Kafkas köyü… Yani Gürcüler Kafkasya’daki yaşam
tarzlarını büyük ölçüde buraya
getirmişler.
Elmaçayırı ile Fevziye
yakın köyler. İkisinde de ilkokul yol. Nüfus Fevziye’de 150, Elmaçayırı’da 140 civarında. Köylerde hızlı nüfus kaybı gözle görülüyor.
Harabeye dönmüş pek çok ev var. Keza terk edilmiş tarlalar, bahçeler…
Elmaçayırı’ndan minibüslere bindik ve akşam yorgunluk
çayı için Cerrah’a geldik.
Büyük şehrin
kenar mahallesi: Cerrah
Cerrah, yakın zamana kadar belediyesi olan
4 binden fazla nüfusa sahip bir beldeydi. Yani kasaba. Cerrah’a gelince bir anda mesela, üstten,
dağdan Çalı’ya inmiş falan gibi
oluyorsunuz. Tabi Çalı plansız
sanayileşme, yapılaşmanın sonuçları olarak bir kargaşa yaşıyor. Çalı hem köy, mahalle, hem kasaba, hem
büyükşehir… ne ararsan..
O zaman, hiç fabrika falan olmayan Cerrah’ı şirin bir Anadolu kasabası
olarak görmek istersiniz değil mi, ister istemez..
Havanızı alırsınız!…
Maalesef
sabahtan beri 18 kilometreye yakın yol teptikten sonra geldiğiniz Cerrah
sanki büyük şehrin kenar mahallesi…
Kasabanın orta yerinde kurulan tezgaha
yaklaşıyorum.
“- Bu
sebzeleri sen mi ürettin, senin tarlandan mı?
- Evet. Sadece kırmızı yağlık biber Yenişehir malı.
- Domatesin kaç lira?
- 4 lira.
- Eee üreticisin. Bu fiyata ben Altınşehir
pazarında, esnaftan da alıyorum. Onlar malı Hal’den alan esnaf. Sen üreticisin.
Bu fiyata gelip buradan almanın bir çekici yanı yok.
- Ama siz domatesin nasıl
yetiştirildiğini bilmiyorsunuz. Çok zahmetli, pahalı. Hem buradan taze alıyorsun.”
Hani madem satın alıyoruz, paramız
üreticiye gitsin, üreten, alın teri döken, emek veren kazansın diyoruz ya…
Üretici cephesinde bu meseleye farklı bir
“duygusallıkla!” yaklaşma eğilimi var.
Salçalık domatesi fabrikaya 30 kuruşa satmakta zorlanan çiftçi, sana
kilosu 1 liradan (100 kuruş) aşağı
vermiyor. Keza tüccarın kilosu 2 liradan aldığı taze fasulyeyi sen tüketici
olarak 5 liradan aşağı alamıyorsun.
Yürümeye, dereleri, dağları, köyleri,
yaylaları, insanları velhasıl memleketi tanımaya devam..
Güzel günümüzü tekrar anımsattığınız için teşekkür ederiz. Çok güzel olmuş.
YanıtlaSil