22 Ekim 2019 Salı

Dereyörük-Hayriye-Köprühisar: Göksu Çayı zehir saçıyor…


Göksu Çayı.. 

Dereyörük-Hayriye-Köprühisar:

Sağlık, bereket yerine zehir saçan Göksu Çayı…




Doğa yürüyüşlerimizde 20 Ekim 2019 Pazar günü Bilecik’in Osmaneli ilçesine bağlı Belenalan ve Dereyörük köyleri ile Bursa’nın Yenişehir ilçesine bağlı Hayriye ve Köprühisar köyleri arasında ormanda ve Göksu Çayı kenarında yaklaşık 20 kilometre yürüdük.
Nice yıllara, yaşlara... 

Yüksek kayalıklarla çevrili çam ve meşe ormanlarında,  traktör yollarından indiğimiz Göksu Çayı, çevresindeki yemyeşil, muhteşem doğaya tezat, kirlilikten kapkara akıyordu. 
Bereket fışkıran ovaların, İnegöl civarındaki atıklarla kirlenmiş suyla sulanıyor olmasına tanıklık etmek insanda farklı duygular uyandırıyor.
Bu mu”, diyorsunuz... 
“Para hırsı bu kadar mı insanın gözünü kör eder!…”
Teknoloji her türlü atığı arıtabilecek düzeyde. Bu suları tertemiz hale
getirme  şansı varken, sırf “masraf olmasın”, şirketler daha çok kazansın diye tarım arazilerini evsel ve sanayi atıklarıyla kirlenmiş  suyla sulamaya devam etmek…

Üstelik de kanser dahil pek çok ölümcül hastalığın neredeyse her eve girdiğini göre göre…


Koza Dağcılık rehberliğinde 5 minibüsü dolduran doğasever grubuyla Yenişehir yolunu tuttuk. İlçeyi çıkıp Bilecik yolunda ilerleyince Köprühisar, Hayriye, Dereyörük’ten sonra Belenalan köyüne vardık ve orada araçlardan inip sabah çayı içtikten sonra yürümeye başladık.
Belenalan Bilecik’in Osmaneli ilçesine bağlı bir köy. Büyükşehirlerde malum,
bütün “köy”ler “mahale” ilan edildi.. Yasal sıfatı değişti, ama yaşam eski akışıyla devam ettiği için buralara “köy” demeye devam etmeyi tercih ediyorum, hatırlatayım.

BELENALAN

Belenalan’da 2007 de 270 olan nüfus 2018 de 180’e düşmüş. Köyde çok sayıda terk edilmiş, yıkılıp viraneye dönmüş ev görüyorsunuz.  
Caminin minaresine asılmış kocaman bir bayrak. Keza kerpiç evlerin bazılarına da bayrak asılı.
Ama ortalıkta kimseyi göremeden ilerliyor, köyden çıkıyoruz. 
Sadece evinin önünde merakla bakan birkaç kadın görebiliyoruz.
Bahçelere bakarsan, burası meyvecilik için oldukça uygun bir yer. Ayva ağaçlarında dallar ayvaları zor taşıyor. Ama  düzenli bir meyve bahçesi göremiyoruz. İnsanlar sadece kendi yiyecekleri kadar kıyı köşeye ceviz, incir, elma ağacı dikmiş. 
Yaprakları sararmış asmalarda hasat çoktan bitmiş.
Köyden biraz yukarı çıktıktan sonra aynı traktör yoluyla yaklaşık 7-8 kilometre sürecek bir inişe başlıyoruz. Yolun sağında solundaki tarlaların en az yarısında ekim dikim olmamış.

Yoncalığın kenarında sadece ağaçları kalmış sayfana bakarsan, insanlar keyfine düşkün!
Tarlanın birisinde de, biçilen otun yığılıp üzerinin naylonla kapatıldığını görüyoruz. 
Samanlıktan tasarruf, akıllıca...
Bilecik’in yalçın bir doğası var. Kent merkezine yakın birlikte askerlik yaparken soğuktan kulak memelerinde ve burun uçlarında donmaya bağlı
yaralanmalar olurdu (Sonradan usta birliği Kırkağaç’ta onu da mumla aradık ya neyse)

Kayalıkların arasından ilerleyen vadiler…

GÖKSU’NUN SESİ…

Orman öyle kerestelik değil. “Bozuk baltalık” denen türden.
Her türlü ağaç var.
Ancak ağaçların çoğunda hastalık gözleniyor. Adeta orman kaderine terk edilmiş, bakım sıfır…

Ağaçlar daha büyümeden kuruyor.
Mera hayvancılığı da tükendiği için her yanı otlar,  dikenler kaplamış, patika dışına çıktığınızda yürümek hayli zor.
Yalçın kayaların arasında yürürken önce Göksu’nun yamaçlardan yankılanan coşkun sesini duyuyorsunuz…
Denizden yükseklik artık 700 metreden 200 metrelere düşmüş.

Bir zamanlar kağnıların, at, katırların  kullandığı yollar, sığırların, koyun ve keçilerin gide gele oluşturduğu patikalar artık kaybolmaya yüz tutmuş. 
Bazen bir ağaç devrilmiş üzerine, bazen de yolun ortasına düşen kozalak koca bir ağaca dönüşmüş! 
Bazen karşı yamaçlarda kayaların arasında kocaman mağaralar görüyoruz.
Ve ilerledikçe, coşkun sesini duyduğumuz Göksu çayı yanı başımızda görünüyor…
Ama rengi tuhaf, kapkara!
Kirli suda balık avlayan köylü

Ve yaklaştıkça burnunuza pis bir koku geliyor.
Şaşkınlığım birden artıyor.

BU İYİ HALİYMİŞ!
Birisi omzuna av tüfeği asmış, diğeri boynuna bir bez torba asmış, elinde de bir balık ağı iki köylü çıkıyor karşımıza.
Torbada balık varmış.  Dereden tuttum, eti çok  güzel” deyince, “Elinde tut da bir fotoğraf çekeyim” deyince,  torbadaki 2-3 balığı ayağının dibine bırakıyor..
Beni şaşırtan şu: Bu kapkara derede balık nasıl yaşıyor!
“Bu ekonomik krizden fabrikalar kapandı galiba. Eskiden bu dere çok daha kirliydi. Bu çok temiz hali” diyor.
Balık sazana benziyor, ama değilmiş. Eti çok lezzetliymiş.
Bir süre sonra, oltalarını atıp çayda balık avlamaya çalışan 3-4 kişi görüyoruz.
Göksu Çayı’nın kenarındaki Dereyörük köyünde mola veriyoruz.
Bahçesinde mola verdiğimi kapalı ilkokul.. 
40 nüfuslu, boşalmış denebilecek Dereyörük köyünün girişinde, kapalı olan ilkokulun bahçesinde dinleniyor, sırt çantamızdakileri çıkarıp yiyoruz.

NİCE YAŞLARA AYHAN…


Burada tatlı (baklavası da olan) bir sürpriz var. Yürüyüşlerimizin emektarı Gönül hocam (Günez) sevgili liderimiz Ayhan’ın (Kazancı) doğum gününü anons ediyor…
Koza Dağcılık Kulübü derneğinin başkanı Erkan Sevindik, yerden topladığı kuru çınar yapraklarını konfeti yaparak döküyor Ayhan’ın başından aşağı! 
Alkışlar, alkışlar…
Nice yıllara,  yaşlara Ayhan…  İyi ki doğmuşsun…
Doğayı, ormanları, dağları,  ovaları velhasıl bu toprakları insanlara sevdirmek için gidilecek daha çok yolumuz var..
Aramızda pek çok öğretmen var. Eğitimci dostlarımız öğrencisi ve öğretmeni olmayan bu okulun bahçesindeki ağacın altında otururken neler hissettiler bilmem, ama benim dikkatimi karşı dağlarda zeytine benzettiğim ağaçlar çekti. Emin değilim, köyde kimseyi görüp soramadım da… Ama eğer tahminim doğruysa, yakın zamana kadar keçi sürüleriyle cıvıl cıvıl olan bu köyün terk edilmesi sahiden yazık olmuş.
Göksu’nun öte yakasında, kale gibi duran bir kayanın tepesine bayrak dikilmiş.
Mola sonrası bu “kale”nin karşısında hatıra fotoğrafı çekiyoruz.
Aşağıda, suyu kapkara akan ve yaklaşınca kirliliği burnunuzla koklayabildiğiniz Göksu’nun kenarında devasa genişlikte bir ağaç…

Göksu’nun üzerinden, en fazla 30 tonluk araçların geçebileceği levhası olan bir köprü.
Göksu’nun sesini dinleyerek ilerlemeye devam ediyoruz.
Sağda solda bahçeler…

Şeffaf villa” diye takıldığımız iki katlı ve içinde masa, yastık, minder, mangal vs. eşyaları görünen bir sayfan…
Bahçelerin, tarlaların çoğu atıl. Boz. Üzerinde yaban otları, dikenler bitmiş…

HAYRİYE…
ÇİFTLİKLER, SİLAJ DEPOLARI..


Hayriye’ye doğru yaklaştıkça çiftlik, hayvan gübresi kokuları yoğunlaşıyor.
Fark ediyorum ki, kokuların çoğu silaj depolarından geliyor.
Dümdüz toprağın üzerine öylece yığılan silajın üzeri naylonla kapatılmış, ama zeminden su aldığı için silaj bozulmuş, kokuyor.
Silaj hazırlığı güzel, ama zemin yine sorunlu..
Çok basit bir eksiklik bütün emeği mahvediyor. 
Osmaneli’ye bağlı Dereyörük’ten sonra Göksu Çayı boyunca yürürken ulaştığımız Hayriye köyü Bursa’nın Yenişehir ilçesine bağlı.
Burada, köylerde alışık olmadığımız büyüklükte sığır çiftlikleri görüyoruz.
Hayriye de nüfus kaybeden köylerden
Hamidiye'de alışık olmadığımız büyük sığır çiftliği 
birisi. Nüfus 2013’de 345 iken 2018 de 312 ye düşmüş.
Tek tük “Hobi bahçesi” var. 
Aslında bu köylerin tamamında “Hobi bahçesi” için özel bir çabaya gerek yok ki!
Bütün tarlalar zaten miras hukuku nedeniyle bölüne bölüne hepsi küçücük “hobi bahçesi”ne dönüşmüş!


Hayriye esaslı köylerden birisiymiş, belli.
Geleneksel evler, kocaman kanatlı kapısı sokağa açılan, evi, ahırı her şeyi bu kapıdan çalışan, kendi içinde bir dünya… 
İki kanatlı kapıların bazıları aralanmış, içerisi görünüyor.
Eskisi gibi içeride kuzu, dana, tavuk görmüyorsunuz.
Kanatların çoğu çivili. Anlaşılan ev boş, içeride kimse yok. 
Boş olmayanların da içinde de otomobil, pikap ya da traktör görünüyor.
Rengarenk çocuk oyun alanında, salıncağın dibindeki otlara bakılırsa, bu salıncaklarda en azından son bir yılda hiç çocuk oynamamış!

Evlerin bakımsız yoksul hali ile fiyatı 200 bin lirayı bulan çiftçeker traktör ve kanatlı kapıların arasından görünen otomobiller tezat gibi…

LAHANA VE KARNABAHAR HASAT ZAMANI

Karnabahar'lar şehre gidecek... 

Evlerin çevresindeki o görkemli taş tuğla duvarların çoğu harabe haline gelmiş, antik eserleri andırıyor.
Hayriye verimli arazilere sahip.
Tam lahana ve karnabahar hasat zamanı…
Köylüler tarlalardan traktörle topladıkları karnabaharları kamyona yüklüyor.
“-Karnabaharın tanesini kaça satıyorsunuz?”
“-2 lira.”
Üst kat insan, alt kat hayvanlara kış hazırlığı 

Bursa’daki semt pazarlarında tanesini 8-10 liradan satın aldığımız bir karnabahar için üretici sadece 2 lira alıyormuş.
Gerisi aracının.
Yürüdükçe Göksu’nun kenarındaki tarlalar çoğalıyor, genişliyor.
Lahana, karnabahar ve biber tarlaları…
Tarlasının kıyısına kocaman seleleri yığmış biber toplayan karı-kocaya soruyoruz:
“-Biberi kaç liradan satıyorsunuz?”
“-Birkaç hafta önce 3 liraydı. Şu anda 1  lira..”
Ve şeytan dürtüyor:
“Bu tarlayı şu kapkara akan Göksu çayından mı suluyor sunuz yaaa?”
Anladı derdimi. Ama ne dese ki… 
Bu konuda çok dertli olduğu görülüyor.
Atıklarla kirlenmiş Göksu'dan su alan pompalardan birisi 
Neyse tesellisi var… 
Burası çaya birkaç yüz metre uzakta. Karşı tarafta, ötede, DSİ’nin beton sulama kanalları görünüyor.
Yok yok. Bakın şurada DSİ’nin kanalı var. Oradan alıyoruz suyu”..
Peki DSİ’nin kanalına su nereden geliyor?
“-…)


TARLALAR O KİRLİ SUYLA SULANIYOR

Göksu boyunca ilerlerken dereden su çeken çok sayıda büyük elektrikli pompa görüyoruz. Dereden siyah borulara alınan su tarlaları, bahçeleri suluyor. 
En yaygın ekilen ürün mısır, silajlık mısır, lahana, biber, karnabahar…

Tarlaların kiminde “damla”, kiminde “yağmurlama” sulama sistemi…
Üretici kirli suyla tarla sulamaktan dertli mi dertli.
Pek çok girişim olmuş, ama sonuç alınamamış.
Sadece atık kalıntılarının meyve sebzeye geçmesi değil, kirlilik o kadar ileri boyutlara varmış ki, tarlanın
sulanmasından sonra tarlada resmen ürünün toptan “kuruduğu” durumlar yaşanmış.

KÖPRÜHİSAR

Göksu Çayı boyunca 10 kilometreden fazla yürüdükten sonra artık su sesi duymuyor, dereyi görmüyoruz. Köprühisar’a  yaklaştıkça kendinizi resmen ovada hissediyorsunuz.
Köprühisar köyünde nüfus 2013’te 356 iken 2018’de 310’a inmiş…
Yaklaşınca kocaman bir yalak, çeşme ve otlayan koyun sürüsü, “Mera Islah Alanı” tabelası ile güzel bir köy görüyorsunuz.

Yürüyüşümüz Köprühisar’da sona erecek. Köy meydanında kahvehanede oturup dinleniyor, yorgunluk çayı içiyoruz. Eee 20 kilometre yürüdükten  sonra dinlenmeyi hak ettik…
Köprühisar, tarihi çok eski, verimli arazileri olan bir köy.
Surları andıran tarihi kalıntılar görüyorum.
Köprühisar'da  tarihi kalıntılar

Köylülerden birisi “Recep Altepe (Bursa Büyükşehir Belediyesi eski başkanı) bizi kandırdı. Burada hazine var dedi, kazdı, kazdı. Ne çıktı, ne aldılarsa, kayboldular…” diye nükte yapıyor.
Bu köyü Osmanlı devletinin kurucularından Osmangazi 1299’da ele geçirmiş.


GÖKSU’DA AMAÇ NEYDİ, NE OLDU…
Göksu Çayı, Uludağ'ın doğu yamaçlarında doğup, İnegöl, Yenişehir topraklarından geçen, Osmaneli ilçe sınırlarında Sakarya Nehri'ne, sonra da Karasu mevkinde Karadeniz’e dökülen bir akarsu.
Çok verimli arazilerden, ovalardan geçiyor. İnegöl’den itibaren Ayaz, Söylemiş, Subaşı, Akdere, Papatya, Çamönü, Köprühisar, Hayriye, Dereyörük, Camicedit…
Göksu’nun geçtiği İnegöl ve Yenişehir ovalarının sulanması için yıllar önce İnegöl’de Boğazköy Barajı yapılmıştı.
Sarp yamaçlarda düzenli sıralarla ağaçlar.Zeytin mi?

Türkiye’nin en büyük sulama barajlarından birisi olan Boğazköy Barajı, maalesef yıllardır bölgenin sanayi ve evsel atıkları ile kirleniyor. Defalarca büyük çaplı balık ölümleri yaşandı.

BAŞKANA AÇIK ÇAĞRIMIZ!

Göksu Çayı adeta zehir  

Göksu’nun kilometrelerce uzakta sarp, ıssız kayaların arasında kapkara akışına bakarak, buradan şu çağrıyı yapmak istiyorum:
“Bursa Büyükşehir Belediyemizin değerli başkanı…
İnegöl’de 3 dönem belediye başkanlığı yapmış birisi olarak Boğazköy Barajı’nın hangi güzel hayallerle, emeklerle yapıldığını, nasıl kirlendiğini, o kirli sularla ne kadar geniş bir arazinin
Göksu'dan sulanan biber tarlaları 
sulandığını ve her sene ne kadar insanımızın bu kimyasal atık dolu sularla sulanmış meyve sebzeleri yediğini çok iyi bilirsiniz.


Artık Büyükşehir Belediye Başkanımızsınız ve her türlü yetkiye sahipsiniz.
Lütfen bu coşkun suların temiz akmasını sağlayın…
Her şeyi belediyenin kasasından karşılamak zorunda da değilsiniz… Kimsenin çevreyi kirletmeye, halkın sağlığı ile oynamaya hakkı yok. Belediyenin önderliğinde yeterli kapasitede arıtma tesisleri yapılıp, mevcut arıtma tesislerinin çalıştırılmasını çok kolayca sağlayabilirsiniz. Kirleten, bedelini de ödemeli…
Mesele görüntü, manzara değil, bizzat gıdamız, sağlığımız, hayatımız…
Yurt içinde ve dışında satılan meyve sebzenin temiz suyla yetiştirilmesi en büyük hedef olmalı..

Örneğin uzman kuruluşumuz BUSKİ’yi bu konuda görevlendirebilirsiniz.”
Şairin “Velhasıl Bursa sudan ibarettir” dediği kentimizin temiz suya hasret kalması kader olamaz…
Köprühisar merkezde büyük bir caminin yakındaki kahvehanenin önünde bankta otururken, tepemizdeki çınar ağacında onlarca kuş yuvasının olduğunu fark ettim.

Kim bilir, bunlar belki de göçmen kuştu ve uzak diyarların yolunu tutmuşlardı. Belki de yuvalarından çıkmış, yakın ağaçların, çatıların üstünden bizi seyrediyorlardı.
Köyde berber dükkanını ilk defa burada gördüm.
İki kız çocuğu bisiklet sürüyor..
Sokakta çöp konteynırları...
Bakkal dükkanının önündeki, hayvan geçmeyen sokağa sandalye atmalar..
“İşporta” tipinde, bahçesinden topladığı üzümleri sokak köşesinde satmalar..
Kapı önlerinde otomobiller..
Işıklı belediye otobüs durağı levhaları..
Kahvehaneleri dolduran yaşlı ve emekliler…
Kuş yuvaları..

Tarlada çalışan kimseyi göremedik.
Eee buralar sahiden “mahalle”, bunlar da “şehirli” mi olmuş ne!

Yürümeye, dağları, ovaları, köyleri, insanları velhasıl memleketi tanımaya devam.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder