17 Ekim 2019 Perşembe

Zengin doğa ve tarihe sırtını dönmek: Malkara, Kurşunlu



Doğa yürüyüşlerimizde 13 Ekim 2019 Pazar günü Bursa Karacabey sahilinde Bayramdere-Malkara ile Kurşunlu arasındaki dağlarda yürüdük.
Eşine az  rastlanır bir doğa, orman ve sahil…
Tarih boyu adeta denizle yıldızı barışmayan insanımız, doğanın eşsiz zenginlikleriyle barışık bir yaşam kurmayı hala kurmayı başaramamış… Özellikle “Büyükşehir”in bir mahallesi olduktan sonra kabaran rant iştahı ise doğanın cennet köşelerini plansız, zevksiz yapılaşmaları körüklemiş.

Koza Dağcılık Kulübü rehberliğinde 85 doğasever ile Bursa’dan yola çıkan minibüslerimiz Karacabey’e varmadan İzmir yolundan ayrılıp Hayırlı, Ekmekçi köylerine doğru ilerledi. İlk durağımız Ekmekçi oldu ve ıhlamur ormanlarının dibinde kurulan Ekmekçi’de sabah çaylarımızı içtikten sonra “Ayı Barınağı” olarak bilinen “Ovakorusu Ayı Barınağı”, Bayramdere’den sonra Malkara Plajı’na vardık.


Bayramdere

Karacabey’e 31 km uzaklıktaki Bayramdere’nin eski adı Panayırdere imiş, Panagia’dan geliyormuş ve burası eski bir Rum köyüymüş. Tarihçi dostum Raif Kaplanoğlu’nun yazdığına göre adı 1920 yılında Bayramdere olmuş. Bayramdere adı bol sulu dereler, anlamına geliyormuş.

1895 Yıllığı’na göre Bayramdere’de 32 hane yaşıyormuş. Deniz ve Yeniköy plajları (Malkara) yazları ilgiyi artırmış. 1927 yılında 131 olan nüfus, 1997’de 3 bin 665 kişiye ulaşmış.
2018 nüfusu 1.485 olduğuna göre, 3 binlik nüfusun yaz aylarında sayıldığı anlaşılıyor.
Bayramdere tam bir tatil kasabası havasında. Dağdan gelen dereler, temiz içme suları…
Malkara Plajı (Yeniköy Plajı) belediye tarafından düzenlenmiş. Yaz aylarında hayli ilgi görüyor olmalı.  

Karacabey’e giden asfalt yol, Malkara Plajı ile konutları adeta ikiye ayırmış. Yazları burada insan yoğunluğunu düşününce, niye yolda üst geçit, trafik lambası yok diye düşünmeden edemedim. Ama şimdi ortalıkta kimse yok. Çevredeki evler, villalar da boş gibi duruyor.
Dalgasız bir deniz ve kimsenin görünmediği Malkara plajından dağlara yöneliyoruz.

‘Öncüyü geçme, artçının gerisinde kalma!’

Yürüyüş, her zaman olduğu gibi Koza’nın lideri sevgili Ayhan’ın (Kazancı) konuşması ile başlıyor.
Bursa’da doğa yürüyüşlerinin organizasyonunda ilk akla gelen isimlerden birisi olan ve uzun yıllardır dağcılığı yaygınlaştırıp sevdirmeye çalışan Kazancı’nın her yürüyüşte “altını çizdiği” birkaç şey olur:

-“Arkadaşlar yürüyüşümüzün sağlıklı, emniyetli gerçekleşmesi açısından kesinlikle öncüyü (genellikle Harun ‘Bayramhocamızdır) geçmeyeceksiniz, artçımızın da (genellikle İbrahim olur) arkasında kalmayacaksınız.
- Yürürken sigara içmek kesinlikle yasaktır. Çok isteyen uzun molalarda, yanındakileri duman altında bırakmamak şartıyla içebilir. Ve kesinlikle herkes izmariti atmayacak, poşete koyup taşıyacak.
- Yeme içme sonrasında kesinlikle çevreye hiçbir atık, poşet, şişe vs. bırakmayacağız.”

Her yürüyüşte bu sözler tekrarlanır, zira doğa yürüyüşleri hayli ilgi çekiyor ve her seferinde mutlaka bize “ilk kez” katılanlar olur.

Kayın, ıhlamur, kestane, defne ormanı…

Yürüyüşün ilk bölümü, yaklaşık 7 kilometrelik dik bir patikaydı.

Patikanın kenarında sıralanmış arı kovanlarında arılar, havaların soğumaya başlamasıyla yaz aylarının hareketliliğini geride bırakmış. Arıların hareketi içeride sadece kışlık bal olduğunu, arıcıların balın büyük bölümünü kovandan aldığını anlatır gibi. Bu kadar kovanın traktör çalışabilen bir patikanın kenarında dizilmesine bakılırsa, bölge oldukça güvenilir bir yer.

İnsanların da birbirine saygılı olduğunu çıkarmak mümkün.
Böğürtlen, kuşburnu, ıhlamur ve kestane, defne ağaçları, kayın, meşeler…
Ve hiç ummadığın yerde ağaçlara “kök sarmaşıklar gibi” sarılıp, ağaçları boğduğunu gözle görebildiğiniz sarmaşıklar!
Yükseldikçe kayın ormanlarının ihtişamını görüyorsunuz.

Mevsim sonbahar ve yeşil yapraklar kurumaya, yeri ‘sarı gazel’ kaplamaya başlamış.
Yine de ağaçlar dallarda yeşili korumaya devam ediyor. 
Kayın ormanında hayli gezmişliğim vardır. Ancak ilk kez gövdeleri, sanki üzeri boya veya yosunla kaplanmış gibi yeşil renge bürünmüş bir kayın ormanını burada gördüm. Gövdelerin yeşili,  bu kayınların bir özelliği miydi, yoksa denizi gören kuzey yamaçları olmasıyla mı bir ilişkisi vardı, anlamadım.

Öğle molasını gürgen (kayın) ormanında verdik.  Herkes kah gazele, kah bir kaya ya da ağaç gövdesine oturarak çantasındaki yiyeceği yedi, biraz da  dinlenmiş olduk.

Erikler ve yayla…

Batıya, Kurşunlu’ya doğru Erikli Yaylası’na yürüdük. Bundan sonra artık yavaş yavaş inişe geçiyoruz ve istikamet Kurşunlu…
“Erikli Yaylası”, “Erik Yayla”, “Erik Yaylası”…
Benzer isimleri çok duyduğunuzdan eminim. Zira her nedense erik, rakımı yüksek olan yaylalarda yetişebilen ender meyvelerden birisi. Çocukluğumun geçtiği Tokat’taki Dumanlı Yaylası’ndan da hatırlıyorum. Dağlarda meyve olarak sadece erik ağaçları olurdu.
Hava açık, parçalı bulutlu…   Yağış yok, sıcak yok, tam yürüme havası…

Erikli Yaylası’na hem çıkışta hem de inişte orman içi patikaları takip ediyoruz.
Patika dediysem, bunların bir kısmı en az 20 senedir hiç kullanılmayan eski at,  eşek yolları. Pekçoğu artık kaybolmak üzere…
Doğa yürüyüşlerinde kişisel olarak en çok sevdiğim patikalar bunlar.

Çevresinde yetişen ağaçlar, çalı ve otlarla çoğu noktada tanınmaz hale gelen, kapanan bu “tarihi” yollarda gezmek beni bir yandan, bir zamanlar cıvıl cıvıl yaylaya gidip gelişlerin yıllarına götürüyor; bir yandan da bu yollar arazide yürüyüş için en uygun rotalar…
Zira, uzun yıllar yürüyerek gidip gelen insanların yarattığı doğal parkurlar!…
Yol boyunca Orman İşletmesi’ne ait kayın odunu yığınlarını görüyoruz.
Ara sıra Dedeböğrü mantarı bulma şansı var.
Bir ağacın gövdesinden boruyla yapılmış çeşmeden su içmek de varmış!

Denizi görmek!


Aslında biz Marmara Denizi’nin kenarındaki dağlarda yürüyoruz, ama denizi görmek için Kurşunlu tepelerine kadar inmemiz gerekti.
Ihlamur, kestane, defne ağaçlarının bulunduğu  bu yemyeşil kayın ormanından masmavi denizi izleme,  insana sanki cennetteymişsin hissi veriyor..
Doğa çok müşfik..

Tarımın fobisi: “Hobi bahçeleri”…


Hiç adını bilmediğimiz bitkiler, “meyve”ler görüyoruz.
Ve dik bir yamaçtan Kurşunlu’ya iniyoruz.
Üst kotlarda, ormanın, ağaçların içinde evler görüyoruz.
Sanki Karadeniz’deymişsiniz gibi evler arasında hayli mesafe var.
 Hobi Bahçeleri”nin son yıllarda hayli yaygınlaştığını görüyoruz. Özellikle de Mudanya, Gemlik gibi sahile, denize yakın bölgelerde…

Bu “Hobi bahçeleri”ne bakınca verimli toprakların hızla tarım dışına çıktığını düşünüyor, çok üzülüyorum.
Görünürde insanlar burada “tarım” yapıyor.
Oysa gerçekte buralar hızla ranta, betona bulaşıyor ve verimli tarım alanları geri gelmemek üzere üretimden kopuyor.
300-500 metrekare bahçelerde insanlar herhalde bir kilo domates üretmek için 100-200 lira harcıyordur!


Kurşunlu: ‘Marmara’nın gizli cenneti’

Kurşunlu” adına çok rastlarız. Traktör yolunun kenarında, dalları “Trabzon hurması” ve ayvaların ağırlığından yerlere eğilen, bahçe içinde evler görerek indiğimiz Kurşunlu da bir sahil kasabası havasında.
Kurşunlu’da nüfus 2013 ten 2018’e 632’den 684’e yükseliyor. Ama yazları burada nüfus 3-5 bine kadar çıkıyormuş. 

Malkara’da olduğu gibi Kurşunlu’da da kocaman balıkçı barınağı var. Ancak bu barınağın kapasitesine göre çok daha az tekne görünüyor.
Buraya boşuna “Marmara’nın gizli cenneti” dememişler diye düşünüyorum.
Ormanda inişli çıkışlı 18 kilometre yol yürüdükten sonra indiğimiz Kurşunlu’da sahil kenarındaki kahvehaneye yorgunluk çayı içmeye gittik.  

Ormanda gördüğümüz kestane ağaçlarından kestane toplayan köylüler, kestane satıyor. Fiyatlar Bursa merkez ile aynı.
Her sahil kasabası gibi burada da karşılaştığımız insanların büyük bölümü emekli, yaşlı insanlar.
Kurşunlu’da yaşamadıysan, yaşadım demeyeceksin” diyor birisi.
80 yaşlarında. Dinç görünüyor.
Buranın suyu, ormanı hiçbir yerde yoktur” diyor yanındaki.
Deniz?
“Eskiden kocaman kocaman balıklar tutardık. Geçim balıkçılıktandı. Şimdilerde öyle büyük balık kalmadı”…

Artık görülmeyen balıkların adını sayıyor.
Balıkçı barınağında misinaya takılan balığın adı zargana.
Kapta birçok iri istavrit görünüyor. Canlılar.  
Eee bu kocaman balıkçı barınağı tenha. Neden?
“Çok güzel oldu. Bazen burada askeri gemileri gelir, tatbikat yaparlar..”
Kurşunlu’da kıyı boyunca verimli araziler “Hobi Bahçeleri”ne dönüşmüş. Çoğunda ekim dikim yok. Ama insanlar keyfine düşkün, belli. Evlerin yanında barbeküler, salıncaklar…

Türk ile denizin hikâyesi…


Kurşunlu Osmanlı döneminde bir Rum köyü imiş. “Kurşunlu” adı, köyde kurşun madeni olmasından gelirmiş.
Manastır, kilise kalıntıları…
Bizans ve Osmanlı döneminde bu topraklarda halk zeytincilik, bağ bahçe işleriyle geçinir, şarap üretilirmiş.
Osmanlı döneminde de Türklerden ziyade Rumlar yaşamış burada.
Ama Kurtuluş Savaşı sonrasında Rum asıllı halk köyü terk ederek Yunanistan’a yerleşmiş.

Kurşunlu’da Manol ismiyle efsane Rum korsan…
Kurşunlu deresindeki suyla iyileşen Bizans imparatorunun kızı gibi öykülere bakılırsa, bu topraklar tarihte uzun süre denizle, doğayla uyumlu bir yaşama tanıklık etmiş.


Ancak yazılanlara göre, Kurtuluş Savaşı’nda boşalan köye Yunanistan'ın Drama yöresinden 18 aile getirilip yerleştirilmiş.
Denizle barışık olmama galiba Türklerin kanına işlemiş!
Drama’dan gelen Türk aileler balıkçılık ve ormancılıkla uğraşmaz, Karacabey’e, ovaya göçerler.
Yeniden boşalan Kurşunlu’ya bu sefer Rize ve Giresun’dan aileler davet edilir. İkinci kuruluş, böylece 1949’da yaşanır. Devam eden yıllarda bu ailelerin akrabaları da göçmeye başlar ve ardından bunlara Batum’dan gelenler eklenir.
Bursa merkeze 100, Karacabey’e 40 kilometre uzaklıkta olan Kurşunlu’da  sohbet ederken, buranın hem doğal hem tarihi zenginliklerinin hak ettiği şekilde değerlendirilmediği sonucuna vardım.

Buraya, özellikle “yazlıkçı” talebinin canlı olduğu görülüyor. Ancak ne Karacabey Belediyesi’nin ne de Büyükşehir Belediyesi’nin hem buradaki doğal ve tarihi zenginlikleri değerlendirme, hem de yapılaşmayı kontrol etme, planlama yönünde çabaları olmadığı gözleniyor. Sonuçta parayı basan, bir bahçe yada ev alıp deniz manzaralı topraklarda “keyfini çıkarıyor”!
Tahmin edeceğiniz gibi, yazın faal olan pek çok yeme içme yerleri ise kapalı görünüyordu.

Kurşunlu sahilinde içilen çaylardan sonra araçlara binip evin yolunu tutuyoruz.
Yaz aylarında araç ve insanlarla cıvıl cıvıl olan sahil boyu yerleşim yerleri hayli tenha…
“Gezen tavuk yumurtası”, kestane, süt vs. satan birkaç tezgâh dışında pek kimse görünmüyor. 
Herkes kışa hazırlanıyor gibi…
Yürümeye, dağları, yaylaları, sahilleri velhasıl memleketi tanımaya devam….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder