Doğa
yürüyüşlerimizde 13 Ekim 2019 Pazar günü
Bursa Karacabey sahilinde Bayramdere-Malkara ile Kurşunlu arasındaki dağlarda yürüdük.
Eşine
az rastlanır bir doğa, orman ve sahil…
Tarih boyu
adeta denizle yıldızı barışmayan insanımız, doğanın eşsiz zenginlikleriyle
barışık bir yaşam kurmayı hala kurmayı başaramamış… Özellikle “Büyükşehir”in bir mahallesi olduktan
sonra kabaran rant iştahı ise doğanın cennet köşelerini plansız, zevksiz
yapılaşmaları körüklemiş.
Koza
Dağcılık Kulübü rehberliğinde 85 doğasever ile Bursa’dan yola çıkan minibüslerimiz Karacabey’e varmadan İzmir yolundan ayrılıp Hayırlı, Ekmekçi köylerine doğru ilerledi. İlk durağımız Ekmekçi oldu ve ıhlamur ormanlarının
dibinde kurulan Ekmekçi’de sabah
çaylarımızı içtikten sonra “Ayı Barınağı”
olarak bilinen “Ovakorusu Ayı Barınağı”,
Bayramdere’den sonra Malkara Plajı’na vardık.
Bayramdere
Karacabey’e 31
km uzaklıktaki Bayramdere’nin eski
adı Panayırdere imiş, Panagia’dan geliyormuş ve burası eski
bir Rum köyüymüş. Tarihçi
dostum Raif Kaplanoğlu’nun yazdığına
göre adı 1920 yılında Bayramdere olmuş. Bayramdere adı bol sulu dereler,
anlamına geliyormuş.
1895 Yıllığı’na
göre Bayramdere’de 32
hane yaşıyormuş. Deniz ve Yeniköy plajları (Malkara) yazları ilgiyi artırmış. 1927
yılında 131 olan nüfus, 1997’de 3 bin 665 kişiye ulaşmış.
2018 nüfusu
1.485 olduğuna göre, 3 binlik nüfusun yaz aylarında sayıldığı anlaşılıyor.
Bayramdere tam bir tatil
kasabası havasında. Dağdan gelen dereler, temiz içme suları…
Malkara Plajı (Yeniköy Plajı)
belediye tarafından düzenlenmiş. Yaz aylarında hayli ilgi görüyor olmalı.
Karacabey’e
giden asfalt yol, Malkara Plajı ile konutları adeta ikiye ayırmış. Yazları
burada insan yoğunluğunu düşününce, niye yolda üst geçit, trafik lambası yok
diye düşünmeden edemedim. Ama şimdi ortalıkta kimse yok. Çevredeki evler,
villalar da boş gibi duruyor.
Dalgasız bir deniz ve kimsenin görünmediği Malkara plajından
dağlara yöneliyoruz.
‘Öncüyü
geçme, artçının gerisinde kalma!’
Yürüyüş, her zaman olduğu gibi Koza’nın lideri sevgili Ayhan’ın
(Kazancı) konuşması ile başlıyor.
Bursa’da doğa yürüyüşlerinin organizasyonunda ilk akla
gelen isimlerden birisi olan ve uzun yıllardır dağcılığı yaygınlaştırıp
sevdirmeye çalışan Kazancı’nın her
yürüyüşte “altını çizdiği” birkaç
şey olur:
-“Arkadaşlar
yürüyüşümüzün sağlıklı, emniyetli gerçekleşmesi açısından kesinlikle öncüyü (genellikle
Harun ‘Bayram’ hocamızdır) geçmeyeceksiniz, artçımızın da (genellikle
İbrahim olur) arkasında kalmayacaksınız.
- Yürürken sigara
içmek kesinlikle yasaktır. Çok isteyen uzun molalarda, yanındakileri duman
altında bırakmamak şartıyla içebilir. Ve kesinlikle herkes izmariti atmayacak,
poşete koyup taşıyacak.
- Yeme
içme sonrasında kesinlikle çevreye hiçbir atık, poşet, şişe vs. bırakmayacağız.”
Her yürüyüşte bu sözler tekrarlanır, zira doğa
yürüyüşleri hayli ilgi çekiyor ve her seferinde mutlaka bize “ilk kez”
katılanlar olur.
Kayın,
ıhlamur, kestane, defne ormanı…
Yürüyüşün ilk bölümü, yaklaşık 7 kilometrelik dik bir
patikaydı.
Patikanın kenarında sıralanmış arı kovanlarında arılar,
havaların soğumaya başlamasıyla yaz aylarının hareketliliğini geride bırakmış. Arıların
hareketi içeride sadece kışlık bal olduğunu, arıcıların balın büyük bölümünü
kovandan aldığını anlatır gibi. Bu kadar kovanın traktör çalışabilen bir
patikanın kenarında dizilmesine bakılırsa, bölge oldukça güvenilir bir yer.
İnsanların da birbirine saygılı olduğunu çıkarmak mümkün.
Böğürtlen, kuşburnu, ıhlamur ve kestane, defne ağaçları, kayın,
meşeler…
Ve hiç ummadığın yerde ağaçlara “kök sarmaşıklar gibi” sarılıp,
ağaçları boğduğunu gözle görebildiğiniz sarmaşıklar!
Yükseldikçe kayın ormanlarının ihtişamını görüyorsunuz.
Mevsim sonbahar ve yeşil yapraklar kurumaya, yeri ‘sarı
gazel’ kaplamaya başlamış.
Yine de ağaçlar dallarda yeşili korumaya devam
ediyor.
Kayın ormanında hayli gezmişliğim vardır. Ancak ilk kez
gövdeleri, sanki üzeri boya veya yosunla kaplanmış gibi yeşil renge bürünmüş
bir kayın ormanını burada gördüm. Gövdelerin yeşili, bu kayınların bir özelliği miydi, yoksa denizi
gören kuzey yamaçları olmasıyla mı bir ilişkisi vardı, anlamadım.
Öğle molasını gürgen (kayın) ormanında verdik. Herkes kah gazele, kah bir kaya ya da ağaç
gövdesine oturarak çantasındaki yiyeceği yedi, biraz da dinlenmiş olduk.
Erikler ve yayla…
Batıya, Kurşunlu’ya doğru Erikli Yaylası’na yürüdük. Bundan sonra artık yavaş yavaş inişe
geçiyoruz ve istikamet Kurşunlu…
“Erikli Yaylası”, “Erik Yayla”, “Erik
Yaylası”…
Benzer isimleri çok duyduğunuzdan eminim. Zira her
nedense erik, rakımı yüksek olan yaylalarda yetişebilen ender meyvelerden
birisi. Çocukluğumun geçtiği Tokat’taki
Dumanlı Yaylası’ndan da
hatırlıyorum. Dağlarda meyve olarak sadece erik ağaçları olurdu.
Hava açık, parçalı bulutlu… Yağış yok,
sıcak yok, tam yürüme havası…
Erikli Yaylası’na hem çıkışta hem de inişte orman içi
patikaları takip ediyoruz.
Patika dediysem, bunların bir kısmı en az 20 senedir hiç
kullanılmayan eski at, eşek yolları. Pekçoğu
artık kaybolmak üzere…
Doğa yürüyüşlerinde kişisel olarak en çok sevdiğim
patikalar bunlar.
Çevresinde yetişen ağaçlar, çalı ve otlarla çoğu noktada tanınmaz
hale gelen, kapanan bu “tarihi” yollarda gezmek beni bir yandan, bir zamanlar
cıvıl cıvıl yaylaya gidip gelişlerin yıllarına götürüyor; bir yandan da bu
yollar arazide yürüyüş için en uygun rotalar…
Zira, uzun yıllar yürüyerek gidip gelen insanların
yarattığı doğal parkurlar!…
Yol boyunca Orman
İşletmesi’ne ait kayın odunu yığınlarını görüyoruz.
Ara sıra Dedeböğrü
mantarı bulma şansı var.
Bir ağacın gövdesinden boruyla yapılmış çeşmeden su içmek
de varmış!
Denizi görmek!
Aslında biz Marmara
Denizi’nin kenarındaki dağlarda yürüyoruz, ama denizi görmek için Kurşunlu
tepelerine kadar inmemiz gerekti.
Ihlamur, kestane, defne ağaçlarının bulunduğu bu yemyeşil kayın ormanından masmavi denizi
izleme, insana sanki cennetteymişsin
hissi veriyor..
Doğa çok müşfik..
Tarımın fobisi: “Hobi bahçeleri”…
Hiç adını bilmediğimiz bitkiler, “meyve”ler görüyoruz.
Ve dik bir yamaçtan Kurşunlu’ya
iniyoruz.
Üst kotlarda, ormanın, ağaçların içinde evler görüyoruz.
Sanki Karadeniz’deymişsiniz
gibi evler arasında hayli mesafe var.
“Hobi Bahçeleri”nin son yıllarda hayli
yaygınlaştığını görüyoruz. Özellikle de Mudanya,
Gemlik gibi sahile, denize yakın bölgelerde…
Bu “Hobi bahçeleri”ne
bakınca verimli toprakların hızla tarım dışına çıktığını düşünüyor, çok
üzülüyorum.
Görünürde insanlar burada “tarım” yapıyor.
Oysa gerçekte buralar hızla ranta, betona bulaşıyor ve
verimli tarım alanları geri gelmemek üzere üretimden kopuyor.
300-500 metrekare bahçelerde insanlar herhalde bir kilo
domates üretmek için 100-200 lira harcıyordur!
Kurşunlu: ‘Marmara’nın gizli cenneti’
“Kurşunlu” adına çok rastlarız. Traktör
yolunun kenarında, dalları “Trabzon hurması”
ve ayvaların ağırlığından yerlere eğilen, bahçe içinde evler görerek indiğimiz Kurşunlu
da bir sahil kasabası havasında.
Kurşunlu’da nüfus 2013
ten 2018’e 632’den 684’e yükseliyor. Ama yazları burada nüfus 3-5 bine kadar
çıkıyormuş.
Malkara’da olduğu gibi Kurşunlu’da da kocaman balıkçı barınağı
var. Ancak bu barınağın kapasitesine göre çok daha az tekne görünüyor.
Buraya
boşuna “Marmara’nın gizli cenneti” dememişler
diye düşünüyorum.
Ormanda
inişli çıkışlı 18 kilometre yol yürüdükten sonra indiğimiz Kurşunlu’da sahil kenarındaki
kahvehaneye yorgunluk çayı içmeye gittik.
Ormanda
gördüğümüz kestane ağaçlarından kestane toplayan köylüler, kestane satıyor. Fiyatlar
Bursa merkez ile aynı.
Her sahil
kasabası gibi burada da karşılaştığımız insanların büyük bölümü emekli, yaşlı
insanlar.
“Kurşunlu’da yaşamadıysan, yaşadım
demeyeceksin” diyor birisi.
80
yaşlarında. Dinç görünüyor.
“Buranın suyu, ormanı hiçbir yerde yoktur”
diyor yanındaki.
Deniz?
“Eskiden kocaman kocaman balıklar tutardık.
Geçim balıkçılıktandı. Şimdilerde öyle büyük balık kalmadı”…
Artık
görülmeyen balıkların adını sayıyor.
Balıkçı
barınağında misinaya takılan balığın adı zargana.
Kapta birçok
iri istavrit görünüyor. Canlılar.
Eee bu
kocaman balıkçı barınağı tenha. Neden?
“Çok güzel oldu. Bazen burada askeri
gemileri gelir, tatbikat yaparlar..”
Kurşunlu’da kıyı boyunca verimli araziler “Hobi
Bahçeleri”ne dönüşmüş. Çoğunda ekim dikim yok. Ama insanlar keyfine düşkün,
belli. Evlerin yanında barbeküler, salıncaklar…
Türk ile
denizin hikâyesi…
Kurşunlu Osmanlı döneminde bir Rum
köyü imiş. “Kurşunlu” adı, köyde
kurşun madeni olmasından gelirmiş.
Manastır, kilise kalıntıları…
Bizans ve Osmanlı döneminde bu topraklarda
halk zeytincilik, bağ bahçe işleriyle geçinir, şarap üretilirmiş.
Osmanlı döneminde de Türklerden ziyade
Rumlar yaşamış burada.
Ama Kurtuluş
Savaşı sonrasında Rum asıllı
halk köyü terk ederek Yunanistan’a
yerleşmiş.
Kurşunlu’da Manol ismiyle efsane Rum korsan…
Kurşunlu’da Manol ismiyle efsane Rum korsan…
Kurşunlu deresindeki suyla iyileşen Bizans
imparatorunun kızı gibi öykülere bakılırsa, bu topraklar tarihte uzun süre
denizle, doğayla uyumlu bir yaşama tanıklık etmiş.
Ancak yazılanlara göre, Kurtuluş Savaşı’nda boşalan köye Yunanistan'ın Drama yöresinden 18 aile getirilip yerleştirilmiş.
Denizle barışık olmama galiba Türklerin
kanına işlemiş!
Drama’dan gelen Türk aileler balıkçılık ve
ormancılıkla uğraşmaz, Karacabey’e, ovaya göçerler.
Yeniden boşalan Kurşunlu’ya bu sefer Rize ve Giresun’dan aileler davet edilir. İkinci kuruluş, böylece 1949’da
yaşanır. Devam eden yıllarda bu ailelerin akrabaları da göçmeye başlar ve ardından bunlara Batum’dan gelenler eklenir.
Bursa merkeze 100, Karacabey’e 40 kilometre
uzaklıkta olan Kurşunlu’da sohbet
ederken, buranın hem doğal hem tarihi zenginliklerinin hak ettiği şekilde
değerlendirilmediği sonucuna vardım.
Buraya, özellikle “yazlıkçı” talebinin canlı olduğu görülüyor. Ancak ne Karacabey Belediyesi’nin ne de Büyükşehir Belediyesi’nin hem buradaki
doğal ve tarihi zenginlikleri değerlendirme, hem de yapılaşmayı kontrol etme,
planlama yönünde çabaları olmadığı gözleniyor. Sonuçta parayı basan, bir bahçe
yada ev alıp deniz manzaralı topraklarda “keyfini
çıkarıyor”!
Tahmin edeceğiniz gibi, yazın faal olan pek
çok yeme içme yerleri ise kapalı görünüyordu.
Kurşunlu sahilinde içilen çaylardan sonra
araçlara binip evin yolunu tutuyoruz.
Yaz aylarında araç ve insanlarla cıvıl
cıvıl olan sahil boyu yerleşim yerleri hayli tenha…
“Gezen tavuk
yumurtası”, kestane, süt vs. satan birkaç tezgâh
dışında pek kimse görünmüyor.
Herkes kışa hazırlanıyor gibi…
Herkes kışa hazırlanıyor gibi…
Yürümeye, dağları, yaylaları, sahilleri
velhasıl memleketi tanımaya devam….
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder