19 Kasım 2019 Salı

Osmaniye köyü 'hobi bahçesi', şehirlilere 'dağ evi' oluyor...

Köyde villa tarzı 'şehirli' evleri dikkat çekiyor

Osmaniye’nin çehresi değişmiş…Tarım ve hayvancılığın bittiği orman köyleri, “dağ evi” ve “hobi bahçeleri” ile yeni bir görüntüye kavuşuyor!


Dursun EROĞLU


Doğa gezilerimizde 15 Kasım 2019 Cuma günü Bursa’nın Orhaneli ilçesine bağlı Osmaniye (Çatak) köyü civarındaki ormanlarda yürüdük. Kocayaren tepesindeki gözetleme kulesinden çevreyi izledik. Orhaneli’deki termik santralın bacasından yükselen kirli bulutların çöktüğü, mermer  ve krom ocaklarının altını  üstüne getirdiği, moloz yığınına dönüşmüş ormanları gördük…
Traktörlerin yerini cipler almış
Zümrüt yeşili çam ormanları hoyratça talan edilirken, köylerin boşalması, hayvan sürülerinin neredeyse tamamen ortadan kalkması, dağları, ormanları samanlığa çevirmiş. Her yanda diz boyu ot… Ormanın içinde bu mevsimde bile dize çıkan yeşil ve yazdan kalma kuru otlar…
İnsan samanlığa dönüşen bu ormanlara bakınca, niye pahalı ve kalitesiz et yemeye mahkûm olduğumuzu daha iyi anlıyor… Ucuz ve kaliteli, bol etin kaynağı tam da karşımızda öylece duruyor…
Geleneksel köy yaşamının bittiği topraklarda yeni moda hobi bahçeleri, dağ evleri…

Koza Dağcılık Kulübü’nün “keşif gezisi” kapsamında rehberimiz Harun Hocamızın (Bayram) peşine düştük ve özel araçla Bursa’dan Orhaneli yolu, Erenler civarında ayrılarak Osmaniye’ye vardık.
Osmaniye’nin eski adı Çatak. “Çatak”, adından anlaşılacağı gibi, birkaç derenin kesiştiği bir yer. Şırıl şırıl akan dereleri, çam ormanları…

Bahçeler terk edilmiş gibi duruyor. 
‘MAHALLE’ OLMAK BU GALİBA…

Daha köye girerken, “villa” tipi konutlar dikkatinizi çekiyor. Evet evet, burası artık bildiğimiz “köy” olmaktan çoktan çıkmış. Sağımızda solumuzda gördüğümüz bahçelerin neredeyse hiç birinde ekim dikim yok. Çevrede ahır, hayvan göremiyoruz.
Plansız, düzensiz yapılmış da olsa köy fiilen sayfiye yeri gibi.
Evlerin bahçesinde meyve sebze yerine oyuncaklar, barbekü, altında oturulan çardaklar… Ahşam mobilyalar…

Eski bir hızarhane… Çardak, kamelya, piknik masaları…
Traktör garajı gibi görünen yerde dörtçeker cip…
Çevrede kimseyi göremiyoruz. Ancak bu evlerin sahiplerinin şehirde yaşadığı, parayı orada kazandığı, yazları burayı şenlendirdiklerini hemen anlıyorsunuz. Zaten sabah çayını içtiğimiz kahvehanedeki köylü, “Burası yazın kalabalıktır. Yollar, sokaklar arabayla dolar. Bakmayın böyle tenha olduğuna” diyor.
Köyde kış mevsiminde 15 civarında hane kalırmış. Ama yazın 50 haneye çıkarmış.
Eski bir hızarhane, bıçkı atölyesi
Çatak, Nalınlar, Göktepe , Dağakçaköy, Uluçam, Göynükbelen ve Topuk köyleri arasında adeta bir doğal cennet.

‘KENDİ YAPTIĞIMIZ BİNAYA KİRA ÖDÜYORUZ!’

Orhaneli Kaymakamlığı’nın sitesine  göre bu mahallede “İmar var”. Doğrusu herkesin istediği yerde bir bahçe alıp üzerine kafasına göre ev yaptığı bir yerde imar olması ne anlama gelir ben anlayamadım.
Köydeki ekmek fırını bir tür barbekü olmuş
Ancak köylünün “devletin alakası”ndan çok da memnun olmadığı sonucuna vardım. Mesela gürül gürül akan çeşmelerin olduğu köyde belediyenin suyu para ile satması… 
Kahvehane ve köy konağının olduğu binayı göstererek, “Bu binayı biz köylüler olarak kendimiz yaptık. Belediye geldi buraya el koydu. Şimdi belediyeye kira ödüyoruz. Bu nasıl iş” diyor birisi…

Köyde tarım ve özellikle hayvancılığın sona ermesi, garip bir şekilde dışarıdan gelip bahçe satın alarak ev yapanların sayısını artırmış. Dışarıdan gelenlerin çoğu burada doğmuş, büyük şehirlerde yaşayan insanlarmış. Arada, “Onların arkadaşları, tanıdıkları falan” da olurmuş..
Çatak’ta sadece çay içmedik, ilk kez sabah kahvaltımızı da buradaki kahvehanede yaptık.
Ormanlar adeta samanlık gibi 
Kahvaltıdan sonra patikadan çam ormanına doğru yükselmeye başladık.

ORMANLAR SAMANLIK GİBİ

Köyün dışına doğru çıktıkça bahçelerin, tarlaların terk edilmiş olması  dikkatimi çekiyordu.  Ormanda gezerken, baktık ki çevrede her her dize kadar ot… Demek ki sadece Osmaneli değil, çevredeki köylerde de pek sürü,
çoban kalmamış. Sadece koyun ve keçi değil sığırları bile yılın en azından yarısında bedava besleyecek, hem de en doğalından et, süt verecek bereketli doğa karşımızda sahipsiz, öylece duruyor.
Bu otlara baktığımda, kasaptan marketten neden pahalı ve hormonlu, sağlıksız etleri, küspe ve ilaçlarla ahırlarda beslenen hayvanların sütlerini hem de
Kocayaren yangın gözetleme kulesi..
üreticisini mutlu etmeyen kazık fiyatlardan satın alışımız geliyor gözümün önüne…
Çam ormanlarından, “orman yolu”ndan çıktığımız Kocayaren Tepesi çevreyi seyretmek için harika bir yer. Buraya boşuna “Kocayaren Yangın Gözetleme Kulesi” dememişler.

TERMİK SANTRAL BOĞUYOR!

Bir yanda Uludağ, diğer yanımızda Orhaneli…
Uzaktan bakıyoruz…

Soğukpınar, Bağlı, Uludağ Oteller Bölgesi TRT vericileri, Dolubaba, Kirazlı, Hüseyinalan, Tuzaklı…
Orhaneli Erenler civarı mermer ve krom ocakları… Ormanın yeşilliğini bozan moloz yığını gibi…
Veee karşımızda kocaman iki tane baca…
Eskiden “Vapur bacası gibi” denirdi.
Karşımızdaki manzara ondan da öte!
Santralın dumanından Orhaneli görünmüyor.
Orhaneli Termik Santralı’nın bacalarından çıkan dumanlar Orhaneli’yi görünmez kılıyor.
Rüzgarın hayli güçlü olduğunu, termik santralın üzerinden yükselen kirli bulutun Uludağ yönüne yükseldiğini görüyoruz.
Bacalardan geniş olanı “soğutma kulesi”. Oradan sıcak buhar çıkıyor. Beyaz bulutlar bir süre sonra gökyüzünde kayboluyor.
Ama yanındaki ince ve yüksek baca… İşte linyit kömürünün
Karşıda görünen yer Uludağ
yakılmasıyla ortaya çıkan kara bulutun, partikülleri ile gökyüzüne salındığı baca, burası….
Santralın sahibi üç kuruş daha fazla para kazansın diye, yıllar önce devletin kasasından yaptırılıp çalıştırılmayan “desülfürizasyon tesisi”nin olduğu baca işte o…
Patronuna desülfürizasyon (bacagazı arıtma) ünitesi üç sene daha çalıştırmama imtiyazı verilen yer, işte orası.

Zümrüt yeşili ormanların, tarlaların, hayvanların, insanların zehir soluması kimin umurunda…
Sola doğru döndükçe, aşağıda Topuk Göleti’ni, Göynükbelen’i görüyoruz.
Orhaneli Orman İşletme Müdürlüğü, Kocayaren  Yangın Gözetleme Kulesi’nden hatıra fotoğrafları çekip inişe geçiyoruz…

TELLERİ YIKILMIŞ FİDANLIK
Telle çevrilmiş, fidan dikilmiş, ama sonuç yok.

İnsan ister istemez, Orman İşletmesi buralarda sadece ağaç mı keser diye sormadan edemiyor.
Bir ağacın dalına, serçe gibi küçük kuşlar için asılmış bir kafes görüyor, seviniyorum.
Genişçe bir alanda hengâme var, ama anlamıyorum. Çevresi telle çevrilmiş, fidan dikmek için taraçalanmış bir alan. Fakat teller yıkılmış. Fidanlar da zaten tutmamış. 
Biraz ilerisi Göktepe köyü 
Burası Orman İşletmesi’nin fidan diktiği eski yangın alanı mıydı, yoksa birileri sahiplenmek için telle çevirip meyve fidanı dikti de Orman İşletmesi telleri kaldırıp attı mı, anlamadık.
Aşağıda, Göktepe köyüne iniyoruz.
Köye girmeden, iğne ucu gibi az suyu akan bir çeşmenin yanında, yoldan ayrılıp Çatak yönüne, ormana gidiyoruz.
Göktepe hayli kıraç bir yere
benziyor. İçimden bir ses burada içmesuyu sıkıntısı bile yaşandığını söylüyor. Neyse ki köyde pek nüfus kalmamış.
Çevresi yüksek tuğla duvarlarla çevrili bir ev dikkatimizi çekiyor.
Yollara kaplama için kilitliparke taşları getirilmiş.
Hemen tepeyi aşıp Çatak tarafına varınca doğa birden cömertleşiyor.
 
Gözetleme kulesi 
YENİ BİR SAYFA…

Resmi kayıtlar göre Osmaniye, diğer köylerin tersine nüfus alıyor. Nüfus 2013 den 2018 e 17’ den 30 kişiye çıkmış. Burası Batum’dan gelen göçmenler tarafında kurulmuş bir köy. Şimdi buradaki doğal güzellik Kafkas insanının doğa ile uyumlu yaşam şeklinin bir sonucu mudur diye düşünmeden edemiyorum.
Tarihçi dostum Raif
Kaplanoğlu’nun yazdıklarına bakılırsa bölgede iki Çatak köyü varmış. Birisi bizim gittiğimiz Osmaniye. Diğeri ise Keles’e bağlı Beleören köyünün altındaki vadideymiş. Belenören köyündeki tapınağın bulunduğu yer, Roma döneminden kalma eski bir yerleşim yeriymiş.
Bunları okurken, bu Çatak’ta da bir dönemin daha kapandığını, artık buranın geleneksel köy olmaktan çıkıp, bir sayfiye yeri haline geldiğini düşünüyorum.

Orhaneli Kaymakamlığı sayfasındaki bilgilere göre, Osmaniye’nin nüfusu 107. Köyde  elektrik ve su: var. 2 katlı köy konağı var. Sağlıkevi yok. Kanalizasyon yok. Kocaman bir cami ve imam evi var. Okul, öğrenci, öğretmen vs. yok. Hayvancılık yok. Tarım: Buğday. Hayvancılık: Yok.
Ama her nasılsa, “Köyün ekonomisi: İyi… (galiba kastedilen, köy dışından gelen insanların yarattığı ortam)
“İmar planı: var”mış.
Orman yollarına rastgele atılan çöpler... 

HOBİ, HAYALLER VE HOVARDALIK…

Göktepe’de tahmin ettiğim gibi içme suyu şebekesi yokmuş. Sadece burada değil, biraz ötesinde  BUSAD’ın 360 dönüm
Bu da fakir villası olmalı :) 
arazide kurduğu 200 adet  Hobi Evleri”nde de su sıkıntısı varmış. Göktepe’de imar, okul, sağlık evi, çalışan bir kanalizasyon yok; ama cami ve imamevi var.
Bir zamanlar koyun keçi sürülerinin, çobanların, köpeklerin, sığırların sesiyle cıvıl cıvıl yaşanan bu topraklarda artık yeni bir dönem başlamış.
Kâh “besi çilftliği” görüyorsunuz, kâh “hobi bahçesi”…
Bu “hobi bahçeleri” kadar,

köylerde insanların büyük bir emekle, hayalle ve büyük ölçüde doğduğu topraklara duyduğu sevdanın eseri olan yeni yapılaşmanın enine boyuna masaya yatırılması gerektiğini düşünmeye başladım. 

Bir yanıyla kent yaşamının bunalttığı insanlar için harika bir kaçamak, nefes alma yeri…
Ama bir yanıyla da çok ciddi kaynak israfı, tahribat, özellikle tarım alanlarının tarım dışına çıkışı gibi bir “hovardalık” barındırıyor.   İnsanların çoğu zaman yaşadıkları hayal kırıklıkları da cabası..
Yürümeye, dağları, ormanları, köyler, yaylaları, velhasıl memleketi tanımaya devam…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder