21 Ocak 2020 Salı

İSVİÇRE NOTLARI: 4 EVDE SİLAHLI ASKER OLMAK!

Parlamento binası. Ülkenin adına dikkat: Helvet Konfederasyonu


İSVİÇRE NOTLARI: 4

EVDE SİLAHLI ASKER OLMAK!



Herzogenbouchsee’nin çevresinde dolaşırken, tamamen farklı bir toplum, yaşam ve alışkanlıklarla karşı karşıya olduğumu hissediyorum.
Einstein'in evi
Hani “Şeytan ayrıntıda gizlidir” denir ya…
Örneğin, sokakta, kenar mahallelerde, arazide, ormanda, hatta markette karşılaştığınız insanlar size mutlaka selam veriyor. 
Yönünü size dönüyor, yüzünüze bakıyor, gülümsüyor ve  “Gretziii”!
Ben de onlara karşılık veriyorum:  “Gretziii”.
Kadın, erkek, genç, ihtiyar, zengin, fakir fark etmiyor… 
Tanımadığınız insanların size güler yüzle bakıp selam vermesi, “merhaba” demesi harika bir duyguymuş. 
Bu gezide galiba ezberlediğim tek ve en güzel Almanca sözcük “Gretzi-Merhaba” oldu (Böyle söyleniyor, ama nasıl yazıldığını bilmiyorum).
Siz hiç Türkiye’de, ormandan yağmur suları yolu aşındırmasın diye, suyun yola değil, araziye akmasını sağlayan küçücük ark gördünüz mü? Ya da bir Tatlısu gölünün neresinde yüzüleceği,
Parlamento binasının duvarında bir figür 
neresinde balık tutulacağı, neresinde piknik yapılacağını, neresinde iskele sefası olacağını gösteren kurallara, levhalara rastladınız mı? 

Ya da karı koca bir ailenin Pazar günü iki çocuğunun eline poşet vererek ormanda çöp toplatmaya çıkarmasına tanık oldunuz mu?

EVLERDE OTOMATİK TÜFEK!

Kenar mahalle”lerin birinde dolaşırken,  üzerinde çimler olan, ilginç toprak yığınları görüyorum. 
Evet, evet burası bir atış alanı... 
Hayli geniş bir alanda kurulmuş. Çevrede askeri birlik, karakol falan yok; ama kocaman atış alanı neyin nesi diye merak ediyorum.
Böyle düzenli bir atış alanı bizim
Atış alanı. Her kasabada varmış. 
alaylarda bile yok! 

Düşünsenize, 10 metre, 30 metre tabanca; 100 metre, 150 metre tüfek atış alanı kaç birlikte var? 
Üstelik hepsi de aynı yerde.
Girişteki binanın duvarında, ağzından alevler fışkıran bir kaplan figürü var.
Kapı ve duvardaki ilan panoları hedef tahtası gibi düzenlenmiş, askerde gördüğümüz “Üç köşe” şekilleri falan.
Meğer İsviçre’de çok farklı bir askerlik sistemi varmış. 
Burada zorunlu askerlik var. 
Ama bizimki gibi askerler kışlalarda falan değil. 
18 yaşına gelen her erkek zorunlu askerliğe tabi olarak silah altına alınıyor; en yakın askeri birlikte 21 gün temel askerlik eğitimi veriliyormuş.  
Belediyenin altyapısına katkı yap, adını taşlara yazdır.
Silah kullanma vs. öğretilen bu eğitimden sonra askerler “usta birlikleri”ne gitme yerine, doğru evlerine gönderiliyormuş!

Üstelik de elindeki ordu silahı ile birlikte! 
Ne yani, şimdi herkesin evinde otomatik tüfek, mesela G-3, MP-5, MG-3 falan mı var, diye düşünüyorum. 
Evet, tam da öyleymiş!
Buradaki atış alanında da o silahlarla atış yapılıyormuş.  
Posta kutusu. Zarf, kargo vs. göndermek için
İsviçre’de 21 günlük temel eğitimden sonra askerler, sivil olarak normal mesleklerini yapıyor; ama 34 yaşına kadar her sene bir hafta yine en yakın tabura uğruyorlarmış. Askerlik görevi sadece askeri birlikte değil, genellikle kamusal işler, belediye vs. yapılırmış. Örneğin bir sokakta elinde faraşla temizlik yapan bir asker görebiliyormuşsunuz.
İşte, elinde silahla bu atış alanına gelip atış yapanlar bu asker kişilermiş.
Dolayısıyla bu atış alanında atış yapmak için asker ve de dolayısıyla İsviçre vatandaşı olman gerekiyor. 
Postanenin  duvarında heykel
Vatandaşlar arasında Türk kökenliler de varmış. Vatandaş olmayanların atış alanına gelmesi yasak. 

Neyse ki, çevrede kimse yoktu, fotoğraf çekip uzaklaştım!

BAS PARAYI ‘VİCDANİ REDÇİ’ OL!

Burada askerlik çağına gelmiş vatandaşın “vicdani retçi” hakkı varmış… 
Yani vicdani retçi başvurusunda bulunuyorsun, askerlik yapmıyorsun. Ancak bunun için para ödemen gerekiyor. 
Bunları öğrenince, bizim Türkiye’de  “vicdani retçi”lere vatan haini gözüyle bakan, ama parayı basıp askerlik yapmayanlar geliyor aklıma…
Zorunlu askerlik için referandum yapılmış, yüzde 36, kalsın demiş, öyle kalmış. Askerin çok azı profesyonelmiş.
Kadınlar ise gönüllü olarak asker olabiliyormuş.

SIRA DIŞI BİR GAZETECİ, POLİTİKACI ANITI!

Kasabanın çevresinde dolaşırken, çevresi “lükstürüm” diye bildiğiz çalılarla çevrilmiş iki ağaç gördüm. Belli ki, yaz aylarında gölgesinde oturması hayli zevkli olur. 
Ağaçların önünde bir bank var. Önce özel mülkiyet, kapalı bir yer sandım. Kapısı olmadığını fark edince, beton basamaklarla çıktım,
gittim baktım ki, bahçede bir dikili taş var.  Taşın üzerinde bir kitabe. Almanca bir yazı ve altında “Ulrich Dürrenmatt, 1849-1908” yazısı.
Meğer bu adam bölgenin kalkınmasında, siyasetinde önemli işler yapan bir gazeteciymiş. 
Türkiye’de bir gazeteci için böyle bir anma yeri yapıldığını hiç duymadım. 
Adı kayaya yazılan Ulrich Durrenmatt, Buchsizeitung  (Bouchsee gazetesi. Kasabanın adı Herzogenbouchsee,  ama insanlar kısaca Buchsi –Buksi-diyor )  gazetesinin kurucusu, redaktörüymüş.
Ama salt gazetecilik yapmamış. Orijinal fikirleriyle de ünlüymüş. Gazetesi,
Einstein ile yan yana oturmak da varmış!
muhafazakârlığı ile tanınıyor, ama bu adam “Mülkiyet hırsızlıktır gibi sosyalistlerin ağzından çıkabilecek bir siyasal görüşü yüksek sesle dillendirerek,  toplumsal adalete katkıda bulunmuş. Bern Halk Partisi diye bir partiden milletvekili olmuş. Adeta zenginliği temsil eden Yahudi’lerin para hırslarına tepki göstermiş, adı Yahudi düşmanına çıkmış.
Tarım arazilerinin içinde bir köşede mütevazı anıt mezarı olan bu adamı torunlarından birisi şöyle tanımlamış:
Garip, yalnız ve dik başlı bir isyancı: Kısa, dağınık sakallı, gözlüklü, keskin bakışlı, kendi gazetesini yayınlayan bir Bernli. Özgürlükten, sosyalizmden ve Yahudilerden nefret eden; modern bir sanayileşmiş ülke isteği ile hiçbir Hristiyan kilisesinin uymadığı ve Hristiyan, federal, köylü bir İsviçre için savaşan bir cesur insan…”

BEDAVA ŞEHİR GAZETESİ: ‘20 MINUTE’

Sokakta yürürken, üzerinde “20 minute” yazan ve içinde gazete dolu olan bir plastik dolap görüyoruz.  Bu bir bölge gazetesiymiş, bedava dağıtılıyormuş. Baya da ciddi çalışıyorlar. Yılbaşı akşamı kasabanın kilisesinde yangın çıkmıştı. Sabahleyin en taze haberleri ve fotoğrafları bu “20 minute”de gördük.

OTO-FOTO?

Türk girişimciler yeniliği sever, Avrupa’da her gördüğünü alıp getirirdi, ama Solothourn’daki bir yeraltı çarşısında gördüğüm, adına “Oto-Foto” mu, yoksa “Foto-matik” mi denir anlamadığım bir cihaz gördüm. Kulübenin kapısını açıp, sandalyeye oturuyor, poz veriyorsun. Nasıl, kaç tane fotoğraf istediğini yazıyorsun ekrana. Makine senden para istiyor, para yatırma yerine parayı koyuyorsun ve anında biyometrik vesikalık fotoğrafın önüne düşüyor!

BERN’İN SEMBOLÜ AYI İMİŞ!  

Bern’in simgesinin ayı olması çok ilginç geldi bana. 
Bern’de turistik açıdan her halde en gözde mekânlar, parlamento binasının bulunduğu bölge ile İstanbul’daki İstiklal Caddesi’ni andıran ama hem uzunluk hem görkem açısından çok daha büyük olan bir cadde olmalı.
Bakanlık girişi. Kapının üstünde ayıya dikkat!
Dolaşırken, büyük bir Katolik kilisesinin karşısında bakanlık binalarını görüyoruz.  
Bakanlığın kapısının üstünde ayı kabartması! 
İsviçre bayrağının renkleri ile çerçevelenmiş bir ayı figürü…
 Ve Aare nehrinin kenarında “Ayı parkı” diyebileceğimiz bir yer. 
Küçük bir hayvanat bahçesi, birkaç ayı barındıracak bir alan. Ama ayı yok. Bu parkın bir yanında şişirilmiş ayılar var, çocukların ilgisini hayli çekiyor.

ÇOCUK YİYEN ADAM…

Bern’de, İstiklal Caddesi’ne
benzettiğim caddede pek çok sokak heykeli, çeşmesi var. Bunlardan birisi de “Çocuk yiyen adam”… 
Bir torbaya doldurduğu çocuklardan birisini eliyle tutmuş, kafasını ağzına sokuyor! Diğer çocuklarda bir korku, bir can telaşı, acı…
 “Çocuk yiyen adam”ın İsviçre tarihinde bir yeri olduğu, mit, efsane ve rivayetlerde yaşayan bir olay olduğu anlaşılıyor. Doğrusu 500 sene önceki bir rivayete dayandığı ifade edilen bu konunun nereden kaynaklandığını öğrenemedim. Ama insanlar “Yaramaz çocukları yiyen adam” gözüyle bakıyor, bunun da çocukları uslu durmaya özendirdiği  söyleniyor.
İsviçre hakkında okuduğum bir tek Fransızca kitap vardı, orada İsviçre halkının sarp Alp dağlarında yarı vahşi bir hayat sürdüğü, “kurt adam” olarak ünlendikleri, tarih boyu
Avrupa’nın hakimleri olan ne Roma’ya ne de Alman ve Fransız imparatorlarına teslim oldukları anlatılıyordu.  Hani İsviçre’de  “kurt adam” anıtı falan görsem hiç  şaşırmayacaktım, ama ayı simgesi ve “çocuk yiyen adam” figürü hayli ilginç geldi.

TATLI BİR SÜRPRİZ…

İsviçre’de kaldığımız süre boyunca, tahmin edeceğiniz gibi kızımızın ve damadımızın misafiriydik.  Sadece onlarla ve ortak tanıdığımız Türk dostlarla zaman geçirdik, ziyaretler oldu. 
Burada yöresel bir Almanca konuşuluyor. Mesela hiç Almanca konuşan bir aileye misafir olmadık. 
Mareike ve Aysel 
Ama hoş bir gelişme oldu; birkaç yıldır sosyal medyadan tanıştığım, Avusturya’da yaşayan bir dostumuz kilometrelerce uzaktan gelip bizi ziyaret ettiler… Bu gezinin en hoş sürprizlerinden birisi sevgili arkadaşım Mehmet Yeğit bey ve Alman eşi Mareike hanımla ailece tanışma, karşılaşma oldu. Mareike hanımın çok güzel Türkçe konuşması, hepimizi mutlu etti.


yeraltı sığınağı
(Devam edecek…)


NOT:  Gelecek sayıda, İsviçre’nin ekonomideki başarısının sırrı nedir sorusuna yanıt aramaya çalışacağız. Gözlerinize inanamayacaksınız… Doğru bildiğimiz şeylerin ne kadar yanlış, kof olduğunu hep birlikte göreceğiz. İsviçre’nin başarısını, zenginliğini irdelerken, bizim başarısızlıklarımıza da ayna tutmaya çalışacağız..
Tamamen elektrikle çalışan bir panelvan araba.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder