
![]() |
Burada dünyanın en kaliteli koyun kırkma makinesi üretiyor. Onlarca dünya markasından birisi.. |
ZEGİNLİĞİN YOLU YERLİ, ÖZGÜN ÜRETİM VE MARKALAR…
İsviçre
gözlemlerimi okuyan dostların pek çoğunun “İsviçre’ye
hayran kalmış, övüp duruyor”, “Türkiye’yi
kötülüyor”, “Eee tabi İsviçre zengin
bir ülke, onlar kadar zengin olsak,
bizde de her şey düzgün olur”, “Türkiye ile İsviçre aynı mı kardeşim, bizim
her yanımız ateş çemberi, terör, savaş, darbeler, göç..” gibi mevcut
durumu “olağan” görüp kabullenme
eğiliminde olduğunu hissediyorum.
Bazen de bu “geri kalmış”lığın sorumluluğunu dine,
yöneticilerin “çiğ süt emmesine”,
siyasete bağlayanlar, “Layık olduğumuz
gibi yönetiliyoruz”, “Bizden adam
olmaz” yargısına kapılanları görüyorum.
Sevgili
arkadaşlar, dostlar…
Bunların hepsi
palavra!
Kendimize
haksızlık!
En nazik ifade
ile hepsi birer “öğretilmiş çaresizlik”!
Eski deyimle “Ruhiyeti müstemleke”!
Türkiye bal gibi de yapabilir, hatta çok daha
ötesine gidebilir; zira coğrafyamız, doğamız İsviçre’ye beş basar.
Gelin bu bölümde buna
kafa yoralım.
Bakınız işin
temeli ekonomi…
İSVİÇRE NE KADAR
ZENGİN?
2018 yılı
verilerine göre 8,6 milyon nüfuslu İsviçre’de
GSYİH (milli gelir) 741 milyar 688 milyon dolar.
Kişi başına milli
gelir tam 86 bin 835 bin dolar…
Türkiye’de kişi başına milli gelir 2019’un ilk çeyreğinde 8 bin 811 dolardı.
8 milyonluk
İsviçre, 80 milyonluk Türkiye kadar değer üretmiş!
![]() |
Trabzon hurması ithal. kilosu 60 liraya yakın... |
Enflasyon yüzde
0,5, İşsizlik oranı yüzde 3,2…
Ve sıkı durun bu
8 milyonluk küçük ülkenin ihracatı 442
milyar dolar.
Hemen
hatırlatayım, Türkiye’nin 2019 yılı
ihracatı 180 milyar dolar (Bunun da
büyük bölümü Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı sermayeli firmalara ait)
Kritik nokta şu:
İsviçre yurt dışına bir yılda 442 milyar dolar tutarında mal satarken, 368 milyar
dolar tutarında mal satın almış. Dış ticareti 2018’de 74 milyar dolar fazla vermiş.
Türkiye ise
2019’da 210 milyar dolar tutarında yabancı mal alırken, sadece 180 milyar dolar
mal satmış. Dış ticaretimiz 45 milyar dolar açık vermiş.
2019’un kriz
senesi olması, dolayısıyla “çarkların
yavaşlaması” yüzünden ithalatın azalmasını da ekleyelim. Normal dönemde
bizde örneğin 150 milyar dolar ihracat varsa, 250 milyar dolar ithalat olur.
Dış ticaret açığı da 100 milyar dolardır, kabaca. Turizm vs. döviz gelirleri de
hesaba katıldığında toplam döviz gelirleri ile döviz giderleri arasındaki fark,
yani “cari açık”, 60 ila 80 milyar arasında değişir.
Bizde cari açık
kroniktir, 1950 sonrasında hiç istisnasız her yıl cari açık vardır.
İSVİÇRE NEDEN
ZENGİN?
Gördüğüm en
çarpıcı şey şu: İsviçre ekonomisi ulusal, yerel kaynaklara dayanıyor ve
insanlar, şirketler yabancılara çalışmıyor!
İsviçre kendi
ürettiği şeylere kendisi sahip çıkıyor! Bizdeki gibi düşük katma değere, fasona, yabancı lisanslara vs. çalışmıyor.
Bunun en önemli araçlarından
birisi: MARKA!
İsviçre’de galiba
fason ya da lisanslar yolu ile yabancı şirketlere, ülkelere çalışan bir şirket yok, en azından, duymadım!
Alışveriş için
marketlere gidiyoruz. Bursa’da Carrefour’a, Migros’a, Metro’ya, BİM’e, A 101’e, büyük bölümü yabancı markaların satış mağazalarından
oluşan AVM’lere gidiyoruz. Hepsi
yabancı sermayeli yerler. Ama orada
gördüğüm marketlerin hepsi de oranın kendi markasıydı: Coop, Manor, Demner,
Radikal, Landi…
Biz yabancı
sermayeli pek çok yeri yerli sanırız. Örneğin ben, yıllardır ekonomi gazetecisi
olduğum halde, Migros’u Koç Holding bünyesinde kurulan bir Türk
perakende şirketi sanıyordum. Meğer Migros
bir İsviçre şirketiymiş ve Koç Grubu sadece Türkiye’deki mağazaların ortağı imiş!
Migros İsviçre’de akaryakıt istasyonları, bankası, restoranları vs.
olan kocaman bir holding gibi.
![]() |
Köylerde bizdeki KSS görüntüsü. |
Birkaç büyük kent
dışında Shell, Total, BP gibi yabacı
akaryakıt markaları görmüyorsunuz. İstasyonlarda Avia, Coop, Agrola, Migros vs. yazıyor.
EN DEĞERLİ
İSVİÇRE MARKALARI
Biz Türkiye’de
markanın ne anlama geldiğini anlamadık. Ya da sistem kasıtlı olarak marka
yaratmaya fırsat vermeyecek şekilde dizayn edildi, bilmiyorum.
Oysa marka sadece
isim, hava, ün, caka değil.
Marka para demek!
Hem de hiç
çalışmadan, ter dökmeden, adınızla elde ettiğiniz bir para, zenginlik.
İsviçre’de
açıklanan en değerli 50 markanın piyasa değeri toplam 156 milyar İsviçre Frangı (CHF).
İlk 10 marka, ana
faaliyet sektörü, marka değeri (milyar CHF olarak) ve son bir yıldaki değer
artışı şöyle:
Nestlé (gıda) 19,050, +0.8% , UBS
(bankacıllık) 10,285, +19.8% , ABB (mühendislik, inşaat) 8,156 , +1.6%,
Zurich (sigortacılık) 7,970 , +14.0%, Rolex (saatçilik) 7,804, +25.8%, Credit Suisse (bankacılık) 7,267, +11.8%, Roche (ilaç) 6,705, +7.2%, Swisscom
(telekomünikasyon) Telecoms
5,801 , -4.1%, Nescafé (içecek) 5,763, +11.2%, Swiss Re (sigortacılık) 5,291,
+18.8%.
NESTLE: EN BÜYÜK
MARKA
İsviçre’nin en değerli markası Nestlé’nin
yıllık cirosu yaklaşık 100 milyar dolarmış!
Nestlé bir dünya
markası. Pek çok ülkede üretimi, satışı var. Ve dünya kadar da alt markaları
var.
Bir de Nestle’nin
bünyesindeki markalara bakalım:
Çikolata ve
şekerlemede Chokella, Crunch, Damak,
Deliriums, Kit Kat, Nesquik, Nestlé Gofret, Nestlé Tablet, Polo, Toto;
dondurmada Mövenpick, evcil hayvan
mamalarında Cat Chow, Dog Chow, Gourmet
Gold, Gourmet Perle, Pro Plan; yiyecek içeceklerde Maggi,
![]() |
El yapımı çikolata... (The best :) for me) |
Günlük yaşamın
neredeyse her anına dokunan bir marka yaratmışlar.
Ve 100 milyar dolar
gibi, Türkiye’de belki yerli özel sektörün tamamından fazla ciro, işte bu
devasa markalar sayesinde elde ediliyor.
Nestle gibi “dünya markaları”nın kazancı sadece
kendi ülkelerindeki faaliyetlerden oluşmuyor.
Merak ediyorum, Nestle’nin 100 milyar dolarlık cirosunda
Bursa’nın payı nedir?
Malum Nesle’nin burada iki büyük tesisi var.
Birisi Karacabey’deki çikolata fabrikası, diğeri Kestel’deki su tesisi. Cirosu,
kazancı nedir bilmiyorum ama Uludağ
civarında en fazla içme suyu kaynağına sahip olan,
Türkiye'nin en büyük içme suyu
markası Erikli’nin sahibi olan Nestle Waters’ın kazancının İsviçre
merkeze aktarılmasında şaşılacak bir şey yok.
2019’un en
değerli markalarına devam edelim…
Omega (saat) , Adecco (ticaret), Glencore (madencilik), Novartis (ilaç), Swiss Life (sigortacılık), Holcim
(mühendislik, inşaat) , TE
(Teknoloji), Kuehne + Nagel
(lojistik), ST (teknoloji), Swatch (saat)
, SGS (servis), Schindler (mühendislik, elektrik), TAG Heuer (saat), Dufry (perakende),
Barry Callebaut (gıda), Lindt (gıda),
Helvetia (sigorta),
Zürcher
Kantonalbank (bankacılık), Basler (sigortacılık),
Tissot (saat) , Geberit
(mühendislik, inşaat), Julius Baer (bankacılık),
Syngenta (kimya), Emmi (gıda), Sunrise (iletişim), Longines
(saat), Sika (inşaat), sonova
(sağlık), Jaeger-LeCoultre (takı,
giysi), Swiss Airlines (havayolu),
Lindor (gıda), Logitech (teknoloji), Swiss
Exchange (finans) , Clariant (kimya), Lonza (kimya), Piaget (giysi,
takı), Straumann (kişisel bakım), Luxoft (Teknoloji). Tobleron (çikolata)
Sektör dağılımı
şöyle: gıda yüzde 17,3, bankacılık yüzde 13,7, sigortacılık
yüzde 13,3, saat takı yüzde 13, mühendislik inşaat yüzde 10,1, İlaç, kimya
yüzde 6,9, diğerleri yüzde 25.
TEKSTİL, GİYİM VE
AYAKKABI MARKALARI
Türkiye ciddi bir tekstil üreticisi. Ama galiba bu işte bile para kazanmaya
gelince İsviçre’nin yanına yaklaşamıyoruz.
Tekstil, giyim,
ayakkabı markalarını duyunca buna hak vereceksiniz:
Adidas, Barutti, Boggi,Braun, Calvin Klein, Cream,Diesel,
DC Shoes, FALKE, Gr7, Garcia, Hallhuber, Hunkemöller, iheart, Jack and Jones,
Lacoste, L’erbolario, Mammut, Miriade, Masterhand, Norrona, Oakley, Park Two,
Qucksilver, Rossignol, Salomon, Skechers, Sunglasses, TEFAL, Vans, Zimmerli,
YAYA, WMF…
MARKA SADECE MARKA DEĞİL!
Türkiye
ekonomisinin en zayıf yanı, fabrikaların yabancılara çalışıyor olması.
Bizim köyde, büyük şehirlere amele olarak gidip, “işçi
çavuşları” tarafından istismar edilen insanlardan sıkça duyduğumuz bir tekerleme vardı: “Biz çalıştık, Hamdullahın şiş kafa yedi!”…
![]() |
yöresel bir banka |
Türkiye’de bebek
ve çocuk hazır giyimi hariç tekstil, konfeksiyon neredeyse tamamen yabancı
markalara fason iş yapar halde…
Keza otomotiv
sektöründe durum daha vahim. Otomotivde ana sanayi kuruluşlarının neredeyse tamamı
Fiat, Renault, Ford gidi yabancı
şirketlerin kontrolünde. Durum yan sanayide de farklı görünmüyor.
Bunun anlamı
belli: İş ya Türklere ait şirketlerde ya da Türkiye’de bizim işçilerimiz ve ara
mallarımızla yapılıyor, buna yerli üretim deyip şişiniyoruz; ama parayı yabancı
ortaklar, lisansörler götürüyor!
Vatandaş olarak
ailenizden yabancı firmalara her ay kaç lira ödediğinizi hesaplayın bakalım…
Mesela doğalgaz, cep telefonu ve internetten tutun da kullandığınız sabun,
şampuan, elbise ve ayakkabıya… Takınıza, kedi köpek mamanıza… Hatta üzerinden
geçtiğiniz otoyola, köprü ve metrolara…
Bana kimse “efendim
küresel dünya, elbette yabancı sermaye olacak, onlar bizim malımızı, biz de
onların malını kullanacağız, onlar burada, biz de orada para kazanacağız ”
gibi büyük “liberal” ağızlar
yapmasın!…
Yukarıdaki
İsviçre markalı ürünlerden kullanmayan olduğunu sanmam.
İsviçre’deki marketlerde hangi Türk malları satılıyor diye merak ettim. Sadece bir markette Marmarabirlik’in zeytini ile konserve türü gıdaları olan bir başka markanın ürününü görebildim raflarda…
Türkiye'den giden insanlara ait işletmeler ise sadece birkaç “kebap, pizzacı” dükkanı, o kadar.
İsviçre’deki marketlerde hangi Türk malları satılıyor diye merak ettim. Sadece bir markette Marmarabirlik’in zeytini ile konserve türü gıdaları olan bir başka markanın ürününü görebildim raflarda…
Türkiye'den giden insanlara ait işletmeler ise sadece birkaç “kebap, pizzacı” dükkanı, o kadar.
RANT DEĞİL KALİTELİ
ÜRETİM
İsviçre’de benim gördüğüm farklardan birisi kendi değerlerine, kaynaklarına sahip
çıkmak. Örneğin bizde başta bankacılık,
sigortacılık, iletişim olmak üzere pek çok sektör tamamen dışa bağımlı.
Siz hiç burada “Bursa Bankası”, “Ankara Bankası”, İstanbul
Bankası”gibi bir şey gördünüz mü?
Yıllar önce
başlayıp “Milliyetçi, muhafazakar
hükümetler!” tarafından çoktan izleri silinen girişimlerden söz etmiyorum…
Ama orada bankalar böyle. Yöresel, kantonal vs. Yabancı banka varsa da ben görmedim.
Diğer önemli fark
ise kaynaklar verimli kullanılıyor.
Diyelim ki Bursa’da veya
diğer şehirlerde köyler artık tamamen yaşlı ve emekli insanlara kaldı. Belli büyük ovalar dışında, özellikle kırsal kesimde arazinin en az yarısı işlenmiyor.
“Mahalle”lerde, arazi sahiplerinin derdi ekip dikmek değil, “tarlasını villa fiyatına satmak”.
“Mahalle”lerde, arazi sahiplerinin derdi ekip dikmek değil, “tarlasını villa fiyatına satmak”.
İsviçre’de boş bırakılmış tek bir tarla ya da şehir kıyılarında “müşteri bekleyen arsa” görmedim.
Büyük kazançlar
hayaliyle yapılmış, yıllardır alıcı bekleyen apartman daireleri de…
Zorunlu ihtiyaç
olmadıkça yeni konut yapılmıyor.
Dolayısıyla “inşaat” diye bir kalkınma (!) modelini henüz keşfetmemişler!
Dolayısıyla “inşaat” diye bir kalkınma (!) modelini henüz keşfetmemişler!
Arazide,
coğrafyaya, iklime uygun olmayan bir şey
yetiştirilmeye çalışılmamış. Bakmışlar ki, bol yağış alıyor, mevsimin sadece
birkaç ayı yaz;
domates, karpuz yetiştirmeye çalışmamışlar. Her taraf çayır,
yem bitkisi ve geçer akçe hayvancılık… Gelsin süt, peynir markaları…
İnsanlar galiba
çalışmayı, işini çok seviyor. Nesilden nesile devam eden işler, işletmeler…
Yerel zanaatlar
deyince ilk akla saatçilik ve “İsviçre
çakısı” geliyor. Her biri dünya markası olan saatler, çakılar var. Bu çakıların “tirbuşon” dışında bütün parçaları orada üretiliyormuş. Kalitede çok iddialılar. Bir çakı almak
istedim, etiketteki 112 CHF yazısını
görünce cesaretim kırıldı.
Ama sadece bunlar
değil. Çok farklı ve iddialı markaları var. Örneğin dünyanın en kaliteli koyun kırkma makinesi
Herzogenbouchsee’daki Heiniger fabrikasında üretiliyor. Avusturalya, Yeni Zelanda dahil dünya
piyasası onlardan soruluyor. Çinliler
taklit etmek istemiş, ama o kaliteye yaklaşamamışlar.
İşletme sahipleri
bizdeki gibi “ticaret”den gelmemiş.
“Ticaret erbabı” değil, zanaatkarmış
adamlar. Kimse şirketini satıp, kat yat almayı, “krallar gibi yaşamayı” tercih etmemiş.
Orada, neredeyse “dilenci kılığında yaşayan”, hayat ve
tek mutluluk kaynağı çalışmak, en iyisini yapmak olan girişimci öyküleri
dinliyorsunuz. Bazı fabrika sahiplerinin dolaştığım köylerde yaşadıklarını
duydum.
(Devam edecek…)
Not: 5. Bölümü ekonomideki
en kritik konu olarak gördüğüm noktalara ayırdım. 6 ve son bölümde, genel
görüntü, demokrasi anlayışı, özellikle kantonal yapının sanılanın aksine “birleştirici”
olduğuna ilişkin gözlemlerimi paylaşmak istiyorum.
Ayakkabı arayanlar için erkek spor ayakkabı listesi: erkek spor ayakkabı
YanıtlaSil