![]() |
Saatçilik en köklü zanaatlardan. Bern'de bir anıt. |
İSVİÇRE NOTLARI: 3
Sistem rantiyeyi değil, üretimi destekliyor!
Türkiye
ekonomisinin zaaflarla boğuşmasına tanık olagelen bir gazeteci olarak, en çok
merak ettiğim şey şuydu: İsviçre nasıl
başarıyor?
Bizden daha mı
çok çalışıyorlar?
Daha mı zekiler?
Doğa daha mı cömert onlara?
Daha mı zekiler?
Doğa daha mı cömert onlara?
Yoook!
![]() |
Alp dağları.. Vahşi doğa. Uçaktan.. |
Dünyanın en
yüksek refah seviyesini yakalayan Avrupa haftalık çalışma süresini 40 saatten
35 saate düşürmeyi tartışıyor (Finlandiya haftada 4 gün 6 saat, toplamda 24
saate hazırlanıyor). Oysa biz Türkiye’de resmi yerlerin çoğunda bile fiilen süreyi
45 saate çıkardık. Fiilen çoğumuz 50
saatten fazla çalışıyoruz.
Yani onlardan daha
çok çalışırken, neden biz bir türlü iki yakamızı bir araya getiremiyoruz?
Herzogenbouchsee ve çevresinde yürürken, kafamdaki sorulara yanıt
aradım.
Adeta gözüme
gözüme sokulan ilk şey, kaynakların verimli kullanılması; rant yerine üretimin
teşvik edilmesi oldu.
Bizimkisi resmen
kaynak, enerji israfıymış!
Nasıl mı?
Buyurun…
ÇOK KATLI
APARTMAN, ‘REZİDANS’ YOK
![]() |
Herkes hayvanını telle çevrili yerinde otlatıyor. |
“İsviçre zengin ülke. Bütün evler rezidans
gibidir, herkesin altında Mercedes, Ferrari vardır” diyorsanız, sahiden
çaktınız!
Yakup Kadri Karaosmanoğlu büyükelçilik yaptığı dönemi anlattığı “Zoraki Diplomat”da “İsviçreli
için en iyi araba, en az yakan arabadır” diye yazmıştı. Durum aynen devam ediyor... Burada
lüks otomobil çok seyrek görüyorsunuz, onların da “Türklere ve Araplara ait olduğu” söyleniyor. Vatandaş genelde “C” sınıfı ve “station” modelleri kullanıyor. Küçük, az yakıt tüketen, bagajı daha büyük araçlar revaçta.
![]() |
Küçük, az yakan arabalar revaçta. |
“Garaj” denen yerlerde ikinci el
otomobil satılıyor. Fiyatları Türkiye’dekinin çok altında. Modele değil
kilometreye bakıyor alıcı. Zira otomobil bir statü değil, kulanım aracı!
Gittiğim yerlerde
konutlar en fazla 3-4 katlı. Konutların büyük çoğunluğu dışardan tek katlı gibi
görünen, dik çatılı, iki katlı ahşap evler. Hepsinde “villa” havası var. Hatta içinde sığır, domuz, koyun beslenen
ahırlar bile uzaktan villayı andırıyor.
Düşük katlı
evlerin deprem avantajından söz etmeyeceğim.
Tabi bu “Villa” tarzı konutlar, aslında çok
fazla yağmur ve kar alan dağlık yerlere özgü, dik meyilli geleneksel altı taş,
üst katı ahşap yapılar.
![]() |
İnşaatın iskelesine dikkat.. |
İsviçre’de özellikle yeni inşaatlar arasında, dışarıdan dikdörtgen, düz çatı gibi
görünen, geniş pencereli, alüminyum, cam vs. cephe kaplamalı yeni binalar var.
Bunların çoğu işyeri. Ayrıca burada
devlet geleneksel konut mimarisini korumak için özel teşvikler veriyormuş ev
sahiplerine.
Birden, bizim köylerde terk edilen, yıkılan, yerine beton evler yapılan geleneksel evler geliyor aklıma..
Birden, bizim köylerde terk edilen, yıkılan, yerine beton evler yapılan geleneksel evler geliyor aklıma..
![]() |
Geleneksel mimari tarihi eser gibi korunuyor. |
Burada geleneksel
mimariyi yansıtan ahşap evleri yıkıp yerine beton ev yapmak yasak! Bizdeki tarihi
eserlere getirilen koruma gibi bir
uygulama varmış. Yani restore edebilirsin, modernize edebilirsin, ama yıkıp
yerine beton bina yapamazsın. Bu yüzden
bazı evlere yıkım izni alabilmek için kasıtlı yangın çıkarıldığı konuşuluyor.
KONUT, AVM DEĞİL
FABRİKA VS. İNŞAATI…
Burada inşaat sektörü konut değil işyerine
çalışıyor. Çok katlı yapıların
tamamı işyeri. Örneğin Basel
yakınlarında bizdeki “tower” tipi
15-20 katlı bir yapıyı görünce şaşırmıştım. Meğer burası İsviçre’nin dünya ilaç
devi Roch’un yeni merkezi olacakmış.
Çevrede kule vinçler görüyorum. Tamamı işyeri
yapımı için çalışıyor. Sadece birisinde iki kat betonu atılmış bir konut
inşaatı görüyorum. İnşaatın dış cephesine kurulan iskele tam bir sanat
harikası... Bu inşaatta çalışan
işçilerin yere düşme şansı bile yok!
İMAR PLANLARI DELİNMİYOR!
İsviçre devleti bütün kantonlarda uzun vadeli imar planları yapmış. Örneğin, 60 sene, 100 sene sonrası nasıl bir
şehir hedefleniyorsa
adımlar ona göre atılıyormuş. Yani nerede tarım, nerede sanayi olacağı vs. gayet
net. Türkiye’de de bildiğim kadarıyla Nazım İmar Planı olmayan bir şehir kalmadı. Ama nereye gitseniz, Belediye Meclisi toplantılarında
diyelim 20 gündem maddesi varsa, bunun en az yarısında “… numaralı parselin İmar Tadilatına ilişkin İmar Komisyonu raporu”
ifadesi vardır.
Yani imar
planlarını uygulama şansı neredeyse sıfırdır.
İsviçre’de vatandaş gidip devletten orman
satın alabiliyor, ya da kiralayabiliyor. Fiyatı da çok yüksek değilmiş. Bir
dostumun söylediğine göre, örneğin Avusturya’da
metrekaresi 2,5 Euro’ya devletten orman alabiliyormuşsunuz. Ama
![]() |
Arazinin kenarında ahşap yürüyüş yolu. |
Çevrede ekip
diken, hayvan yetiştiren Türk kökenli vatandaşlar da varmış.
Ormanlık
alanlarda ya da arazilerin olduğu yerde bazen bomboş ama sınırları belli,
oldukça da bakımlı yerler görüyorsunuz. Buralar devletin, ileride konut, işyeri
vs. yapımı için rezerve ettiği yerlermiş. Kimse
dokunamıyor.
“Yapılaşma izni bir verilse inşaatçılar
buraları beton yığınına döndürür” deniyor.
![]() |
Tipik bir çiftlik..Önde dükkan, silo, arkada ahır.. |
İsviçre’de, sistemin gündeminde “inşaat
sektörü” ile kalkınma falan yok. Zorunlu ihtiyaç olmadıkça yeni konuta
sıcak bakılmıyor. Bunu bir evde (binada) birkaç akrabanın yaşamasından, ayrıca
arsa ve ev fiyatlarının aşırı yüksekliğinden anlıyorsunuz. Bu küçük kasabada bile vasat evin fiyatı
400-500 bin Frank. (Frank dolar ile Euro arasında değerli İsviçre parası, 1
Frank 6,2 TL)
Oysa diğer Avrupa
ülkeleri gibi tarımsal arazi ve ormanların fiyatı çok ucuzmuş. Yıllar önce arsa
fiyatlarından şikayet eden Bursalı bir sanayicimizden “Almanya’nın Köln kentinde altyapısı tamam arsaların metrekaresi 25
dolar, DOSAB’da 450 dolar diye isyan ettiğini hatırladım.
Yani şeftali tarlasını satın alıp soğuk hava
vs. tarımsal tesis ruhsatı ile oraya fabrika yapıp, sonra da orayı “Organize Sanayi Bölgesi” ilan etme
yokmuş!
Ez cümle, sistem rantı değil, üretimi, çalışmayı
özendiriyormuş!
“BAKKAL AMCA” YOK!
İsviçre’de kaldığım süre içinde “bakkal”
diye bildiğimiz, çeşitli tüketim malları satan küçük bir yere rastlamadım.
Köyler dâhil. Vatandaş ihtiyaçlarını “yerel
market zinciri” diyebileceğimiz Migros,
Coop, Radikal vs. adlı yerlerden karşılıyor. Bunların dışında parfümeri,
fotoğrafçı, eczane, kafe, restoran, pizzacı, kuaför, kiosk türü işyerleri var.
Pazar günü, ya da akşam belli saatten sonra marketler kapalı, sadece akaryakıt
istasyonlarında nöbetçi “Coop” şubesi vardı.
ARAZİNİN HER
KARIŞI DEĞERLENDİRİLİYOR
“Köy
ile kent ayrı olur. Şehirde tarım mı
olurmuş”, deriz ya… Mahalle statüsüne geçen köylerde belediyenin
ilk işi “Köy çeşmesinde hayvan sulamak
yasaktır” olmuştu. “Herkes ahırları
ana cadde ve sokaklardan kaldıracak” çağrıları çıkarılmıştı ya… Hayvanları
ne
![]() |
Ata binmek hayli yaygın köylerde.. |
Oysa, işte…
Tarım ve
şehircilik bal gibi de bir arada olurmuş!
Burada tarım kent
hayatı ile bütünleşmiş. Ücra denecek noktalar bile modern bir altyapıya
sahip.
Herkes normal alışverişini marketlerde yapıyor, ama çiftliklerde süt, peynir vs. bir alternatif var. Kentlerin hemen kenarındaki arazilerin bitişiğinde hayvan barınakları var.
Herkes normal alışverişini marketlerde yapıyor, ama çiftliklerde süt, peynir vs. bir alternatif var. Kentlerin hemen kenarındaki arazilerin bitişiğinde hayvan barınakları var.
Arazinin
neredeyse tamamı, kış mevsiminde bile yemyeşil.Tarımın yeşilliği, kentlerin çevresinde sanki devasa park/yeşil alan varmış gibi hissettiriyor, güzellik katıyor.
![]() |
Böyle uzun çam kozalağını ilk kez orada gördüm. |
Arazide buğday,
arpa vs. yerine büyük ölçüde ot, silajlık mısır gibi yem bitkisi yetiştirildiği
anlaşılıyor. Parsellerin çoğu 20-30
dönüm civarında. İklim bizdeki gibi
çeşitli sebze meyve üretmeye uygun değilmiş. Anladığım kadarıyla bu arazide
yazın ot yetiştirilip kış için depolanıyor. Biçildikten sonra da sıralaşmalı
olarak hayvan salınıyor. Çiftliklerin
tamamında naylonla kaplı ağır silaj balyaları var.
Arazi yollarının
asfalt olduğuna ilk kez tanık oldum.
Çiftçilerin
kullandığı traktörler dörtçeker, güçlü traktörler.
Birkaç tarlada
hardal ekili olduğunu görünce şaşırmıştım. Meğer bunu da hayvanlara vermek
![]() |
Vatandaş demir atıklardan metal eser yapmış. |
Burada ne
tarlalar, ne yollarla tarlalar, ne de tarla ile orman arasında kalın dikenli
teller, duvarlar yok. Demek ki, kimse kimsenin yerine girmiyor, zarar vermiyor.
Arazi yollarında
kaliteli asfalt var, ama hız sınırı 60 km.
Tarlalara
bakarak, bölgede tarımın özellikle hayvancılığa dayalı olduğunu
anlıyorsunuz.
ÇİFTLİKLERDE
‘SELF SERVİS’ SATIŞ YERİ…
Ülkenin başka
yerlerinde büyük çiftlikler var mı, eti, sütü nasıl satarlar bilmiyorum. Benim
gördüğüm çiftliklerde en fazla hayvan
sayısı 40-50 falandır. Burada tipik bir
hayvancılık işletmesi, küçük ölçekli, asfalt yola cephe, dışarıdan dik çatılı
villa havası veren bir yer. Ahşap ev ile
bitişiğinde ahır, sacdan yem siloları, traktör, zirai ekipmanlar
vs. görülüyor.
![]() |
Çiftliklerdeki "self servis" satış yerleri... |
Ve ön cephede bir
satış yeri…
Bölge insanı,
hangi çiftlikte ne üretilip satıldığını biliyor.
“Bakkal”
benzeri bir yer. İçeride kimse yok. Satılık ürünler raflarda ya da masanın
üzerinde duruyor. Fiyatları üzerinde yazıyor.
Giriyorsunuz içeri, istediğinizi alıp, parasını ödüyorsunuz. Para kutusunda ihtiyaç olur diye bozuk
paralar da var. Sadece yumurta, ekmek,
patates, soğan değil, kek, kruasan türü değişik yiyecek maddeleri, meyveler
var. Süt, peynir, tereyağı satılıyormuş, ama ben denk gelmedim. Buralardan süt
alıp evde yoğurt yapan birisi “Sütleri çok güzel, el kalınlığında sarı
kaymağı oluyor” dedi. Bazı “dükkân”larda
çiftçinin el becerilerini yansıtan ahşap oyma, işleme vs. eşyalar da
bulabiliyorsunuz. Hatta yılbaşı öncesi süsleme için çam ağacı dalları, süslü
yılbaşı ağaçları satılıyordu.
![]() |
çiftçilerin kullandıkları traktörler dörtçeker. |

Son birkaç yıldır
devletin et ve sütte desteği azalttığı, bu yüzden çiftliklerde hayvan sayısının
azaldığı yolunda sözler de duydum.
Market
raflarından İsviçre’de süt içiminin hayli yayın olduğu izlenimine kapıldım.
Sütün litresi UHT kaplarda 1, günlük sütlerde 1,5 Frank civarında. Hatırlatayım, bu fiyat bir litre şişesuyu fiyatı ile
neredeyse aynı. Etin kilo fiyatı ise 15 franktan başlıyor. Yani et ve süt ürünleri buranın vatandaşı için çok ucuz sayılabilir. Peynir reyonlarında çok çeşitli ürünler var. Ama bizdeki gibi beyaz peynir görmedim. Beyaz peynir, telemenin öylece değerlendirilmesi ile yapılıyor. Oysa buradakiler kaşar tarzı, telemenin hayli işlemden geçirilmiş halleri...
Bizde “Üreteni üretemez, tüketeni tüketemez hale getiren..” diye
tanımladığım çark burada yok. Burada hem üreten kazanıyor, hem de tüketen…
Kaynakların
verimli kullanımı dedim ya…
Bu sadece sağlanan huzur ve güven ortamı sayesinde yüzbinlerce “güvenlik” görevlisi, alet edevat masrafından tasarruf etmekten ibaret değil. Üretici ile tüketici arasındaki “aracı” tabaka da olabildiği kadar azalmış.
Bu sadece sağlanan huzur ve güven ortamı sayesinde yüzbinlerce “güvenlik” görevlisi, alet edevat masrafından tasarruf etmekten ibaret değil. Üretici ile tüketici arasındaki “aracı” tabaka da olabildiği kadar azalmış.
(Devam edecek…)
Sevgili Dursun
YanıtlaSilSevgili Dursun,güzel bir gezi yazısı olmuş. 3 bölümü de merakla okudum. Ellerine sağlık. Devamını bekliyorum...
YanıtlaSil