30 Mayıs 2011 Pazartesi

Oyum, cari açığı kapatacak partiye!



12 Haziran’a günler kaldı. Bu sefer siyaseti bir tarafa bırakıp, “Türkiye’yi şu cari açık ve ekonomik kriz belasından kim kurtaracaksa oyumu ona vereyim” diyorum...


Diyorum da, partilerin seçim vaatlerine, “projelerine” bakıyorum,  henüz oy verecek bir parti bulamadım! 
Ülkemin dış borçlanmaya, ithalata, yabancı sermayeye dayalı hali partileri hiç ilgilendirmiyor gibi…
Sevgili okurlar,  TCMB’nın Mart ayı verileri ile cari açığın 60 milyar doların üzerine çıktığını açıklamasından sonra, bu konu ekonomi gündemine oturdu ve doları birkaç haftada 1,6 liranın üzerine çekti. 
Son iki yazımda “saatli bomba”ya benzettiğim cari açığın boyutlarını, kaynağını sizlerle paylaştım.  Aldığım tepkilere bakarak, ekonomi çevrelerinde bir kriz beklentisinin genel kabul gördüğünü belirtmek isterim. 
Ancak bunun tam olarak ne zaman olacağını bilen yok. Daha doğrusu, ekonomi tamamen kayıt altında olmadığı için, ekonomik veriler, resmi rakamlar üzerinden çok kesin analizler yapmak da mümkün değil.  Zira,  yarıya yakınının “kayıt dışı” olduğu ifade edilen bir ekonomide, ülkeye giren ve çıkan dövizlerin de bir kesin bir kaydı yok, miktarı bilinmiyor.  
Ülkeye giren yasal döviz miktarına bakacak olursanız,  ekonominin çoktan iflas etmesi gerekirdi… Ama etmiyor, üstelik -son hareketi bir yana bırakırsanız- döviz sıkıntısı falan da yok, her taraf dolar kaynıyor.
Ülkeye giren kayıt dışı dolar miktarı (bunun bir bölümü bavul ticareti vs. ile kayıt dışı ihracattır) o kadar fazla ki, bugün 60 milyar dolara ulaşan bir açığı kapatıyor!   
Kayıtsız döviz girişinin ne kadar süreceğini bizim bilmemiz mümkün değil.
Ama üzerinde durulması gereken asıl şey şu: Türkiye bu cari açıklarla büyüme modelini ne zaman terk edecek, ne zaman adam gibi bir ekonomik sistemimiz olacak?
Cari açıkla büyüme  diyebileceğimiz politika, yeterli altyapısı ve tasarrufu olmayan ülkelerde siyasi iktidarı acayip cezbeder. 
Çünkü üretme zahmetine katlanmadan her şeyi dışarıdan kolayca getirirsiniz.  
Mal, para… 
Bu yabancı sermeyenin de işine gelir, yüksek kazancın kokusunu alınca dolarları akıtırlar. Ak Parti’nin iki dönem “başarısının” altında da bu var.
TCMB yönetiminde olan hocamız Prof. Dr. İlker Parasız, Ekohaber Gazetesi’deki köşesinde, mevcut durumun dürdürülemez olduğu üzerinde duruyor. İlker hoca, son yazılarında üretim ve verimliliği artıracak politikalara yönelmek gereğine işaret ediyor ve kredi hacminin daraltılması, dolayısıyla tüketimin kısılması; faiz, döviz ve kurlarla oynamanın pek bir işe yaramayacağına dikkat çekiyor.
Tabi üretim ve verimliliği artırmak öyle akşamdan sabaha olacak şeyler değil. 
Ama bundan başka kalıcı sonuç alacak başka bir şey de yok. Umarım, hocanın üzerinde durduğu “banka bazlı ekonomi” politikaları önce TCBM, ardından ekonomi yönetiminde kabul görür ve “cari denge”yi, yasal yollardan sağlayan bir ülke haline gelme yoluna gireriz.
Ancak bu işin siyasi iktidarlar için hiç de kolay olmadığını vurgulamak isterim. Yabancı sermaye ve onlarla iş yapan yerli firmalar, elde ettikleri kolay para kazanma mevzilerini kolay terk etmek istemeyeceklerdir.
Örneğin, otomotiv sektörü üretimde yüksek oranda ithal parça kullanıyor. Şimdi Ford, Renault ve Fiat’a “Bu parçaları Türkiye’de üretmek istiyoruz” dediğinizde ne olacağını sanıyorsunuz?
Petrolden geçtik, petrokimya ürünlerini -ki, boyadan ipliğe, PVC’ye birçok sektörün hammaddesidir-  içerde üretmek, domates tohumundan “Angus” sığırlarına kadar birçok şeyi yerli üretmek uzun vadeli işlerdir.
Yine örneğin, tarımdaki altyapı, mülkiyet, verimlilik sorunlarını çözmek, 
Türkiye’ye çok büyük bir kapı açabilir; ilkim, toprak, coğrafya muhteşem.
Şimdi hastalığı herkes biliyor. 
Ama hiçbir parti, bunlara “seçim vaadi” olarak bile yer vermiyor.
CHP,  “aile sigortası”, “esnaf”, “emekli” vs. tek tek sorun çözmeye dönük projeler açıkladı. Çiftçiye mazotu 1,5 liradan satma vaat ediyor. Toplumun sorunlarını çözmek kuşkusuz, çok önemlidir. Ancak umarım, genel makro dengeleri sağlamayı, cari dengeyi gözeteceklerdir.
Ak Parti ise İstanbul’daki ikinci boğazdan sonra büyük kentlerde “çılgın proje”açıklamayı sürdürüyor. Her ne kadar çok şaşalı görünse ve belli bir kesim için çok yüksek kazançlar vadetse de içime sinmiyor. 
Bunlar dış kredi ve borçlanma veya yabancı firmaların katılımı ile olacak işler. Yabancıya para kazandırma işleri... Kısa vadece, görünürde döviz girse de uzun vadece mevcut “cari açıkla büyüme” modelinin parlak sayfaları olacaktır diye hissediyorum.
Lazım değil, büyüme çok hızlı olmasın! Ama sürdürülebilir olsun, bizim insanımız, ülkemiz kazansın. Büyüme rakamını görünce “eyvah kriz geliyor” kâbusundan kurtulalım...
İyi pazarlar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder