Bu güzel yaz gününde, üstelik de pazar pazar, size hoş magazin yazıları yazmak, plajlardan, sosyete dedikodularından söz etmek isterdim. Galiba bunu beceremiyorum. “Sıcak” deyince aklım nedense “sıcak gelişmelere”, ana baba gününe dönen sınırlara, “devrim” isteyen Yunan sokaklarına kayıyor! |
Size Amerikalı film yıldızı, “iyi niyet elçisi” Angelina Jolie’nin CIA organizasyonu ile devlet başkanı gibi, özel timli, zırhlı araçlarla geldiği Hatay Yayladağı’ndaki çadır gezisinden de söz etmeyeceğim.
Devlet kurumları ve basın, Simav’da aylardır çadırlarda yaşayan 25 bin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını görmezden gelirken Suriyeliler’e gösterilen bu hüsnükabulü de içten içe kıskanıyorum biraz.
Dikkatinizi çekmek istediğim konu, Yunanistan’ın içine düştüğü acılı durum.
Tabi bundan muradım da ibret almak... Zira; Türkiye’nin de benzer bir durumun kenarında dolaşıp durduğunu düşünüyorum...
Yunanistan’da her şey 2010 sonbaharına kadar normal görünüyordu. Ama bütçe açıklarının, GSYİH’nın yüzde 13’üne ulaştığının açıklanması ile alarm çanları çalmaya başladı.
11 milyon nüfus ve 300 milyar dolar GSYİH’sı olan komşuda dış borçların 600 milyar dolara dayandığı ifade ediliyor...
Kişi başına milli gelirin 30 bin dolara çıktığını açıklamak elbette Yunanlı yöneticilerin göğsünü kabartmıştır. Ancak, ciddi her hangi bir sanayisi olmayan; turizm, zeytin, üzüm, şarap üzerine kurulu bir ekonomide şişirilmiş mali pozisyonlarla bulunan kredilerin ve yaratılan refahın, bir gün patlayacağını kestirmek hiç zor değildi.
Başkasının parası ile kurulan cennetin sonu esarettir!
Yunanlılar elbette Almanlar, Fransızlar gibi rahat yaşamak ister, bu anlaşılabilir bir tutumdur. Ayrıca Yunanistan’ın NATO içinde nüfusuna göre en fazla askeri harcama yapan ülke olduğunu biliyoruz ve uzun yıllardır bu “şampiyonluğu” sürdürüyor. Bu konuda en yakın rakibi ise –maalesef- Türkiye oldu.
Ülke, bütçenin yüzde 13’üne varan açıklarını kapatabilmek, zamanı gelen iç ve dış borçları, hatta maaşları ödeyebilmek için ylardır tırmalıyor.
Avrupa Merkez Bankası’nın kapısını en çok aşındıran ülke oldu ve yaklaşık 60 milyar Euro civarında bir krediyi kopardı.
Kuşkusuz Yunanistan şu anda AB’nin en çok başını ağrıtan ülke. Ortada 110 Milyar Euro’luk bir “kurtarma paketi”nden söz ediliyor.
Birincisi, AB’nin patronu Almanya ve Fransa bu parayı vermeye yanaşmıyor. Zaten hukuki olarak, Avrupa Merkez Bankası’nın “devlet kurtarma” gibi bir görevi yok, mevzuata uymuyor. Bu sefer işin içine IMF de sokuluyor ve ünlü Troyka (Yunanistan, AB Merkez Bankası ve IMF) reçete üstüne reçete yazıyor.
Reçetelerin özü şu:
Ey Yunanistan, artık devletin gelirlerini borç ödemeye ayıracaksın. Çalışanların, emeklilerin maaşlarını kuşa çevireceksin, sosyal devlete veda diyeceksin. Kemerleri son deliğe kadar sıkacaksın. Yetmez, ülkede satılabilir neyin varsa satacaksın. Limanların, adaların, şirketlerin…
Yunanistan’da potansiyel olarak 300 milyar dolarlık “özelleştirilebilir” mal var, deniyor. Ama 2015’e kadar ancak 50 milyar doların tahsil edileceği hesap ediliyor. Kabine değişikliğinden medet arayan iktidara “Çözüm devrimdir” diye pankart açılan bir ülkede, özelleştirmenin nasıl yapılacağı ayrıca soru işareti.
Bu satırları yazarken, kameraların karşına birlikte çıkan Angela Merkel ve Nicolas Sarkozy, “Hızlı çözüm” dedi, Euro’nun ve AB’nin istikrarına dikkat çektiler. Ancak bana biraz “iyi polis, kötü polis” oyunu gibi geldi. Sarkozy, “troyka”nın yeni bir yardım paketi hazırlaması gereğine işaret ederken, Merkel, kredide özel sektörün, bankaların yardımlarına dikkat çekti ve doğal olarak bunun da“gönüllülük” üzerine olacağını söyledi. Le Monde gazetesi da anında manşeti attı: “Merkel geri çekildi”...
CIA, ülkede iç savaş tahminleri açıklarken, AB’nin patronları, iflasın eşiğine gelmiş bir topluluk üyesine yardım etmek durumunda. Ancak perde arkasında, galiba herkes mevcut alacağını nasıl tahsil edeceğini düşünüyor. Le Figaro gazetesinde yayımlanan bir listeye göre, Almanya vadesi gelmiş 25, Fransa 15 milyar doları kurtarmaya çalışıyor.
Komşuda fitili ateşleyen rakam, dev bütçe açıklarıydı.
Bizde cari açık GSYİH’nın yüzde 8’i civarında... Şimdilik devran, kayıtdışı piyasa ve döviz akışı ile dönüyor. AKP, yüzde 50 oy desteğinin de rüzgarı ile mutlu mesut…
Hükümet, cari açık konusunun bir saatli bomba olduğunun farkında ve seçim öncesi/sonrasında bir dizi önlemler aldı.
Elbette, bankaların kredileri sıkılaması piyasada talebi baskılar; kredi kartında taksitlerin bir yılla sınırlanması alışverişi belli oranda frenler ve bütün bunlar toplamda ekonomideki “hararet”i hafiften söndürür. Elektrik kullanmazsanız, dışarıya doğalgaz borcunuz azalır; ithal mal almazsanız döviz dengeniz düzelir… Yani bulunan reçete, daha az tüketim, daha az harcama, kemer sıkma, fakirlik…
Çözümü fakirlik ve kemer sıkma olan bir ekonomi modeli!
Bence yeni hükümetin masasındaki ilk konu bu olmalı…
İyi pazarlar.
19 Haziran 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder