16 Haziran 2011 Perşembe

Sandık ve ‘Usta’ya verilen işler

 Seçim ve “Oy kullanmak”, demokratik ülkelerde vatandaşa tanınan bir fırsattır. 3-5 senede bir önünüze seçenekler konulur ve siz, “Memleketimi şu partinin yönetmesini istiyorum” dersiniz. Oyun layıkıyla oynanırsa, sahiden de ülkenin kaderini, sandıkta vereceğiniz tek bir oy belirleyecektir. Bu yüzden, basit bir iş gibi görülen oy vermek, vatandaşın yapabileceği en ciddi eylemlerden birisidir! 


12 Haziran’da oy kullandık. Bu seçimin en önemli yanı, büyük bir ekonomik krizin hemen ardından yapılıyor olmamasıydı. Hatırlanacaktır, epeydir genel seçimler kriz dönemlerinin arkasından ve normal takvimden önce yapılırdı. Ekonomik kriz genelde toplumsal sorunları artırır ve siyasette de yeni çalkantılar yaratır. Örneğin en son, ekonomide parlak geçen 2000 yılının ardından gelen 2001 krizi, sadece bir ekonomik kriz olarak kalmamıştı.  Kriz sonrası için gerekli “düzeltme”ler 28 Şubat sürecine, iktidardaki partilerin sandığa gömülmesine kadar uzanmış ve AKP yeni dönemin aktörü olarak dizayn edilmişti.
Acaba 2001 ekonomik krizi olmasaydı, 28 Şubat girişimi olur muydu? Bana sorarsanız, olmazdı. Aynı şekilde AKP iktidarlarını da muhtemelen görmeyecektik.  
Sistemin tamamen havlu atması ve Ecevit’in Dünya Bankası’ndan Kemal Derviş’i getirip, ekonomiyi teslim etmesi ile yeni bir süreç başladı, ana hatları ile bu süreç bugün de devam ediyor.
AKP, uluslararası konjonktürün büyük katkısı, tek parti iktidarı avantajı ve geleneksel merkez sağ güçlerin geniş desteği ile ekonomide başarılı oldu. İki dönem üst üste iktidar olmasının sırrı buydu.
Ekonomi iyi gidiyorsa, iktidar partisi seçimde daima avantajlıdır. AKP’nin bir istisna olmayacağını, 2009’daki küresel kriz ortamında yapılan yerel seçimlerde oylarının düşmesi ile görmedik mi?
Vatandaş, işsizse, mutsuzsa, sistem tıkanmışsa faturayı iktidara mutlaka kesecektir!
2008-9 krizinin geçtiği ve işler “normal” göründüğü için Pazar günü sandığa giderken hepimiz, kamuoyu yoklamalarının da katkısıyla Recep Tayyip Erdoğan’ın 3. Dönem Başbakan olacağını hissediyorduk!
Peki, şimdi ne olacak?
Erdoğan, 3. ve “ustalık” dönemine başlarken kucağında bekleyen yakıcı sorunlar için somut adımlar atmak zorunda. Buralarda çözümü daha fazla geciktirme şansının olduğunu düşünmüyorum. Ama bu iş hiç de kolay olmayacak.
İşte birkaç satır başı:  
·         AKP, kaldığı yerden devam edecek.  İstanbul’a 2. boğaz ile büyük kentler için açıklanan parlak, “çılgın” projeler, ekonomi için rant ve  büyüme projeleri”dir.  Ama yabancı sermaye girişi ve ithalata dayalı olacak bu tür “büyümeler”, cari açık için kısa vadede olumlu, uzun vadede olumsuzluğu aynı ölçüde büyütecektir. Bu, vücuda daha çok hormon almak gibidir.
·         CHP’nin “Aile Sigortası”, MHP’nin “Hilal Kart”ı hükümetin, adı ne olursa olsun, bir şekilde gündemine almak durumunda kalacağı uygulamalar. 12 milyon yoksul, muhtaç insan bekliyor… Kamu harcamalarını artırmanız gerekir. Buna karşılık, askerlik süresinin ve asker sayısının azaltılması (sonuçta TSK’nın mali yükünün azaltılması) gündeme gelebilir. Hem askeri harcamayı artırıp, hem sosyal devlet olacağım derseniz, Yunanistan gibi iflas bayrağını çekersiniz.
·         Yeni bir Anayasa artık zorunluluk. Genelde Kürt’leri rahatlatacak, “Türk”ifadesinin kaldırılıp, her etnik kesimden, dini inançtan vatandaşın kendini bulacağı, anayasal vatandaşlık üzerine; AB’ye, kişi hak ve özgürlüklerine dönük bir Anayasa beklentisi var. İç barış açısından da elzem. Ancak bu noktada kafalar karışık. İktidar partisinin, seçim hesaplarıyla geliştirdiği ifade edilen “Türk milliyetçisi” söylem ve “Habur sonrası” hükümetin çark etmesi ile yaşananlara bakılırsa, iş zor. Ortalığa kimseyi tatmin etmeyen, “AKP Anayasası” gibi bir şey çıkarsa kimse şaşırmasın. Ama Erdoğan’ın “balkon konuşması” bu konuda umut verici görünüyor. Tehlike, seçim zaferleri ile “devlet benim” deyip, geleneksel “statüko” ve paradigmalara saplanmakta.   
·         Kürt sorunu” kendisini daha bir yakıcı hissettirecek. Seçimin en önemli sonucu BDP öncülüğündeki Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun yüzde 10 barajını aşıp 36 milletvekili ile meclise girmesi. BDP’liler ve Türksolunun önemli isimleri TBMM’de renkli, hararetli tartışmalar yaratacak. CHP’nin AB Yerel Yönetim Şartı’nı uygulayacağını açıklaması olumlu bir gelişme olmakla birlikte devletin bu konuda kolay adımlar atmasını beklemiyorum.  Örneğin, “açılım”ın arkasını getirmeye niyetlenen bir yönetimin 10 milyar dolara 200 tane savaş helikopteri ihalesi açmasını, yeniden bölgede profesyonel asker, timler kurmaya kalkmasını çelişki olarak düşünüyorum. Ayrıca Kürtlerin hükümeti, devleti beklemeden “kendi iradeleriyle”, yerel özerklik ve dil uygulamasında fiili durumlar yaratma potansiyeline de dikkat çekmek istiyorum.   
·         CHP, MHP,  AKP yıllık yüzde 7’nin üzerinde kalkınmalar vadettiler. Ancak hiç birisi, bu işin, bu cari açıklarla nasıl “sürdürülebilir” olacağını söylemedi. Daha dün, Mart rakamları açıklanınca yine uykularımız kaçtı.“Eyvah kriz mi geliyor” dedik. Şaka değil, 60 milyar dolar açık… Şükür atlatıldı, dolar yine inişte. Ama iki ay sonrasının hiçbir garantisi yok. 
Siyasilerin, hiç değilse seçim vaadi olarak “cari açıkla büyüme” politikasını terk edeceklerini açıklamamaları çok ilginç… Biliyoruz, bu modeli çok sevenler var. Özellikle uluslararası sermaye çevreleri Türkiye’nin ithalat cenneti olmasından çok memnunlar. Ama bu yapı, hükümetlerin, “sosyal devlet” olma; yoksulluk, yolsuzluk ve usulsüzlüğü ortadan kaldırma, bölgeler arası dengeyi, iç barışı sağlama, kırsal kesim ve tarımın kalkınması, yeraltı ve yerüstü kaynakları değerlendirme gibi ulusal politikalarına engeldir.
Mesela “Türk otomobili” bu yapı içinde hayaldir!
…sosyal devlet olup açlık ve yoksulluğu yenmeiç barışı sağlama,sürdürülebilir bir kalkınma… hayaldlir...
Çözümü “ustalık” isteyen bir yığın sorundan sadece birkaçı…
Türkiye’nin “Usta”ya verdiği iş bu…
Halk yetkisini verdi.
Şimdi top Usta’da!



14 Haziran 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder