Bugün sandık başına gidiyoruz. “Oy kullanmak”, demokratik ülkelerde vatandaşa verilmiş en büyük fırsattır. 3-5 senede bir önünüze seçenekler konulur ve siz, “Memleketimi şu partinin yönetmesini istiyorum” dersiniz. Oyun layıkıyla oynanırsa, sahiden de ülkenin kaderini, sandıkta vereceğiniz bir oy belirleyecektir. Bu yüzden, basit bir iş gibi görülen oy vermek, vatandaşın yapabileceği en büyük eylemdir!
12 Haziran seçiminin en önemli yanı, büyük bir ekonomik krizin hemen ardından yapılıyor olmaması. Hatırlanacaktır, epeydir genel seçimler kriz dönemlerinin arkasından ve normal takvimden önce yapılırdı. Ekonomik kriz genelde toplumsal sorunları artırır ve siyasette de yeni çalkantılar yaşatır.
Örneğin en son ekonomide parlak geçen 2000 yılının ardından gelen 2001 krizi, sadece bir ekonomik kriz olarak kalmamıştı. Kriz sonrası için gerekli “düzeltme”ler 28 Şubat sürecine, iktidardaki partilerin sandığa gömülmesine kadar uzanmış ve AKP yeni dönemin aktörü olarak dizayn edilmişti.
2001 ekonomik krizi olmasaydı, 28 Şubat girişimi olur muydu? Bana sorarsanız olmazdı. Aynı şekilde AKP iktidarlarını da muhtemelen görmezdik.
Sistemin tamamen havlu atması ve Ecevit’in Dünya Bankası’ndan Kemal Derviş’i getirip, ekonomiyi emanet etmesi ile yeni bir süreç başladı, ana hatları ile bugün de sürüyor.
AKP, uluslararası konjonktürün büyük katkısı ve tek parti iktidarı avantajı ile ekonomide başarılı oldu ve iki dönem üst üste iktidar olmasının sırrı buydu.
Bugün yine krizsiz bir ekonomi ile sandığa giderken, kamuoyu yoklamaları Erdoğan’ın bir rekor kırarak 3. Dönem Başbakan olacağını gösteriyor.
Peki bunlar, yarından itibaren her şeyin aynen devam edeceğini mi gösteriyor? Bence hayır.
Ve yeni hükümet, kucağında bulacağı yakıcı sorunlar için adımlar atmak zorunda. Bu da hiç kolay olmayacak.
İşte dikkatinizi çekmek istediğim birkaç satır başı:
· Seçim meydanlarında dile getirilen vaatlere bakılırsa, AKP seçildiğinde, kaldığı yerden devam edecek. İstanbul’a yeni boğaz ile büyük kentler için açıklanan parlak projeler ekonomi için rant ve “büyüme projeleri”dir. Ama yabancı sermaye girişi ve ithalata dayalı olacak bu tür “büyümeler”, cari açık için kısa vadece olumlu, uzun vadede olumsuzluğu aynı ölçüde büyütecektir. Bu, vücuda daha çok hormon almak gibidir.
· CHP’nin “Aile Sigortası”, askerlik süresinin ve asker sayısının azaltılması (sonuçta TSK’nın mali yükünün azaltılması), yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, MHP’nin “Hilal Kart”ı, hangi partiden olursa olsun, yeni hükümetin bir şekilde gündemine almak durumunda kalacağı uygulamalardır. Hem askeri harcamayı artırıp, hem sosyal devlet olacağım derseniz, Yunanistan gibi iflas bayrağını çekersiniz.
· Yeni Anayasa artık zorunluluk. Ancak genelde Kürt’leri rahatlatacak, “Türk”ifadesinin kaldırılıp, her etnik kesimden vatandaşın kendini bulacağı, anayasal vatandaşlık üzerine bir Anayasa beklentisi hakim. İç barış açısından da elzem. İşte bu noktada kafalar karışık. İktidar partisinin, seçim döneminde siyasi hesaplarla geliştirdiği ifade edilen “Türk milliyetçisi” söylem ve “Habur sonrası” hükümetin çark etmesi ile yaşananlara bakılırsa, iş zor. Ortalığa kimseyi tatmin etmeyen, “AKP Anayasası” gibi bir şey çıkarsa kimse şaşırmasın.
· “Kürt sorunu” yarından itibaren kendisini daha bir yakıcı hissettirecek. Bağımsız adaylıkla yüzde 10 barajını delmeyi başaranBDP’liler ve Türk solunun önemli isimleriTBMM’de renkli tartışmalar yaratmaya aday. CHP’nin AB Yerel Yönetim Şartı’nı uygulayacağını açıklaması olumlu bir gelişme olmakla birlikte devletin bu konuda kolay adımlar atmasını beklemiyorum. Örneğin, “açılım”ın arkasını getirmeye niyetlenen bir yönetimin 10 milyar dolara 200 tane savaş helikopteri ihalesi açmasını, yeniden bölgede profesyonel asker, timler kurmaya kalkmasını çelişki olarak düşünüyorum. Ayrıca Kürtlerin hükümeti, devleti beklemeden “kendi iradeleriyle”, yerel özerklik ve dil uygulamasında fiili durumlar yaratma potansiyeline de dikkat çekmek istiyorum.
· CHP, MHP, AKP yıllık yüzde 7’nin üzerinde kalkınmalar vadettiler. Ancak hiç birisi, bu işin, bu cari açıklarla nasıl “sürdürülebilir” olacağını söylemedi. Daha dün, Mart rakamları açıklanınca yine uykularımız kaçtı. “Eyvah kriz mi geliyor” dedik. Şaka değil, 60 milyar dolar açık… Şükür atlatıldı, dolar yine inişte. Ama iki ay sonra bir krizin patlamayacağının hiçbir garantisi yok. Siyasilerin, hiç değilse seçim vaadi olarak “cari açıkla büyüme” politikasını terk edeceklerini açıklamamaları çok ilginç… Biliyoruz, bu modeli çok sevenler var. Özellikle uluslararası sermaye çevreleri Türkiye’nin ithalat cenneti olmasından çok memnunlar. Ama bu yapı, yeni hükümetlerin, “sosyal devlet” olma, yoksulluk, yolsuzluk ve usulsüzlüğü ortadan kaldırma, bölgeler arası dengeyi, iç barışı sağlama, kırsal kesim ve tarımın kalkınması, yeraltı ve yerüstü kaynakları değerlendirme gibi ulusal politikalarına engeldir. Mesela “Türk otomobili” bu yapı içinde hayaldir.
Yeni hükümet, eski sorunlarla nasıl boğuşacak…
Yarın yeni bir gün başlıyor.
İyi pazarlar.
12 Haziran 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder