Türkiye'de içecek sektörünün aşırı rekabet yüzünden zor bir dönem geçirdiği, pek çok şirketin satışa çıkarıldığı belirtiliyor.
Sektörde Türkiye'nin en önde gelen firmalarından birisi olan Erbak Uludağ Grubu'nun Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Erbak, en modern teknolojiyle üretim yaptıklarını, dünyadaki gelişmelere ayak uydurmanın bir zorunluluk haline geldiğine dikkat çekti.
Gıdada dünya çapında başarılı firmalar çıkmaya başladığını kaydeden Erbak, idari, siyasi ve hukuki reformların bir an önce çıkarılması ve iş dünyasının önünün açılmasını istedi.
Gıda ve içecek sektörünün duayen isimlerinden Erbak, Ekohaber'in sorularını şöyle yanıtladı:
- Son günlerin gözde konusu Endüstri 4.0. TUSİAD raporunda gıda ve içecek sektörü Endüstri 4.0'a en kolay uyum sağlayacak, yani teknolojinin en yüksek düzeyde kullanıldığı 6 sektörden birisi olarak sayılıyor. Ne düşünüyorsunuz?
- Dünya değişiyor. Benim inandığım birşey var. Dünyada insanoğlu, varolduğu andan itibaren ilk önce karnını doyurmak zorunda kalmıştır.
İçmek ve yemek zorunda kalmıştır... Bunu yaptıktan sonra da güvenliğini sağlamıştır. Bu iki unsuru, yeme içme ve güvenliği sağladıktan sonra da dünya insanı, insanoğlu başka fasıllara geçmiştir.
Giyinmiş, eğlenmiş, başka bir sürü faktörler ortaya çıkmıştır. Çok samimi söyleyeyim, ben 4.0 Sanayi Devrimi hakkında birşey bilmiyorum.
Birinci, ikinci, üçüncü sanayi devrimi... Bu sıralamanın ne olduğunu da bilmiyorum. TÜSİAD üyesi olmama rağmen ben bu raporu okumadım. Ancak dünya yeni bir dünyaya geçiyor. Özellikle 2000'li yılların başından beri çok hızlı gelişen bir teknoloji var: Dijital teknoloji...
Önümüzdeki yıl, gelecek beş yılda, hatta yarından itibaren, her gün, yeni ve başka bir şey geliyor. Bu elektronik sanayiin, dijitalin en çok kullanıldığı yer, yanlış bilmiyorsam, savunma sanayidir.
Önce orada kullanmak zorunda, dikkat edin, her şey özüne dönüyor, önce insanın güvenliği ile ilgili...
Sonra da herşey yavaş yavaş başka noktalara gidiyor. Burada dijital sanayiin, bilimin nereye gideceğine, bunun ne şekilde hayatımıza gireceğine on, yirmi yıl sonra neler yaşayacağımızı kestirebilmek mümkün değil.
TÜRKİYE'NİN REFORMLARA İHTİYACI VAR
Şöyle düşünelim. Sen Bursalısın. 1970'li, 1980'li yıllarda, şu 9 otomatik arama gelinceye kadar santrallerden şehirlerarası telefonla konuşuyorduk. Bursa'dan, bugün Bursa Büyükşehir Belediyemizin imkanı ile 20 dakikada İstanbul'a uçuyoruz. Biz o zaman Bursa'dan İstanbul'daki birisiyle 4-5 saatte telefonda bile görüşemiyorduk! Geldiğimiz yere bak... Şimdi herkesin elinde birer akıllık telefon var, akıllı diyorlar. Bununla dünyanın her bir noktasına ulaşıyoruz. Hatta dünyanın her hangi bir karanlık noktasında olan hadiseyi de biz saniyelerde öğrenebiliyor, ulaşabiliyoruz. Herkes, milyarlarca insan, her türlü bilgiye erişebiliyor. Bu daha da hızlanacak, daha ileri noktalara gelecek. Kötü niyetli de kullanılıyor, daha da yaygın kullanılmaya başlanacak. Bununla ilgili olarak eğer kim derse ki, 'Ben biliyorum, ben yarını söyleyeceğim', inanmıyorum, yalan söylüyordur. Türkiye'nin de bu gelişimden büyük bir pay almasını diliyorum. Zor bir iş değil. Hepimiz her yerde bunu söylüyoruz. Türkiye'nin şiddetle reformlara, idari, siyasi ve hukuki reformlara ihtiyacı var. Bunların başarılması lazım. Sanayicinin, yatırımcının önünün açılması lazım. Türkiye'deki eğitim seviyemizin yükselmesi lazım. O zaman Türkiye de bundan çok hızlı bir şekilde pay almaya ve aşağı yukarı son 5 yılda donmuş olan 10 bin dolarlık kişi başı milli gelirini de bu şekilde yükseltme imkanı bulacaktır.
10 YIL SONRASINI PLANLADIK
- Sektörde teknoloji kullanımının düzeyi hakkında neler söylersiniz?
- Bu bilinmeyen birşey değil. Ben kendi şirketimizden söyleyeyim... Uludağ Grubu olarak son yıllarda yaptığımız yatırımlarla, bundan 10 yıl sonrasını planlıyoruz. Planladığımız yatırımlarımızı realize ettik şu anda. 1981 yılında sektördeki ilk bilgi işlem sistemini, o zaman adı sistem 36 idi, biz kurduk. İnformatik sistemine ilk o zaman girdik. Bunu bugün çok geliştirdik. Öyle böyle bir gelişim değil... Aynı şekilde bunu yeni yatırımlarımızla bütün ekipmanlarımıza adapte ediyoruz. Geçtiğimiz dönemlerde 15, 20, 25 kişiyle çalışan makinelerimizi, hatlarımızı; kapasite çok büyük miktarda artmasına rağmen 6-6 kişiye, 4-5 kişiye indirdik. Hata oranımızı milyonda birin daha altına indirdik. Hata 2 milyonda bire düştü... Çünkü bunları yapmak zorundayız. Dünya buraya gitmiş artık! Ama gururla söylüyoruz ki, biz bunu başardık. Mesela Ülker... Maşallah dünyanın en büyüğü olmaya doğru gidiyor gıda sektöründe. İnanıyorum ki, buna benzer şirketler çıkacaktır, buna kesin inanıyorum. Biz de bazı devlet katkılarına sahip olabilsek, yani dünyadaki rakiplerimizin devletten aldığı desteklere sahip olabilsek, biz de bugün ihracatımızı iki misline, üç misline çıkarmamamız mümkün değildi... Ayrıca, yurt dışında bir takım yatırımlara gitmememiz mümkün değildi. Ama tek başımıza bu kadar oluyor. Mümkün değil. Ama inanıyorum ki, Türkiye önümüzdeki dönemde bunları çok daha iyilerini başaracaklardır.
- Sektördeki son gelişmeler hakkında bilgi verir misiniz?
- Gıda, sanayiin içinde çok kritik bir noktada. Örneğin su... İnsanoğlu 6 günden fazla susuz yaşama şansına sahip değil. Bitti, ötesi yok. Su olmadan, tarım olmuyor, yeşillik olmuyor; yeşillik olmadan nefes alacağınız oksijen olmuyor. İnsan, yiyecek ve içecek... Bunu en sağlıklı şekilde yapma durumunda. Aksi takdirde kanserler artıyor, bilmem neler oluyor. Bunları yaparken hesapsız yapmamak lazım.
SU SEKTÖRÜNÜN YÜZDE 60-70İ SATILIK
Aslında bizim içecek sektörü pek parlak bir durumda değil. Sıkıntıları var. Çünkü piyasadaki talepten çok daha fazla piyasaya arz var. Fiyatlar çok düşük, sektörün karlılığı yerlerde sürünüyor. Bugün su sektörünün yüzde 60-70i satılık... Alıcısı da yok. Para kazanmayan bir sektöre hiç kimse yatırım yapmaz. Bu da çok doğal. Ama Türkiye'nin yarınlarına baktığın vakit, Türkiye koca bir tarım ülkesi... Kocaman bir tarım ülkesi... Komşularına, dünyanın her bir yanına her türlü mal gönderme şansına sahip. Türkiye tohumculuğu geliştirir, dışa bağımlılıktan kendini kurtarır, hayvancılığı geliştirir, ki, bir devlet politikası var şu anda. Avrupa Birliği müktesebatı içinde galiba, metropoller yaratmak, köydeki insanları tekrar köyüne götürmek, şehirdeki insanların da köyüne dönmesini istiyor. Köyden göçü önleyemedik. Bugün dağ köylerinde genç kalmadı.
GENÇLERİ KÖYDE KALABİLEN TEK KÖY: ÇAYBAŞI
Bursa'da gençlerin kaldığı tek bir dağ köyü, Çaybaşı köyü... Neden?
Çünkü orada maden suyu fabrikaları olduğu için. Biz bu gençlerin orada kalmasını başardık. Tam tersine şehre dönmüş gençlerimizi köylerine geri götürdük. Niçin? Çünkü iş ve aş yarattık. Sigortalı, yasal, legal koşullarda biz orada iş yarattık.
Hepsinin evi tarlası vardı. Şimdi bizim Çaybaşı köyü civarlarında tarlalar da verim vermeye başladı. Çünkü ekiliyor, biçiliyor. Bu çok önemli. Ama bu sadece bizim köye mahsus.
- Endüstri 4.0 ya da 4. Sanayi Devrimi konuşmalarını dinlerken, sanki önümüzde yeni bir ithalat dalgası var, gibi hissediyorum. Zira yeni ve akıllık teknolojiler hep ithal oluyor. Ne dersiniz?
- Biraz önce Vestel'in eski CEO'su, şimdi Zorlu Grubu'nun bir numarası Ömer Yüngül'le beraberdik. Konuşurken, biliyorum, bugün Vestel muazzam bir teknolojiye doğru gidiyor. Muazzam. Evet... Akıllı telefonda yapıyor, akıllı televizyonlar da yapıyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder