Türkiye’de ekonomi, eğitim, yaşam ve siyasetin nasıl bir şey
olduğunu anlamak bazen çok zorlaşıyor. Ama Tonguç ve Enstitüleri kitabı adeta, bulmacanın parçalarını yerine
yerleştiren bir çalışma… Köy Enstitüleri’ni
pek çok insanımız negatif bilir, çünkü öyle anlatıldı. Hâlbuki tam tersiymiş!
Meğer Köy Enstitüleri, Osmanlı’da şeriatla
teslim alınmış insanların üzerindeki kişisel saltanata son verip Türkiye Cumhuriyeti’ni, TBMM’nin temsil ettiği halk iradesine
dayalı demokrasiyi kurumsallaştırmak isteyen Atatürkçülerin Anadolu insanını üretken, eşitlikçi, laik, çağdaş
insanlar olarak yetiştirmek için kurduğu gerçek eğitim kurumlarıymış!
Anladığım şu ki, Köy
Enstitüleri’ni kuranlar ne kadar demokratik, laik, üretken; tarımda,
sanayide, kültür sanatta modern bir
Türkiye’yi amaçlamışlarsa; Anadolu’da
filizlenen bu uyanışı dağıtmak isteyenler de o kadar, Osmanlı dönemindeki ayrıcalıklarını yeniden
kazanmayı amaçlamışlar!
Bugün cumhuriyet, laiklik, demokrasideki sıkıntılar kadar, sanayide, teknolojide, enerjide, eğitimde,
bilimde, hatta savunmada dışa bağımlı
oluşun, Köy Enstitülerini kapatmakla
doğrudan bağlantılı olduğunu düşünmeye başladım!
Ama bunu salt sağ-sol retoriğiyle açıklamak, Köy
Enstitülerinin dağılmasının bütün faturasını sadece 1950’lerdeki Demokrat Parti iktidarına yüklemek de
doğru değilmiş.
Kitabın yazarı Pakize
Türkoğlu, kendisi de Köy Enstitülerinde
yetişen, olaylara birebir tanık olan bir eğitimci. Kitap, Cumhuriyet’in 75.
Yılı Toplum ve İnsanbilimleri İnceleme
Büyük Ödülü sahibi.
Kitaptan anlıyoruz ki, Anadolu’daki uyanışın önüne geçerek yeniden Osmanlı özenticiliğine ortam
yaratan gelişmelerin kaynağı; baştan
büyük heyecanla Köy Enstitüleri’ne destek veren İsmet İnönü’ye de pes dedirten, İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerikacılık rüzgarı…
Laikliğe dinsizlik
diye saldıran, topluma sürekli şeriat pompalayanların aslında, sadece maddi,
dünyevi şeylerin peşinde olduklarını görmek… Düşünsenize, evinde karın
tokluğuna yoksul köylü kadınları çalıştıran ve onları her türlü istismar eden ağa takımı, Köy Enstitüsü’ne
giden kız öğrenciler için ne fetvalar çıkartıyor... Adamın tek korkusu, kölenin uyanması!… Efendim kız öğrencilerin
okuması dinen günahmış!
Yani adam iyi Müslüman
olma, oradaki güzel ahlakı kendine düstur edinme falan derdinde değil, insanları
din aracılığı ile yönetme
derdinde! Din bir inanç olmaktan çıkmış,
insanları yönetme aletine dönüşmüş…
Peki Köy Enstitüleri, söylendiği gibi komünist işi miymiş?
Benim anladığım şu ki, bu enstitülerin komünistlikle uzaktan yakından
ilgisi yok. Bu kurumları kuranlar, tamamen, Amerika’da, Avrupa’da toplumun nasıl kalkındığını
yerinde görüp, ona göre, Türkiye’ye özgü
bir kalkınma modeli yaratmaya çalışan insanlar. Örneğin kurumun başındaki
kişi, İsmail Hakkı Tonguç bizzat Almanya’da eğitim görmüş, oradaki
kalkınmaya özenen birisi.
O zaman, kapitalist batı yanlısı bir eğitim kurumunu, Türkiye’deki
zengin, toprak sahibi, fabrikatör sağ kesim neden komünist işi ilan etti?
Benim bu konuda yorumum şu:
Maalesef bizde sağcılar ile solcular esasta batı demokrasilerine taraftar. Ama arada şöyle bir fark
var. Solcular Avrupa’da ne yapıldığına bakıp, onların yaptığını yapma, o yoldan gitme derdinde…
Sağcılar ise batılı sermaye sahiplerinin, güç odaklarının dediklerini yapmanın batı medeniyetine
ulaşmada daha etkili olacağı görüşünde.
Böyle olunca da, sanılanın aksine Amerika, İngiltere,
Almanya, Fransa gibi batılı ülke iktidarlarının desteği hep sağ kesimlere
yönelmiştir.
Bir Almanya senin kalkınıp Almanya gibi olmanı istemiyor.
Seni Almanya’nın kalkınması için araç olarak kullanmayı, bir bakıma sömürmeyi
düşünüyor! Sadece çıkarını düşünüyor, adam kapitalist... Dediğini yaparsan onunla adil
bir ilişki yakalama şansını yitiriyorsun.
Örneğin AB’ye bir türlü giremiyorsun!
Bu ülkelerin hâkimleri, bizim gibi ülkelere hep çıkarlarına
göre yaklaşmış. Bu nedenle de örneğin ABD'nin Ortadoğu’da en yakın, sıkı fıkı olduğu ülkeler, şeriatçı krallık
rejimleri olmuş. İş tamamen maddi çıkar olmasa Beyaz Saray elitlerinin İslamcı rejimleri desteklemesinin ne anlamı olabilirdi! Adamlar Ortadoğu'da baskıcı rejimleri kendi çıkarları için daha elzem buluyor...
Atatürk, Kurtuluş
Savaşı vermiş bir lider olarak batılı devletlerin ne istediğini çok iyi bilen birisi. O, kendisine söyleneni değil, batılıların bu medeniyeti kurmak için ne yaptıklarına bakmış…
Ve aslında bizdeki sağ-sol tartışması denilen şey de Atatürk’ün
başlattığı modern toplum çabasını daha ileri götürmek isteyenlerle, bunu
tersine çevirmenin daha yararlı olacağını sananlar arasındaki mücadele gibi
duruyor.
Sevgili okurum, bugünü anlamaya büyük katkısı olacağına
inandığım kitapta, altını çizdiğim bazı cümleleri, aynen sizlerle paylaşmak istiyorum.
Osmanlı döneminde ilişkin çarpıcı tespitler:
“… İmparatorluğun
nimetlerine kavuşmuş olanlar, kendi çocuklarını yabancı okullarda ya da özel
öğretmenlerle okutup devletliler arasına sokuyordu. Kasaba eşrafı ve köy
ağalarının çocukları kendilerine çeşitli çıkar sağlayan medreseler yoluyla
toplumu sömürecek şekilde yetiştiriliyordu. Geriye kalan yoksul halkın ve köklülerin
okuyup adam olması, istenilen bir şey değildi… Devrimci meşruiyetçiler, yeni
ilköğretimi halka götürme çabasına girişmişti… “
“(Okular) Din adamı
yetiştiren medreseler, parası olanın
okuyabileceği özel yabancı okullar, gerisi okuma yazma yerine din kuralları
öğreten mahalle mektepleri.”
“Sarık medrese, fes
tazminat kafasını temsil simgeler.
Tazminatçılar, ‘batının tekniğini alalım, kafamız İslami kalsın’
derdi. Pantolon ceket üzerine fes…”
“Prens Sabahattin, ‘Batının bireyci eğitim sistemine geçmek
gerektiğini’, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Tevfik Fikret (Mektebi Sultani )GS
Lisesi) mezunu. Ethem Nejat ilk kez
öğretmen okulu öğrencilerini köylere götürür ve eğitimcilerin halkı tanımasına
çalışır.”
“Meşrutiyet dönemi,
okulla medreseyi, banka ile tefeciyi , Arapça ile Türkçe’yi kulüple tekkeyi,
trenle merkebi, deve katarını, ilkel zanatçı işiyle fabrikayı, elektrikle mum
ışığını, sarıkla fesi, üniversite ile kadı yetiştiren medreseyi,
milliyetçilikle Osmanlıcılığı, batı uygarlığı ile geri doğu medeniyetlerini yan
yana yaşayabileceğini sanıyorlardı… “
Atatürkçülerin ülküsü
“…Devrimin ne yapıp
edip bir yandan Anadolu’daki genç aydınlara ülküsünü benimsetmesi, öte yandan
kendi kuşağını hızla yetiştirmesi gerekiyordu. Çünkü hiçbir yenilik hareketi
yeni insanı, yeni kadroları ve aydınları olmadan yapılamazdı. Bu iş Mili Eğitim
Bakanlığı’nın başta gelen göreviydi.”
(Atatürk’ün 10 Yıl konuşmasından)
“Türkiye’nin asıl
sahibi, asıl efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde herkesten çok mutluluk
ve refaha layık olan onladır. O halde TBMM’nin ekonomi politikası, bu yüce
hedefin gerçekleştirilmesine yöneliktir.
Efendiler diyebiliriz ki bu sefalet ve felaketin tek nedeni bu gerçeği
anlamamış olmamızdır. Yedi yüz yıldan beri dünyanın dört bir köşesine
göndererek kanlarını akıttığımız, kemiklerini yabancı topraklarda bıraktığımız,
emeklerini ellerinden alıp çarçur ettiğimiz, buna karşılık onlara daima
küçümseyerek ve ezici davrandığımız, bunca vericiliklerine karşılık nankörlük,
küstahlık ve kabalıkla uşak düzeyine indirdiğimiz, bu gerçek sahibin huzurunda
bugün utanç ve saygıyla hakiki durumumuzu alalım…”
“(Yeni eğitim politikası için) Yabancı uzmanlar davet ediliyor. İlk olarak Colombia üniversitesinden Prof. John Dewey gelir. Rapor hazırlar. 1924 Köy
okullarında köylüler eğitilmeli, buna uygun öğretmenler yetiştirilmeliydi. Mustafa Necati, 1925 bakan olur. Atatürk devrimlerine
içtenlikle gönül vermiştir…”
43 maddelik bir
tasarı hazırlanır, hedefler belirlenir:
“…Okul ile hayat arasındaki
Çin seddinin kaldırılması, çiftçilik okullarının kurulmaı, halkın ekonomik
kültürel düzeyinin yükseltilmesi, halk-öğretmen işbirliği, kızların eğitime el
atılması, üreticinin eğitimi, politeknik eğitim, kız ve erkek çocuklara
birlikte eğitim… “
Okullarda laik bir eğitim başlar. Ancak halkın yeniliğe uyumu
zaman alır. Halk yobaz değildir, fakat ilk kez karşılaştığı bir şeydir, ne olacağını bilmemektedir, direnç
gösterir, özellikle ağa takımı da alttan
alta bu direnci kışkırtır.
“Nüfusun yüzde 80’i
olan köylü eğitim görmezdi. Eğitimin ekonomiye insan kazandırma gibi bir derdi
yoktu.”
“Kent nüfusunun bir
bölümü memur ve esnaf, bir bölümü işsizdi.”
“Dewey ‘demokrasi için
eğitim’ derken, buna içerden ‘amele mi yetiştireceğiz’ diye direnç gösterildi”
“Öğretim Birliği, harf
devrimi, öğretmenlerin özlük haklarının iyileştirilmesi eğitimin önünü açar. Ancak asıl çözümlenemeyen köye yarayışlı
öğretmen yetiştirmektir. “
“…Alman köylerindeki
gibi içinde öğretmen evi, bahçesi, çiftliği
bulunan okullar yapılabilirdi. Öğretmen köylerde tarımı öğretmeli, ona uygun
yetişmeliydi.”
“1936 ‘dan başlayarak
Çifteler, Kızılçullu ve Kepirtepe’de
kurulmaya başlanan okullar…”
“Bakan Hasan Ali Yücel
bunu özellikle Atatürk’ün ölümünden itibaren bir iddia haline getirir.”
“Edilgen yarı aydınlar,
rahatlarının kaçacağından korkan yöneticiler, çıkarlarının bozulacağını sanan
ağa eşraf takımı karşı çıkmaya başlar.”
“Nüfusun çoğunluğu
olan köylünün eğitilmesi, Atatürk devrimlerinin yurt çapında yayılması…”
17 Nisan 1940’da, TBMM’de onaylanan 3803 Sayılı Köy
Enstitüleri Kanunu çıkar.
“Köy Enstitüleri
tarıma elverişli toprağı olan yerlerde kurulacak, bağ, bahçe, tarla, atölyeler
olacak, okul binası, bina olmayan yerlerde okul binalarını öğretmen ve
öğrenciler yapacak, kullanılan arazi, hayvan vs. hepsi okulun malı olacak.”
“Enstitü müdürüne
bağlı çalışan eğitimbaşı, tarlabaşı, yapı sanat başı, müzikbaşı, sporbaşı ve
sağlık başı.. altta kümeler, gruplar
vardı…”
Balıkesir, Savaştepe
Köy Enstitüsü Nisan 1945 çalışma
raporundan, faaliyetler:
“3 bin dekar toprak
ekildi, 150 dekar hazırlandı. 1 km. uzunluğunda kanal açıldı, 16 ton buğday, 7
ton bakla, 2 ton burçak, 12 ton patlıcan, 15 ton domates, 55 ton kurufasulye, 3
ton süt,. 6 manda, 6 ölüz, 10 montofon, 10 kısır inek 6 düve, 15 kasaplık
sığır, 86 koyun, 86 hindi vs… “
“Ezberleme değil,
çalışarak, yaparak öğrenme…”
“Her öğrenci halk
oyunlarını oynayacak, şarkı türkü söyleyecek, tiyatro yapacak, çalgı
çalacaktır.”
“Her enstitüde başta
radyo olmak üzere gramofon, mandolin, ağız armoniği, akordeon, davul zurna,
kaval gibi müzik aletlerinin kullanılması şarttır.”
“Bir yerinde demir
dövülen, dikiş dikilen, bez dokunan, makine ve tezgah sesleri gelen enstitülerden
bir yandan da hepsini bastıran güzel şarkı ve türkülerin, Ay Işığı Sonatı’nın,
Tuna Dalgaları’nın büyülü sesi duyuluyordu.”
Laik eğitim görün!
“O dönem sade Köy
Enstitülerinde değil, Türkiye’nin hiçbir yerinde hiçbir okulunda bugünkü gibi
din dersi yoktu. Laiklik egemendi bütün okullarda. Yönetimde din ile devlet işi
ayrılmıştı. Devlet din öğretimini kendi yapmıyor, yaptırmıyordu. Bu görevi aile ve camiler
üstlenmişti…”
“Kişilerin kendini
ilgilendiren, kendilerinin yapabileceği bireysel ve özel bir işti din ve ibadet…
Devlet ise refahın yükselmesi anlamında tüm ekonomik ve sosyal sorunlarla baş
etmek, ülkeyi bayındırlaştırmak, çağdaşlaştırmak zorundaydı. Yeni cumhuriyetin
eğitim politikası ve programı çoğunluğun gereksinimi olan yeni çağdaş bilgiler,
teknik beceriler ve alışkanlıklar kazandırmayı amaçlamalıydı.”
“O dönemde bağnazlık
değil, dinsel hoşgörü vardı. Din adamları politikaya karışmazdı. Başkasının
camiye gitmediğiyle oruç tutmadığıyla çok ilgilenmezdi. Bir dinsel hoşgörü
ortamının esenliği vardı toplumda. Ezan
Türkçe okunur, camiye insanlar çevrenin
baskısıyla değil, kendi isteği ile giderdi.”
“Özellikle öğretmenler
köylere dağılınca, köyün okuyum bilinçlenmesinden rahatı kaçan çıkarcı kesim
köy imamlarının ya da yeni dincileri yanlarına alarak, köydeki gelişmeyi
durdurmak için çağdaş eğitimi kötülemeye kalkmıştı. “
“Yüksek Köy
Enstitüleri üniversite düzeyinde eğitim kurumudur. Ancak enstitüleri içine sindiremeyen bir anlayış vardır ve 1945’de ilk sinyal,
buradan mezun olanların askerde çeşitli bahanelerle yedek subaylık haklarının
gasp edilmesi olur. Er, erbaş olarak askerlik yaptırılırlar.”
Kıyamet 1946’da kopar.
“Enstitülerde okuyan
binlerce kız ve erkek köylü çocuğu ve ana babaları, konu komşuları bizim
birlikte okumamızı yadırgamazken, ilgisi
olmayan kentliler, zenginler, ağalar, hacılar, hocalar, kimi bürokratlar, özellikle politikacılar kıyameti koparıyor,
yer yerinden oynuyordu, köy kızları elden gidiyor diye… Çünkü onlar köy
kızlarının ancak kendileri için hizmetçi, besleme, odalık olabileceklerine koşullanmışlardı. Çünkü köylü
kızları okurlarsa ağaların çiftlik evlerine elden ele babadan oğula devredilen, örselenmiş incitilmiş, iğfal
edilmiş, dünyaları zindan edilmiş kadınları kızları bulamayacaklardı.
Enstitülerde kızların ağır işlerde çalıştırıldığı savında bulunan
milletvekillerinin evlerinde nice yetenekli köylü kızı karın tokluğuna beslemesi,
hizmetçi olarak çalışıyordu. “
“Örneğin Eskişehirli
toprak ağası Emin Sazak gibi isimler mecliste enstitüler aleyhine çalışmıştır.”
“Atatürk’ün ölümünden
sonra bu anlayıştaki isimler kilit noktaları tutmuşlar. Meclis Başkanı Kazım
Karabekir… İnönü toprak reformu yasasını 1944’te meclisten çıkarmış olmasına
rağmen direnç nedeniyle uygulayamamıştır…”
“1945’te İstanbul’da büyük bir sağcı gösteri olur. Tan
gazetesi ve Görüşler dergisi yerle bir edilir. Hüseyin Cahit Yalçın’ın
kışkırtıcı yazıları…”
Asıl kıyamet 1946
yılı bütçesinin görüşüldüğü Aralık
1945’te yaşanır. Muhalefet, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile
Köy Enstitülerinin başındaki İsmail
Hakkın Tonguç’a hücumlar başlar. 1946 seçimleri sonunda Başbakan Saraçoğlu gider, Recep Peker gelir. Önce Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel
yerine Köy Enstitülerine başından beri karşı olan Şemsettin Sirer bakan olur. Sirer,
Enstitülerin başındaki Tonguç’a diş
bilemektedir. Tonguç, Almanya’da eğitim
görmüş, idealist bir elişi öğretmenidir.
“Çoluk çocuğunuzla
birlikte hepinizin belini kıracağım” demektedir. Enstitülerin “dinsizliğin ahlaksızlığın, solculuğun
başını açıp gittiğini” söylemeye başlamışlardır. Bakan Sirer ve İlköğretim
Genel Müdürü Yunus Kazım Köni,
enstitüleri sıkıştırırken, “Biz
Nasyonalistiz” der.
“Köy Enstitülerindeki
işleyişin bozulması, Tonguç hatta İsmet İnönü’ye kadar bildirilmiş, ancak bir sonuç çıkmaz. Zira onlar da artık adeta
tenzili rütbeye uğramıştır.”
Sirer sadece Enstitü değil eski bakan Yücel’in başlattığı
bütün işleri bozar. 1948’de yerine Tahsin
Banguoğlu bakan olur, o daha da hızlıdır. Tonguç hakkında
devlet malını kötüye kullanma gibi iddialarla soruşturma başlatır.
"Artık enstitülerde öğrencilerin yönetime katılması
yasaklanır, kız ve erkek öğrenciler aynı sınıfta derse giremez."
“CHP içinde bir sağ
kesim çöreklenmiştir. Onlar parti içindeki sağlıklı Kemalist kesime karşı
CHP’yi ele geçirme, köy enstitüleri gibi halka yönelik hareketlere onay veren
ilerici grubu dışlama girişimi içindelerdi.”
“Artık köylünün
uyanması komünizm sayılıyordu.”
“Artık din bilmeyen
bir dinci grup pedahlanmış, politika
bilmeyen bir politikacı grup ortaya çıkmıştı. Din bir inanç olmaktan çıkıp,
birileri için ekmek kapısı oluvermişti.”
“İnönü’nün Topkapı ve
Uşak’ta yolu kesilip taşa tutulmuştu.”
“İnönü gerçekten biz
ortanın solundayız, dediğinde ise çok geç olmuştu.”
“CHP’den kopan toprak
ağaları, Anadolu eşrafı ve din
gericilerinin kurduğu Demokrat Parti’yi
kendi elleriyle, oylarıyla iktidara getirmişti.”
“Artık okulda dersini
bırakıp camiye giden öğretmendi, makbul olan.”
“CHP’nin başlattığı
yıkımın sonunda, DP’ye yasaları
politikayı sona erdirmek kalmıştı.”
1952 yılında DP iktidarının
Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri Eğitim
Şurası’nı toplar ve Köy Enstitüleri
resmen sona erer. Artık bu okullar dağıtılır
ve buralarda Öğretmen Okulu kurulur.
“Artık eğitimde iki
tip okul öne çıkar. Birisi İmam Hatip
Liseleri, diğeri ise yabancı dilde
resmi kolejlerin açılması...”
“Enstitüleri on beş
yıl yaşatmaya İnönü’nün bile gücü yetmemişti…”
------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder