26 Ağustos 2017 Cumartesi

Salçaya ‘koruyucu yasağı’ niye uygulanmıyor?



Çarşıda, pazarda, marketlerde yiyecek içecek bir şey alırken en çok tedirgin olduğumuz şey “katkı maddeleri”. Bu tedirginlik boşuna da değil, zira kanser korkunç bir hızla yayılıyor, her gün sevdiklerimizi tek tek aramızdan çekip alıyor.
Mutfaklarımızın vazgeçilmesi salçanın en büyük üreticisi Tat Gıda’yı ziyaretimizde, çarpıcı bir gerçekle karşılaştık: Türk Gida Kodeksi çerçevesinde çıkarılan “Katkı Maddeleri Tüzüğü”, maalesef bazı çıkar çevrelerinin girişimleri yüzünden yıllardır uygulanmıyor ve “Salçada koruyucu madde yasağı” fiilen askıda, uygulanamıyor!
Özeti şu: Vatandaştan, sivil toplum örgütü ve uzman kuruluşlardan yükselen tepkiler ve de Avrupa’ya ihracat kaygıları yüzünden 30 Haziran 2013 yılında Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından bir yönetmelik çıkarıldı Resmi Gazete’de yayımlandı.
Salçalarda bakteri ve mikrop üremesini engelleyici katkı maddesi sorbik asit kullanımı yasaklandı. Ancak yasa yürürlüğe girmeden, ertelemeler oldu ve sorbik asit kullanımının yasaklanmasına yönelik sürenin başlaması, en son 15 Temmuz 2017’ye ertelemişti. Bu yönetmelik hala yürürlükte değil.
İşin teknik yanı şu: Standartlara uygun üretim yapan salça fabrikalarında, üretim tamamen kapalı sistemle gerçekleşiyor ve sadece bol suyla yıkanıp ayıklanmış domateslerin girdiği prosesten, sadece salça çıkıyor. Salça 90-95 derece hermetik kapama denen bir yöntemle cam veya teneke ambalajlara dolduruluyor. Plastik bidonlara, şişelere yüksek sıcaklık yüzünden bu sistemde dolum yapmak münkün olmuyor. Hermetik kaplama yapılan salçanın bir bölümüne çok az miktarda tuz katılabiliyor.
Ancak bazı fabrikalarda bazen kapalı sistemin yeterli olmaması, bazen de tercihler nedeniyle bu sistem terketilip, plastik kaplar kullanılıyor ve salçada küflenmeyi, bozulmayı önlemek için sorbit asit türü koruyucular ile yüksek oranda tuz kullanılıyor. Böylece, kimyasal, plastic madde olarak elde edilen sorbik asit ile “bozulmayan salça” yemiş oluyoruz!
Peki salçada organik hareketlenmeyi durduran, küf, mantar oluşumunu engelleyen bir kimsayal maddeyi yemeklere koyup yediğimizde bize ne oluyor?
Kanserin bunca yayılmasında bunun rolü nedir? İşin bu yönleri kimseleri ilgilendirmiyor!
Kısacası, vatandaş olarak neredeyse her yemekte kulandığımız salçaya, sağlığımızı etkleyen koruyucu maddelerin kullanımı, devam ediyor. Siyasi iktidar, çıkar çevrelerinin baskısı nedeniyle kendi yayımladığı yasayı kaç senedir yürürlüğe sokamıyor.

TAT’TA FARKLI HEYECANLAR…

            Koç Holding iştiraklerinden ve kuruluşu 1967’ye uzanan Tat Gıda’nın Üretim Genel Müdür Yardımcısı Hakan Turan, Mustafakemalpaşa Tatkavaklı’daki basın toplantısında Tat Gıda’yı ve tarımda dijitalleşme yolundaki projeleri hakkında bilgi verdi. “Tat Ziraat Önderleri”, “Domatesin Önderleri”,  “Tat Lider Liftçi” programları ile bir yandan çiftçiyi eğitirken, bir yandan arazideki verim ve  kaliteyi artırma yönündeki çalışmalarını anlatan Turan, “Bursa’da sözleşmeli üretim kapsamında 500’ün üzerinde çiftçiden domates alıyoruz. Bu toplam alımımızın yarısından fazlasını oluşturuyor. Bu yüzden bölge bizim için çok önemli. Önümüzdeki yıllarda özellikle teknooloji yenilenmeye yönelik bir plan odayığla yatırımlarımız artarak devam edecek. Ayrıca dijitalleşme konseptiyle tüm iş süreçlerimizi yeniden kugulayacak yatırımlar planlıyoruz. Bugüne kadar çiftçilerimize 2 bin satin üzerinde eğitim verdik” diyor.
Turan’ın verdiği bilgiye göre, dijitalleşmeyi hedefleyen çalışmalar çerçevesinde, çiftçiler akıllı telefonlara indirilen uygulamalarla ekim dikim zamanı ve hava durumundan, yaşadıkları her sorunla ilgili bilgi desteğine ulaşabiliyor, çiftçinin ne zaman nasıl gübre kulanacağı, hangi tohumu nerden bulacağı, nasıl ekeceği online olarak takip edilebiliyor.
“Tarladan Sofraya” uygulaması ise market rafında satılan ürüne konulan etiket sayesinde, o şişedeki salçanın hangi çiftçinin domatesinden elde edildiği gibi bilgilere ulaşılabiliyor.

GUİNNESSE REKORU COŞKUSU…


Tabi Ağustos ayının ikinci yarısı, bir salça fabrikası için işlerin en yoğun olduğu günler… Düşünün ki bu tür fabrikalar asıl işi yaklaşık olarak yılın iki ayında gerçekleştirmek durumunda, malum domates, traktör  römorklarının üzerinde, o sıcakta, öyle günlerce bekletilemiyor ve bir iki gün içinde işlenmesi gerekiyor.
TAT, bu yoğun günlerde ilginç bir etkinlik için seferber olmuş. Fabrika alanında 800’den fazla çalışan, askeriye usulu sıra sıra dizilen masaların çevresine toplandı ve tam 30 saniye boyunca, İstanbul Büyükşehir Belediyesi üretimi dilimlenmiş ekmeğin üzerine salça sürdü!
En fazla kişiyle aynı anda ekmeğin üzerine bıçakla salça sürmek diye bir rekor varmış ve artık bu rekor Fransızlardan alınıp Tat işçilerine, yani Türkiye’ye geçmiş oldu…
Guinnesse denemesi izlenmeye değerdi.  Guinness için dev ekrandan Lonra’daki Guinness World Record merkezine bağlanıldı, oradan gelen talimatla başlanıldı, çok sayıda görevli tarafından denetlenen yarışmada çalışanların keyfine diyecek yoktu.
Bu arada, unutmayalım, etkinliğin sürpriz isimleri oldu. Survıvor yarışmalarının yıldızlarından Gamze ve erkek arkadaşı, yarışmayı izledi, özellikle kadın çalışanların yoğun ilgisi ile karşılaştılar…


DOMATESİN KİLOSU 25-30 KURUŞ





Bizde maalesef en son düşünülen şey, üretim ve bu üretimi yapan, tarlada bahçede çalışan insanlar,  çiftçiler.
Mustafakemalpaşa ve Karacabey sadece Bursa değil, domates üretiminde Türkiye’nin en önemli merkezlerinden birisi.
Fabrikada dolaşırken,  tepeleme kıpkırmızı salçalık domates yüküyle üretim için sırasını traktör römorklarını gördük.
Traktörün çevresinde gördüğümüz çiftçilerin ayaklarındaki lastik ayakkabı, evet sadece bu lastik ayakkabı bile bütün bu sanayide, kazanılan parlak başarıların, ihracatın, yüklü paraların arkasında, üretimde en kilit yerde duran, asıl emektar olan çiftçilerin gerçek durumunu ortaya koyuyordu.
Çevrede, üreticinin domates üretiminden, kazancından memnun olup olmadığını öğrenmeye çalıştık. Başlar, sadece “hayır” anlamında, saga sola çeviriliyordu.
Hakan Turan, bu yıl salçalık domatesin tonuna 250-300 lira ödediklerini söyledi. Tat Gıda’nın, fiyatın seviyesi ile ilgili pek çok açıklaması, gerekçesi var.
Ancak bir yanda da sıcakta, çamurda çalışıp fabrikaya domates getiren, üzerine düzgün elbise, ayağına sağlıklı bir ayakkabı bile alamayan üreticinin hali var.
Pazarlarda, marketlerde bizim vatandaş olarak domatesin kilosuna asgari 2 lira verdiğimizi hatırlıyorum. Oysa orada üretici bir kilo domatesi 25-30 kuruşa satıyor.  





15 Ağustos 2017 Salı

Ekonomideki ‘başarı’nın perde arkası: PPP (son bölüm)



KAMU-ÖZEL SEKTÖR ORTAK, BİZ MÜŞTERİ!


Kalkınma Bakanlığı, Kamu Özel Ortaklığı’nı (PPP), “Kamu Özel İşbirliği” (KOİ) olarak tanımlıyor. Bakanlığın açıkladığı Kamu Özel İşbirliği Uygulamalarına İlişkin Gelişmeler-2015 raporu verilerine göre, Türkiye’de inşaatı devam eden 34 proje ve yatırım tutarı (2015 fiyatları ile ABD Doları olarak) şöyle: 


Proje                                                                                         Tutarı (Dolar)
1.         Gebze-Orhangazi-İzmir (İzmit Körfez Geçişi dahil)    7.607.415.278
2.         İstanbul Karayolu Boğazı Tüp Geçişi Projesi               1.339.252.350
3.         Kuzey Marmara Otoyolu (3. Boğaz Köprüsü dahil)     2.446.377.383
4.         İstanbul Yeni Havaalanı Projesi                                   13.937.507.260
5.         Karasu Limanı Projesi                                                         77.120.851
6.         Muğla Ören Yat Limanı                                                       10.630.425
7.         Dalaman Yat Limanı ve Deniz Otobüsü Y. Yeri                  17.797.200
8.         Muğla-Datça Yat Limanı                                                     15.408.750
9.         Gazipaşa Yat Limanı                                                             9.574.400
10.       Haliç Yat Limanı ve Kompleksi                                        723.541.623
11.       Ankara Hızlı Tren Garı Projesi                                          239.512.000
12.       Yassıada-Sivriada Projesi                                                  132.973.821
13.       Dilucu Gümrük Kapısı Tesisleri                                         18.982.556
14.       Esendere Gümrük Kapısı Tesisleri                                     18.632.564
15.       Kapıköy Gümrük Kapısı Tesisleri                                      22.166.419
16.       Çıldır/Aktaş Gümrük Kapısı Tesisleri                                18.982.556
17.       Halkalı Gümrük Kapısı Tesisleri                                        64.027.495
18.       Kayseri Entegre Sağlık Kampüsü                                     403.919.734
19.       Etlik Entegre Sağlık Kampüsü                                      1.105.616.253
20.       Bilkent Entegre Sağlık Kampüsü                                  1.086.669.600
21.       İkitelli Entegre Sağlık Kampüsü                                   1.232.816.682
22.       Elazığ Entegre Sağlık Kampüsü                                       308.756.448
23.       Yozgat Sağlık Yerleşkesi Projesi                                  155.574.043
24.       Manisa Eğitim Araştırma Hastanesi                              182.720.926
25.       Adana Entegre Sağlık Kampüsü Projesi                        680.452.306
26.       Mersin Entegre Sağlık Kampüsü Projesi                      339.974.330
27.       Gaziantep Entegre Sağlık Kampüsü Projesi                  840.186.289
28.       Ulusal Halk Sağlığı Kurumu ve Türkiye İlaç K.           776.940.175
29.       FTR, Psikiyatri ve YGAP Hastaneleri Projesi               658.097.828
30.       Isparta Sağlık Yerleşkesi Projesi                                  263.982.939
31.       İzmir Bayraklı Entegre Sağlık Kampüsü                      758.333.333
32.       Kocaeli Entegre Sağlık Kampüsü Projesi                     504.728.453
33.       Konya Karatay Entegre Sağlık Kampüsü                     255.028.890
34.       Bursa Entegre Sağlık Kampüsü                                    315.967.153

TOPLAMI 185 MİLYAR DOLAR MI? 

Rapora göre 34 projenin toplam yatırım tutarı 72,1 milyar dolar olurken, bunların 17’si YİD ve 17’si YK modelli. Raporda, Türkiye’de PPP kapsamındaki toplam 211 proje büyüklüğünün 2017 fiyatlarıyla 123,5 milyar doları aştığı belirtiliyor. 
Kalkınma Bakanlığı en son 2015 yılı raporunu açıkladığı için bu rakamların çok güncel olduğu söylenemez. Örneğin ilahesi yapılan Çanakkale Köprüsü vs. projeler bu listede yok. Dolayısıyla kesin bir rakam da açıklanmış değil. Cumhurbaşkanının açıkladığı 185 milyar dolar dış yatırımının çok büyük bölümünü PPP’lerin oluşturduğu muhakkak.

DESTEKLER

PPP projelerinde dikkati çeken en önemli nokta, ciddi devlet teşvikleri. 
Bu projelerde KDV istisnası, Gümrük Vergisi muafiyeti, yüzde 90 vergi indirimi. Normal vergi yüzde 2. 
Sigorta primi desteği ise bölgelere göre 7 ila 10 yıl arasında değişiyor.
Ayrıca projeler için bedava arsa tahsisi..
Faiz oranı için TL’de yüzde 5, dövizde yüzde 2 destek var.
Önce, Dünya Bankası’nın salt kredi alabileceğiniz bir ticari banka olmadığını hatırlatalım. Dünya Bankası uzun yıllar IMF ile koordinasyon içinde hükümetlerin kalkınma ve finans politikalarını yönetip yönlendirme işlevi gördü. 
Ancak son 20 yılda, IMF’deki devletlerin resmi fonlarının yerine özel sektör finansmanının devreye alınmasından sonra Dünya Bankası’nda da bir politika değişikliğine gidildi ve Dünya Bankası zordaki ülkelere kendisi kredi vermek yerine, batılı banka ve finans kuruluşlarının fonlarının kullanılmasını bir şekilde organize etti.

237 ‘ESKİ PROJE’

Hatırlanacaktır,  Türkiye’de yerel yönetimler dahil pek çok kurum Dünya Bankası’ndan doğrudan kredi aldı. 
Dünya Bankası resmi verilerine göre, Türkiye’de 237 projeye destek ve kredi vermiş. Bunlardan pek çoğu, önceki hükumetlere ai; bitmiş, borcu kapatılmış işler. 
Projelerin çoğu aktif görünüyor. 
Krediler çok farklı amaçlarla alınmış.
İşte örnekler:
Trans Anadolu Doğalgaz Hattı (800 milyon dolar), Uzun dönem ihracat desteği (250 milyon dolar), Yenilenebilir Enerji Entegrasyonu (300 milyon dolar), Kalkınma ve Rekabeti koruma Projesi (800 milyon dolar), Sürdürülebilir Kalkınma (500 milyon dolar), Sürdürülebilir Kalkınma ve Enerji (600 milyon dolar), Özel Sektör Yenilenebilir Enerji (500 milyon dolar), Büyüme ve İşgücü Politikaları P. (1 milyar 300 milyon dolar), Elektrik sektör Kalkınma (800 milyon dolar), Orta vadeli İhracat desteği (600 milyon dolar), Tarım Reformu Uygulamaları (600 milyon dolar), Kamu özel finansal uyum (1 milyar 350 milyon dolar), Elbistan santralı (148 milyon dolar), Afet Projesi (500  milyon dolar), Kırsal Kooperatifler (200 milyon dolar),  Ulusal Felaketler Risk Yönetimi (300 milyon dolar), Çankırı Kırsal Kalkınma (75 milyon dolar), Berke Hidrolik Santralı (270 milyon dolar) vs. vs.
Listede Bursa’dan BUSKİ’nin 1993’de aldığı 129,5 milyon dolar kredi de var. Tabi BUSKİ bu parayı içmesuyu ve arıtma tesislerinden kullanmış, borcu ödemiş, hesap kapanmış. (Dolar borcu ödendiyse su niye ucuzlamıyor, diye sorabiliriz)
Dünya Bankası’nın kredi listesi o kadar çeşitli ki, insan ‘Bunun için yurt dışından kredi mi alınır’ diyor, şaşırıyor.
Projeler genel olarak şöyle sıralanıyor: 
Eğitim altyapısı ve iyileştirme, Sürdürülebilir Şehirler (Belediyeler), Doğalgaz boru hatları, Jeotermal yatırımları, İhracat destek kredileri, KOBİ projeleri.



KRİZİ HAZİNE GARANTİSİ ÇÖZDÜ

Şimdi, DB’nın PPP modeli ortaya çıkınca Türkiye gibi pek çok ülke balıklama daldı ve neredeyse bütün kamu hizmetini bu paralarla halletmeye soyundu.
Nasıl olsa hazineden para çıkmayacak, fatura da vatandaşa kesilecekti!
Para var da... El, parasını sana bağışlamıyor, misliyle kazanmak istiyor.
Sonuçta da kazancını “güvende” görmek istiyor. 
Ve hesap kitap devreye girince, batılı finans şirketleri artık projelere mesafe koymaya başladı.  
İngiltere'deki birkaç küçük proje dışında Avrupalılar bu PPP konusuna ilgi göstermedi.
Türkiye özellikle 2008-9 krizi sonrasında farklı bir durum yaşamaya başladı. 
Hükumet, 2008 sonunda, mevcut ekonomi politikaları ile yolun sonuna geldiğini görmüştü.
Artık "duble yol"lar ulaşım yatırımlarını devlet bütçesi ile sürdürme olanağı kalmamıştı.
Ve DB'nın PPP modeli çok baştan çıkarıcıydı. 
Ama ilk anda evdeki hesap çarşıya uymadı. 
Örneğin 3. Köprü gibi büyük ihaleler uzun süre bekledi, finansman sorun oldu.
Düğümü çözmenin iki formülü vardı: 
1. Kazancı en yüksel projeleri seçmek,
2. Hazine Garantisi’ni devreye sokmak.
Bizde, en kârlı iş olarak enerji (elektrik) öne çıkarıldı ve 2011’de 8 sektörde imzalanan 134 projenin 53’ü enerji sektöründeydi.
Enerjide yatırımcıyı iştahlandıran şey,  sektör kârlılığından ziyade hükümletin verdiği “Alım garantisi” oldu. 
Elektrikteki “Alım Garantisi”, karayolu, havaalanı, liman ve köprülerde geçiş ve yolcu garantisi ile devam etti.
 İnşaat aşamasındaki devlet teşviklerini de buna eklemek lazım.

PROJELER... PROJELER...

PPP projelerinde tipik olay şu: 
Projeleri hep üç ortaklı bir konsorsiyum yapıyor. 
Her konsorsiyumda bir teknik, mühendislik firması; bir inşaat-müteahhitlik firması; bir de özellikle yabancı banka ve finans kuruluşlarından işin finansmanını sağlayacak firma bulunuyor. İşleri işte bu üçlü konsorsiyumlar yapıyor.  
Bazı projelerde durum şöyle:

İstanbul 3. Havalimanı:

2015 listesinde 13,9 milyar dolar olarak görünen yatırım tutarı en son 14 milyar 245 milyon dolar olarak açıklandı. Gelecek yıl açılması planlanan 3. Havalanı,  ilk etapta 90 milyon/yıl yolcu taşıyacak. 680 bin ve 170 bin metrekare büyüklüğünde iki terminalden oluşacak havaalanını yapan Limak-Cengiz-Mapa-Kalyon-Astaldi konsorsiyumu, burayı 25 yıl işletecek.
Sıkı durun, devlet bu projeden, 25 yıl için toplam 35,9 milyar dolar kira geliri elde etmeyi hedefliyor.
Buna karşılık devletin konsorsiyuma yıllık 6,3 milyar Euro gelir garantisi bulunuyor. Yani devlet, maliyeti 15 milyar dolar civarında olan 3. Havaalanı projesi için 25 yılda toplam 185 milyar doların üzerinde geliri garanti ediyor. Bunun karşılığında da 36 milyar dolar’ya yakın kira alınacak. 
Çanakkale Boğazı Köprüsü:  Projeyi Koreli Daelim-Limak ve Yapı Merkezi OGG konsorsiyumu yapacak. Yaklaşık 10 milyar dolara malolması bekleniyor. Geçiş ücreti şimdiden belli oldu: 15 euro artı KDV.. Yani yaklaşık 70 lira. 

Akkuyu Nükleer Santralı:

Rusya’nın Rozatom firması tarafından yapılacak projenin müteahhitlik işini Cengiz İnşaat yapacak. Finansman, teknoloji vs. tamamen Ruslara ait. Proje, Kalkınma Bakanlığı listesinde PPP olarak gösterilmese de Dünya Bankası’nın PPP modeline uygun yapılıyor. Rus firmaya bedava arsa verildi. KDV muafiyetinin ise hazineye 3,9 milyar dolar vergi kaybına yolaçacağı hesabı yapıldı. 
Burada üretilecek elektriğe alım garantisi var. 4 reaktörde üretilecek elektriğin yüzde 50’si 12,25 cent kw/h’dan (KDV hariç) TETAŞ tarafından satın alınacak. 
Devletin bu yolla 15 yılda Akkuyu’ya yaklaşık 58 milyar dolar elektrik parası ödemesi öngörülüyor. Projenin yatırım tutarı ise yaklaşık 22 milyar dolar. 
Aynı şekilde Sinop’ta yapılacak Nükleer Santral’da devletin elektrik alım garantisi 11,8 cent kw/h

İstanbul 3. Boğaz Köprüsü:

İçtaş-İtalyan Astaldi tarafından yapılan köprü, konsorsiyumca 10 yıl 2 ay 20 gün işletecek. 1,2 milyar dolara mal oldu. Geçiş ücreti otomobiller için 3 dolar + KDV, yani 10 lira gibi. Günlük hazine garantisi 135 bin otomobil. Bu da günlük 1 milyon 336 bin 500 lira hasılat garantisi  anlamına geliyor. 
Yeterli araç geçişi olmazsa, farkı devlet ödeyecek. 
Köprü halen kullanılıyor ve ‘tenha’ olduğu söyleniyor. Hazine’nin şimdiye kadar ne kadar ödeme yaptığı açıklanmadı. Bu arada kamyon ve otobüs gibi araçlara buradan geçiş zorunluluğu getirildi. 
Osmangazi Köprüsü’nde otomobillerin geçiş ücreti KDV hariç 35 dolar olarak belirlendi, ancak tepkiler üzerine 66 liraya indirildi.
Bursa’dan gişeye girip İstanbul Sultangazi gişelerinden çıktığınızda, otomobilinizle, 100 lira ödemiş oluyorsunuz. 
Bu köprünün işletme süresi 15 yıl 4 ay.

Şehir Hastaneleri:

Şehir Hastaneleri, listede “Entegre Sağlık Kampüsü” olarak geçiyor.
Örneğin İstanbul İkitelli Entegre Sağlık Kampüsü 2015 fiyatlarıyla 1 milyar 232 milyon dolara yapılacak. 817 dönüm alanda Bölge Hastanesi, Onkoloji Hastanesi, Çocuk Hastanesi, Kadın Doğum Hastanesi, Kalp Damar Hastalıkları Hastanesi, Nörolojik ve Ortopedik Bilimler Hastanesi, Psikiyatri Hastanesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi olmak üzere sekiz dal hastanesi faaliyet gösterecek.
Ankara Bilkent Entegre Sağlık Kampüsü bin 136 dönüm alana yapılacak. Bölge Hastane, Kalp Damar Hastalıkları Hastanesi, Ortopedi ve Nörolojik Bilimler Hastanesi, Onkoloji Hastanesi, Kadın Doğum Hastanesi, Çocuk Hastanesi, Rehabilitasyon Hastanesi, Psikiyatri Hastanesi ve Yüksek Güvenlikli Adli Psikiyatri Hastanesi olmak üzere dokuz dal hastanesinden oluşan, toplam 3.662 yataklı bir entegre sağlık kampüsü… 
Kampüste Sağlık Bilimleri Üniversitesi, kongre merkezleri ve ticari alanlar, ileri teknoloji merkezi ve Ar-Ge merkezi yer alacaktır. 
Yatırım tutarı 1 milyar 86 milyon dolar.
Ankara Etlik Entegre Sağlık Kampüsü’nde Bölge Hastane, Kalp Damar Hastalıkları Hastanesi, Ortopedi ve Nörolojik Bilimler Hastanesi, Onkoloji Hastanesi, Kadın Doğum Hastanesi, Çocuk Hastanesi, Rehabilitasyon Hastanesi, Psikiyatri Hastanesi ve Yüksek Güvenlikli Adli Psikiyatri Hastanesi olmak üzere dokuz dal hastanesi faaliyet gösterecek. 1,1 milyar dolar yatırımla kurulacak.
Yatırım tutarı 403 milyon dolar olarak açıklanan Kayseri Şehir Hastanesi’nde de yine beş farklı hastane yer alacak.
Şehir Hastanelerinin toplam 31 ilde kurulacağı açıklanmıştı. Bunlardan 7’sinin bu yıl tamamlanması bekleniyor.
Şehir hastanelerinin ortak özelliği şu:
Bir şehirde devlete ait bütün hastaneler boşaltılıp, kurulacak Şehir Hastanesinde faaliyet gösterecek. Hastaneleri yapan konsorsiyumlar, bu binaları 25 yıl süreyle işletecek. Yani devlet, bu konsorsiyumlara 25 yıl boyunca kira ödeyecek. Devletin 17 şehir hastanesi için ödeyeceği toplam kiranın 30 mmilyar dolar olacağı açıklanmıştı. İnşaat maliyetleri ise yaklaşık 12 milyar dolar.

Doğanköy civarında yapılan Bursa Şehir Hastanesi’nin farklı bir özelliği var. Mevcut devlet hastaneleri faaliyetlerine devam edecek, hatta binaları yenilenecek. Şehir Hastaneleri bir tür ihtisas hastanesi, bölge hastanesi gibi çalışacak. Tabi diğerleri gibi, konsorsiyuma kira ödenecek. (Ancak, hastane hizmete açıldığında atıl kalacağı düşünülerek Muradiye'deki Devlet Hastanesi başta olmak üzere pek çok ünite buraya taşındı. 
Şehir Hastaneleri’nde devleti yüksek kira ödemeleri beklerken, bu hastanelerde yaratılacak ortamın, vatandaşın sağlık harcamalarına yansıması, teşhis ve tedavi giderlerinin artmasına da kesin gözüyle bakılıyor.
Şehir hastanelerinde bütün tıbbi cihazlar yeni olacağından, mevcut hastanelerdeki bütün tıbbi cihazların çöpe atılıyor olması da başka bir durum ortaya çıkardı. Ama milyonlarca dolarlık israf sessiz sedasız gerçek oldu. 

PPP TALEBİ DÜŞÜYOR

Türkiye’nin temel kalkınma modeli haline gelen PPP konusu, Dünya Bankası’nın  30 Haziran 2017’de Singapur’daki toplantısının ana gündem maddesiydi. 
Toplantı sonrası yapılan açıklamalar, 2016 yılında PPP yatırımlarının bir önceki yıla göre yüzde 37 düşerek toplam 71 milyar dolara gerilediğini gösteriyor.
2016’da Brezilya 15,2 milyar dolar, Çin’de 11,4 milyar dolar, Kolombila 10 milyar dolar, Endonezya 6,9 milyar dolarla en fazla PPP projesi yapan ülkeler olmuş. 
Ardından Gana, Hondras vs. geliyor.

Hatırlanacaktır, Türkiye 3. Havaalanı nedeniyle 2015’te liste başı olmuş, bizim ekonomi basınında bu olay övünç kaynağı olarak pek çok habere konu olmuştu.
Dünya Bankası Altyapı Grubu, 1984’den bu yana 7800 proje hazırlandığını, bunlarda konsorsiyumların en az yüzde 20 yerli ortaklıkla oluşturulduğunu açıklıyor.



(SON)

11 Ağustos 2017 Cuma

Ekonomideki ‘Başarı’nın Perde Arkası (3)






PPP’NİN OLUMLU- OLUMSUZ YANLARI

Türkiye’de “Yaptım, oldu” kuralı işlediği için, ülkenin yegane kalkınma yöntemi haline gelmiş olan ve bütün hesapların dayandırıldığı PPP modeli kamuoyunda hiç tartışılmadı. Ama dünyada ekonomistlerin en çok tartıştığı konulardan birisi olduğunu hatırlatmak lazım. 

Buna göre, PPP modelinin, kabul edilen “Olumlu Yönleri” şöyle:

1.      Hükumetler, devlet bütçesinin yeterli olmaması nedeniyle sağlayamadığı yol, köprü, metro, hastane, havaalanı, hastane, okul vs. kamu hizmetlerini bir şekilde yerine getirme fırsatı buluyor. 
      Para devlet bütçesinden değil, uluslararası piyasadan sağlanıyor. Geri ödemesi de bütçeden değil, vatandaştan sağlanıyor.
2.      Özel sektör sermayesi kamu hizmetlerinin yerine getirilmesine aktarılıyor. Özel sektöre büyük bir iş alanı açılıyor.
3.      Kamu Hizmeti”ni özel sektör, kamudan daha ucuza malediyor, tesisler, iş, daha verimli yapılmış oluyor.
4.      Devleti yönetenler açısından kısa vadede, zaman ve para tasarrufu ile sonuçlanmış oluyor.

“Olumsuz Yönleri” ve eleştiri noktaları ise şöyle:

1.      PPP projelerini üstlenecek konsorsiyumlar, aslında mümkün olan en fazla kazancı elde edebilmek için oradadır.
      “Kamusal” bir yükümlüğü yoktur, derdi vatandaşa ucuz hizmet değildir, üç kuruş daha fazla kazanma peşindedir.
2.      Binalar, geleneksel fonlarla (devlet parasıyla, bütçeden) yapılsa daha mütevazı inşaa edilecektir.
3.      Binalar, proje, hızla tamamlanır, ancak kamunun garantiler vs. nedeniyle işi bununla bitmez. 
      25-30 yılda konsorsiyuma ödenecek miktar, işin maliyetini kat be kat aşar.  
      Dolayısıyla sistem uzun vadede aşırı pahalıdır
      Örneğin, yapım maliyeti 10 milyar dolar olan bir proje için konsorsiyumun, 20-30 yılda 30 milyar dolardan fazla kazanması öngörülmektedir. 
      Yani toplum, vergileriyle devlet eliyle 1 liraya yapacağı işe PPP ile 2-3 lira ödemek durumunda kalmaktadır.

ŞEFFAFLIK, HESAP VERİLEBİLİRLİK…

İş,  altyapı ve kamu yatırımı olduğu için en kritik konulardan birisi aslında “siyasi risk”.
Düşünsenize, bir yabancı finans kuruluşu, bir hükumetle 30 yıllık bir iş tutuyor, ortaklık kuruyor.
Normal bir demokratik sistemde hiç bir hükümletin bu kadar uzun vadeli iktidarda kalması beklenmediğinden, Dünya Bankası, sistemin güvenliği açısından şeffaflık ve hesap verilebilirlik konusunda çok hassasmış! 
Tabi şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkesinin asıl gayesi, “ülke kamuoyundan güçlü bir destek alıp, hükumet değişse bile projenin sürmesini sağlayabilmek!”
Bu yüzden pek çok proje, “Sosyal bir strateji olmaması” nedeniyle reddedilmiş.
Dünya Bankası, bir yandan finans sahiplerinin paralarının akıbeti için, istekli ülkelerde projelerin aksaması, ülke mahkemesinin vereceği kararlar, iktidar değişiklikleri ile ortaya çıkacak olası iptal ve mağduriyetler vs. için konsorsiyumun çıkarını garantilemeyi hedefleyen “Uluslararası Tahkim Kurumu”nu oluşturmuş; bir taraftan da uluslararası finans devlerinin uzmanlarını bizzat bu ülkelerde hükumete bakan vs. sıfatıyla üst düzey yönetici olarak önermiş.

(Hemen aklıma Kemal Derviş, Mehmet Şimşek bu şekilde mi geldi, diye sormak geldi, merak ettim. Ayrıca, “Tahkim” konusuna hükumetin niye bu kadar asıldığını daha iyi anlıyorum. )

PPP projesiyle ilgili bütün bilgiler kamuoyunun ulaşabileceği şekilde olmalıdır, hükumetler bunu sağlamakla yükümlüdür” deniyor örneğin.
“Kamu otoritesinin, kamu özel sektör ortaklığı ile yürütülecek projenin, diğer yatırım şekillerinden farkı ile ilgili açık bir politika çerçevesine sahip olması gerekir” deniyor.

KAMUOYU DESTEĞİ ALMA ZORUNLULUĞU 

Dünya Bankası’nın “Şeffaflık” ve “Hesap Verilebilirlik” ilkelerini  yatırımcının işini garantiye almak bakımından değerlendirdiği çok açık.
Ancak sadece ülkeye gelen paranın kazancını güvenceye almak değil, kamuoyunun da desteğini almak kritik öneme sahip!
Demokrasi standartlarının yüksek olduğu Batıda belki de bu yüzden tartışılan PPP modeli sıcak karşılanmazken, Türkiye’de örneğin, 3. Havaalanı, Körfez Geçiş Köprüsü vs. projelerin kamuoyunda tartışıldığından söz etmek herhalde mümkün değil. 
Bu projeler tamamen “Hükumet icraatı” olarak ele alındı ve devletin kendi parasıyla iş yaptığı dönemdeki “Hükumete güven” algısı çalıştırıldı.
Ortalama bir vatandaş, projeyi tartışma yerine, konuyu iktidardaki siyasi partiye destek verip vermemek şeklinde algıladı. 
Bu da konsorsiyumun işini kolaylaştırdı.
Hükumetin vatandaşa, “İstanbul’a dış finansman ile yeni bir boğaz köprüsü yapacağız. Ey vatandaş, köprü için devletin kasasından para ödemeyeceğiz. Köprüyü yapan konsorsiyum, köprünün üzerinden geçenlerden hem masrafının çıkaracak hem de 25 senede şu kadar para kazanacak, ne diyorsunuz?” dediğini duyan varsa söylesin!

DEVLETTE PPP YAPILANMASI

Son 20 senedir Türkiye ekonomisinde PPP  kaynaklı kamusal projeler ve yatırımların payı sürekli artıyor.  
PPP artık Türkiye’nin neredeyse ana kalkınma modeli olmuş, hükumet de bütün hesapları bunun üzerine kurmuş durumda. 
Yap-İşlet-Devret (YİD), Yap-İşlet (Yİ), Yap-Kirala (YK), İmtiyaz, İşletme Hakkı Devri gibi yöntemler konusunda dünya kadar yasal düzenleme yapıldı.  
Örneğin, yapılan yasal değişiklerle  YİD projeleri için idareler Kamu İhale Kanununa tabi olmayacak.
YİD uygulama sözleşmeleri için alınması gereken YPK onayı aşaması kaldırıldı.
Bu projelerde bütün inisiyatif Kalkınma Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı ile Hazine Müsteşarlığı’na verildi. Örneğin, Kalkınma Bakanlığı ne işe yarar dediğinizde, asıl işinin PPP projeleri olduğu görülüyor.
PPP projeleri, devletin geleneksel denetim, idari vs. kontrol sisteminin dışına çıkarılmış durumda. Örneğin Bursa’dan da geçen İstanbul-İzmir Çevre Otoyolu ile Bursa’daki Karayolları Bölge Müdürlüğü değil, Karayolları Kamu Özel Sektör Ortaklığı Bölge Müdürlüğü diye bir birim ilgileniyor.
Hani İdari Mahkemeler bazı projelerle ilgili “Yürütmenin Durdurulması Kararı” veriyor da, buna rağmen o projenin yapımına devam edilme durumları yaşıyoruz ya... 
İşte bunun mantığı da burada galiba... 
Yani PPP projelerinde “Yerel Hukuk Sistemi” tamamen devre dışı...
Yoksa Tahkim var!
Ve tabi PPP modeli farklı şekillerde hayatın her alanında girdi. Alın bir örnek:
Yüksek Öğrenim Kredi Ve Yurtlar Kurumu Kanunu" ve 2011 yılında 652 sayılı "Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname" ye eklenen maddeler ile sağlık alanındaki uygulamaya benzer şekilde eğitim ve öğrenci yurdu alanında da kısaca "Yap-Kirala" olarak adlandırılabilecek modelin yasal düzenlemesi gerçekleştirilmiştir”diyor.
Yap-İşlet-Devret (3996, 3465 ve 3096 sayılı kanunlar), Yap-İşlet (4283 sayılı kanun), Yap-Kirala-Devret (5396,652,6428 ve 351 sayılı kanunlar) ve İşletme Hakkı Devri(4046,5335,3465,3096 Sayılı Kanunlar) ile PPP modeli aslında en ücra köşelerde bile kendine yer bulmaya başladı.
Ve biz hala, bizi nasıl bir geleceğin beklediğinden habersiziz...
Zira bu projeleri artık iğneden ipliğe bütün kamusal hizmetlerde göreceğiz. 
Yani devletten ücretsiz, bedava beklediğimiz hizmetler doğrudan bize, vatandaşa fatura edilecek...
Üstelik, yarın hükümet sandıktan çıkamasa da kervan yoluna devam edecek!
Zira PPP projeleri Uluslararası Tahkim sistemi ile garantiye alınmış durumda.

İşin tuhaf yanı,  iktidara gelme umudu taşıyan muhalefet partilerinin itirazları, PPP uygulamalarının sonuçlarına gösterilen vatandaş tepkisinin bir adım ötesine geçemiyor.
Eleştiriler, köprü ve otoyollara yapılan zammın miktarıyla sınırlı!


(Devam edecek...)


7 Ağustos 2017 Pazartesi

Ekonomideki başarının perde arkası: PPP (2)



KAMU HİZMETİ TİCARİLEŞİYOR, FATURA VATANDAŞA... 

Batının ve özellikle ABD’nin dev banka ve finans şirketlerinin dört elle sarıldığı PPP modeli, özellikle “gelişmekte olan ülkeler”in gündemine çok görkemli girdi. 
Fikir çok parlaktı!...
Düşünsenize, bir yanda adeta koymaya yer bulunamayan milyar dolarlar; öbür yanda vatandaşına en temel kamu hizmetini biler vermekte zorlanan, para diye, dolar diye kıvranan devletler...
Özel sektörün sermayesi, kamu hizmetlerine akacaktı!
İki taraf da “vin-vin”in dibine vuracaklardı!
Dünya Bankası bu mucize modeli hızla tanıttı, hükümetlere önerdi.  
Toplantılar, heyetler birbirini izledi. 
Dünya Bankası gibi etkili bir kuruluşun devreye girmesi hem finans şirketlerinin elini rahatlatıyor, onlara güvence sağlıyor; hem de bu paralara dayanarak iş tutacak hükümetleri ve tatlı paralar kazanmayı bekleyen şirketleri cesaretlendiriyordu.
Ortada kapı gibi Dünya Bankası vardı işte!
“İstemediğin kadar dolar” hükümetlerin elinin altındaydı.
Artık para kabızlığına son verilecek, hükümetler vatandaşa hizmet yağdıracaktı!
Ve ilk yıllarda özellikle Latin Amerika başta olmak üzere pek çok ülke balıklama daldı bu işe;  peş peşe PPP projeleri ortaya çıktı. 
İlk yıllardaki proje sayıları, bugünün kat be kat üstünde oldu.
Financial Times gazetesinde Sarah Murray imzası ile kaleme alınan “Altyapı: 1990’ların deneyimi insanları iyiden soğuttu” başlıklı yazı, PPP modelli projelerin başına gelenlere dikkat çekmek bakımından çok ilginç.  

PARA KİMDEN ÇIKACAK?

Sorunun nirengi noktası şu:
Yapılan iş nedir? Elektrik santralı, yol, köprü, tünel, havaalanı, liman, içmesuyu, hastane vs.. 
Yani kamusal yatırım, yani devletin yapacağı iş... 
Ve de devletin vatandaşa bedava sunması gereken hizmetler!
İşi yapan kim? Yerli-yabancı özel sektör... 
Amaç?  
Para kazanmak!
Peki bu para kimden çıkacak?
Devletten? 
Tabi ki Hayır!
Devlet işe taraf oluyor, bazen kurulan şirkete ortak da oluyor, garanti de veriyor, ama harcanan parayı devlet ödemeyecek. Devlet zaten verecek parası olsa, işi kendisi yapacaktı!
Sonuçta bu para vatandaştan çıkacak!... 
Üretilen kamu hizmetini kullanmak isteyen vatandaşa çıkacak fatura!
Mal bulmuş magribi gibi PPP projelerine abanıp görkemli açılışlar yapan iktidarlar, parayı çıkarmak için fiyatları yükselttikçe, yakınmalar da kendini göstermeye başlamış.
İlk şokla karşılaşan firmalar, Asya ve Latin Amerika’da özelleştirilen santralları satın alıp kapasite artıran, yeni dağıtım ağı kuran vs. firmalar olmuş. 
İstedikleri fiyat artışlarını vatandaştan alamayınca, pek çoğu bu ülkelerden çekilmek zorunda kalmış. 

90’LARIN KÖTÜ DENEYİMİ

“Bugün enerji kaynaklarının özelleştirilmesinde, PPP’ye herkes daha iştahsız” diyor Sarah Murray.
Pek çok şirket 1990’lada bu macerayı zararla kapatmış.
Düşünün Bursa-Balıkesir yolu çok kötü,  “Devlet Özel Sektör Ortaklığı” ile bir şirket kuruluyor ve güzel bir yol yapılıyor. 
Sonra çıkıp diyorsun ki vatandaşa, “Bak bu yolu şu şirketler yaptı, yol onundur, Bursa-Balıkesir yolundan geçerken artık para ödeyeceksin!”
Allah allah ya diğer şehirlere giderken ücretsiz de niye Balıkesir yolu paralı, diyorsun; ya gitmiyorsun, ya yolunu değiştiriyorsun vs.  
Şirket de parasını toplayamıyor.
Pek çok yoksul ülkede içme suyu projesi yapan şirketler, su paralarına yapılan zammı vatandaştan tahsil edememiş. Keza pek çok Afrika ülkesinde, -ki, nüfusun sadece yüzde 10’u bir elektrik şebesinden yararlanıyormuş- büyük düşlerle yapılan  PPP elektrik projeleri de, sahipleri açısından fiyasko olmuş.
Yemen, Kamboçya gibi ülkelerde, bildiğimiz ulusal enterkonekte elektrik sistemi yokmuş. Diyelim siz bir şirket kuruyor, bir jeneratörle bir ilçeye, mahalleye elektrik satıyorsunuz. 
Ortak bir fiyat tarifesi var.
 PPP ise bir konsorsiyum olarak gelip sizden çok daha büyük bir elektrik santralı yapıyor, ancak sizden çok daha yüksek bir fiyata satmak istiyor. Ve tabi fiyatı uygulamak her yerde mümkün olmuyor. 
‘90’lardaki devalüasyonlar, döviz krizleri de yatırım yapan şirketlerin mali durumunu yıpratmış.

AVRUPA’DA TEPKİ

PPP finansman modelini değerlendirmek için en önemli yer Avrupa. 
Avrupa ülkeleri baştan çekici gördükleri bu modele bir türlü ısınamamış, tepki göstermiş.  
Örneğin İngiltere...
İngiltere, pek çok Avrupa ülkesi gibi 1945-75 arasında sosyal devlet olmanın gereğini yerine getiriyor.
Yani yol, su, elektrik, sağlık, eğitim, adliye gibi pek çok hizmeti bir “kamu hizmeti” olarak görüyor ve devlet vatandaşına bu hizmetleri kendi bütçesinden yapıp, ücretsiz sağlıyor. 
Zira bir sosyal devlette, vatandaşların barınma, sağlık, eğitim, güvenlik vs. hakları vardır ve bunlar “vazgeçilemez, devredilemez temel insan haklarındandır”. Devlet, vatandaşa asgari düzeyde bu hakları sağlamakla görevlidir.
(Barınma konusuna dokunup geçelim. Maalesef bizde Bayındırlık ve İskan Bakanlığı –şimdi o da yok- sadece devlet binaları ile ilgilendiği için bu iskan konusu, temel bir barınma ve insan hakkı olarak bile kabul edilemedi iktidarlar tarafından. Oysa Avrupa’da devlet özellikle belediyeler eliyle toplumun konut ihtiyacını büyük ölçüde bir kamusal bir görev olarak yerine getirmişti, fakirler için yaygın sosyal konutlar inşaa edilmişti.)
Yani bu dönemde bir yol, köprü yapıp da sonra üzerinden gelip geçenden para isteyeni, her halde deli dumrul sanıp hapse tıkarlardı!
Ama 1990’lardan sonra, özellikle Thatcher döneminde pek çok kamu kuruluşunun özelleştirilmesi gündeme geliyor. 
Tabi özel okulların, özel hastanelerin yaygınlaşması ile yavaş yavaş vatandaş paralı yola, köprüye, tünele vs. de alıştırılıyor.
Ancak bu gelişmelere rağmen, İngiltere’de altyapının, “devletin görevi”, “kamu hizmeti” sayılması nedeniyle PPP uygulamaları kendine geniş bir alan bulamıyor.
Aynı şekilde Avrupa’nın diğer ülkelerinde de devletin yapması gereken işlerin faturasının vatandaşa ödetilmesi rağbet görmüyor, anlaşılan Dünya Bankası PPP modelinde Avrupa’da duvara tosluyor.

AVRUPA’DA PARALI YOL

Avrupa’da paralı yol, köprü yok mu? Evet var, açıkçası.  Ancak bu yolların paralı olması, yolu yapanların harcadığı parayı çıkarmak veya oradan para kazanmaktan ziyade çok farklı gerekçelere sahip.
Örneğin, paralı yolda en tipik ülke Avusturya. Avusturya’da yaklaşık 2 bin kilometrelik otoyol ile köprülerden vs. yıllık devletin geliri 5-6 milyar Euro civarıydaymış. Avusturya,  bu durumu kendi vatandaşlarına, “Amacım sadece, ülkemizden transit geçen yabancı yük araçlarından, yabancı TIR’lardan vs. para almak” şeklinde açıklıyor. 
Diyelim ki, Türkiye’den giden TIR’lara takılan 5 Euro’luk cihazlar, giderken pek çok noktada Europass sistemi ile çalışan Autostrade şirketine HGS gibi bir sistemle elektronik para transfer ediyor. Sen bir Türk şoför olarak o yoldan geçmek ve o parayı ödemek zorundasın.
 Ama Avusturyalı sürücülerin alternatif güzergahları kullanıp bu paradan kurtulma şansı olduğu ifade ediliyor.
Bir de son 30 yılda yapılan tünel vs. örnekleri var. Örneğin Mont Blanc Tüneli, hatırlanacaktır, Alp dağlarının altından neredeyse dümdüz Avrupa’yı İtalyan sahiline indiren 12 kilometre uzunluğundaki tünel,  milyarlaca Euro’ya, yıllar süren inşaatlarla yapılmıştı. 
Şimdi arabasıyla Mont Blanc tünelini kullanmak isteyenler 43 Euro ödüyormuş.
Avrupa’da 1-10 Euro arasında ödeme yapılan bazı otoyol güzergahları varmış. 
Yol, ulaşım, ana kamusal bir hizmet gibi kabul edilen Avrupa’da bunlar var, ama gerekçeler farklı ve sonuçta PPP modeli, yani bir takım şirketlerin yol yapıp, üzerinden geçenden para almaları, bu şekilde kendilerine iş kurmaları Avrupa’da kabul görmemiş, görmüyor.  
Belki bunda, Avrupa’da ulaşım altyapısının tamamlanmış olmasının da etkisi vardır.

PRODİ NİYE BOLU’YA GELMİŞTİ?

Evet, Avrupalı, PPP konusunu tartıştı ve “devletin bedava sağlaması gereken hizmetleri, şirketlerin yapıp para ile satmasını” kabul etmedi.
Batı kamuoyunun bu duyarlılıkla PPP projelerine engel çıkardığı senelerde Türkiye’de görkemli bir açılış töreni vardı...
Bolu Dağı Tüneli, 23 Ocak 2007 günü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve İtalya Başbakanı Romano Prodi'nin katıldığı cakalı bir törenle hizmete açıldı. Açılışta kurdeleyi Erdoğan ile Prodi birlikte kesmişti.   
Şimdi "Bolu Tüneli’nin açılışında Prodi’nin ne işi vardı" diye sorsanız, herhalde bunun sadece bir tesadüf olduğu, Erdoğan ile olan dostluğundan kaynaklandığı söylenecektir… Basın da bunu böyle yazdı zaten!
Halbuki, Prodi’yi oraya davet eden, tünel inşaatında yabancı krediyi sağlayan, PPP konsorsiyumunu ana ortağı İtalyan firması Astaldi’nin patronu Paulo Astaldi idi.

Açılış töreninde herkes mutluydu:
Bir yönüyle 20 yıldır tamamlanamyan Bolu Tüneli hızla tamamlanmıştı, hükümet bununla övünüyor, vatandaş bu başarıyı şaşkınlık ve hayranlıkla izliyor, alkışlıyordu...
Diğer yandan ise  Prodi, kendi şirketleri Astaldi’nin Türkiye’de devlet güvencesinde önemli, karlı bir iş kurmuş olmasını kutluyordu. Bolu tüneli artık onlara para basacaktı!…


(Devam edecek…)