Arkadaşlar, doğa yürüyüşlerinde 21 Ekim’de Bozüyük-Domaniç bölgesi dağlarındaydık.
İlk önemli durağımız Bozüyük
Muratdere’deki Atatürk Köşkü oldu.
Ormanın içinde yapayalnız bir bina düşünün...
Anlaşılan sadece Orman
İşletmesi görevlileri kullanmış, ya da ben öyle bir izlenime kapıldım.
Ancak binaya yaklaşınca tam bir hayal kırıklığı yaşadık!
Bina dışarıdan ihtişamlı görünüyor, ama dış kapı
merdivenlerini çıkınca, bakıyorsunuz ki,
kapı demirleri tahrip edilmiş, kapının camları kırılmış ve bildiğin birileri
zorla içeri girmiş, ortalığı duman etmiş...
Ama durum sadece, bir kişi ve grubun bir defada zorla
içeri girip tahrip etmesine de benzemiyor. Merakla, açık bırakılmış kapıdan
içeri girip, manzaraya baktık. Salon,
mutfak, odalar, banyo, tuvalet vs. ne varsa virane gibi. Adeta çürümeye
terkedilmiş. Bir kuzine soba, bir piknik tüpü, çalıştığını sanmadığım eski bir
set üstü ocak dışında birşey varsa da alınmış, çalınmış. Çatı ve duvarlar su sızdırıyor olmalı ki, küflenmiş,
dökülmüş.
Ben bu Atatürk
Köşkünü önceden duymamıştım. Meğer burası Atatürk’ün yakın silah arkadaşlarından Bilecikli Albay İbrahim Çolak tarafından 1936 yılında
yapılmış. Sonra Atatürk’ü özellikle davet etmiş olmalı ki, Atatürk 1937 yılında, vefatından bir yıl kadar önce, buraya gelmiş
ve bir süre dinlenmiş. Tabi o zaman
burası tamamen ahşaptan yapılmış bir yermiş.
Aradan geçen zaman içinde hayli yıpranmış olmalı ki, Atatürk’ün
doğumunun 100 Yılında, Balkan mimarisine uygun olarak bugünkü şekilde yapılmış.
Bu memleketin, kuş uçmaz kervan geçmez diyebileceğin
ıssız, yerleşim yerlerinden uzak dağlarına kartal yuvaları gibi evler, mekanlar
yapmanın, oralarda dinlenmenin nasıl bir yurtseverlik, nasıl benimseme olduğuna
dikkatinizi çekerim. Bunu yapanın bir de ülkesini düşman işgalinden kurtarmış,
senelerde çarpışmış bir asker olduğunu düşünün... Bu duyguyu hissetmeyenlerin,
anlamayanların o binaya salt, işte şu kadar metrekare, piyasa değeri şu kadar
bir beton bina olarak bakmalarına da hiç şaşırmam!
Şimdi buradan naçizane bir çağrım var, Bilecik
Valiliğine...
Erikli köyüne 7 km., Günalan mevkiindeki bu bina ile
lütfen ilgilenin... Türkiye’nin kurucu lideri adına yapılmış bu mekanı çürümeye
bırakmayın... Hırsız arsızların uğrak
yeri de olmasın. Sahip çıkın. Herşey para, ticaret değildir. Kuş uçmaz kervan geçmez gibi de
düşünmeyin, doğa sever pek çok insanın bildiği bir yer orası.
Ve de eyyy Orman
Genel Müdürlüğü... Sahip çıkın böyle değerlere. Orman sadece sizin kerestesini
satıp para kazandığınız yer olmamalı...
...
Pazar günü en çok merak ettiğimiz şey, yağmurdu.
Cumartesi akşamı, gece, çok güzel bir yağış olmuştu, bazı arkadaşlar yağışın
Pazar gün boyu sürmesinden çekinmiş olmalı ki, son anda katılmaktan vazgeçti.
Hava genelde kapalı ve yer yer sisli oldu, güneşi pek göremedik. Ama sağanak da
olmadı. Tabi ormanın sisi bu havalarda “ahmak
ıslatan”a dönüşür, bir de bakmışsın, tepeden tırnağa ıslanmışsındır...
Hava böylesine “zibil”
ve nemli olunca tabi mantarlar coşmuş! Dün en fazla mantar topladığım gezi
oldu. Dedeböğrü (Dede bölük, Şemsiye de deniyormuş), Çam mantarı (Melbi,
Kanlıca da deniyormuş) ve Malkadın topladım. Üç çeşit mantarı daha
diğerlerinden ayırt etmeye başlamış oldum. Üçünü de ayrı ayrı pişirdik evde.
Tabi mantar konusunda grubumuzun tek danışmanı Harun hocaydı. Sağolsun hem
rotamızı belirleyip bizi kaybolmaktan kurtarıyor, yem de tanımadığımız
mantarları, otları, ağaçları ona soruyoruz.
Sofular Yaylası,
Domuz Kertiği Yaylası, Kömürsu Yaylası...
Yine yaylalardan geçtik.
Bu yaylaların da artık adı kalmış. Zira yakın zamanda
buralarda yayla yapıldığına ilişkin kanıt bulmak için hayli araştımak lazım...
Çeşmeler örneğin... Suları gürül gürül, buz gibi akan
çeşmeler... Uludağ’ın tersine oralarda
çeşme suları hortumla toplanıp ticarete konu olmamış gibi.
Köy adlarının Kozpınar, Kızılcapınar, Çaydere, Muratdere olduğunu söylersek, her halde buranın tertemiz içmesuyu kaynaklarına sahip olduğunu kanıtlamış oluruz...
Bu gezide hiç bir köye girmedik, arazide sadece
arabalarıyla gidip mantar toplayan birkaç kişi ve ormancılarla karşılaştık.
Kütahyalı olduğunu söyleyen vatandaşlara, “Buraların adı yayla, ama in cin top oynuyor, hani nerede koyun keçi
sürüleri” deyince, şu yanıtı aldım:
“O iş çok
eskidenmiş. Bizim köylerde yayla yapan kalmadı. Bir ara yörükler gelirdi. Ta
güneyden, Akdeniz bölgesinden, çadır kurar koyun sürülerini burada güder, güzün
giderlerdi. Şimdi onlar da gelmiyor artık.
Köylerde bir iki hane dışında keçi bakan kalmadı.”
Yürüyüş güzergahında en yüksek nokta galiba Domuz Kertiği
denilen 1840 rakımlı bölgeydi. Tabi şehir merkezlerine göre daha serin ve
müthiş ormanlar gördük.
Hayatımda bu kadar düzgün çam ağaçları görmemiştim,
dersem galiba yalan olmayacak. Ağacın dibinde hatira fotoğrafı çektik, o kadar
yani. Düşünün bir kamyon kerestesi çıkacak devasa büyüklükteki ağaçlardan
sözediyorum.
Ve tabi mevsimin sonbahar olduğunu kanıtlayan gazeller...
Gürgenlerde (Kayın) artık bütün yapraklar kuruyup yere
dökülmüş.
Çocukken üzerine yatıp yuvarlanmaya bayıldığım, gürgen
gazeli (kuru yapraklar) arasında daldan dökülen gürgen fıstığı aradığım
zamanlara götürdü beni... (Bu arada, gürgen fıstığı diye birşeyin varlığından
çok az insanın haberdar olduğunu keşfettim. Halbuki, çok severek yerdik, sonbaharda çobanlar
özellikle fıstık döneminde koyunlarını ormana salar, hayvanlarda oluşan harika
değişiklikleri ballandıra ballandıra anlatırlar, sırf bu yüzden sürünün köye
inişini günlerce geciktirirlerdi. Çok ilginç.)
Veee halk türkülerimizde “gazel” ile “güzel” arasında
kurulan bağlantıların sırrını hissediyorsunuz yerdeki kuru yapraklara
bakarken... Zira artık, yemyeşil yaprakların daldaki o eski şirinliğinden, en
ufak yelden harekete geçen canlılığından, fingirdekliğinden, koskoca ağacı
besleyen halinden eser kalmamıştır... Şimdi artık ömrünün son demindedir. Mevsim
artık sonbahardır...
Yürürken, yakın zamanda bölgede yaşanan yangının izlerine
de tanık olduk. Orman işletmesi fidan dikimi gibi bazı çalışmalar yapmış, ancak
fidanlar daha çok küçük. Ama canlılık umut verici.
Yaklaşık 20 kilometrelik yürüyüşümüz Orman İşletmesi’nin
Domaniç tarafındaki bir deposunda sona erdi.
Yürümeye, doğayı, memleketi ve insanımızı keşfetmeye devam..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder