23 Ekim 2018 Salı

Dağlarda mevsim ‘sohbahar’ ...






Arkadaşlar, doğa yürüyüşlerinde 21 Ekim’de Bozüyük-Domaniç bölgesi dağlarındaydık.
İlk önemli durağımız Bozüyük Muratdere’deki Atatürk Köşkü oldu.
Ormanın içinde yapayalnız bir bina düşünün...
Anlaşılan sadece Orman İşletmesi görevlileri kullanmış, ya da ben öyle bir izlenime kapıldım.
Ancak binaya yaklaşınca tam bir hayal kırıklığı yaşadık!
Bina dışarıdan ihtişamlı görünüyor, ama dış kapı merdivenlerini çıkınca, bakıyorsunuz  ki, kapı demirleri tahrip edilmiş, kapının camları kırılmış ve bildiğin birileri zorla içeri girmiş, ortalığı duman etmiş...
Ama durum sadece, bir kişi ve grubun bir defada zorla içeri girip tahrip etmesine de benzemiyor. Merakla, açık bırakılmış kapıdan içeri girip, manzaraya baktık.  Salon, mutfak, odalar, banyo, tuvalet vs. ne varsa virane gibi. Adeta çürümeye terkedilmiş. Bir kuzine soba, bir piknik tüpü, çalıştığını sanmadığım eski bir set üstü ocak dışında birşey varsa da alınmış, çalınmış.  Çatı ve duvarlar su sızdırıyor olmalı ki, küflenmiş, dökülmüş.

Ben bu Atatürk Köşkünü önceden duymamıştım. Meğer burası Atatürk’ün yakın silah arkadaşlarından Bilecikli Albay İbrahim Çolak tarafından 1936 yılında yapılmış.  Sonra Atatürk’ü özellikle davet etmiş olmalı ki, Atatürk 1937 yılında, vefatından bir yıl kadar önce, buraya gelmiş ve bir süre  dinlenmiş. Tabi o zaman burası tamamen ahşaptan yapılmış bir yermiş.  Aradan geçen zaman içinde hayli yıpranmış olmalı ki, Atatürk’ün doğumunun 100 Yılında, Balkan mimarisine uygun olarak bugünkü şekilde yapılmış.
Bu memleketin, kuş uçmaz kervan geçmez diyebileceğin ıssız, yerleşim yerlerinden uzak dağlarına kartal yuvaları gibi evler, mekanlar yapmanın, oralarda dinlenmenin nasıl bir yurtseverlik, nasıl benimseme olduğuna dikkatinizi çekerim. Bunu yapanın bir de ülkesini düşman işgalinden kurtarmış, senelerde çarpışmış bir asker olduğunu düşünün... Bu duyguyu hissetmeyenlerin, anlamayanların o binaya salt, işte şu kadar metrekare, piyasa değeri şu kadar bir beton bina olarak bakmalarına da hiç şaşırmam!
Şimdi buradan naçizane bir çağrım var, Bilecik Valiliğine...

Erikli köyüne 7 km., Günalan mevkiindeki bu bina ile lütfen ilgilenin... Türkiye’nin kurucu lideri adına yapılmış bu mekanı çürümeye bırakmayın...  Hırsız arsızların uğrak yeri de olmasın. Sahip çıkın. Herşey para, ticaret  değildir. Kuş uçmaz kervan geçmez gibi de düşünmeyin, doğa sever pek çok insanın bildiği bir yer orası.
Ve de eyyy Orman Genel Müdürlüğü... Sahip çıkın böyle değerlere. Orman sadece sizin kerestesini satıp para kazandığınız yer olmamalı...
...
Pazar günü en çok merak ettiğimiz şey, yağmurdu. Cumartesi akşamı, gece, çok güzel bir yağış olmuştu, bazı arkadaşlar yağışın Pazar gün boyu sürmesinden çekinmiş olmalı ki, son anda katılmaktan vazgeçti. Hava genelde kapalı ve yer yer sisli oldu, güneşi pek göremedik. Ama sağanak da olmadı. Tabi ormanın sisi bu havalarda “ahmak ıslatan”a dönüşür, bir de bakmışsın, tepeden tırnağa ıslanmışsındır...
Hava böylesine “zibil” ve nemli olunca tabi mantarlar coşmuş! Dün en fazla mantar topladığım gezi oldu. Dedeböğrü (Dede bölük, Şemsiye de deniyormuş), Çam mantarı (Melbi, Kanlıca da deniyormuş) ve Malkadın topladım. Üç çeşit mantarı daha diğerlerinden ayırt etmeye başlamış oldum. Üçünü de ayrı ayrı pişirdik evde. Tabi mantar konusunda grubumuzun tek danışmanı Harun hocaydı. Sağolsun hem rotamızı belirleyip bizi kaybolmaktan kurtarıyor, yem de tanımadığımız mantarları, otları, ağaçları ona soruyoruz.
 Sofular Yaylası, Domuz Kertiği Yaylası, Kömürsu Yaylası...
Yine yaylalardan geçtik.
Bu yaylaların da artık adı kalmış. Zira yakın zamanda buralarda yayla yapıldığına ilişkin kanıt bulmak için hayli araştımak lazım...
Çeşmeler örneğin... Suları gürül gürül, buz gibi akan çeşmeler...  Uludağ’ın tersine oralarda çeşme suları hortumla toplanıp ticarete konu olmamış gibi.
Köy adlarının Kozpınar, Kızılcapınar, Çaydere, Muratdere olduğunu söylersek, her halde buranın tertemiz içmesuyu kaynaklarına sahip olduğunu kanıtlamış oluruz... 
Bu gezide hiç bir köye girmedik, arazide sadece arabalarıyla gidip mantar toplayan birkaç kişi ve ormancılarla karşılaştık.

Kütahyalı olduğunu söyleyen  vatandaşlara, “Buraların adı yayla, ama in cin top oynuyor, hani nerede koyun keçi sürüleri”  deyince, şu yanıtı aldım:
“O iş çok eskidenmiş. Bizim köylerde yayla yapan kalmadı. Bir ara yörükler gelirdi. Ta güneyden, Akdeniz bölgesinden, çadır kurar koyun sürülerini burada güder, güzün giderlerdi. Şimdi onlar da gelmiyor artık.  Köylerde bir iki hane dışında keçi bakan kalmadı.”
Yürüyüş güzergahında en yüksek nokta galiba Domuz Kertiği denilen 1840 rakımlı bölgeydi. Tabi şehir merkezlerine göre daha serin ve müthiş ormanlar gördük.
Hayatımda bu kadar düzgün çam ağaçları görmemiştim, dersem galiba yalan olmayacak. Ağacın dibinde hatira fotoğrafı çektik, o kadar yani. Düşünün bir kamyon kerestesi çıkacak devasa büyüklükteki ağaçlardan sözediyorum.
Ve tabi mevsimin sonbahar olduğunu kanıtlayan gazeller...  
Gürgenlerde (Kayın) artık bütün yapraklar kuruyup yere dökülmüş.
Çocukken üzerine yatıp yuvarlanmaya bayıldığım, gürgen gazeli (kuru yapraklar) arasında daldan dökülen gürgen fıstığı aradığım zamanlara götürdü beni... (Bu arada, gürgen fıstığı diye birşeyin varlığından çok az insanın haberdar olduğunu keşfettim. Halbuki,  çok severek yerdik, sonbaharda çobanlar özellikle fıstık döneminde koyunlarını ormana salar, hayvanlarda oluşan harika değişiklikleri ballandıra ballandıra anlatırlar, sırf bu yüzden sürünün köye inişini günlerce geciktirirlerdi. Çok ilginç.)

Veee halk türkülerimizde “gazel” ile “güzel” arasında kurulan bağlantıların sırrını hissediyorsunuz yerdeki kuru yapraklara bakarken... Zira artık, yemyeşil yaprakların daldaki o eski şirinliğinden, en ufak yelden harekete geçen canlılığından, fingirdekliğinden, koskoca ağacı besleyen halinden eser kalmamıştır... Şimdi artık ömrünün son demindedir. Mevsim artık sonbahardır...
Yürürken, yakın zamanda bölgede yaşanan yangının izlerine de tanık olduk. Orman işletmesi fidan dikimi gibi bazı çalışmalar yapmış, ancak fidanlar daha çok küçük. Ama canlılık umut verici.
Yaklaşık 20 kilometrelik yürüyüşümüz Orman İşletmesi’nin Domaniç tarafındaki bir deposunda sona erdi.
Yürümeye, doğayı, memleketi ve  insanımızı keşfetmeye devam..



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder