17 Ekim 2018 Çarşamba

ORMAN KÖYLERİ GÜZEL Mİ GÜZEL, KÖYLÜLER DERTLİ Mİ DERTLİ...





Doğa gezilerine fırsat buldukça, devam...
14 ekim Pazar günü, Bursa’nın dağ ilçelerinden Büyükorhan’da “Küplü Çeşmesi”, “Erikli Tepesi”, “Pınar Arpayeri” mevkiilerinden, Karaağız köyüne (mahalle) yürüdük.
DSİ’nin yüksek kotlardaki zirai alanların sulanması için yaptığı harika sulama göletine yakın bir yerde başlayan yürüyüş sırasında mis gibi temiz hava, yemşeşil çam ormanları ile tam bir yayla yürüyüşü oldu.
Havanın kapalı oluşu, yağmur bulutlarının, sisin yanıbaşımızda olması da “yayla” olmanın şanından olmalı.

Dostlar, ormanlık, dağlık, yüksek ve de “kırsal” diye tanımladığımız yerler, bizim makus talihimizin aynası gibi...
Bir yanıyla müthiş doğal zenginlikler, insanın ömrünü uzatacak tertemiz içme suyu ve bol oksijen, yeşillik; kendinizi bir anda cennetin orta yerinde hissedeceğiniz bir doğa...
Bir yanıyla da pek çok yanlış politika yüzünden geçim sıkıntısı, yoksulluk, verimsiz tarım, geçinememe, hızla kaybolan nüfus, arazilerin terk edilmesi ile sonuçta yerleşik insanların “kurtulmak” için can attığı bu güzelim orman köylerimiz...
Ve de, bir gazeteci olarak, sorgulayan gözlerle baktığınızda daha vahim bir durumu tespit ediyorsunuz: Kangren haline gelmiş sorunlar, sorunlar...
Devletin vatandaşı ile bir türlü yıldızı barışmayan topraklardan söz ediyoruz...
Şaka değil, Orhaneli, Keles vs. civarda binlerce köylü devletle mahkemelik!
Yeni değil, bildim bileli bu böyle...
Türkiye’nin pek çok dağlık yöresi gibi...
Köylerin birbiriyle yaşadığı arazi, su ve meralarla ilgili davalardan, kavgalardan söz etmiyorum.

Devlet kurumlarının, büyük ölçü de de Orman Genel Müdürlüğü’nün açtığı davalarla kabaran mahkeme dosyaları...
Düşünün ki, Toroslar’da pek çok şehrin “yayla”ları var ve yaylada ev yapılıyor, telle çevrili bahçeler kuruluyor, ormanın içinde insanların elinde tapuları var, alıyorlar, satıyorlar...
Devlet aynı devlet, kanunlar aynı kanun...
Ama Orhaneli’de, Keles’te bilmem kaçıncı göbekten miras olarak işlenen topraklara tapu verilmiyor.
Orman Genel Müdürlüğü buraları “orman içi”, “Orman kenarı” vs. görüp itiraz ediyor ve köylüler ekip biçtikleri arazinin tapularını alamıyorlar.
Şehir civarlarında işgal edilmiş, üzerine konut veya işyeri yapılmış, fiyatı da uçmuş olan yerler “2 B” kapsamında ve hayli yüksek fiyatlarla da olsa satın alınıp tapulandırılabiliyor. Ancak köylülerin bu şansları da yok. Zira, orman işletmesi bu araziler için taraf. Mahkemelere davalar açılmış, buralar 2 B olarak kabul edilmiyor.
Orman köylüsünün en büyük başbelası, uzun yıllardır bir devlet kurumu olan Orman İşletmesi oldu.
"Keçi yasağı", ardından farklı gerekçelerle uygulanan "yayla yasağı" küçükbaş hayvancılığa vurulan en büyük darbedir. Boşuna ithal et, peynir yer hale gelmedik.
Ancak, bu köylerin Büyükşehir Belediyesi statüsüne alınması, “Mahalle” yapılması bir beklenti doğurmuştu.
Ama şimdi bu olumlu beklenti de, tam tersi, bir kabusa dönüveriyor.
Zira, eskiden ekili tarlasını kaptırmamak için uğraşan köylü, şimdi hayvanlarını otlattığı meraları da kaybetme riski ile karşı karşıya.
Belediyeye göre artık, buralar mera falan değil, “hazine arazisi”!
Ve Belediye, üzerinde hayvan otlayan bu eski meralar üzerinde istediği gibi at oynatabileceğini düşünüyor.

Örneğin, eski yasalarımıza göre, yaylak, kışlak ve meralarda sahiplenme, özel mülkiyete geçirme, inşaat yapma vs mümkün değildi. Buralar tamamen hayvanların otlanmasına ayrılmıştı.
Köyler arasındaki itilaf sadece, senin hayvanın otlayacak/benim hayvanım otlayacak düzeyindeydi.
Oysa şimdi, belediyelerin arazileri bazı şirketlere sattığı, kiraya verdiği söyleniyor.
Bu durum da yöre halkı ile belediyeler, sonuçta vatandaş ile devlet arasında yeni sürtüşme alanları yaratmış.
Karaağız köyüne doğru giderken, telle çevrili geniş alanlar dikkatimi çekti.
Belli ki buralar tarla değil, mera.
Merayı kim, ne cesaretle dikenli telle çevirebilirdi ki?
Köylülerden birisinin verdiği bilgi aynen şu:
“Burası bizim köyün hayvanlarının otladığı meraydı. Sonra belediye burayı bir şirkete vermiş. Biz itiraz edip, mera olarak kullanmaya devam edince sırf köye gıcıklık olsun diye Orman İşletmesi’ne dikenli telle çevirttiler. Şimdi badem fidanı dikeceğiz diyorlarmış. Bu arazide badem olmuyor. Ama bize inat olsun diye yapıyorlar”...
Yüzlerce dönüm alandan söz ediyoruz.
Ve hani, genellikle yaylalar, meralar bomboş. Ama Karaağız köyünde durum o kadar kötü değil. Gezdiğimiz ormanlık alanların keçilerin otlama alanı olduğu anlaşılıyor. Hayvanlar otları yemiş, ağaçlar arasında daha rahat yürünüyor.
Bize yürüyüşte mihmandarlık yapan köylü, köyde 10 binden fazla küçükbaş hayvan  (büyük çoğunluğu keçi) olduğunu söyledi. Köyde yaşayan 67 hane için hiç fena bir rakam değil. Tahmin ediyorum Sütaş’ın en fazla keçi sütü aldığı yer burası.
Şimdi buradan Büyükşehir Belediye yönetimine sesleniyorum:
Artık geleneksel belediyecilik ezberini unutun. Artık sadece şehirden değil dağlardan, ovalardan, ormanlardan, meralardan, yaylalardan da sizler sorumlusunuz... Artık sadece insanlar değil, hayvanlar için de içmesuyu sağlamak durumundasınız... Sadece insanların atıkları ve kanalizasyon değil, hayvansal gübrelerin kullanımına da kafa yoracaksınız...
Bu işler eski “yasak”larla yürümez!

Mesela “hazine arazisi” ve de paraya çevirmek için yanıp tutuştuğunuz meraları birilerine kiralamak, satmak yerine lütfen islah ediniz...
Mera ıslahı, orada hayvanların daha çok, kaliteli ve ucuza beslenmesi, bu da vatandaşa ucuz, kaliteli et, süt demektir...
Cumhuriyetin kuruluşundan beri hep lafta kalan mera ıslahı artık belediyelerin omuzunda..
İşe buradan başlayabilirsiniz. Geri dönüşü en hızlı olan da budur.
BESAŞ’ın Keles’te süt ve süt ürünleri işlemesi çok güzel bir adım.
Ama sadece işin ticari tarafında değil, üretim tarafında da kendinizi hissettirin. Hayvan üretimine, damızlık, gübre, zirai ilaç vs. katılmasanız da üretenin işini kolaylaştırabilirsiniz... Örneğin yem bitkisi ekimini desteklemek, BUSKİ ile sulama desteği, çiftçinin pazarlara ulaşımında destek olabilirsiniz.

KÖYDE SANTRAL KORKUSU!

Veee...
Karaağız köylülerinin aylardır yüreğini ağzına getiren santral projesi...
Köye yaklaşık 500 metre uzaklıkta çam ve ardıç ağaçlarının arasındaki bir alana kurulacak atık yakma tesisini engellemek için köylüler adeta seferber olmuş.
Çadırlar kurmuşlar ve geceleri erkekler, gündüzleri kadınlar burada nöbet tutuyor.
Koza Dağcılık olarak yürüyüş sırasında direniş çadırına uğrayacağımız, kendilerine moral destek vermek istediğimiz söylendiği için, haberdardılar ve yürüyüş grubumuzu alkışlarla karşıladılar.
Nöbetteki kadınlar ateşler yakıp kendi elleriyle, sacda pişirdikleri gözlemeleri ikram ettiler.

Bir köylü, gruba “Biz bu doğanın bozulmasını istemiyoruz. Biz burada 4 aydır gece gündüz nöbet tutuyoruz. Geceleri erkeklerimiz, gündüzleri annelerimiz, ablalarımız, bacılarımız nöbet tutuyor. Birkaç sefer çevik kuvvetle bastılar burayı. Ama tekrer iş makineleriyle çekip gittiler” diye bilgi verdi.
Ve 27 Ekim’de Bursa’da yapılacak yürüyüşe davet etti herkesi..
Hikayenin özeti şu:
Adresi İstanbul Beylikdüzü’nde görünen Satem Enerji Sanayi Ticaret Ltd. Şti. 8 Ağustos 2017’de, Karaağız köyü “Leylek Çam” mevkiinde “tarla” sıfatındaki 35 bin 550 metrekare yeri İsmail Hakkı’nın kızı Fatma Çetin ile oğlu Durali Sönmez’den 350 bin liraya satın alır. Tapunun alındığı gün, ilçe Tarım Müdürlüğüne başvuru yapılır, 10 Ağustos’ta da yerin “Marjinal Tarım Arazisi” sınıfında olduğunun anlaşıldığı yazısı verilir ve “Biyokütle Enerji Santralı’nın kurulmasına olumlu görüş verilir. 11 Ağustos’ta Çevre ve İl Müdürlüğü’ne başvuru yapılır, aynı gün görevlendirme yapılır.
Bu arada, tapunun alındığı 8 ağustos günü Büyükorhan belediyesine başvurulur ve aynı gün, belediyeden “..Biokütle enerji santralı kurmanızda herhangi bir sakınca bulunmamakta olup, gerekli yere imar planı yaptırabilirsiniz” yazısı alınır. İmza Belediye Başkanı Hasan Taş!...
Ve aynı gün belediye başkanı Fen İşleri’ne yazısını yazar.
Bürokrasideki hız insanın gözünü yaşartıyor, değil mi!
12 Mwe/48Mwt Kapasitesinde Biyokütleden Elektrik Eldesi Tesisi Projesi” için bürokrasi jet hızıyla geçer, ÇED raporu tamamlanır, görüşler hep olumludur vs. vs.

Köyüler projeden, şirket baharda inşaata başlamaya geldiği zaman haberdar olur.
Karaağız köylülerinin bu santralı istemediğini söyleyen bir vatandaşa göre durum şu:
“Burası bizim hayvanlarımızın otladığı bir yer. Mera. Tarla değildi, sahipli de değildi. Belediye başkanı bunu birine, ardından da şirkete tapulatmış. Bizim muhtar da işin içinde. Şirket, duyduğumuza göre Büyükorhan belediye başkanını ve bizim muhtarı doyurmuş. Birer milyon lira vermiş bunlara, bunlar da her tür yasal mecburiyetleri, formaliteleri yerine getirmişler. Muhtar şimdi utancından köye gelemiyor. İki dönemdir muhtardı, kendini tanıttı, ilçede muhtarlar dernek başkanı oldu. O arada belediye başkanı ile kafayı birlemişler. Belediye ilçeden birçok muhtarı, ileri gelen adamları toplamış yemek vermiş, sonra da ‘katılanlar’ diye bir kağıda imza attırmış. Ardından da o imzalı kağıdın üzerine, ‘Biz şu şu kişiler olarak bu tesisin yapılmasını istiyoruz’ diye yazıp Valiliğe dilekçe diye vermişler. Sonradan ortaya çıktı. Birbirine girdiler. Rezil oldular.”
Tabi rivayet farklı. Mesela kimisi muhtarın 1 milyon lira rüşvet aldığını söylerken, kimisi rakamı 400 bin TL diye duymuş.
“Para değil, iki daire vermişler Bursa’dan” diyeni de duydum.
Köylülerin muhtar ve belediye başkanına çok öfkeli olduklarını anlamak zor değil.
Santral yapılması planlanan yerin yanından asfalt yol geçiyor. Yolun kenarında iki konteyner ile araziye uzatılmış demir elektrik direkleri göze çarpıyor.
Ha bir de santral yapılacak denilen yerde kazılar var.
Kare şeklindeki kazılar nedir, dediğimizde yanıtı çarpıcı:
Buradan çok eski bir yol geçiyor. İpek yoluymuş. Aslında tarihi mekanlar, eski mezarlıklar var. Biz itiraz ederken bunu da dile getirdik. Şimdi Müze Müdürlüğü buraya kazı için geldi. Onların derdi, göstermelik bir kazı yapıp şirketin önünü açmak, burada tarihi eser yoktur diyebilmek. Bakın yarım metre bile yok kazıları”...
Sohbet sırasında, köylülerin aslında bu tesiste ne olacağına ilişkin net bilgi sahibi olmadıklarını, ayrıca da kendilerine söylenenlere inanmadıkları, şirketin sözleri ve kağıtta yazılanlara da güvenmedikleri gözleniyor.
Örneğin şirket temsilcileri, “Burada ormandan odun, atık şeyler yakacağız” demiş. Oysa kendileri orada Bursa ve Kütahya’da arıtma çamurları dahil her türlü zararlı atıkların, İzmit’teki İzaydaş’a gönderilen zehirli ve tıbbi atıklar dahil çevreyi kirletici her türlü şeyin yakılacağına, bunun da köyü yaşanmaz hale getireceğine inanıyorlar.

Şirket belgelerinde, tesiste yılda toplam 87,8 bin ton yakıt kullanılacağı, bunun 73 bin tonunun orman ürünü, odun, lif yonga, kağıtlık odun, tali orman odunu, kök odunu, standart dışı orman ürünü, geri kalanın ise mısır koçanı, zeytin dalı, domates posası, şeftali çekirdeği gibi tarımsal atık olduğu yazılıyor.
Keza, projede "akışkan yataklı kazan" akıllarda soru işareti bırakırken, termik santrallerdeki gibi soğutma kulesi ve baca korkutuyor; “bacagazı arıtma ünitesi” inandırıcı bulunmuyor. Kül silosu, silo dolum yerleri, odun kırıcılar vs ortalığın toz dumana boğulacağı, bölgenin duman, kül kömür içinde adeta boğulacağı kaygılarını güçlendiriyor.
Seçimlerde büyük çoğunluğu Ak Parti’ye oy veren köyde, bu mesele yüzünden iktidar partisine de büyük tepki olduğu ifade ediliyor.
Doğada yürümeye, doğanın kucağında nefes almaya, doğayı ve insanları, velhasıl memleketi tanımaya devam...
1

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder