Doğa gezilerine fırsat buldukça, devam...
14 ekim Pazar günü, Bursa’nın
dağ ilçelerinden Büyükorhan’da “Küplü Çeşmesi”, “Erikli Tepesi”, “Pınar
Arpayeri” mevkiilerinden, Karaağız
köyüne (mahalle) yürüdük.
DSİ’nin
yüksek kotlardaki zirai alanların sulanması için yaptığı harika sulama göletine
yakın bir yerde başlayan yürüyüş sırasında mis gibi temiz hava, yemşeşil çam
ormanları ile tam bir yayla yürüyüşü oldu.
Havanın kapalı oluşu, yağmur bulutlarının, sisin
yanıbaşımızda olması da “yayla” olmanın şanından olmalı.
Dostlar, ormanlık, dağlık, yüksek ve de “kırsal” diye tanımladığımız yerler,
bizim makus talihimizin aynası gibi...
Bir yanıyla müthiş doğal zenginlikler, insanın ömrünü
uzatacak tertemiz içme suyu ve bol oksijen, yeşillik; kendinizi bir anda
cennetin orta yerinde hissedeceğiniz bir doğa...
Bir yanıyla da pek çok yanlış politika yüzünden geçim
sıkıntısı, yoksulluk, verimsiz tarım, geçinememe, hızla kaybolan nüfus,
arazilerin terk edilmesi ile sonuçta yerleşik insanların “kurtulmak” için can attığı bu güzelim orman köylerimiz...
Ve de, bir gazeteci olarak, sorgulayan gözlerle
baktığınızda daha vahim bir durumu tespit ediyorsunuz: Kangren haline gelmiş
sorunlar, sorunlar...
Devletin
vatandaşı ile bir türlü yıldızı
barışmayan topraklardan söz ediyoruz...
Şaka değil, Orhaneli,
Keles vs. civarda binlerce köylü devletle mahkemelik!
Yeni değil, bildim bileli bu böyle...
Türkiye’nin pek çok dağlık yöresi gibi...
Köylerin birbiriyle yaşadığı arazi, su ve meralarla
ilgili davalardan, kavgalardan söz etmiyorum.
Devlet kurumlarının, büyük ölçü de de Orman Genel Müdürlüğü’nün açtığı
davalarla kabaran mahkeme dosyaları...
Düşünün ki, Toroslar’da
pek çok şehrin “yayla”ları var ve
yaylada ev yapılıyor, telle çevrili bahçeler kuruluyor, ormanın içinde
insanların elinde tapuları var, alıyorlar, satıyorlar...
Devlet aynı devlet, kanunlar aynı kanun...
Ama Orhaneli’de,
Keles’te bilmem kaçıncı göbekten
miras olarak işlenen topraklara tapu verilmiyor.
Orman
Genel Müdürlüğü buraları “orman
içi”, “Orman kenarı” vs. görüp itiraz ediyor ve köylüler ekip biçtikleri
arazinin tapularını alamıyorlar.
Şehir civarlarında işgal edilmiş, üzerine konut veya
işyeri yapılmış, fiyatı da uçmuş olan yerler “2 B” kapsamında ve hayli yüksek fiyatlarla da olsa satın alınıp
tapulandırılabiliyor. Ancak köylülerin bu şansları da yok. Zira, orman
işletmesi bu araziler için taraf. Mahkemelere davalar açılmış, buralar 2 B olarak kabul edilmiyor.
Orman köylüsünün en büyük başbelası, uzun yıllardır bir
devlet kurumu olan Orman İşletmesi oldu.
"Keçi
yasağı", ardından farklı gerekçelerle uygulanan "yayla yasağı" küçükbaş
hayvancılığa vurulan en büyük darbedir. Boşuna ithal et, peynir yer hale
gelmedik.
Ancak, bu köylerin Büyükşehir
Belediyesi statüsüne alınması, “Mahalle” yapılması bir beklenti doğurmuştu.
Ama şimdi bu olumlu beklenti de, tam tersi, bir kabusa
dönüveriyor.
Zira, eskiden ekili tarlasını kaptırmamak için uğraşan
köylü, şimdi hayvanlarını otlattığı meraları da kaybetme riski ile karşı
karşıya.
Belediyeye göre artık, buralar mera falan değil, “hazine arazisi”!
Ve Belediye, üzerinde hayvan otlayan bu eski meralar
üzerinde istediği gibi at oynatabileceğini düşünüyor.
Örneğin, eski yasalarımıza göre, yaylak, kışlak ve meralarda
sahiplenme, özel mülkiyete geçirme, inşaat yapma vs mümkün değildi. Buralar
tamamen hayvanların otlanmasına ayrılmıştı.
Köyler arasındaki itilaf sadece, senin hayvanın
otlayacak/benim hayvanım otlayacak düzeyindeydi.
Oysa şimdi, belediyelerin arazileri bazı şirketlere
sattığı, kiraya verdiği söyleniyor.
Bu durum da yöre halkı ile belediyeler, sonuçta vatandaş
ile devlet arasında yeni sürtüşme alanları yaratmış.
Karaağız köyüne
doğru giderken, telle çevrili geniş
alanlar dikkatimi çekti.
Belli ki buralar tarla değil, mera.
Merayı kim, ne cesaretle dikenli telle çevirebilirdi ki?
Köylülerden birisinin verdiği bilgi aynen şu:
“Burası
bizim köyün hayvanlarının otladığı meraydı. Sonra belediye burayı bir şirkete
vermiş. Biz itiraz edip, mera olarak kullanmaya devam edince sırf köye gıcıklık
olsun diye Orman İşletmesi’ne dikenli telle çevirttiler. Şimdi badem fidanı
dikeceğiz diyorlarmış. Bu arazide badem olmuyor. Ama bize inat olsun diye
yapıyorlar”...
Yüzlerce dönüm alandan söz ediyoruz.
Ve hani, genellikle yaylalar, meralar bomboş. Ama
Karaağız köyünde durum o kadar kötü değil. Gezdiğimiz ormanlık alanların
keçilerin otlama alanı olduğu anlaşılıyor. Hayvanlar otları yemiş, ağaçlar
arasında daha rahat yürünüyor.
Bize yürüyüşte mihmandarlık yapan köylü, köyde 10 binden
fazla küçükbaş hayvan (büyük çoğunluğu
keçi) olduğunu söyledi. Köyde yaşayan 67 hane için hiç fena bir rakam değil.
Tahmin ediyorum Sütaş’ın en fazla
keçi sütü aldığı yer burası.
Şimdi buradan Büyükşehir
Belediye yönetimine sesleniyorum:
Artık geleneksel belediyecilik ezberini unutun. Artık
sadece şehirden değil dağlardan, ovalardan, ormanlardan, meralardan,
yaylalardan da sizler sorumlusunuz... Artık sadece insanlar değil, hayvanlar
için de içmesuyu sağlamak durumundasınız... Sadece insanların atıkları ve
kanalizasyon değil, hayvansal gübrelerin kullanımına da kafa yoracaksınız...
Bu işler eski “yasak”larla
yürümez!
Mesela “hazine
arazisi” ve de paraya çevirmek için yanıp tutuştuğunuz meraları birilerine
kiralamak, satmak yerine lütfen islah
ediniz...
Mera ıslahı, orada hayvanların daha çok, kaliteli ve
ucuza beslenmesi, bu da vatandaşa ucuz, kaliteli et, süt demektir...
Cumhuriyetin kuruluşundan beri hep lafta kalan mera
ıslahı artık belediyelerin omuzunda..
İşe buradan başlayabilirsiniz. Geri dönüşü en hızlı olan
da budur.
BESAŞ’ın
Keles’te süt ve süt ürünleri
işlemesi çok güzel bir adım.
Ama sadece işin ticari tarafında değil, üretim tarafında
da kendinizi hissettirin. Hayvan üretimine, damızlık, gübre, zirai ilaç vs.
katılmasanız da üretenin işini kolaylaştırabilirsiniz... Örneğin yem bitkisi
ekimini desteklemek, BUSKİ ile sulama desteği, çiftçinin pazarlara ulaşımında
destek olabilirsiniz.
KÖYDE
SANTRAL KORKUSU!
Veee...
Karaağız
köylülerinin aylardır yüreğini ağzına getiren santral projesi...
Köye yaklaşık 500 metre uzaklıkta çam ve ardıç
ağaçlarının arasındaki bir alana kurulacak atık yakma tesisini engellemek için
köylüler adeta seferber olmuş.
Çadırlar kurmuşlar ve geceleri erkekler, gündüzleri
kadınlar burada nöbet tutuyor.
Koza
Dağcılık olarak yürüyüş sırasında direniş çadırına uğrayacağımız,
kendilerine moral destek vermek istediğimiz söylendiği için, haberdardılar ve
yürüyüş grubumuzu alkışlarla karşıladılar.
Nöbetteki kadınlar ateşler yakıp kendi elleriyle, sacda
pişirdikleri gözlemeleri ikram ettiler.
Bir köylü, gruba “Biz
bu doğanın bozulmasını istemiyoruz. Biz burada 4 aydır gece gündüz nöbet
tutuyoruz. Geceleri erkeklerimiz, gündüzleri annelerimiz, ablalarımız, bacılarımız
nöbet tutuyor. Birkaç sefer çevik kuvvetle bastılar burayı. Ama tekrer iş
makineleriyle çekip gittiler” diye bilgi verdi.
Ve 27 Ekim’de
Bursa’da yapılacak yürüyüşe davet etti herkesi..
Hikayenin özeti şu:
Adresi İstanbul Beylikdüzü’nde görünen Satem Enerji Sanayi Ticaret Ltd. Şti. 8
Ağustos 2017’de, Karaağız köyü “Leylek
Çam” mevkiinde “tarla”
sıfatındaki 35 bin 550 metrekare yeri
İsmail Hakkı’nın kızı Fatma Çetin
ile oğlu Durali Sönmez’den 350 bin liraya satın alır. Tapunun alındığı gün,
ilçe Tarım Müdürlüğüne başvuru yapılır, 10 Ağustos’ta da yerin “Marjinal Tarım Arazisi” sınıfında
olduğunun anlaşıldığı yazısı verilir ve “Biyokütle
Enerji Santralı’nın kurulmasına olumlu görüş verilir. 11 Ağustos’ta Çevre
ve İl Müdürlüğü’ne başvuru yapılır, aynı gün görevlendirme yapılır.
Bu arada, tapunun alındığı 8 ağustos günü Büyükorhan
belediyesine başvurulur ve aynı gün, belediyeden “..Biokütle enerji santralı kurmanızda herhangi bir sakınca
bulunmamakta olup, gerekli yere imar planı yaptırabilirsiniz” yazısı
alınır. İmza Belediye Başkanı Hasan Taş!...
Ve aynı gün belediye başkanı Fen İşleri’ne yazısını yazar.
Bürokrasideki hız insanın gözünü yaşartıyor, değil mi!
“12 Mwe/48Mwt
Kapasitesinde Biyokütleden Elektrik Eldesi Tesisi Projesi” için bürokrasi
jet hızıyla geçer, ÇED raporu tamamlanır, görüşler hep olumludur vs. vs.
Köyüler projeden, şirket baharda inşaata başlamaya
geldiği zaman haberdar olur.
Karaağız
köylülerinin bu santralı istemediğini söyleyen bir vatandaşa göre durum şu:
“Burası
bizim hayvanlarımızın otladığı bir yer. Mera. Tarla değildi, sahipli de
değildi. Belediye başkanı bunu birine, ardından da şirkete tapulatmış. Bizim
muhtar da işin içinde. Şirket, duyduğumuza göre Büyükorhan belediye başkanını
ve bizim muhtarı doyurmuş. Birer milyon lira vermiş bunlara, bunlar da her tür
yasal mecburiyetleri, formaliteleri yerine getirmişler. Muhtar şimdi utancından
köye gelemiyor. İki dönemdir muhtardı, kendini tanıttı, ilçede muhtarlar dernek
başkanı oldu. O arada belediye başkanı ile kafayı birlemişler. Belediye ilçeden
birçok muhtarı, ileri gelen adamları toplamış yemek vermiş, sonra da
‘katılanlar’ diye bir kağıda imza attırmış. Ardından da o imzalı kağıdın
üzerine, ‘Biz şu şu kişiler olarak bu tesisin yapılmasını istiyoruz’ diye yazıp
Valiliğe dilekçe diye vermişler. Sonradan ortaya çıktı. Birbirine girdiler.
Rezil oldular.”
Tabi rivayet farklı. Mesela kimisi muhtarın 1 milyon lira rüşvet aldığını
söylerken, kimisi rakamı 400 bin TL
diye duymuş.
“Para
değil, iki daire vermişler Bursa’dan” diyeni de duydum.
Köylülerin muhtar ve belediye başkanına çok öfkeli
olduklarını anlamak zor değil.
Santral yapılması planlanan yerin yanından asfalt yol
geçiyor. Yolun kenarında iki konteyner ile araziye uzatılmış demir elektrik
direkleri göze çarpıyor.
Ha bir de santral yapılacak denilen yerde kazılar var.
Kare şeklindeki kazılar
nedir, dediğimizde yanıtı çarpıcı:
“Buradan çok eski
bir yol geçiyor. İpek yoluymuş. Aslında tarihi mekanlar, eski mezarlıklar var.
Biz itiraz ederken bunu da dile getirdik. Şimdi Müze Müdürlüğü buraya kazı için
geldi. Onların derdi, göstermelik bir kazı yapıp şirketin önünü açmak, burada
tarihi eser yoktur diyebilmek. Bakın yarım metre bile yok kazıları”...
Sohbet sırasında, köylülerin aslında bu tesiste ne
olacağına ilişkin net bilgi sahibi olmadıklarını, ayrıca da kendilerine
söylenenlere inanmadıkları, şirketin sözleri ve kağıtta yazılanlara da
güvenmedikleri gözleniyor.
Örneğin şirket temsilcileri, “Burada ormandan odun, atık şeyler yakacağız” demiş. Oysa kendileri
orada Bursa ve Kütahya’da arıtma çamurları
dahil her türlü zararlı atıkların,
İzmit’teki İzaydaş’a gönderilen
zehirli ve tıbbi atıklar dahil çevreyi kirletici her türlü şeyin yakılacağına,
bunun da köyü yaşanmaz hale getireceğine inanıyorlar.
Şirket belgelerinde, tesiste yılda toplam 87,8 bin ton
yakıt kullanılacağı, bunun 73 bin tonunun orman ürünü, odun, lif yonga,
kağıtlık odun, tali orman odunu, kök odunu, standart dışı orman ürünü, geri kalanın ise mısır koçanı, zeytin dalı,
domates posası, şeftali çekirdeği gibi tarımsal
atık olduğu yazılıyor.
Keza, projede "akışkan
yataklı kazan" akıllarda soru işareti bırakırken, termik
santrallerdeki gibi soğutma kulesi
ve baca korkutuyor; “bacagazı arıtma ünitesi” inandırıcı
bulunmuyor. Kül silosu, silo dolum
yerleri, odun kırıcılar vs
ortalığın toz dumana boğulacağı, bölgenin duman, kül kömür içinde adeta
boğulacağı kaygılarını güçlendiriyor.
Seçimlerde büyük çoğunluğu Ak Parti’ye oy veren köyde, bu mesele yüzünden iktidar partisine de
büyük tepki olduğu ifade ediliyor.
Doğada yürümeye, doğanın kucağında nefes almaya, doğayı
ve insanları, velhasıl memleketi tanımaya devam...
1
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder