11 Ekim 2018 Perşembe

Uludağ’dan yararlanmıyor, resmen talan ediyoruz!



Doğa gezilerimizin 7 Ekim Pazar günkü bölümüne Bursa-Uludağ yolu üzerindeki Dolubaba’dan başladık. Dolubaba çok eski bir kişilik, türbesi var o civarda falan, ama o konuya  girmeyelim, o bölgeye de  Dolubaba deniyor.  Hatta aynı espriyle işyerleri açılmış “Şekerbaba Kuzuçevirme”, “Şekerbaba Et Mangal” vs. 
Orada araçlardan indikten sonra Karabelen, Milli park girişinin arası, Tonoz Tayla, Abıhayat, Erikli Yayla üzerinden Zeyniler’e inerek yaklaşık 10-13 kilometre civarındaki yürüyüşü tamamladık.
Uludağ’ın kent merkezine en yakın yükseklikleri olduğu için bu bölge,  doğa yürüyüşlerinde çokça kullanılan güzergahlar halinde.  Bu nedenle de patikalar hayli belirginleşmiş. 
“Keçi yolu” diye bildiğimiz  ve daha çok koyun ve sığır gibi her tür hayvanın geçiş yolu olarak kullandığı yollar, orman içi patikalar oluşmuş.
Bu nedenle de yürümesi oldukça rahat bir parkur.
Koza Dağcılık’ın geçtiğimiz aylarda gerçekleşen “gece yürüyüşü”, Sarıalan’dan başlamış ve Tonoz Yayla, Abıhayat ve Erikli Yayla’dan Zeyniler’e inmiştik. Bu sefer gündüz yürüyüşü daha uzun ve nispeten daha düz bir hatta gerçekleşti.

Bu yürüyüşlerde her seferinde farklı şeyler keşfediyoruz.
Yeni çiçekler, yeni tür ağaçlar, otlar...
Her seferinde gruba katılan yeni insanlar, doğaseverler...
Bu gezide grubumuzun lideri, öncümüz Harun hoca sayesinde müthiş bir şey keşfettim: Mantar!...
Yağış sonrası bir anda bol humuslu topraklarda patlayıveren mantarlar çocukluğumdan beri hep çekmiştir beni.
Ancak şu zehir konusu yok mu...
Sadece “has mantar” ya da “evlek” dediğimiz bir tür mantar vardı ve onu toplar yerdik.
Ve tabi, sadece iki üç kez çocukluğumda yediğim ve hiç tadını unutamadığım “kuzugöbeği”...
Harun hoca, benim gibi grupta mantarı merak eden ama tanımayan arkadaşlara da tek tek anlattı, tanıttı gördüğümüz mantarları.
Hatta, ilkokul öğrencileri gibi şendik, gördüğümüz mantarı hemen Harun hocaya gösterdik ve ona göre topladık!
“Hocam, bu?”....
Unutmadan... 
Mantarı en çok domuzların sevdiğini bu gezide anladım.
Zira domuzların azı dişli burunlarıyla kazdıkları yerlerin civarında mantardan kalmamıştı.
Tabi bir da ayılar... Onların da mantar peşinde koştuğundan eminim.. Hatta ayıların kesnaneleri bütün bütün yuttukları bir kanıya vardım, kenarda çok da eski olmayan bir ayı dışkısını görünce...
Demek ki, armutun iyisi gibi mantarın da iyisini ayılar yiyor galiba!
Hayatımda gördüğüm en büyük mantarın adı meğer “ayı mantarı” imiş.
Gruptan sadece bir şanslı arkadaşımız devasa bir “ayı mantarı” buldu ve biz de mantarı  elimize alıp “hatıra fotoğrafı” çektirdik.
Mantarların her birinin adı var, ama doğrusu sadece birkaç tanesi kaldı aklımda.  Mesela Pazar yerlerinde satılan “istridye mantarı”.
Bir de meşhur dizi “Şirinler”den adını alan bir mantar var ki, süslü mü süslü..
Ama yiyenin aklını alır, sarhoş edermiş!
Tabi sadece fotoğrafını çekmekle yetindik.
“Çam mantarı”nın lezzetini duymuştum, ama tam emin olamadığım için cesaret edemiyordum. Meğer somon rengine benzeyen bu mantarlarmış...
Sonuçta birer ikişer derken, birkaç çeşit mantarla akşam yemeğinin malzemesini de tamamlamış oldum.

Gezi öncesinde aslında en büyük beklentilerimizden birisi dağda kestane toplamaktı...
Tabi bin metre ve üzerinde kestane ağacı olmuyor.  Kestane ağacı görmek için Tonoz Yayla, Abıhayat civarına inmemiz gerekti.  Erikli Yayla vs.  Yani  Meskenler’in, Zeyniler’in üst kotları.
Gazeteci olarak, uzun yıllar Uludağ’ın eteklerindeki kestane varlığı ile ilgili haberler yazdık.
Kestane çok uzun süre sadece dağlardan toplandı.
Kestanecilik, kestane şekeri, tatlısı yaygınlaştığı, bu işten para kazanan şirketler olduğu halde, kimse fidan dikeyim de bir kestane bahçem olsun demedi, buna çaba sarfetmedi. Kestane fidanlarının meyveye durmasının uzun seneler alması da insanların cesaretini kırdı.
Gerçi şimdi iş değişti, artık bir-iki senede kestane vermeye başlayan cinsler geliştirildi. Bursa Tarım Fuarı’nda da bunlar Bursalılara tanıtıldı.
Ama hala da ben Bursa’da kurulmuş bir “kestane bahçesi” görmedim ya!
Neyse...
Ve... Bizimkisi tam bir hayal kırıklığı oldu..
Baktık ki, kestane ağaçlarında ne varsa aşağı inmiş.
Sadece meyve değil, dallar, yapraklar...
Mübarek savaş ganimeti gibi...
Hani “gavur malı” diye saldırırsın ya...
Aynı görüntü...
Arkadaş, ayıp değil mi?
Tamam, kestaneyi topla, ama gelecek sene yine gelmeyecek misin bu ağaçtan kestane toplamaya? Neden kırarsın bütün dallarını kardeşim?
Ama hoyratlık deyince iş çok köklü bizde...
Sadece tek tek insanlarımız değil...
Şirketlerimiz, hatta devlet kurumlarımız...
Bakın Uludağ’ın çevresi su zengini...
Ama bizim dolaştığımız bölgedeki çeşmelerin neredeyse tamamı kurumuştu...
Sadece Abıhayat’ın orada çok cılız akan bir çeşme gördük.
Peki bu kuraklık mı?
Hayıııırrr!
Meğer kimi yerde su şirketleri, kimi yerde Büyükşehir Belediyesi (BUSKİ) nerede akar su varsa hepsini borulara almış. 
Dağda gezerken her tarafta bir boru görmek mümkün.
Şu meşhur ve de son zamanlarda satılacağı söylenen “Muradiye” suyu buralardan toplanıyor galiba...
Buradan soruyorum...
Arkadaş, anladım suyu alıyorsun da...
Niye hepsini alıyorsun? Neden çeşmeleri kurutuyorsun?
Geçenlerde Mustafakemalpaşa’daki bir şelaleyi gezmeye gittiğimizde (Şapçı Şelalesi) kayaların üzerinden sadece iğne kadar su akıntısı kalmıştı ve hepimiz havaların kurak gitmesinden kaynaklandığını düşünmüştük.

Meğer, orada yaşayan bir dostumun anlattığına göre, bir şirket suyu almış, işletiyormuş (Gümüşsu  imiş adı galiba) ve kurumanın nedeni buymuş.
Ya arkadaş eyvallah, sudan birşeyler yapıyor, para kazanıyorsun, ama lütfen dereyi  de kurutma...
Buna hakkınız yok!
Uludağ su zengini. Erikli (Adına bakmayın, o artık Nestle                Waters adlı bir yabancı şirketin malı) başta olmak üzere, şirketler neredeyse Türkiye’nin her tarafında buradan içmesuyu satıyor.
Ama bunu yaparken, lütfen Bursa’yı, Bursalıları, tabi Bursa’nın derelerini, balıklarını, ağaçlarını, bahçelerini, kuşlarını, yaban hayvanlarını da susuz bırakmayın...
Buna hakkınız yok!
Bu konuda çok ilginç ve hoş bir uygulamayı da duyurmak isterim: Hamamlıkızık civarındaki bir su şirketi (Korusu, diye hatırlıyorum) bir uygulama başlatmış.
İnsanlar arabalarıyla oraya gidiyor, damacanalarını, o büyüklükteki bidonlarını 1,5 liraya suyla dolduruyorlar. 
Aynı akaryakıt istasyonu gibi, gayet düzenli bir uygulama ve aynı anda galiba 15 civarında kişi kabına su doldurabiliyor.
Bursa’nın insanı doğayı, doğal olanı çok seviyor, her seferinde buna tanık oluyoruz.
Örneğin, biz hani grup olarak doğa yürüyüşüne çıkan 40-50 kişiydik; ama Zeyniler’e daha inmeden eteklerin piknikçilerle doğu olduğunu gördük. Belki binlerce insan var...
Yıldırım Belediyesi’nin yamaç paraşütü için yaptırdığı, ancak havalananların aşağıdaki evlerin çatılarına falan inmesi gibi durumlar yüzünden çalıştırılmayan noktadan itibaren her herde piknikçi vardı.
Zeyniler ile Teleferik arasında, uzun yıllar önce toprak yolda arabamın su kaynatması yüzünden kaldığımız yol, kilitliparke ile yapılmış.
Çoğu yerde iki araba yan yana gidemiyor. Dar bir yol. Ancak her köşede piknikçi var.
Pazar günü olmanınn ve havanın güzel olmasının da etkisi ile insanlar kimi zaman mangalını, kimi zaman birasını, arkadaşını, ailesini almış kendini bir ağacın dibine, bir taşın, çimenin, moloz yığının üzerine atmış, temiz havanın (yoldaki egzoz bile umurlarında değil) keyfini çıkarıyor.
Üst kotlarda da çadırlı kamp yapanları gördük. Bunlar da muhtemelen Cumartesi ve Pazarı orada geçirmek istemişler.

Yıllar önce Kadıyayla civarında, Süleymaniye köyünün karşısındaki ormanda çıkan yangında tahrip olan arazi de müthiş “yeniden doğuş” durumu var.  Ağaçların gövdesinde siyah yanıkları hala görebiliyorsunuz. Ancak tamamen yanan ve ağaçlandırılmayan bölgelerde binbir türden çiçek, ot gelişmiş. En çok da, bir sürü sağlık sorununa iyi geldiği bilinen kantaron çiçeği... Hozan gibi geniş otlaklar uzaktan sapsarı (tabi güz gelince kurumuş büyük ölçüde) kantaron çiçekleri görülüyor.
Kantaron, adaçayı, kekik, papatya türü çiçeklerin en yoğun bulunduğu yer galiba burası.
Tabi hatırlatmakta yarar var.
Hani Erikli Yayla falan diyoruz, bölgenin adı bu, ama yaylacılık, hayvan otlatma diye birşey yok.
Ama geçmişte buraların canlı birer yaşam merkezi olduklarını, taş duvarından bir bölümü kalmış “eski hamam”dan (Kimisi gavur hamamı da diyormuş galiba) anlamak mümkün.
Tabana kuvvet, doğayı, insanları ve memleketi keşfetmeye devam...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder