Artvin, Türkiye'nin en hızlı akan nehri Çoruh'un bulunduğu yer. Arazinin çok zorlu olmasına rağmen derelerdeki coşkun sular elektrik santralları için çok cazip.
Ancak bu elektrik üretimi öyle bir gözükaralıkla, para hırsıyla yapılıyor ki, ne doğaya ne de orada yaşayan insanlara saygı var.
Dolayısıyla da sürdürülmesi mümkün olmayan, yakın gelecekte felakete dönecek bir sürece doğru gidiliyor gibi.
Bursa ve İstanbul'da yaşayıp, doğduğu topraklarda olanlardan kaygı duyan bir grup duyarlı insan geçtiğimiz günlerde iki otobüsle Artvin'in Şavşat ilçesine gitti ve yerel yöneticilere bir dosya ile kaygılarını dile getirdi. Ben de Koza Dağcılık'ın yürüyüşlerine katılan bir doğasever sıfatıyla birkaç arkadaşla birlikte o geziye katıldım.
Organizasyonu İstanbul'da bulunan Şavşat Dernekleri Federasyonu ile federasyona bağlı ve merkezi İstanbul'da bulunan SAV-DER (Şavşat Savaş Köyü Doğa, Kültür, Turizm ve Dayanışma Derneği) Bursa Şubesi düzenledi. Ben de Koza Dağcılık'ın yürüyüşlerine katılan bir doğasever sıfatıyla birkaç arkadaşla birlikte o geziye katıldım.
Federasyon başkanı Halis Yıldırım yıllardır bölgedeki doğa ve çevre ihlallerine karşı açılan davalarda tanınan deneyimli bir avukat. Yıldırım, ilçeye varışta Şavşat Adliyesi önünde toplanan ve davul zurna eşliğinde halaya duran kalabalık bir grupla basın açıklaması yaptı.
İkinci gün de Federasyon Başkanı Halis Yıldırım ve SAV-DER'in Bursa Şubesi Başkanı Ferhan Küçük ile Yönetim Kurulu Üyeleri Şavşat Kaymakamı ve Şavşat Belediye Başkanı ile siyasi partileri ziyaret etti; HES, taşocağı, maden projelerinin olası sonuçlarıyla ilgili kaygıları içeren bir dosya verdiler.
SAV-DER Bursa Şube Başkanı Küçük ayrıca Artvin Valiliği Özel idare Genel Sekreterliği, Devlet Su İşleri Müdürlüğü,Tarım Orman İl Müdürlüğü ile heyet olarak yaptıkları görüşmelerin yapıcı geçtiğini, girişimin amacına ulaştığını belirtti.
Şavşat Dernekleri Federasyonu diye kocaman bir sivil toplum örgütü olduğunu, örneğin sadece Bursa'da Şavşatlıların üyesi olduğu 52 adet derneğin bulunduğunu ilk kez bu Şavşat gezisinde öğrendim. Tabi Bursa'da Artvin kökenli vatandaşların sayısının 400 bin olduğunu, bunun yarıdan fazlasının son 40 yılda gelenler olduğunu da...
Demek boşuna "Burtvin" lafı üretilmemiş!
Artvin'de peşpeşe santrallar yapılıyor. 2005'de Muratlı, 2007'de Borçka, 2012'de Deriner barajları açılmış...
Deriner, hemen Artvin şehir merkezinin bitişiğinde. 249 metre yüksekliği ile dünyanın altıncı yüksek barajı. 670 MW kurulu güç, yılda 2,1 milyar kilovatsaat elektrik ile Türkiye'de tüketimin yüzde 2,5 ini karşılıyor. Çoruh havzasında üretimin yüzde 14'ü burada ve "mühendislik harikası" gösteriliyor.
Yapımı yüzde 60 tamamlanan Yusufeli barajı 275 metre yüksekliği ve yılda 1,9 milyar kilowatsaat elektrik ile Deriner'in rekorunu kapmaya aday.
Ve çoğu proje aşamasında, yüzlerce "HES"...
Şimdilerde HES diye, suyu dereden boruya alan, belli uzaklığa götürüp suyu yüksekten düşürerek altına jeneratör kurma diye tarif edebileceğim modellere deniyor.
Artvin, Karadeniz kıyısına paralel, yüksek, sarp dağların olduğu bir yer. Hemen arkası Ardahan, Erzurum.. Tepelerde yüksek yaylalar, biraz altında meralar... Hemen ardında Ardahan platosunda, geniş otlaklar... Hayvancılık için müthiş yerler.
İşte yeraltı su bolluğu bu coğrafyadan kaynaklanıyor. Aşırı meyilli, yaya yürünmesi çok zor arazi yemyeşil. Yaz kış bol yağış alıyor. Yağmur öyle şakır şakır, sağanak olmuyor. "Aptal ıslatan" diyeceğimiz türden çok yavaş ama günlerce, bazen haftalarca süren yağıştan söz ediyoruz. Bu yüzden de sis, bulut pek eksik olmuyor.
Yeraltı suyunu besleyen, dereleri coşturan işte bu iklim.
Düşünün, Çoruk nehrinin herhangi bir kolu boyunca asfalt yolda giderken, neredeyse her yüz metrede bir üstten aşağı şırıl şırıl gelen derecikler görüyorsunuz. Her birisi bir su değirmenini döndürecek kadar.
Şimdi yüzlerle ifade edilen HES, gelecek için büyük bir felaketin habercisi gibi. Zira, her HES yeni bir yol, yeni inşaat, boru hattı, enerji hattı vs. demek. Bu da su geçirgenliğinin azalması, yeraltı su kanallarının değişmesi demek.
Bitki, ağaç örtüsünde azalma, yani erozyon demek.
Erozyon...
Bütün bu baraj ve HES'ler için felaket demektir...
O kadar dik yamaçların erozyona maruz kalmasının, her yağışta derelerin toprakla taşla dolmasının sonuçlarını düşünemiyorum.
Veee...
Asıl vicdanları kanatan sorun insanlar...
Artvin merkezde nüfusun 26 bin civarında olduğunu duyunca gerçekten inanamadım... Şavşat'ta yeni konut inşaatları... Meğer dışarıda yaşayıp, yaz aylarında gelenlermiş burada konut müşterisi..
Pek çok şehir gibi Artvin göç veriyor. Geleneksel "kırsal" göç gerekçelerinin yanına baraj ve "HES"ler eklenmiş. 20 bin civarında nüfusu olan Yusufeli, baraj tamamlanınca sular altında kalacak ve "göl manzaralı" yeni bir ilçe kurulacakmış!..
Yeni Yusufeli'de "ilçe" için gerekli nüfus kalacak mı çok merak ediyorum.
Keza, Şavşat Hanlı köyü civarında yapımı planlanan ve 20'den fazla köyü etkileyecek Hanlı 1-2 HES santrallarının yeni göç dalgası yaratmasına kesin gözüyle bakılıyor.
Susuz HES, Şavşat HES, Ayşe HES, Veliköy HES, Küplüce kalker ocağı , Meydancık HES...
Ziyaret (Seslavur),Arpalı(Zendaba), Hanlı (Hamuşet), Aydın (Tanzot, eski isimler)
NİYE İSVİÇRE GİBİ OLMASIN!
Elbette Türkiye'nin yerli enerjiye ihtiyacı var. Elbette Arvin'deki zengin su kaynakları en verimli şekilde değerlendirilmeli..
Ancak bunu hem doğaya uygun, hem de bölge halkının yararına yapmak mümkün.
Pek çoğundan, "HES yapıyorlar da bize ne faydası var? Köye üç kuruş indirimli mi verecekler elektriği.." sitemi duydum.
"Köyde işsizlere iş vereceğiz diyorlar. Yalan. Deriner'de kaç Artvinli çalışıyormuş ki?"
Örneğin köy içinden geçen bir dereye jeneratör takıp köyün elektrik ihtiyacını, üstelik bedava sağlamak neden olmasın?
Ama köy çeşmesine su saati takan devlet yöneticilerinin defterinde bunlara yer yok.
İnsanları göçe zorlamak yerine bölgede ekolojik tarımla, küçükbaş hayvancılıkla... yerleşim birimlerini hem modern yaşam, hem doğaya uygun planlamakla çok farklı bir Artvin'i yaratmak mümkün diye düşünüyorum.
İnsanlar dik yamaçlarda, çoğu bir dönümün altında küçücük bahçelerde harika meyve sebzeler üretiyorlar. Bölgenin balı, gorcola vs. yöresel peynirleri, yemekleri çok zengin.
Şavşat'ı gezerken gerçekten Alp dağlarını dünya çapında bir çekim merkezi yapan İsviçrelileri örnek almak lazım diye düşündüm. Hatta çok daha güzelini yaratabilmek mümkün...
Arvinliler okur yazar ve aydın kesimin yüksekliği ile bilinir. Kuşkusuz bunda, nüfus hareketliliği, bir ayağı Artvin'de, köyde, bir ayağı büyük şehirlerde olmanın etkisi vardır. Şavşat'ın oldukça barışçı bir yapı olması da dikkatimi çekti.
Örneğin, Şavşat Belediyesi ilçeye simge olarak salyangoz figurü yapmış. "Cittaslow-Yavaşşehir" sloganını belirlemiş.
Meğer bu bir uluslararası ünvanmış.
"Sakin/yavaş şehir" olmanın sembolü olan salyangoz logosuna sahip olmak için 7 farklı kategoride 70’e yakın kriterden en az yüzde 50’sini karşılamak gerekirmiş...
Başvurular önce kentin bulunduğu ülkede bu logoyu alan kente (İzmir’in Seferihisar ilçesi) yapılmaktaymış.
Merkezi İtalya’nın Orvieto kentinde bulunan Uluslararası Cittaslow Birliği, bu unvanı herkese vermez, kriterleri için somut adımlar ve planlar istermiş.
Sakin Şehir olmanın kriterlerinden birincisi Çevre Politikaları imiş...
Şavşat'ı tebrik ediyoruz, bu unvanı alabilmiş.
Ama...
Şimdi soruyoruz:
Acaba Şavşat’ta bu kadar HES projesi yapılmasıyla Sakin Şehir unvanı tekrar alınabilecek mi? Yoksa "Almasak da olur, yeter ki HES’ ler yapılsın" mı diyecek Şavşat Belediyesi?
Gruptakilerin çoğu, geceyi köylerdeki yakınlarının yanında geçirdi. Bazılarının ise anlaşılan, ziyaret edeceği yakın akrabası kalmamıştı. Ancak öyle de olsa bu insanların doğduğu topraklara bağlılığı, "vatan" sevgisi kayda değer.
Galiba yurtseverlik, vatanseverlik de böyle bir şey...
Fakat insanların üzerinden buldozer gibi geçen hayat...
Artvin şehir merkezinde, hakim bir yerden çevreyi seyrediyoruz. Aşağıda Turkuaz sularına karşılık çevresi beton ve çorak renkle kalan baraj, biraz ileride Jandarma ve eskiden fabrika olup şimdi üniversite binası olan yerler ve sol köşede kocaman bir cezaevi.
Kimilerinin çok duygulandıklarını fark ettim.
"Aha şu Çoruh'un kenarındaki bina 12 Eylül'ün işkence merkeziydi. Yapmadıklarını bırakmadılar. Gençleri, diri diri nehre attılar, intihar etti dediler.."
Yakın geçmiş acılı...
Ama geçmişi geçmişte bırakmayı öğrenemiyoruz.. Merkezi idarenin ve güvenlik görevlilerinin, toprakları ile ilgili kaygılanan bu yurtsever insanlara yaklaşımı hayli soğuk gibi. Örneğin Şavşatlıların meşhur "Efkar Tepesi"nin adını "15 Temmuz" yapma gayreti varmış, bu da büyük tepki alıyor. Yöre insanının iradesini, değerlerini ezen bir devlet anlayışı...
Toprağında acılar, gurbette yaşam kavgası...
İnsanlar HES'lerin yaratacağı tahribattan çok kaygılı. Ancak bir yandan da buralardan elini ayağını çekme durumları var.
Örneğin, bir zamanlar her köyde en az 3-5 su değirmeni varmış, şimdi onlar yok.
Pek çok alabalık tesisi kapanmış.
Otluca köyü yazın 64, kışın 10 haneymiş.
Pınarlı köyünde 12 bin koyun, 3 bin sığır, bin 600 öküz varken, şimdi tek bir koyun kalmamış (Çoban köpeklerinin caddelerde dolaşmasından anlamıştım).
Keçi yasaklanmış (halbuki Artvin Koçu ve yöreye özgü, koca boynozlu yaban keçilerini andıran keçileri çok ünlüydü), geriye sadece 2 bine yakın sığır kalmış.
Köylerde sadece yaşlılar kalıyor, hayvancılık dibe vurmuş.
Dolayısıyla suya, toprağa sahip çıkacak nüfus da kalmamış.
Bu da, para için gözünü karartanların iştahını artırıyor, cesaretlendiriyor.
Şavşat'ta akşam bir pidecideyiz. Şavşat pidesi meşhurmuş, bol peynirli, lezzetli.
Yan masada oturan birisi bize dönüp ısrarla "Nerelisiniz" diye sordu ve başladı kalaya...
"Burs'dan niye geldiniz. Ne işiniz var Şavşat'ta. Sizin gibiler insanların kafasını karıştırıyor, nifak sokuyor..."
"Hayırdır" deyince, taşocağı işletme ruhsatı olduğunu söyledi ve bir dövmediği kaldı: "Ekmeğimle aşımla oynuysiiiz. O kadar para yatırdım. Banka kredilerim var. Yapılır mı bu yau.. Yok ÇED raporuymuş, toz olurmuş. Nolurmuş tozlanmainann..."
Tabi işi hemen siyasete dökme konusunda ustalar...
Alttan alta, HES'lere itiraz edenler "solcu", "çevreci", "marjinal" söylentisi yayılmış. Böyle olunca da, iktidar partisine oy verenler kendisini karşı cephede buluyor!
Doğanın tahribine, toza toprağa, erozyona, göçe itiraz ettin mi, "hain", etmeyince "Ak Partici" oluveriyorsun!
Doğanın talanı paragözlerde yeni davranış modelleri yaratıyor, halkı bölme konusunda ustalar çook.
Bursa Şavşatlılar Derneği Başkanı Ferhan Küçük'ün de köyü Hanlı'daki HES'leri Akyurt İnşaat diye bir şirket yapıyormuş. Sahibi kaymakamlık, valilik yapmış eski bir bürokratmış.
Köylüyü dinliyoruz: "Kimse bize buraya baraj yapalım diye sormuyor, hatta arazi istemiyor. Bir gün bakmışsın, kamulaştırma gelmiş, sana şu kadar para, ister al al ister alma, toprağına el konuluyor..."
Hoyratlık, kabalık...

Oysa yöre insanı, çok yapıcı, barışçı. Otobüste giderken, Şavşatlı Secaattin Durmuş beyin anlattıklarına dikkatinizi çekerim:
"İlkokuldayız. Öğretmen, Türkiye'nin düşmanları kimdir diye sorunca, hep birlikte komşu köyün adını söylerdik. Çünkü mera yüzünden düşman olmuştuk. Ne kadar cahilmişiz... Aradan kırk sene geçti, yazın bu komşu köyün gençleri ile futbol turnuvası düzenledik. Dikkat ettim, kimse takım tutmuyor, hangi taraf iyi oynuyorsa, onu alkışlıyoruz..."
Kendi payıma, Tokat'taki bizim köyde de "düşman"dı komşu Arıpınarı (Gözekse) köyü. Ama hala böyle bir futbol maçı oynamayı başaramadık. Helal olsun Şavşatlılara dedim içimden.
Ve bizim köyün bitişiğinde barajın 1961'de kurulmasına rağmen, köyümüze elektriğin, 20 sene sonra, 1980 sonrası bağlandığını utanarak hatırladım.
Kendi halkını, doğasını hesaba katmayan bir yönetim ve kalkınma anlayışı...
Adeta beslendiği kaynaklardaki insanların gözyaşı ile dönen jeneratörler...
Ama Artvin'de henüz herşey bitmiş olmadan, yeni bir başlangıç yapma şansı var bu ülkenin, diye düşünüyorum.
Hem kendi kaynaklarına dayanan, onu verimli kullanan, hem de insanı sağlıklı, mutlu müreffeh yaşayan bir Türkiye dileğiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder