22 Ocak 2019 Salı
Terapiyle "sorun çözme"!
Ekonomide, çarşı pazarda, ailede, işyerinde, toplumda, eğitimde, sağlıkta, siyasette; velhasıl her alanda sorunların, belirsizliklerin, kaygıların rekor hızla arttığı günleri yaşıyoruz...
"Mutsuz olma" oranlarımız, her daim "büyüme ve GSYİH artış oranlarının" üzerinde!
Mutsuz olanlar sadece evine ekmek götüremeyen, kış soğuğunda yakacak odun bulamayan, çalışacak işi olmayan yoksullar, onulmaz hastalık sahipleri değil. Artık "tuzu kuru" diyebileceğimiz insanlar bile mutlu görünmüyor.
Sadece gelecek kaygısı artan pırıl pırıl gençler değil, "bir eli yağda bir eli balda" kesim bile çareyi yurtdışında arar olmuş.
Mutsuzluk hallerimiz enflasyonla, devalüasyonla yarışıyor...
Vatandaş olarak "Mutlu olmak" için önümüzde iki seçenek var:
Ya sorunları ortadan kaldırmak için bir kavgaya gireceğiz -ki, bu yolda acıların fersah fersah artacağını da baştan kabul etmiş, birey olarak kendini toplumsal amaca adamışsındır-; ya da bu sorunlarla sarmaş dolaş, mutlu olmanın yolunu arayacağız.
Bursa Sanayicileri ve İşadamları Derneği'nin (BUSİAD) Açık Kapı Toplantıları kapsamındaki felsefe söyleşilerinde konu işte buydu:
"Sorun Çözme"
Koç Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Mehmet Eskin "Sorun Çözme" üzerine uzun süre kafa yormuş bir isim. "Sorun Çözme Terapisi" adıyla okulda ders veren, bu adla kitabı, çok sayıda yayını bulunan bir akademisyen, psikolog.
Gelin Prof. Dr. Eskin'e kulak verelim.
Prof. Eskin'e göre, "sorun çözme" aslında salt insanlara ait bir davranış değil. Pek çok canlı da bir şekilde "sorun çözer", doğal olarak.
Dolasıyla da, insanın yaşadığı sorunlar karşısında "Ne yapalım" sorusunu sorması, aslında içinde bulunduğu toplumun sorunlarını ciddiye alma, bir çare arama davranışıdır ve "sağlıklı bir ruh halidir"...
"Sorun" dediğimiz şeyler, birlikte yaşamanın, varolmanın sonuçlardır.
Yani sorunlar da normal, olağan şeylerdir...
Nedir bu sorunların kaynağı:
1. Bölüşüm,
2. Çevre tahribatı,
3. İlişkiler...
"30 yıldır dert dinliyorum. Hep dert, hep dert" diyor Prof. Eskin.
Hadi, bölüşüm ve çevre tahribatını sorun olarak görmemeyi başardın.
"Banane ulan... Alltta kalanın canı çıksın" dedin, ya da onları görmeni engelleyecek inanç yöntemleri geliştirdin, başardın (Bu konuda size pek çok kurum, eğitim sistemi vs. destek olacaktır. Müesses nizama göre zaten ne bölüşümde sorun vardır, ne de çevreye kimsenin zarar verdiği... Yönetimin senden istediği buna inanmandır); ama insanlar "ilişkiler"e toslamaktan kurtulamıyor!
Dolayısıyla da mutsuzluklarımızın büyük çoğunluğu bu "ilişkiler"!...
Mesleğiniz ne olursa olsun, sizi en çok yoran, haftasonunda pertinizi çıkartan, kalıbımı basarım, işin kendisi, fiziki zorluğu falan değil, bu ilişkilerdir...
Efendim, patron şunu dedi, bunu yaptı, falanca filancayla şöyle yaptı, birisi şunu dedi, ben şuna layık görüldüm, görülmedim vs. vs.
Yani bizi iş değil, ilişkiler yoruyor, yıpratıyor, bıktırıyor, mutsuz ediyor!
Aslında, bakarsanız, "sorun" olması sahiden de çok olumlu birşey...
Zira bir sorun varsa, gelinen yerde bir süreç, ömrünü tamamlamıştır, bir ileri adım atmak gereği vardır!
İşte bu ileri adımı attıracak şey, sorunun "çözümü"dür...
Yani sorun, aslında bir sağlık, canlılık işaretidir...
Sahiden de hiç bir sorun olmasaydı hayat ne kadar sıkıcı olurdu ve insanoğlu zerre yol katetmiş olamazdı! Mağara devrine bile ulaşamazdık şu zamana kadar!
Mehmet hocanın çok çarpıcı bir tespiti var:
"Toplum olarak sorunu çözmeye değil, şikayeti ortadan kaldırmaya çalışıyoruz!"
Aklıma, değişik olayların ardından hükümetin basına "yayın yasağı" koyması geliyor. Ya da ne bileyim, gösterileri, grevleri yasaklamak, eroin fuhuş ticareti en ballı işler olmaya devam ederken birilerini kameraların önünde enselemek. Terörün onlarca kaynağını sulamaya devam ederken, "teröristlere göz açtırmamak", kanserojen maddelerin kullanımından tatlı paralar kazanmaya devam edenlerin pahalı kanser ilacı satışları ile "kanseri yenme" numaraları...
Sorunu çözmek değil, şikayetleri ortadan kaldırmak!
Ahmet hoca sonuçta 30 sene hastanede hastaları tedavi etmeye çalışan bir psikolog.
Tabi, kimsenin sorununu çözme şansı yok. Şirketi battığı için intihara kalkan adama çıkarıp para verecek değil...
O, sorunları çözmekten çok, güncel psikolojik rahatsızlıklarla nasıl başa çıkılır, onun derdinde.
Ve önerileri şöyle özetlenebilir:
"Önce şikayetlerin nedenlerini tespit etmemiz gerekiyor. Mesela sorunları sıralayıp, öncelikli olanlardan başlayarak çözmeye çalışabiliriz. Bunu yaparken, gerçekçi, erişilebilir hedefler koymalıyız.
Sorunları sıraladıktan sonra, çözüm için seçenekler de sıralanmalı. Seçenekler olabildiğince fazla olmalı. Bunun için beyin fırtınası, arkadaşlara sorma, danışma gibi yöntemler kullanılmalı. Fayda/zarar karşılaştırması yapılmalı ve sonunda da bir karar verip uygulanmalı."
Dikkat çekici tespitlerinden birisi de şu: Entelektüel sermayenin yoğun olduğu yerlerde, intihar oranları yüksektir..
Buna Tunceli'yi örnek gösterdi ve Tunceli'de okur yazar oranının yüksek olmasının kişilerin mutsuzluğunu artırdığına işaret etti.
Sahiden, sizin de "Keşke bu ülkede, bu şehirde, bu şirkette yaşanan gerçekleri görmeseydim, duymasaydım... Keşke gerçekleri öğrenmeseydim. Haksızlıklardan, adaletsizliklerden haberdar olmasaydım, başıma ağrılar girmeseydi... Çevremdeki herkesi, kurumları, insanları, masum dürüst insan saymaya devam etsem, mutlu mesut yaşasam... Keşke kör, sağır, salak, aptal olsaydım!.. " dediğiniz, isyan ettiğiniz hiç olmadı mı?
Anlaşılan, bu "gerçekçi bir analiz"...
Ama, pek insanın doğal haline "fıtratına" uygun değil.
Çoğumuz da zaten bunu yapamıyoruz.
Zaten, salt "terapi"lerle; sorunlar orta yerde dururken, kendimizi bir şekilde bu "huzursuzluktan" kurtarma yoluna gitsek de, sorun çözülmüş olmayacağından, insanlığın ilerlemesine zerre katkımız olmayacak!
Üstelik sorun sürekli büyümeye devam ettiğinden, gelecek kuşaklara kocaman bir yük bırakmış olacağız!
Ülkede olanlardan etkilenmemek, psikologlar için parlak bir hedef gibi görünse de, kendi içinde bile işe yaramadığı, kliniklerin sürekli büyümesinden anlaşılıyor.
Şimdi "Peki çok bilmiş, sen ne önerirsin bu mutsuz ve bahtsız aydınlara, entelektüellere" mi diyorsunuz?
En azından, kendi yoğurt yeme tarzımı yazabilirim:
Önce sorunun mutlaka kendimce bir nedenini bulurum.
Zira hiçbir şeyin vardan yok, yoktan var olmayacağına inanırım...
Ve o "kaynağı" kurutup sorunu çözmek için elimden geleni ardıma bırakmam.
Sorun çözüldüyse, mutlaka yeni bir beyaz sayfa görürüm önümde...
Yok, çözemediysem, olmuyorsa...
Artık elinden geleni yapan bir insan olarak, gönül rahatlığı ile o sorunu rafa koyar, olabildiğince uzağında durmaya çalışırım...
"İtle dalaşmaktansa çalıyı dolaşmak evladır" demiş atalarımız...
"Her sorunun mutlaka bir çözümü vardır"a inanırım, ondan taviz vermem.
Ama genel olarak gözden kaçırdığımız birşey var:
Bizi rahatsız eden pek çok büyük sorun, uzun yıllar içinde oluşur... Çözümü de uzun zaman alır. Bazen ömrümüz yetmez!
Örneğin iktisadi, ticari ya da kültürel bağımlılıklar, kargaşalar... İnsanlarda adalet ve hukuk algısının alabora olması... Güce tapınma... Yalan ve iftira...Kandırma... Hatta çalıp çırpma, yolsuzluk, hırsızlık.. Şiddetin olağan hale gelmesi, hoşgörüsüzlük, önyargılar...
Biz, birey olarak, tek başımıza, bunların ne nedeni olabiliriz, ne de tek başımıza bunları çözme şansımız vardır!
Sadece bunların var ya da yok olmasına, şu kadarcık kişisel katkılarımız olabilir, o kadar!
Belki de bizim "mutsuz, bahtsız, çilekeş aydın" tipinin "sorunu" buralarda...
Pek çoğumuz, bireysel çabalarımızdan sonuç alamamanın huzursuzluğunu yaşıyoruz gibi geliyor bana... İyi niyetle emek verip sonuç alamayınca derin bir hayal kırıklığı yaşıyoruz.
En kritik noktalardan birisi bu. Zira bu noktadan sonra, çözümün değil, sorunun bir parçası haline gelmeler de hayli yaşanıyor, umudunu yitirmiş insanı, bir anda nefret ettiği şeye dönüşmüş görebiliyoruz.
Belki de "Sen yanmazsan, ben yanmazsam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa" derken kendini ateşe atmayı baştan kabullenen "aydın", olacakları baştan kabul etmiştir...!
"Ateşe koşan kelebekler" haline gelmedikçe, aydın olmak "sorun" değil...
İyi haftalar...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder