2019'un ilk doğa gezisinde dün (6 Ocak 2019 pazar) Keles Kocayayla'dan Baraklı'ya kadar yaylalarda yürüdük. Yüksekliği göklere ulaşan, kalem gibi dümdüz dizilmiş, sizi dibinde küçük bir nokta gibi bırakan kocaman karaçam ağaçları, geniş otlaklar, meralar, yaylalar, yaylalar...
Hep yaz sıcağında serinlemek için çıkmak istediğimiz bu yaylalarda, kış soğuğunda, diz boyunu aşan, bir metreye varan karda yürümek gerçekten sıradışıydı. Kapalı, yer yer sisli havada, yürüyüşün yaklaşık yarısının bembeyaz kar yağışı altında geçmesi ise "anlatılmaz, yaşanır" cinstendi..
"Yayla" kendimi bildim bileli beni hep heyecanlandırmıştır.
Niye mi?
Çünkü ben bir "yayla çocuğu"yum. Üç bebeğini de kundaktan toprağa gömen anacığım bir Mayıs ayı başında beni doğurduğunda, torununu yaşatmakta kararlı büyük annem (babaannem), beni kaptığı gibi yaylaya götürmüş. (Adımın niye Dursun olduğunu da anlamışsınızdır..) Anlaşılan anamın sütünden çok keçi, koyun, inek, manda sütü içirmişler. Ta, lise çağına gelip, yazları büyükşehirlerde inşaat işlerinde ekmek parası peşine koşacağım yıllara kadar her yazım yaylada geçmişti.
Bizim "Dumanlı Yaylası" çocuklara karanlıktan, ormanda tek başına dolaşmaktan, sisli havadan vs. korkmamayı öğretirdi...
"Kurt dumanlı havayı sever" sözünü duyunca, kurda benzeyen bir yanım mı var acaba diye geçirirdim içimden..
Yayla deyince...
Dün, tam da bizim Koza Dağcılık organizasyonu ile Kocayayla ve Kendiryayla'da yürüdüğümüz saatlerde, çocukluk ve yayla, ilerleyen yıllarda da inşaat işçiliği arkadaşlarımdan sevgili Recep Gökçe mezarlıkta toprağa veriliyormuş. Tesadüfe bakın ki, yine "Dumanlı Yaylası" denilince akla ilk gelen kişilerden, son gününe kadar çobanlık yapan babacığım, namıdiğer "Mahmut Ağa" da birkaç sene önce, yine aynı gün vefat etmiş, kendi baltasıyla ormandan kaçak kesip yaptığı 9 ardıç tahtasının altında, bizim kırandaki (tepedeki) köy mezarlığında, bembeyaz karın altında sonsuzluğa uğurlamıştık.
Ah yaylalar yaylalar!...
Dile gelse de bir konuşsa!...
Tabi Bursa Uludağ'ın eteklerinde sayılan Keles Kocayayla, bizim Tokat'taki yayladan çok daha ünlü. Nasıl olmasın ki... Kocayayla, Osmanlı payitahtının Bursa'da olduğu yıllarda müthiş gözde bir yermiş. Örneğin Orhangazi ile Nilüfer Hatun'un düğünleri Kocayayla'da yapılmış...
Bölgenin Söğüt, Domaniç yaylalarına yakınlığını da dikkate alırsanız, bu toprakların görkemli güzelliğinin Türklerin tarihinde nasıl bir yere sahip olduğunu anlarsınız...
Minibüslerimiz Bursa-Keles'den Kocayayla'ya götürdü bizi.
Kocayayla'dan kapalı ve karlı bir havada geçtik. Yolun sağında solunda gördüğümüz inşaatlar, bungalow tipi konutlar, yeme içme yerleri... DSİ'nin kocaman bir göleti.. Devam eden inşaatlar inşaatlar...
Son yıllarda Kocayayla'ya gitmemiştim. Yazları pek çok etkinlik, şenlik vs. düzenlendiği için birtakım tesislerin yapılmış olabileceğini düşünüyordum. Ancak Kocayayla'nın yaklaşık yarısının da inşaat alanı haline gelebileceği hiç aklıma gelmemişti.
Yaklaşık bin 200 metre rakımlı Kocayayla'da Bursa Büyükşehir Belediyesi'nın 10 milyon dolar civarında yatırım yaparak, "bölge turizmini geliştirmeyi" planladığını duymuştum. Bu kapsamda yolumuzun sağında, 5 bin kilometre uzaktaki Kırgızistan'dan getirilen 16 otağın kar altındaki halini gördük. Bunlar dörtköşe çadır, bungalov arası bir yapı. Orijinal adı "Bozüy" müş.
Ormaniçi Dinlenme Tesisleri vs. kulağa hoş geliyor ama malum "vur deyince öldürme" konusunda üstümüze yok.
Kocayayla'daki inşaat yoğunluğunu görünce, aklıma Karadeniz'in incisi diye bildiğimiz Trabzon Uzungöl'ün inşaatla beton yığını haline getirilip talan edilen ve "Türklere çay satılmaz" noktasına varacak kadar Arap sermayesine teslim edilmiş hali geldi gözümün önüne...
Lütfen, aman aman...
Kıymayın ata yurdumuz Kocayayla'ya!...
Yürüyüşe "Kendir Yayla" yakınlarından başladık. Tahmin edeceğiniz gibi yolda tek bir kişiye bile rastlamadık.
Kendi kendime "kendir" ile "yayla" arasında bağ kurup bu dağlarda neler yaşandığını tahmin etmeye çalıştım.
"Kendir" aslında bizim kültürümüzün en önemli unsurlarından birisidir. İnsanlığın ilk giyim kuşam yaptığı malzemedir. Kendirin, kenevirin uyuşturucu yapımında kullanılma gerekçesiyle gözden düşürülüp yasaklanması çok eskilere uzanan bir şey değil.
Çocukluğumda tarlalara mutlaka kendir ekilirdi. Hele koyunu, yünü olmayan aileler mutlaka kendir ekerlerdi. Zira kendir, liflerinden iplik eğrilip dokuma, elbise, heybe, çul, çuval, kilim, halat, urgan, ip vs. yapılan bir şeydi.
Gayet antibakteriyel, tertemiz ve sağlam bir liftir...Ahırda kocaman öküzleri ancak kendir ipleriyle zaptedebilirdin..
Hani şu "keten kumaş" deriz ya, mağazalarda yüksek fiyattan satılan, işte tam adres!
Kendir yenen birşey değil. Hayvanlar da yemez. Bazen harmanda kendir tohumunu yiyen atların sarhoş gibi dolaştığını duyardık. Kendir özellikle mısır ekilen tarlaların yanına ekilirdi, ki hasat ekim ayını bulurdu.
Kendir mutlaka yaylada ekilmiyordur. Çünkü yaylada toprağı sürmek, ekmek dikme diye birşey olmaz. Hem yasaktır da. Ancak köyde tarladan biçilen kendirin balyalar halinde mutlaka birkaç ay suya yatırılması lazım. adalıgöl" denilen bataklıkta yapılırdı. İlkbahara kadar suda kalıp yaprakları çürüyüp, lifleri ayrılan kendir, baharda havalar ısınınca güneşte kurutulur, mengenelerde dövülüp ezilir, çekilir, çıkrıklarda veya tokaçlarda, eğriceklerde iplik eğirmeye hazır hale getirilirdi.
Bizim köyde, bu iş "
Demek bu gezdiğimiz yaylaların çevresinde gürül gürül akan çeşmeler, yalaklar, dereler varmış (şimdilerde dereler kuru olmasa da her yana döşenmiş borular, suyun açıktan akmasını ortadan kaldırmış, borular su şirketlerine su taşıyor) ve köylüler kendirleri burada ıslatıyorlarmış!
"Kendir Yayla'dan "Aluç Yayla", "Tepel Sırtları", "Çukur Çayırı" (Bakmayın çukur dendiğine, yörenin en yüksek noktası Tepel Sırtından iki kilometre yürüyünce varılan 1735 rakımlı bir yer) derken, Baraklı odun depolarının yanından, aşağıya "Çatak"a (Çatak, adı üzerinde birkaç derenin kesiştiği nokta) ve akşam saatlerinde Baraklı'ya ulaştık. Yürüyüşümüz yaklaşık 15 kilometre sürdü ve Baraklı'da noktalandı.
Alıç, (Halk arasında aluç deniyor) bilindiği gibi bir meyve. Sonbaharda yine bu Aluç Yaylası'ndan geçmiştik ve alıç ağaçlarından hayli meyve yemiştik.
Tabi yaylaların terk edilmişlik hali, kış aylarında zirve yapmış. Öyle ki, ne bu yayla ve meralarda, ne de orman içinde yürüdüğümüz traktör, orman yolu civarında, değil insan, tek bir hayvan bile göremedik. Sadece yerleşim yeri civarlarında birkaç tavşan veya tilki izi görebildim o kadar.
Tabi bir de Baraklı'da veya Keles'te koyun keçi ağılları kapanınca her birisi dilenci durumuna düşen zavallı köpekler... Artık bu müthiş hayvanlara "sokak köpeği" deniyor!
Aluç Yayla'da 20 civarında "ev" var.
Bunlar bildiğimiz "yaylacı", hayvanlarını otlatmak için gelen isanlara ait evler değil. Sadece bir tanesinde yazları hayvan bakılan bu "ev"ler, eski yayla evlerine de benzemiyor. Bunlar yaz aylarında kentin sıcağından kaçmak için gelenlerin yaptığı anlaşılan yerler. Çam tahtasından yapılmış, normal bir oda genişliğinde bir yer.
Baraklı'ya inerken Orman deposu yakınlarında daha "lüks" olanları var. Merak edip içeriyi gözetledim. Girişte PVC camlı kapı, içeride tek bir yer yatağı, birkaç raf vardı. Anlaşılan yaza kadar kimse uğramayacak.
Civarda elektrik, su gibi altyapıları olan gayet güzel evlerin de yaza kadar boş kalacağı belliydi.
Tabi yayladaki evler (baraka da denebilir) kiminde teneke soba dikkat çekiyordu.
Öğle yemeği molamızı Aluç Yaylası'nda verdik. 80 kişilik grubumuz rastgele dağıldı. Mesela benim yağan kardan korunmak için girişine oturduğum ev, oranın en büyüğü ve hayvan bakılan tek evdi. Hayvan "çevirme"leri yeni model. Evin içi de. Örneğin, eski "ocaklık"lardan yoktu. Onun yerine bir kuzine soba vardı.
Gerek yaylalarda, gerek mera ve otlak alanlarda dikkatimi çeken şeylerden birisi de dikenli telle çevrili alanlardı. Bunların bir kısmı sebze, kimisi meyve bahçesi.
Anlaşılan Büyükşehir çağında, yaylalarda artık "mülk" edinmenin kapıları açılmış.
Peki bu kadar yayla dolaştık, ne oldu?
Hani organik süt, yoğurt, peynir, tereyağı vs?
Baraklı, eski "belde"lerden. 12 bin nüfuslu Keles'in 550 nüfuslu mahallesi.
Ama hoş haberi Baraklı'da "Sorgun Peyniri" satan bir tüccardan aldım. Sorgun Köyü Tarımsal Kalkınma Kooperatifi süt işliyormuş. Peyniri gayet güzeldi, Bursa Davutkadı'da satış yerleri de varmış. Test edildi, tavsiye ediyorum!
Veee..
Yürüyüş boyunca her daim hayranlıklarımızı üzerinde toplayan ağaçlar...
Bizler, doğa severler için eşi bulunmaz güzellik...
Ancak Orman İşletmesi için paha biçilmez bir servet...
Meğer, "Selvi boylu" diye boşuna dememişler...
Bir de üzerine bembeyaz gelinlik giyince...
Yeni yılda yürümeye, Bursa'yı, insanımızı, doğamızı, velhasıl memleketimizi tanımaya devam...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder