29 Ocak 2019 Salı

ODUN ATEŞİNDE ISINIP, İNSAN SICAKLIĞINA HASRET KALMAK: DOMANİÇ SAFA KÖY


Doğa gezileri kapsamında dün (27. 1. 2019 pazar) Kütahya'nın Domaniç ilçesi bölgesinde Kocayayla, Üçtepeler-Safa köyü-Topuk Göleti arasında çok güzel kayın (gürgen) ve yer yer Karaçam ormanında yürüdük.
Bir metreyi aşan karın üstünde, öğleye kadar kapalı ve sisli, öğle sonrası pırıl pırıl, masmavi gökyüzünün altında; yarısı orman yolu ve patika, yarısı da orman içinde yaptığımız bu yürüyüş, galiba en güzel kış yürüyüşlerimizden birisi oldu.
Koza Dağcılık'ın organizasyonu ile 66 kişilik grubumuz, Bursa'dan İnegöl'e vardıktan sonra, araçlarımız  önce Bursa-Eskişehir yoluna girdi, Alibey civarında ayrılıp, İnegöl- Taşvanlı yoluna saptı.  Tahtaköprü'den sonra, yükseldikçe başlayan, yolun sağında solundaki bembeyaz kar ve orman görüntüleriyle "Kocayayla Geçidi" denen yere vardık.
Bu Kocayayla, Keles'teki, bildiğimiz Kocayayla değil, Domaniç'in Kocayayla'sı... Bölgede deniz seviyesi yüksekliği  1400-1800 metre civarında değişiyor. Yemyeşil ormanlar ve de adından anlaşılacağı gibi kocaman yaylalar!...
Bölgeye geçtiğimiz sonbahar aylarında da gelmiştik. O zaman kar sadece tepelerdeydi. Tabi, bütün  diğer yaylalar gibi Domaniç Kocayayla da artık yayla falan değil.  Sonbaharda bile çevrede hayvan sürüsüne rastlamamıştık. Kocayayla'da, belki de uzun yıllar önce yayla yapılan, köylülerin hayvan sürüleriyle birlikte yaylaya çıktığı alanda şimdi Orman İşletmesi'nin odun, tomruk deposu ve tesisleri var.
Foto: Harun Bayram
Yazları rağbet gören piknik yerlerinden birisi ve o tarz yapılar var.  "Domaniç Orman İşletme Müdürlüğü Sınırı" tabelası dikkat çekiyor. Malum buralar, Bursa-Kütahya sınırındaki ormanlık alan.
Yürüyüşümüz bu orman deposunun olduğu yerden başladı. Bu Kocayayla Geçidi'nden orman yoluyla Üçtepeler mevkii yolundan, büyük ölçüde traktörlerin kullandığı orman yolunu izleyerek Safa köyüne indik. Havanın kapalı, yer yer kar yağışlı olması yürüyüşe engel çıkarmadı.
Ha, "engel" deyince...
Şunu bilmenizi isterim, bizim doğa yürüyüşlerinde kar, yağmur, soğuk, sıcak, bulut, sis, fırtına... aklınıza gelecek doğal olaylar şimdiye kadar hiç engel olmadı... Sadece önceki hafta, Uludağ "Küçük Zirve"ye çıkmak  isteyen bir grup arkadaşımız, aşırı fırtına ve rüzgar yüzünden zirveye varamadan geri dönmüşler, o kadar...
Yürüyüşlerde iyice anladım  ki, her mevsimin, her hava durumunun ayrı bir güzelliği var...
Yani doğada yürüyüş, sadece ilkbaharda her yanda rengarenk çiçekler varken güzel değil...
Çisi çisi yağan yağmurun, lapa lapa düşen karın altında yürümek...
Bazen pırıl pırıl bir güneşin altında güneş gözlüğü takmadan önünü göremezsin...
Bazen de kara bulutlar, sis kapatır gözünün önünü.
Bazen donmamak için hızlı atarsın adımlarını; bazen serinlemek için ağaç gölgelerini, dere kenarlarını seçersin...
Ama hepsinin sizde yarattığı mutluluk farklıdır.
Mesele, koşullara uygun kıyafet, hazırlık vs...
Mesele biraz kendinizi doğaya teslim edebilmek!
Ya da siz sonunda her koşulda mutlu olmanın, keyfini çıkarmanın bir yolunu bulursunuz..
Örneğin yeni buluşlarımdan birisi şu: Yağmurda olabildiğince yavaş yürümek!  Zira yağmurluklar genelde teri de tutuyor ve şakır şakır yağmurun altında hızla yürüyüp terlediyseniz, bir süre sonra üzerinizde kuru birşey kalmıyor!
Tabi bu yazın, hava sıcakken sorun olmuyor, ama soğukta, kışta dikkatli olmanız gerekiyor.
Dağda kar kalınlığı bir metre ve üzerindeydi.  Ancak hava yumuşamış, kar hafiften erimeye başlamış ve yeni karla üzeri sertleşmişti. Sonuçta biz yol boyunca galiba yerden 50-100 santim yüksekte yürüdük!
Birkaç noktada merak edip elimdeki yaklaşık bir buçuk metrelik batonu, üzerinde yürüdüğüm kara sağladım. Baton "köküne kadar" kara girdi yani!...
Tabi kar kalınlığı fazla olduğu için ormanda kereste taşıyan traktörlere vs. rastlamadık.
Öğle molası Safa Köyünde verildi. Köy meydanında, camiin yanındaki kahvehanede oturup yemeğimizi yedik, çayımızı içtik.
Safa Köyü, 70-80 hane var diyorlar ama, o yazınmış.
Köyün yukarısında, tüten bacalardan köyde yaklaşık 20 hanenin yaşadığı anlaşılıyor.
Dikkat ettim, köylüler bizim yürüyüş grubunu görünce hayli sevindiler...
Pencereye, balkona çıkıp izlediler, selamlaştık...
Doğası gibi pırıl pırıl, sıcak kalpli, dost canlısı  insanlar...
"Ya şu kahvehaneye baksana... Şu an o kadar sevindim ki, anlatamam... Eskiden işte böyle neşe dolu, cıvıl cıvıldı her  taraf. İnsan vardı" dedi bir köylü.
Doğrusu bizim grup, kadınlı erkekli, her yaştan, meslekten insanla kahvehanede, masaları da sofraya benzetip, yeyip içmeye, sohbete, kaynatmaya başlayınca içerisi sahiden de cıvıl cıvıl olmuştu.
Evden kalkıp yanımıza sohbete gelenler oldu.
Mevsim itibariyle insanların eve kapanması, köyde ilkokul da olmaması... Köyde sadece yaşlı kesimin kalması...
Meğer insanlar kalabalığı özler olmuş!
Gevrek gürgen odunu yanan sıcak sobanın karşısında, insan yüzünün sıcaklığına hasret kalmanın nasıl bir şey olduğu anlamaya çalışıyorum.
Safa'da odun bol, ancak evlerde yalıtım yok.
1960 doğumlu bir "devrem"le karşılaşıyoruz. Şehirde çalışıp emekli olduktan sonra köye yerleşmiş.
"İyi ki köye geldim. Çok rahatım. Şehirden bıkmıştım"  diyor. 
Çocukları evlenmiş, hepsi şehirde.
"Çocuklar emekli olunca köye gelir mi" diyorum.
"Yok, bitti o iş. Oğlum istese gelinim  istemez, torunlar istemez. Bizim nesilden sonra köy işi biter" diyor.
Kışları köyde yaşayanlar buranın "gerçek nüfusu" galiba..
Yazları gelen "tatilci"ler, sanki köyde doğdukları için köyle bağlantısını koparmak istemeyen, ama belli ki, ileride köyde yaşama gibi planları da olmayan insanlar.
Zira bu insanlar şehirlerde iş, meslek sahibi, geliri olan kişiler. Köye hayli lüks otomobille gelenler var. Ama köyde oturulan evlerin büyük çoğunun duvarındaki tuğlaya beton sıva bile yapılmamış! Muthemelen bir gelecek görülmüyorlar.
Örneğin, köyde, "oğluma, torunlarıma kalır" diye ev yapanı duymadım.
Sanki herkes bu köylerin bir nesil sonra tamamen terk edileceğini kanıksamış gibi.
...
Kahvehanede çıtır çıtır yanan odun sobasının başı, dışarıda karda yürüyen bizim için ilk anda çok çekiciydi... Tenha olduğu için kahvehanenin havası da temizdi, sigara içen de yoktu. Ancak altmış küsur kişi bir anda içeri girip kapıyı da kapatınca, içerisi bir anda fırın gibi oldu!
 İçerisi havasız kaldı, sırt çantamı kahvehanenin dışında ıslak bir bankın üzerine koyup orada kurdum sofrayı!
Safa, bir orman köyü.
Köylerde istisna yok. Yani herkesin asıl geliri emeklilik maaşı!
Ancak Safa'da traktörü ile ormancılık işi yapan hayli aile var. Kapılarda dörtçeker, krank miline ve ön dengeye bağlı kalın demir zincirler, arkada küçük odun römorklu traktörler dikkat çekiyor.
"Ormancılık işi nasıl, iyi para kazanabiliyor musunuz" diye sorduğumda yüzlerin gerildiğini fark ettim.
Traktör fiyatlarından, mazot zamlarından, buna karşılık gürgen tomruklarının metreküpüne aldıkları paralardan söz ettiler.
Sonuçta, "Mesela kendi traktörü ile ormanda ihaleye girip iş yapan bir aile senede kaç lira kazanır, net olarak?" dediğimde, cevapların özeti şu oldu:
"Orman işi yılın oniki ayında olmaz. Sadece yazın, bahar üstü olur. Masrafları çıkarınca geriye asgari ücretler civarında birşey kalır. Sigortan falan olmaz. Köydeyiz, tarlamız bahçemiz var. Sütünü yoğurdunu, yumurtasını kendin yaptığın halde, kenara biraz para koyayım da birşey yapayım diyemiyorsun. El el, baş baş..."
Baton olduğunu anlayın diye sonuna kadar sokmadım
Safa'da çilek yetiştiriciliği revaçta. Ancak hem yeterli arazi yok, hem de köylü Orman İşletmesi ile burada da malum sorunu yaşıyormuş.
Yani orman içindeki tarlaların çoğu tapusuz.
Hoş, tarla bahçe işleyecek, dedesinden kalma tarlanın tapusu için mücadele edecek genç nüfus da kalmamış.
Safa, Domaniç'e bağlı. Ancak Domaniç'ten çok İnegöl ile ilişkileri var. "Bize Domaniç 8 kilometre, İnegöl ise 20 kilometreden fazla. Ama biz sadece resmi işler için Domaniç'e gidiyoruz. Onun dışında herşeyi İnegöl'e giderek yaparız. İnegöl büyük  şehir. Herşey var" diyor bir köylü.
Zaten köylülerin çoğu İnegöl'de yaşıyor, oraya yerleşmiş, çalışıyorlarmış.
Örneğin, karşımda kocaman avlu kapısı ve taş duvarlarıyla, görkemli köy evini terk edilmiş gibi görünce, sahibini sormuştum.
Yanıt şu oldu: "Bu evin yaşlı bir sahibi vardı. İnegöl'de yaşıyordu. Karısı da kendisi de öldü. Oğlu yok, iki kızı vardı. Kızları tabi evlenmiş falan. Ama gidip gelen yok. Neredeler desen, valla bilmiyorum."
Köyde kullanılmayan pek çok ev var.
Tabi tarla, ahır, bahçe vs. de.
Ama "Satıyorlar mı" dediğinde, pek olumlu bir yanıt yok.
Ormancı köyü olmanın galiba en büyük faydası, yakacak odun...
"Odun için para vermiyoruz, sadece 5-10 lira belge parası veriyoruz" dedi bir köylü.
Anlaşılan, orman memurlarının işaretleyip kestirdiği ağaçların, ticari özelliği olan tomruk bölümü işletmeye teslim edilirken, kalan kısmı "odun" olarak köylüye bırakılıyor.
Bu yüzden, köyde kime, "Bu soğukta evinizde ısınabiliyor musunuz, yeterli odununuz var mı" dediysem, hepsi  de  odunda sıkıntı olmadığını söyledi.
Kültür ırkı inek. Ahır arkada, üst kat samanlık.
Hatta, evin önünde duvar  boyunca istifllenmiş tonlarca odunu görünce, "Bu odun size kaç sene yeter" diye sorduğum bir köylü, "Seneye kalmaz, hepsini bu sene bitiririz" dedi.
Dikkat ettim odun, kayın odunu. Kayın ağacı mobilya sanayiinde iyidir, su nem kapmazsa çok da uzun ömürlüdür, ama odun olarak pelitin (meşe) yerini asla tutmaz.
Yine de hem şaşırdım, hem de evlerin yalıtımsız hali geldi aklıma.
Köylerde artık geleneksel mimari tamamen terk edilmiş durumda.
Mesela Bulgaristan'dan Balkan savaşları sırasında göç edenlerin kurduğu Safa köyünde eski evler, taş duvarlı alt kat, üstüne tamamen ahşaptan üst kat şeklinde.
Altı ahır, üstü ev olarak yapılmış.
Topuk göleti... Suyun üzeri buz ve kar..
Ahırın, evin altında olması demek, evin hayvanların ısısından hayli yararlanması demektir!
Hijyene, sağlığa, hatta medeniyete aykırı da olsa, böyle bir yararı vardır.
Ayrıca üst katlarda ağaç kolon, kiriş ve payandalarla yapılan duvarın iki cephesine çıtalar çakıp, çıtaların arasını samanlı çamurla, kerpiçle, bazen de  bildiğin çamurla doldurmuşlar. Üzeri de samanlı toprak sıva ile sıvanmış. Sonuçta malzeme ağaç, toprak ve saman olduğu için duvarlar hem depreme karşı dayanıklı, hem de yalıtım açısından, şimdinin beton evlerine göre çok daha iyi, sıcak.
Ancak eski evler yıkılmış, ya da kullanılmıyor. İçinde yaşanılan evler, standart beton-tuğla "yeni tip" evler ve hiç birisinde yalıtım yok.
Masmavi gökyüzünde bembeyaz  bulutlar muhteşem...
"Malzemesini satın alıp evin dış duvarına yalıtım levhası yapıştırabilirsiniz. Yalıtım yapınca eviniz daha konforlu olur. Sadece soba kurduğunuz oda deği, evin her tarafı sıcak olur. Rahat edersiniz" türünden tavsiyelerime kulak asan olur mu bilmem ama, soba ve odun gücüne dayanan ısıtma, köylerde kışın şaşırtıcı şekilde hava kirliliği de yapıyor.
Hele bir de sobada herkes ucuz linyit kömürünü yakıyorsa...
Yazın temiz havalı köy, kışın kirlilikte şehirleri aratmıyor.
Mola sonrası Safa köyden ayrıldıktan sonra, İnegöl-Tavşanlı yolu üzerindeki Topuk Göleti'ne doğru yola çıktık. Bu göletin sulama göleti olması lazım. Ana rogerin yanında terk edilmiş bir alabalık tesisi dikkat çekiyor. Beton bloklar, havuzlar öylece kalmış.
Foto: Harun Bayram
Anlaşılan gölet, aşağıda Domaniç yakınlarındaki arazileri sulamada kullanılıyor. Tepenin bazı yüksek noktalarından, uzakta "Domaniç ovası" diyebileceğimiz bir alanı görebiliyorsunuz. Bu gölete "Palazoğlu Göleti" diyenler de varmış. Tabi bu Palazoğlu adının orada bir zamanlar faaliyet gösteren alabalık tesisi ile bir bağlantısı var mı, bilmiyorum.
Gölün üzeri karla kaplıydı.
Hemen aklıma üzerinde atlı kızaklarla tur düzenlenen Aralık Çıldır Gölü geldi. Ama yaklaşınca, batonla kıyıyı yokladım ki, göletin üzerindeki buz tabakası  fazla kalın değil. Beş on adım atmadan, dibi boylayabilirsiniz!...
Ama çevresi orman, üzeri karla kaplı gölet çok hoş bir manzara oluşturmuş.
Bu güzel kızımız, haftasonu şehirden yakınlarını ziyarete gelmiş.
Burası yazın oldukça ilgi gören bir piknik alanıydı. Ama kışın da geleni-gideni eksik olmuyormuş...
Gölet kıyısındaki karlı piknik alanlarında, ailece gelip mangal yapan, odun közünde çay demleyip içen aileleri görmek güzeldi.
Ayrıca yolun kenarındaki çeşme hayli revaçtaymış... İnsanlar arabalarıyla gelmiş, bidonlarla su kuyruğuna girmişler, su dolduruyorlardı.

Doğada yürümeye, dağları, ovaları, köyleri, insanları velhasıl memleketi tanımaya devam...


1 yorum: