![]() |
Cenneti tarif ederken acaba böyle bir yeri mi düşünüyoruz.. |
Doğa gezilerimizde dün (13 Ocak 2019 pazar) İnegöl'de, Boğazova ve Çayyaka arasındaki yaylalarda ve harika gürgen ormanlarında yürüdük.
Kapalı ve zaman zaman sisli bir havada, yer yer bir metreyi aşan karda yürümek hayli çetindi. Herhangi bir kaza olmadan yürüyüşümüzü tamamladık, ancak yeni yıla "memur emeklisi" olarak girme mutluluğunu yaşayan öncümüz Harun (Harun Bayram) hoca, baktı ki grup olarak zorlanıyoruz, güzergahımızda ufak bir değişiklik yaptı ve yaklaşık 10 kilometrelik kısa rotayı yürüdük.
Bursa merkezde birkaç gündür devam eden yağışın nerede kara dönüşeceğini merak ederek çıktığımız yolda, minibüslerimiz 64 doğaseverle birlikte İnegöl'den İsaören yönüne ayrıldı. Buradan ilk durağımız Çayyaka oldu. Hani boşuna "Çayyaka" dememişler. Tertemiz bir çayın iki yakasında bereketli topraklarıyla, yeşili ve ormanıyla ilk anda "yaşayacak yer" imajı veriyor. Çayyaka köy meydanındaki kahvehanede sabah çayı molasında, o saatte köyden insanları görmek bana ilginç geldi. Hatta Bursa merkez ve Yıdırım'da uzun seneler üst düzey yöneticilikler yapan tanıdık bir siyasetçiye rastlamak da hoş bir sürpriz oldu. Epeydir orada yaşıyormuş.
Yürüyüşümüz, Çayyaka'dan sonra ulaştığımız Boğazova'dan başladı.
AMAN UZUNGÖL OLMASIN!
Boğazova tam köy değil. Yaygın adı "Boğazova Yaylası". İnegöl merkeze 24, Çayyaka'ya 11 kilometre. Bir zamanlar "yayla" olduğu anlaşılsa da, daha ziyade yazlık, sayfiye yeri. Yüksekliği 1140 metre. Çayyaka'da kar yoktu, ancak yükseldikçe Keles'e kadar giden bu yolun sağında solunda bembeyaz kar arasında ilerlemeye başladık. Boğazova'da her taraf kar.
Burası, içinden dereler, akarsular akan, sağlığa iyi geldiği söylenen içmesuları, çeşmeleri, lüks villa tipi evlerin dikkat çektiği bir yer.
Civarda et mangal, kebap, "canlı balık", "fırında balık" türü yeme içme yerlerinin tabelalarını gördük.
Boğazova'nın adını duymuştum. "Karadenizin Uzungöl'ünden daha iyi olacak" yollu açıklamalar da olmuş, İnegöl Belediyesi oranın "turizm cenneti" olması için özel imar planları hazırlamıştı. Ama Boğazova'yı hiç görmemiştim
Doğrusu, hem kış hem hava kapalı olduğu için çevreyi pek iyi seyredemedik. Orada beklemedik de. Ancak yapılaşmada tam bir curcuna olduğu belli. Lüks villanın yanı başında çok farklı bir yapı.. Herkes mülk edinmiş, kafasına göre yerler yapmış. Çoğu tek katlı, bahçeli, yazları kullanıma yönelik olduğu açık donatılar vs.
Anlaşılan bir zamanlar "yayla" olan Boğazova'da artık hızlı bir yapılaşmanın temelleri atılmış bile...Yaylaya asfalt yol yapılmış! Aklıma bir anda yemyeşil çayır ve gölün kenarından yükselen ormanları ile insana bir an "cennette" olduğunu hissettiren Uzungöl geldi. İnşallah Uzulgöl'ün akıbetini yaşamaz bu güzelim yer, saklı cennet diye geçirdim içimden...
![]() |
Yürürken terlemeye karşı elbise azalacaktı. Bir kaza oldu. |
Boğazova'nın bol paralı Araplarca satın alınan ve beton yığınına dönen, "Türklere çay satılmaz" noktasına gelen Uzungöl'e benzemesi korkunç bir katliam olur.
Aman aman... Boğazova'yı korumak, üzerinde birşey yapılacaksa doğayı katletmeden yapmak bir vatanseverlik, hepimizin sorumluluğu..
Boğazova'daki derenin kenarından itibaren orman yolunda epeyce yukarı yönde yürüdük ve bin 340 metre rakımlı Allıkayalar, ardından Başalan Yaylası ile devam ettik. Yolun büyük bölümü, köylülerin ormanda traktörlerle tomruk çektiği "orman yolu"nda geçti. Son birkaç kilometreyi ise ormaniçi, yolu olmayan bir rotadan yürüdük.
Karda ve ormanda yürümek sıradışı bir duydu. Eğer kendi gürültünüzden kurtulabilirseniz, zemheri ayının sessizliğinde, doğanın eşsiz senfonisini dinleyebilirsiniz...
Bazen hafif bir rüzgar dallardan kar serper üzerinize...
Dere, akarsu kıyısındaysanız bu senfoninin en önemli sesi sudan gelir... Su sesi, sanılanın aksine, hiç öyle sürekli kendini tekrar eden notalardan oluşmaz... Zira bir su damlası, asla iki kere aynı yere düşmez... Kah rüzgarın, kah eriyen karın, hatta gagasını uzatıp bir yudum su çeken bir serçenin hareketi; suyun düştüğü yerin yüksekliği, üzerine düştüğü zeminin toprak, taş, çayır, su birikintisi olması, debisi; derelerden biraz uzaklaşıp yamaçlarda kulak kesilmişseniz durduğunuz yere bu sesin nasıl yankılandığı falan falan... mutlaka ama mutlaka aynı yerde her daim farklı notalar çıkaran su sesleri duyarsınız...
Siz hiç bardaktaki bir avuç suya düşen bir damla suyun sesi ile bir ırmağa, göle, denize, dereye, peteğe ya da dalga dalga çevreye yayılan çarşaf gib durgun suya düşen tek bir damla suyun aynı sesi çıkardığını duydunuz mu? Belki de bu yüzden dere, çay gibi akarsu kenarlarında, deniz, göl kenarlarında oturup suyun sesini dinlemek her zaman ruhumu dinlendirmiştir.
Karlı dağlarda yürürken, su sesinden çok yürürken, ayağınızı bastığınız yerde karın çıkardığı sesi duyarsınız. Bazen kaptırırsınız kendinizi bu sese... Hiç çevreye bakmadan, sadece karın üzerinde yürüyerek, sanki her adımda bir çalgının notasına dokunmuşsunuz gibi, kendinizi adımların uyumuna kaptırır gidersiniz... Hele bu yürüyüşün kalp atışlarınızla uyumlu bir de temposunu yakalamışsanız, dakikaların nasıl geçtiğini anlamazsınız...
Tabii önünüzde ve arkanızda yürüyenlerin ayaklarından çıkan sesle tamamlanan bu orkestra devam eder.
Ama başınızı kaldırıp çevredeki manzaranın tadını da çıkarmalısınız...
Gürgen ormanları...
Hani türküde söylendiği gibi: "Karlı kayın ormanları!"
"Kalem gibi" sıralanmış belki 30 metre düz kerestesi çıkabilecek (Orman İşletmesi görevlilerinin bu ağaçlara baktıkça ağzının suyunun aktığını görür gibiyim) kayın ağaçları... Ve sanki onlarla zarafet yarışında, ara sıra karşınıza çıkan karaçamlar...
Bir ağacın güzelliğine hayran kalıp, yanına yaklaşıp cep telefonunuzla özçekim yaptırdığınız oldu mu? Şiddetle tavsiye ederim.
![]() |
Bu kayın ağacından kim iliç yemiş acaba! |
Bir basıyorsunuz ayağınız diyelim dizinizin altına kadar batıyor. Belli bir tempoda yürüdüğünüz için sert kar bloke ediyor ve kaval kemiğiniz kırılacak gibi hissediyorsunuz. Bazen de kara batacak diye adımınızı atınca, bakıyorsunuz karın üzerinde kalmışsınız!
Kar kalınlığının bir metreye vardığı yerlerde bazen de adım adınca, resmen düşüp kara kapaklanıyorsunuz!
Düşe kalka yürümek, bu işin "fıtratında var" anlaşılan!
Kar kalınlığı yarım metre ve üzerine çıkınca karda yürümenin en zor tarafı, "çığır açmak"...
Çığır açma işi genelde öncülere, önden gitmeyi sevenlere; ayakkabısına, tozluğuna ve de gücüne kuvvetine, performansına güvenenlere kalıyor!
Yine de tek kişinin sürekli çığır açması düşünülemez bile... Sahiden çok yorucu birşey. Örneğin, grubun yavaşladığı bir yerde "Erkekler ööneee" anonsunu duyunca hiç yaşıma, bacaksız halime bakmadan öne atıldım. Ama 100-150 metre sonra nefes nefese kalıp kenara çekilivermek zorunda kaldım!
Kar kalınlığının yarım metre ve üzerinde olması ve de karın "taze" olmaması açılmış çığırdan yürüyenlere de türlü türlü tuzaklar hazırlayabiliyor! Önden giden birisi var ama, 70-80 kişinin önden çığır açan kişinin tam bastığı yerlere, hem de aynı şekilde basması sözkonusu mümkün değil. Sonuçta üzerindeki izlerle sıkılaşan kar, oluşan patika içinde mini "tuzaklar" oluşturuyor ve bu yüzden grupta bazen arkadaşların ayaklarında burkulma tehlikesi, düşme, yuvarlanmalar olabildi. Neyse ki korkulan sanırım olmadı. En azından kimse sedyelik değildi!
![]() |
Karda, yerden en az 50 cm yukarıda yürüyoruz! |
Bir derenin kıyısına aşağı yürürken, durup mola verdik. Herkes sırt çantasından yemeğini, çayını, kahvesini (Sıcak çay termoslardan) içti. Hatta otururken üşüme başlayınca halaya duranlar bile oldu.
Ateş yaktık, ısınanlar oldu. Ama fark ettim ki ateşi karın üzerine yakmışız!... Ateş çoğaldıkça alttaki kar buz eriyor, ateşin olduğu yer sürekli derinleşiyor!
Gün boyu yağış olmadı, ama güneşi de hiç görmedik. Sisin görüş mesafesini azaltması dışında yürümek için güzel bir gündü...
Veee indik Çatak'a... Çatak, adı üzerinde derelerin birleştiği bir nokta, yüksekliği bin 260 metre. Sis artmıştı ve çevrede piknikçilere rastladık. Piknikçilerin çoğu yaktıkları ateşin başında sıcak birşeyler yiyip içiyordu.. Bir grup evli, çoluk çocuk, bir grup da erkek erkeğe avcı havasında...
![]() |
Yöresel mimariyi, yapılarıyla birlikte terk ediliyor, çöpe atıyoruz. |
Çatak'tan Çayyaka'ya giden yolda araçlara binip, sabahki ilk uğrak noktamıza, Çayyaka'ya geldik. Sabah çayını içtiğimiz kahvehanede, akşam içtiğimiz yorgunluk çayına, Koza Dağcılık kulübünün öncümüz Harun hocanın emekliliği için sürpriz pastası tat verdi. Uzun yıllar mesleki teknik eğitimde öğrenci yetiştiren Harun hocaya, emekliler arasına hoş geldin diyorum...
Çayyakalılarla sohbet ederken, burada da doğanın bunca cömertlliğine karşılık, insanların geçim sıkıntısını, boğazlarında bir halka gibi taşıdıklarını hissediyorsunuz... Tarım ve hayvancılıktaki çöküş burada da yaşanıyor. Zaten adına yayla denilen yerlerin tamamen terkedildiğini, hayvanların, çobanların yerini piknikçilerin aldığını görmüştük. Sadece Çatak yakınlarında yazın kullanıldığı anlaşılan birkaç tane koyun barınağına rastladık.
![]() |
Şehirde çalışıp emekli olanların bir kısmı köyüne dönmüş. |
"430 seçmen olan" köyde 40 civarında kişi, ormancılık işi yapıyormuş. Ancak kayın ağacının kesilip taşınması, tomruk hale getirilip teslim edilmesi işinin "bedavaya geldiği" ifade ediliyor
"Bir metreküp ağaç için yerine göre 50 ila 100 lira arasında para alıyoruz. Kaç kişiyle çalışıyoruz? Traktör bizim. Mazot fiyatları belli. Valla dört gözle ormandan zam bekliyoruz, yoksa olmaz bu iş" dedi birisi.
Peki madem gelir yok, bunca insan burada nasıl yaşıyor?
![]() |
Sisli havada dere kenarı... |
Köyde, asıl gelir emeklilik maaşıymış!
Şehirde yaşayan insanlar emekli olup yaşlanınca köylerine dönmüş. Köyde çok sayıda kişinin de yaşlılık, özürlü, dul, yetim, muhtaç vs. aylığı varmış. "3-4 maaş giren giren evler var. Yaşlısı hastası, yetimi, dulu, yatalağı.."diyor birisi.
"Nasılsınız" sorusunun yanıtı ise genelde "Çok güzel. Burada çok mutluyuz. Kimse aç açık değil, Allaha şükür" oluyor.
"Cıbırın kabadayısı" diye bir tabir vardı bizim köyde. O geldi aklıma.
"Ekşimaya köy ekmeği"mizi aldık. Köydeki markette, köyde yapılan ekmeklerin satılması, ilk kez gördüğüm hoş bir sürpriz oldu. Yapanın eline sağlık, çok lezzetliydi. Ancak taze süt hayalimiz kursağımızda kaldı. "Yarım saat falan beklerseniz, inekler sağılır" dendi ama yola çıkmamız gerekiyordu.
Her türlü hava koşulunda yürümeye, doğayı, insanımızı velhasıl memleketi tanımaya devam...
Yürüyüş güzergahlarını anlatırken gözlemlerini de yazman, köylüleri konuşturman, önerilerin derken su gibi akıp gidiyor zaman... Eline sağlık... Yüreğin dert görmesin...
YanıtlaSil