1 Ocak 2019 Salı

Beyaz gelinlikli Uludağ: Cennetkaya'dan Çaybaşı'na...

2018 yılının son doğa yürüyüşünü dün (30 Aralık Pazar) Uludağ'da eşsiz kar manzaralı ormanlarda yürüyerek gerçekleştirdik. 
Bursa kent merkezinde henüz kar göremesek de, 2018'i yanı başımızdaki dağın karlı ormanlarında, güneşli güzel bir günde yürüyerek geride bıraktık.
Burası da fakirlerin kayak pisti :)
Koza Dağcılık organizasyonundaki yürüyüşümüz, Uludağ Oteller gölgesinden başladı. Uludağ Milli Park girişinde jandarmanın uyarısı ile zincir takan araçlarımız, Uludağ'da turizm, otelcilik adına ne varsa üzerinde emeği olan, uzun seneler mücadele eden değerli turizmci Ferruh Ulukardeşler'e ait Otel Ulukardeşler'in önünden başladı.
Kent merkezinde ılıman, yağmurlu havaya alışmış bizler, otellerin çatısından sarkan metrelerce uzunluğundaki buzları görünce, "Karakış" ayının son günlerinden olduğumuzu hatırladık!
Sabah saatlerde kayak pistlerinin oldukça tenha olduğunu belirtmeme gerek yok sanırım. Ama "teleski"ler çalışıyordu, insanlar kayak yapmaya başlamışlardı ve kent merkezinde tamamen kapalı, sisli, neredeyse yağdı yağacak hava, dağın tepesinde berrak bir maviliğe uzanmıştı.
Aşağıda, ovada, kent merkezinde hakim dev pamuk balyaları gibi, griyle beyaz arasında farklı tonlarda  bulut öbekleri  yavaş yavaş yükselip Uludağ'ın tepesinden dağılıyordu.
Birkaç yüz metre ötesini görmekte zorlandığımız kent merkezinden, 30 kilometre ötede, yukarıda,  şimdi göz kamaştıran bir berraklığa gelmiştik.
 İlk hayıflandığım şey, güneş gözlüğünü evde unutmak oldu. Zira, öyle böyle değil... Güneş o kadar parlak ki, önünüzü görmekte zorlanabiliyorsunuz. Masvavi, tertemiz gökyüzünde, bembeyaz kar güneş ışınlarını adeta çevirip gözünüze doğrultuyor ve siz sanki kara değil yerdeki güneşe bakıyorsunuz!
Kayak pistinin yakından geçerken; göremeyeceğim, fark edemeyeceğim, kayakçılar çarpacak diye tedirgin olmadım dersem yalan olur.
Teleski ile kayak müthiş zevkli. 
Hissettiğim bir başka şey de, güllük güneşlik bir günde dışarıda olmanın müthiş pozitif yanı... Hani nasıl, ilkbahar gelir, koyunlar, kuzular, inekler danalar, eşekler ağıldan ahırdan dışarı çayıra çıkınca nasıl zıplayıp, rastgele meleşerek, mööleyerek, anırarak amaçsızca, rastgele koşuşturmaya, zıplamaya, hoplamaya, arka ayakları ile havaya tekmeler savurmaya başlarlar...
Teşbihte hata olmaz derler ya, işte böyle... 
Bir naylon parçasının üzerine sırtüstü yatmış, tepesi aşağı kızak gibi kayınmaya çalışan, birbirini bacağından iterek, elbisesinden çekerek kayınmasını kolaylaştırmaya çalışan ellili yaşlarda  insanları görünce bu konuda yalnız da olmadığımı fark edip rahatladım...
Birkaç kez kendimi avazım çıktığı kadar bağırırken yakaladım!
İlk fırsatta kendimi karın üzerine atmak, yatıp yuvarlanmak için adeta fırsat kulladım...
Daha oteller bölgesine çıkmadan, arabanın camından, karla kaplı çam ağaçlarının güzelliği sizi zaten uyandırıyor.
Keşke diyorsun içinden, bir yolu olsa da şu bembeyaz ağacı, yıl başı için evde odamın bir köşesine koyabilsem! 
Bundan güzel yıl başı ağacı sanırım tasavvur bile edilemezdi...
Uludağ oteller bölgesinde, saat 9.30 gibi hatırı sayılır bir canlılık vardı. Lüks araçlar, dörtçeker cipler, yeni yıla Uludağ'da girmek isteyen üst gelir grubu insanlara ait, çoğu da İstanbul plakalı araçlar otellerin çevresinde birkaç metreyi bulan karın içinde, yanında, kenarında yerini almıştı..
İnsanlar da otellerdeki yerlerini çoktan almış görünüyor. "Devletlü"ler kamu tesislerinde, maddi sorunu olmayan paralı zengin tabaka otellerde...
Oteller mutlaka yeni yıl için özel programlar hazırlamışlardır, ama bizim grup bunlara teğet geçip birerli, ikişerli sıra halinde pist kenarından Cennetkaya'ya çıktık.
Ve... Daldık buradan ormana...
"Daldık" derken, aslında orada bir yürüme parkuru varmış. Rehberimiz Harun hocanın peşine düşüyoruz, tamam....
Paşaçayırı-Bağlı tarafına giden bir patika. Biz, Cennetkaya'dan aşağı, dağın arkasında Paşaçayırı, Bağlı köyü piknik alanı, Bağlı köyü derken yürüyüşü Çaybaşı köyüne kadar, yaklaşık 16 kilometre yürüyerek tamamladık.
Gün kararınca soğuk, hüzün çöken güzel köylerimiz.. 
Bağlı köyü Milli Park'a komşu, harika çam ormanlarıyla çevrili bir yer. Çok eskilerden burada yayla yapıldığı anlaşılan bir "hozan"dan geçtik. "Hozan", Anadolu'da, ormanın içinde ağaçsız, tamamen ot, çayır olan, içme suyu ile hayvanlar için adeta cennneti andıran alanlara denilir... Hayvanlarını ormanda otlatan bir çoban için hozanların değeri paha biçilmez.
Tabi buralardan sürülerin yayladığı eski günlere ait "çevirme"lerin, "sayfan"ların izinin çoktan silindiğini anlamak için karın kalkmasını da beklemeye gerek yok. Bu hozanlarda artık çoban sayfanlarının yerini su şirketlerinin içme suyu toplamak için yaptığı geçici depo ve bağlantı noktaları için yapılan kapalı depolar almış. Güzergah boyunca onlardan çok sayıda gördük.
Bağlı köyünü (mahalle) tipik orman köylerinden ayıran en önemli şey, Uludağ'da ve Milli Parka, kent merkezine çok uzak olmaması. Öyle ki, örneğin "Bağlı Mahallesi Piknik Alanı" şehirden insanların piknik yaptığı, giriş ücreti ödenen, bildiğin şehrin bir parçası... Civarda çok katlı olmayan yapılar dikkatimi çekti. Bacası tüten birkaç evdekilerin Bursa'da yaşayan, hafta sonunu burada geçiren kişiler olduğunu öğrendik. Anlaşılan konutlar kendilerine ait, yaz mevsiminde de büyük ölçüde burada yaşıyorlarmış.
Bir de köye doğru yaklaştıkça "yaz kış burada oturuyoruz" diyenler var. Tabi bunların bir kısmı, parayı basıp yer satın alarak, dışarıdan gelenler değil, orada doğup büyüyen kişiler.
Onların kaldıkları evler daha mütevazı ve yaşlı, emekli, yakınları kent merkezinde çalışan insanlar.
Duvarları basit beton sıvalı, yalıtımsız, önünde birkaç ton odun dizili evin bahçesindeki vatandaşla karşılaştık: "Yaz kış burada yaşıyorum. Yaş 71."
Bağlı köyü, tarım ve hayvancılığın yediği darbe nedeniyle pek parlak bir durum arzetmiyor. Köyde yaşayanların geçim sıkıntısı çektiklerini anlamak için evlere, sokaklara bakmak yeterli. Üzüntü verici noktalardan birisi de şu eğitimde "taşımalı sistem" dedikleri şey. Köylerin çoğunda okullar kapanmış. Eğitim yok. Yazları 130, kışları 70-80 hanenin yaşadığı ifade edilen köyde çocuklar ilkokul için her gün Çaybaşı'ndaki ilkokula "taşınıyor"muş.
Çaybaşı köyü (mahalle) biraz daha kalabalık, Bağlı'dan biraz daha canlı.
Yürüyüşün sonunda köy kahvehanesinde çay içerken sohbet ettiğimiz insanlar, her ne kadar "çok şükür" deseler de, özellikle tarladan, ekip dikmekten, hayvancılıktan hayli ağızları yanmış.
Bağlı gibi Çaybaşı'nda da vatandaşın en büyük geliri emekli maaşları ya da evde yatalak hasta, özürlü, yaşlı aylığı vs
Ama bu köylerde "rant" insanları hayli ayartmış durumda...
Örneğin bildiğin sıradan tarlalar, "villalık arsa", "hobi bahçesi" adı ile, dönümü 300 bin liradan başlayan fiyatlarla satışta...
Arazi çok verimli aslında. Örneğin ovalar gibi kimyasal atıklarla aşırı kirlenmemiş oldukları için organik meyve sebze için çok uygun yerler. Ama o tarlaların satış amacı bunlar değil. Tek amaç, şehirde oturup, cebinde parası olan kesime bir alternatif sunmak!...
Kent merkezinde konut yapmak için 200 metrekare arsanın 300 bin liradan aşağı satılmadığı hesap edilirse, bir dönüme 300 bin lira, "sudan ucuz" ...
Üretimden ağzı yanan köylüyü ayartıp, yerini yurdunu satışa çıkartan, sarhoş eden işte bu hesap!
Ancak köylülerle sohbet ederken, şehirlerde nirvanasına ulaşan bu rant denen(Rant, hiç çalışmadan, emek vermeden, havadan kazanmaktır... Üçe alıyorsun, yatıyorsun pusuya, denk getirdin mi, allah ne verdiyse, altıya,onüçe satıyorsun. Şeftali bahçesini alıyorsun köylüden ucuza, çıkartabildin mi belediyeye bir imar durumu, bir anda milyonersin vs.) illetin toplumu saran nasıl zehirli bir ağa dönüştüğünü düşünmeye başladım.
Öyle ki, kuralı, kaidesi, adaleti, insafı, dibi doranı yok!
Rantın kaynağı buralarda, köy, mahalle tüzel kişiliğine, orman işletmesine, yani devlete ait yerler olunca, tabi ki, pastada en büyük dilimi "devletlü"ler götürüyormuş.
Köylü, atalarından kalma toprakların tapusunu almakta zorlanırken, birileri gayet "açıktan", birşey gizleme gereği de duymadan "indiragandi" yapabiliyorlarmış...
Örneğin, Çaybaşı köyüne inerken, yolda bir iş makinesinin kamyona tomruk çam ağaçları yüklediğini görmüştük. Meğer o çamlar Orman İşletmesi'nin "görmemesi" ile birilerince yapılan kaçak kesimmiş! İddiaya göre, köylüler köye gelen orman memurlarına kaçak ağaç kesimlerini ihbar etmiş. Ama karşılığı "kime şikayet edeceksin, beni aşar" olmuş!
Köylüden saklanan arazilere yapılan oldu bittiler, "ağaçlandırma yapıyoruz" adı altında orman içinde birilerine yer sağlamalar...
 "Bunların hepsi siyasilerin, iktidar kesiminin ve de muhtarın bilgisi, onayı dahilinde" imiş!
Bağlı, Soğukpınar ve Çaybaşı civarında doğal kaynaklardan başlıca üç kesim yararlanıyor. Bunların birisi Orman İşletmesi, birisi Uludağ ve Özkaynak su şirketleri. Diğer kesim de galiba şehirdeki "paralılara" yer temin eden uyanık kesim.
Bursa markalarından Uludağ İçecek Grubu'nun grubunun buradaki tesislerinde soda ve gazoz üretiliyormuş.
Köylü bu firmalardan şikayetçi dersek,pek  doğru olmaz. Zira Çaybaşı'nda pek çok insan burada çalışarak emekli olmuş. Halen de 100 civarında insan bu tesislerde çalışıyormuş. Yani su şirketleri buranın en önemli istihdam kaynağı. Ancak, köylüler Karayolları'nın yol çalışması sırasında su şirketlerinin "su gözlerini kollama" gerekçesiyle zarara uğratıldığı, güzergah değiştirildiği, yola giden arazilere "tapusu olmadığı" gerekçesiyle para ödenmediği söyleniyor ve bunun yarattığı rahatsızlık var.
Köylülerin kayak zevki... Mutluluk için naylon kızak yeter..
Orman köylerinin tipik "kaderi" burada da hüküm sürüyor.
Bir vatandaşı hayli dertli bulduk: 
"Osmanlıdan beri burada dağ parselliymiş. Yani şurası bu köye, şurası şu köye ait... Herkesin tarlası da yaylası, merası da belli. Bu Anadolu ve Yörük Türklerinin bir geleneğidir. Ancak sonradan devlet orman köylüsü olduğumuz halde, ekip diktiğimiz arazilerin çoğunu orman saydı, tapu alamadık. Mesela Soğukpınar'da parası olana arazi satılıyor, tapu veriliyor, ev yapılıyor, devlet asfalt yol yapıyor, ama Ornaneli'de insanların katırla su çektiği köyler var. Baraklı'da, Gököz'de, Soğukpınar'da, bizim köylerde çiftçilik, hayvancılık bitti. Kimsenin bunlarla uğraşacak takatı kalmadı. Şimdi ormanları kesme, meraları telle çevirme, satma başladı. Bilek kadar çam ağaçları kesiliyor. Kimi kime şikayet edeceksin. Yukarının hepsinden haberi var, ama birşey yapılmıyor."

Yine Çaybaşı köyüne inerken, bizi şaşırtan kocaman bir su kanalıyla karşılaşmıştık. Ovalarda görmeye alışık oluğumuz ve çevresi telle çevrili bu su kanalı Keles yolu üzerindeki iki hidroelektrik santralını çalıştırıyormuş.
Veee sıkı durun: Bu santrallar İsrailli bir şirkete aitmiş! 
Bu su kanalının yapımı sırasında pek çok tarla kamulaştırılmış, ancak köylüler tapuları olmaması veya gerçek alanın küçük bir bölümünün tapulu olması yüzünden "doğru dürüst kamulaştırma" bedeli alamamaktan yakınıyor.
Hatta, "Bizim tarla kanala gitti. Asmalarım, yemişlerim vardı. 160 bin lira değer biçtiler. Sadece 50 bin TL ödediler. Sonra yanlışlık oldu diye o 50 bin lirayı da bizden zorla geri aldılar" diyen bile oldu.
İsraillilerin santralına su diye kurumaya bırakılan "derenin can suyu, BUSKİ'nin baskısı ile bağlandı" sözünü duymak sıradan gelmişti, ama köyde şu meşhur "2B" uygulamasının insanlar arasındaki hukuku hiç bu kadar bozabileceğini düşünmemiştim:
Çaybaşı köy meydanı. 


"Devlet bizim tarlalarımızı, 2 B diye satışa çıkardı. Dedemin dedesi ekmiş, dedem ekmiş, babam ekmiş, ben ekmişim, şimdi bana tapu vermedi, tarlayı satışa çıkardılar. Devlet abimin tarlasını dayıma satmış. Yav bu nasıl bir iştir?"
İsrailli şirketin santralına su götüren kanal. 
Çaybaşı'da nüfus kaybı nispeten az. 8 yıllık İlköğretim okulunun varlığı bir şans. Tabi su tesisleri de...
Şimdilik köye Bursa dışından sadece üç aile gelip yerleşmiş. Ama köyde, Bursa'da yaşayan köylülerin yaptığı, "yazlık" amaçlı "şehirli" havası veren konutlar göze çarpıyor.
Evlerin yakındaki ekmek fırını.Ama ekmek artık bakkaldan alınıyor 
2018'i güllük güneşlik bir kış gününde geride bıraktık.
2019'da da yürümeye, doğayı, insanı ve memleketimizi tanımaya devam...
Yeni yılınız kutlu olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder