20 Şubat 2019 Çarşamba

Başkan tarlaya, bahçeye ne diyor?


Memleketin hızla seçime gittiği şu günlerde yine üst üste  hayal kırıklığı yaşıyorum.
İktidar, muhalefet tamamen kafayı "kazanma" ile bozmuş!  Oysa sorunları çığ gibi büyüyen Bursa'nın geleceğine ilişkin ne bir vizyon, ne dişe dokunur bir proje vs. duyabiliyoruz. İşin daha hazin yanı, isimler, kimlikler üzerinden yürüyen bu "siyaset" tarzıyla gayet mutlu mesutuz!

Sevgili okurum, dün Kestel tarafına giderken, Arabayatağı'nda Büyükşehir Belediyesi'nin "Tanzim Satış" çadırını gördüm. Küçücük iki çadır. Ama kuyruk rahat bir yüz metre var... Kıvrılmış da kıvrılmış.. İnsanlar ellerinde poşet, çanta, sırada bekliyor.
Kurusoğan ve patates 2 liradan satılıyormuş.
İçimden bir ses, "Birer ikişer kilo patatesi, soğanı bu insanlara bedava dağıtsalar ne olur" diyor. Hangi derde deva olur?
Bursa'da her gün 2-3 kamyon sebzeyi iftar çadırında yemek verir gibi ücretsiz dağıtsalar ne yazar?
Hangi sebzenin meyvenin fiyatını düşürür?
Et fiyatı 35-40 liraya çıkınca, birkaç markette 30 liraya et satıldı da ne oldu?
Et fiyatı mı ucuzladı?
Bu "tanzim çadırı"nın pahalılığa çare olmayacağını bal gibi de herkes biliyor.
Ama amaç hastayı tedavi etmek değil, sesini kesmek! 
Malum seçim var.
..Daa,  bugün sadece tarımla ilgili, belediye başkan adaylarına nacizane bazı önerilerim olacak. 35 seneyi bulan gazetecilik yaşamımda şunu gördüm ki, aslında bizim memleketimiz kadar verimli bir yerde kuru soğana muhtaç olmak akıllara zarar!..

Bakınız Büyükşehir Belediyesi kanununda yapılan değişikliklerle artık sadece şehir merkezleri değil, dağlar, ovalar, tarlalar, bahçeler, meralar, yaylalar, kayalar, ormanlar, madenler... her şey belediyenin yetki ve sorumluluğunda.
Yüzlerce "köy" bir anda "mahalle" ilan edildi.
Ama bizim belediyecilik kafasında gözle görülür bir değişiklik yok ve hala örneğin, hayvancılık, tarım, sulama, kooperatifçilik, orman, yayla, mera, belediyelerin defterinde olan şeyler değil!
Bursa Büyükşehir Belediyesi "Efendim biz bakın Tarım A.Ş'yi kurduk, BESAŞ Keles'te süt işleme tesisi kurduk"  vs. diyebilir.
Peşinen yazayım, bunlar vatandaşların, tüketicilerin, üreticilerin beklediği; üretimi, tüketimi teşvik eden, zenginleştiren şeyler değil. Soruyorum BESAŞ  Keles'te süt işleme tesisi kurdu da köylüden sütü üç kuruş daha mı fazla alıyor? Markette bakıyorum BESAŞ'ın pastörize sütü, yoğurdu, peyniri, diğer markalarla fiyat yarışında. Bildiğin ticaret yapıyorlar... Kötü, yanlış değil belki, ama yaklaşım sorunlu.

Peki belediyeler neler yapmalı? Önerin nedir, diyen varsa...
İşte ilk aklıma gelenler:

- Verimli tarım alanlarını, ovaları korumalı, imara açmamalı.  Nerede ne ekilip dikileceği konusunda üreticiye yol gösterici olunmalı.

- Mera ve yaylalarda pıtrak gibi yayılan talanı durdurup, buralarda gerekli ıslahı yaparak hayvancılığı teşvik etmeli.  Yaylalar, meralar ıslah edilip yeniden kullanılarak yılın en azından 4-5  ayınca hayvanların doğal ortamda, ot yem parası olmadan beslenmesi sağlanmalı.

- Köylerde (şimdi adı mahalle) insanlarla hayvanların barındığı yerleri ayırmalı artık... Yani köylerde, evlere yürüme mesafesinde ahır, ağıl, kümes vs. alanları projelendirmeli, insanlar altı ahır, üstü  ev düzeninden kurtarılmalı. Böylece hem hayvanlar daha sıhhi barınaklara kavuşacak, hem de evler daha sağlıklı hale gelecektir.

- Belediye hayvan barınaklarına suyu bedavaya yakın fiyattan sağlamalı. Keza örneğin BUSKİ arazi sulama ve ahırlara su sağlamada teşvik edici bir uygulama başlatmalı.

- Köylerde ücretsiz veteriner hizmeti verilmeli.

- Belediye, yem,  silaj, tohum gibi temel girdilerin temini için tesisler kurabilir.

- Tarla ve bahçeler hemen "Emlak Vergisi" toplanacak para kaynakları olarak düşünülmemeli, tersine çiftçiye sulamada, tohum,ilaç, gübre konusunda destek sağlanmalı.

- Hal Kanunu ha babam değişe-dursun, haller artık geri plana düştü. Çünkü vatandaş meyve sebzenin büyük bölümünü marketlerden alıyor ve bu marketlerin yolu halden geçmiyor! Belediye hallerinin kontrolü üreticilerin kuracağı kooperatiflere devredilmeli. Ayrıca soğuk zincir güçlendirilerek özellikle yaz sıcaklarında üründeki kayıplar azaltılmalı.  Hal belediyenin çiftçiden, esnaftan para kazandığı yer olmamalı. Amaç üreticiyi ve üretimi destekleyip, vatandaşa bol, sağlıklı ve ucuz meyve sebze sağlamak olmalı.

- Belediye, akarsu, deniz ve göllerde balıkçılığı gözetmeli. Buraları korumalı. Arıtma tesisleri ile temiz ortamda balık yetiştiriciliğini teşvik etmeli.

Bursa  artık tarımı, doğası, tarımsal sanayisi ile uyumlu, bolluk içinde bir kent olmayı hak etmiyor mu?

İyi haftalar...

Başkanlar "Genel Müdür" mü oluyor!


Gündem, kazanmak için her türlü yöntemin mübah sayıldığı bir seçim yarışına sıkışırken,  aslında belediyelerin, hangi partinin kazanacağı,  kimin başkan olacağının ötesinde ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğu ortaya çıkıyor.
Çankaya eski belediye başkanlarından Bülent Tanık, bu yıl yürürlüğe girecek yeni mevzuatla, artık belediyelerin "kendi bütçelerini yapamaz" hale geleceklerini, belediyelerin yapacağı her harcamanın "Sarayın onayından" geçmek zorunda olacağını söyledi.
Bursa Tabip Odası'nın, Bursa Akademik Odalar Birliği (BAOB) salonunda düzenlediği "Kentli Hakları" panelinde biraz ufkumuz açıldı
Ü.Ü Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD öğretim üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala'nın yönettiği panelde TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan  Karakuş Candan, U.Ü.  Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD öğretim üyelerinden Doç. Dr. Alpaslan Türkkan ile Çankaya eski belediye başkanlarından Bülent Tanık konuştu.
Ankara'da değişik projelerle ilgili çıkışlarıyla tanınan mimar Tezcan Karakuş Candan, "Camiyi merkeze alan TOKİ konutları", "Çankaya köşküne karşı kaçak göçek ve otoriter bir yönetim işareti  olarak kurulan Beştepe Sarayı"nın iktidarın Cumhuriyet ile hesaplaşmasının semboleri olduğunu ileri sürdü.
"Cumhuriyeti temsil eden herşey tarumar edildi" dedi Candan.

"Süleyman Demirel Kızılay'dan geçerken kırmızı ışıkta durmazsa protesto eder, onu Konur Sokakta görünce kendimizi daha güvende hissederdik. Necdet Sezer'i kırmızı ışıkta dururken, parkta otururken, kuyrukta beklerken görünce mutlu olurduk. Şimdi Ankara'lılar Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın nerede yaşadığını bilmiyor, görmüyor, hiçbir yerde karşılaşmıyor. Bellekler sıfırlanıyor, meydanlar tomalar, polis barikatlarıyla çevrildi. Şehir Hastaneleri ile artık sağlık konusu tamamen para kazanmaya döndü. İnsanlar müşteri ve gidip gelirken helak oluyorsunuz" diye konuşan Candan vatandaşı duyarlı olmaya çağırdı.

Akademisyen, Doç. Dr. Tükkan da Bursa'nın, hava kirlilliği, trafik, konut kalitesi, güvenlik vs. kriterlerde Türkiye'de "vasat" durumda olduğunu, grafiklerle anlattı.
Alpaslan hocanın "ICD 10" olarak kodlanan yeni uluslararası kriterlere göre, evsizlik, barınamama, yoksulluk ve açlığın "hastalık nedeni" olarak tanımlanmasına dikkat çekti.
Nilüfer Belediye Başkanı ve Bursa Büyükşehir Belediye Başkan adayı  Mustafa Bozbey ile bazı  adayların da bulunduğu panelde galiba en çok ilgiyi 2009-2014  arasında Çankaya Belediye Başkanlığı yapan Bülent Tanık'ın konuşması çekti.
Tanık, "Toplumcu Belediyecilik" üzerinde durdu.
Tanık'a göre "Toplumcu Belediyecilik", belki de sosyal devlet anlayışına uygun olarak, kentte yoksul kesimi öne alan, onların desteklenmesini, dayanışmasını ön plana alan bir yaklaşım.
Bu haliyle de küresel ekonomideki durgunluk ve krizlerin faturasını yoksulların üzerine yıkmak isteyen neo liberalizme bir başkaldırma, bir direniş...
Vedat Dalokay, Ahmet İsvan gibi eski belediyecilerin temsilcisi olduğu toplumcu belediyecilik anlayışında "belediye, neoliberallerin ileri sürdüğü gibi vatandaşı müşteri yerine koyan bir 'hizmet şirketi' değil; halkı, yoksulları, emeği, barışı, kardeşliği, toplumsal dayanışmayı ön plana alan halkın öz örgütüdür.."
 "Tarımı, kırsalı çökerten IMF direktiflerine karşılık toplumcu belediyecilik üretici ve tüketici kooperatifleriyle toplumun bütün kesimleri arasında sağlam bir bağ kurmayı hedefler".. 
Tanık, Çankaya'da yaptıklarını, Ankara Büyükşehir Belediye başkanı Gökçek ile yaşadıklarını anlattı, ancak belediyelerin giderek itibarsız hale getirildiklerine ilişkin tespiti çarpıcıydı.
Tanık'a göre, 17. sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararı ve Tek Hazine Kurumlar Hesap Yönetmeliği ile bu yıldan itibaren artık belediyeler bütün işlemlerinde "Günlük Ödeme Formu" ile çalışacak. Yani belediyeler, yapacağı her kuruş harcama için, Hazine ve Maliye Bakanı'ndan günlük onay almak zorunda.
Uygulamanın seçimden sonra başlaması bekleniyormuş.
Yani artık seçilmiş belediyeler, yasal hak olarak kendilerine tanınan "kendi bütçelerini yapma" hakkına sahip olmayacak!
Tanık bu durumun hem Anayasa, hem de demokrasiye aykırı olduğunu; seçilmiş  belediye başkan ve yöneticilerinin itibarsızlaştırıldığını, "Sarayın memuru" haline getirilmek istendiğini vurguladı.
Tanık, pek çok yerde muhalefete mensup belediye başkanlarının görevden alınıp yerine kayyum atanması ile  AKP'li bazı belediye başkanlarının görevden alınmasını bu itibarsızlaştırmanın bir parçası olarak değerlendirdi; "Genel Müdür ile belediye yönetilmez. Belediye yerel demokrasiyi kuran, temsil eden bir siyasi kurumdur" diye konuştu.

Yaa, sayın siyasi partiler ve  başkan adayları!
Siz kazanmak  için kendinizi ve  birbirinizi paralıyorsunuz; ama talip olduğunuz koltuk galiba sürekli irtifa kaybediyor...

İyi haftalar...





15 Şubat 2019 Cuma

ARTVİN ŞAŞVAT'TA KÖYLERİN ÇEHRESİNİ DEĞİŞTİRME HEYECANI


Köyleri değiştirmeye aday bir proje: 

Artvin Şavşat'ın Savaş köyünden Bursa'ya göç edenler, doğduğu topraklarda ekonomik ve sosyo-kültürel yapıyı canlandırmak için kooperatif kuruyor 


Savaş Köyü Doğa Kültür Turizm ve Dayanışma Derneği (SAV-DER) Artvin'in Şavşat ilçesine bağlı Savaş köyünden göç edenlerin 22 Mart 2016'da "Dünya Su Günü"nde kurdukları ve merkezi İstanbul'da olan bir dernek. SAV-DER Bursa Şubesi ise Savaş köylülerin daha yoğun yaşadığı Bursa'da 18 Ağustos'ta kurulmuş, ilk Olağan Genel Kurulu'nu 4 Kasım 2017'de yapmış... Hem de ilk çağrı günü... Yani çok genç ve dinamik bir sivil toplum kuruluşu.
SAV-DER Bursa Şubesinde 193, İstanbul Şubesinde 122 üye var. Ama hızla adını duyuruyor, yörede ilgi çekiyor. Geçtiğimiz hafta sonunda BAOB salonundaki "Şavşat Gecesi" diye bilinen SAV-DER Bursa buluşmaları etkinliğine 650 kişinin katılımı da bu ilgiyi kanıtladı.
Derneğin Bursa Şubesi Yönetim Kurulu  Başkanı Ferhan Küçük, Bursa'da tekstil işiyle uğraşan, 35 yıldır Bursa'da yaşayan, bu kentte üreten, kazanan; ama doğduğu topraklar aklının bir köşesinden çıkmayan bir isim. Kendisiyle hem derneği, hem de ata topraklarında yapmak istediklerini konuştuk.
İşte sorular ve yanıtları:
Ferhan Küçük

- İnsanlar köylerden büyük şehirlere göçtü, çoğunun oralarla bir bağlantısı da kalmadı. Ama hayatını şehirlerde kazanıyor olsa, şehir yaşamıyla bütünleşse de, insanların doğduğu topraklara, köylerine özlemi bitmiyor. Mevcut durumda bu özlem, gidip yazları orada kalmak, en fazla orada bir ev, bir tür yazlık yapmak şeklinde ortaya çıkıyor. Tabi bunların ömrü de sanki bir nesil gibi... Zira, şehirde doğan çocukların, yeni kuşakların oraya dönmesini, hatta  özlemesini kimse beklemiyor. 2, 3. kuşaklar için köyler pek bir şey ifade etmiyor... Siz dernek olarak farklı bir şeyi planlıyorsunuz. Doğduğunuz topraklarda birşeyler yapmak, üretmek, ürettiğini tüketiciye ulaştırmak... Topraklarınıza sahip çıkmak, kalıcı şeyler yapmak istiyorsunuz. Hem oradaki sosyal kültürel yaşamı zenginleştirmek, canlılık kazandırmak; hem de şehirdeki insanların doğduğu topraklarla bağlarını bir şekilde sürdürmelerine olanak tanımak... Hazırlığını yaptığınız kooperatif hakkında bilgi verirmisiniz. Fikir nerden çıktı, şu aşamaya kadar neler yaptınız? 

- Bizim bu derneğimiz, SAV-DER, göçün yarattığı sosyo-kültürel sonuçların yanında, geleceğe dönük bir takım kaygıları önlemeye dönük çabaların adıdır. Biz toplumsal değişimin, kuşaklar arası farklılaşmadan doğan kültür yozlaşmasının ve  bütün bunların getirdiği yerin, ekonomik, kültürel sorunlarını, sonuçlarını biliyoruz, yaşıyoruz. Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. İki kuşak önce hiç aklımızda olmayan şeyleri bugün biz yaşıyoruz.  Sürecin bu şekilde ilerlemesi bizim aklımızı, dimağımızı köreltiyor. Yani o kadar dramatik bir senaryo çıkıyor ki karşımıza.... Böyle giderse, 2060 yılında Türkiye'nin beşte 4'ü çölleşme riski ile karşıya kalacak..

- Ya da önce yerli, ardından yabancı şirketlere satılacak...

- Tabi hala toprak kalmışsa, yabancılara satılacak. Bunun işaretleri var. İşte bunu gördük. Bu ve benzeri kaygılar, bazı sivil toplum kuruluşlarının olduğu gibi, SAV-DER’in de kayıtsız kalamayacağı konular. Biz ne yapabiliriz dediğimizde, SAV-DER olarak bir rol üstlenmek istiyoruz. Derneğin kuruluş amacı budur. Bunun içerisinde kooeratifleşmek de var,  diğer sosyo-ekonomik faaliyetler de. Doğayı korumak da var, doğal tarım ile temel ihtiyaç maddelerinin üretimi de...
Savaş köyündeki imeceye katılan kadınlara teşekkür
Tarımsal faaliyet ve gıda üretiminin stratejik bir alan olduğunun farkındayız. Hedef, bunları günün teknik olanaklarından yararlanarak üretmek. Salt para kazanma, katma değer yaratma amaçlı değil. Tüketime nitelikli cevap verecek, üretimi rasyonel koşullarda yaparak makul fiyatlarda tüketiciye ulaştırmak. Bu hem insan sağlığını yakından ilgilendiren bir konu, hem doğal yaşamın kendisini sürdürebilmesi için gerekli... Talep oluşturacak, talebe cevap verecek... Hem üreticiyi hem tüketiciyi destekleyecek. Bunu başarabilirsek, biz daha nitelikli gıda ile yaşamımızı sürdüreceğiz.
Çocuklarımıza daha güzel bir kültürel ortam sunacağız. Topraklar insansızlaştığı, doğal yaşam, doğa tahrip olduğu için, buraların bir takım ticari açılımlara terk edilme riskini ortadan kaldıracağız. Bakın, Artvin'in toplam nüfusu 168 bin. Bunun içinde onlarca yıldır büyük şehirlerde yaşayan bizler de kısmen varız. Ben 1984'den beri Bursa'da yaşıyorum ama, benim nüfus kaydım Şavşat'ın Savaş köyde... Yani o 168 binin içinde. Demek ki, Artvin’in orada sürekli yaşayan nüfusu resmi kayıtların daha da.

DOĞANIN TAHRİBİ...

- Köylerin terk edilmesi, doğanın tahribine zemin mi hazırlıyor?

- Tabi. Oralı olmak, insanın faaliyetleri ile ölçülüyor. 'Su'  diyorsun, birileri diyor ki 'Boşa akıyor'. 'Tarlayı sularız' diyorsun, 'Sulamıyorsunuz ki zaten' deniyor. Ama sularsak bizim... 'Orman' diyoruz, 'Kullanmıyorsunuz ki' deniyor. 'Doğa' diyorsunuz, 'Ne işe yarıyor bak, taş, kaya. Ama altında maden var, altın var, çıkarıp alacağım' diyor. 'Altın orada yatıyor' diyor.
Halbuki, doğal çevre, doğa,  sizin öyle hoyratça deşerek siyanürle altındaki şeyi çıkarıp tahrip edebileceğiniz bir şey değil. Milyonlarca yılda oluşan bir zenginlik bu. Siz kazmayı vurduğunuzda, orayı belki bir milyon yıl geriye götüreceksiniz.
Bunların olmaması için bizim orada 40, 50 sene önceki faaliyetlerimizi, günün koşullarına uygun olarak canlandırmamız lazım. Çift sürülüyordu, öküzle... Oysa şimdi tarım makineli hale geldi. Artvin, Savaş köyü toprakları ile ilgili çalışma yapan uzmanlarımız var. O topraklarda ne yetişir, belirleyeceğiz. Atadan dededen kalma yöntemler yerine daha modern yöntemleri kullanabileceğiz. Bizde topraklara bir sene mısır, bir sene buğday ekilir. Nadasa bırakacak kadar toprağımız yoktur.

- Sadece ekip biçmek değil, hayvancılık da var sanırım...

- Tabi, bizim Savaş köyünde 4-5 bin, belki daha fazla büyükbaş hayvan, 10 bin baş da küçükbaş hayvan vardı. Bunlar bir köy için ciddi rakamlar. Köyümüz 70'li yıllarda 230 hane civarındaydı. Ve büyük çoğunluk köyde yetişen ürünlerle beslenebiliyordu. Yani o topraklar bin-bin 200 insanı besleyebiliyordu. O günün ilkel tarım yöntemleri ile bu yapılabiliyorsa... Buğdayı, mısırı, fasulyesi, patatesi, soğanı... Meyvecilik, arıcılık iyidir. Kış için marmelatlar yapılırdı.
Yani orası bugün yaklaşık 150 hane için çok iyi koşullarda bir yaşam alanı haline getirilebilir. Teknoloji ilerledi, Yerli tohumla daha fazla üretim elde edebileceğiz. Toprak analizleri yaptıracağız,  belki yepyeni şeyler üretilecek. Bu ziraatçıların işi. O topraklarda en iyi yetişen ürünler neyse onu tespit ettireceğiz. Nitelikli ürün... Kendini yetkinleştirecek bir yapı oluşacak. Kooperatif mantığı içinde hem üyelerinin ihtiyaçlarını, diğer taraftan da tüketicisinin ihtiyaçlarını hesap ediyoruz.
Gençler, anne babalarının doğduğu topraklara hasret şiirler okudu.

İŞGÜCÜNÜ HAREKETE GEÇİRMEK..

- Köylerde genç kalmamış. Yaşlı, emekli insanlar. Kim yapacak bu işleri?

- Kışları nüfus azalıyor ama yazları birçok insanımız köyde kalıyor. Yazları Bursa sıcak, orası daha ferah, sakin. yakacak sorunu yok. Ben de geçen sene, 35 sene sonra gittim ve köyde bir hafta kaldım. Fark ettim ki, günde 5 saat uyku insana yetiyor. Dinleniyorsunuz. Burada yıllarca bedenen çalışmamış bir adamım, orada amele gibi çalıştım, su değirmeni yaptık.
Günde 9 saat, 10 saat... Düşün... Ve sabah saat 5'de kalkıyorsun, dinlenmişsin. Sakin bir ortam. Buradan oraya yaz aylarında çok yoğun bir emek transferi var. Bize diyorlar ki, bu işleri kimle yapacaksınız, kim çalışacak?
Tabi gidenlerin cebinde parası var, ekmeği ilçeden getirtiyor, ekmek pişirmiyorlar. Meyve sebze, yumurta kasabadan. Kahvehanede oyun oynuyorlar.
Bir emekli öğretmen, akraba ama, senelerdir görüşmemişiz. Köy meydanında oturuyoruz. Bu arada kasabadan minibüs geldi. Çuval çuval ekmekler. '5 tane de bana ayırın' dedi. Çok kötü.. Olur mu böyle? Bir kamyonet de gelmiş şehirden, seyyar manav..
Dedim ki, 'Abi köyde yaşıyorsanız ekmeği siz pişirin.. Yumurta sizden olsun.' 'Kim yapacak' diyor. 'Yenge' dedim. 'Hamur yoğuramaz ki' dedi. Dedim ki 'Annen ondan daha yaşlıyken hepsini yapardı..  Konuştuk ve derneğe soğuk bakan arkadaşı aramıza kattık.
Gelin şu tarımı, adam gibi yapalım. Bizim köyde 4 bin dönüm makineli tarım yapılabilecek arazi var.

KOOPERATİF GÜN SAYIYOR

- Kooperatif ne aşamada? 

- Yerel seçimlerden önce biz kooperatifi kurmuş olacağız.

- Karacabey ve Mustafakemalpaşa'da domates üreticileri, salça fabrikaları ile tek elden pazarlık amacıyla Domates Üreticileri Birliği kurmak istediler. Ziraat odaları yıllarca uğraştı, ancak sonuç alamadılar. Yasalar müsait değil denmiş. Yani bizde tarım üreticisinin  örgütlenmesi zor iştir. Hukukçulardan destek alıyor musunuz?

- Tabi. 4-5 defa toplantı yaptık. Tüzükte neyi ekler neyi çıkarırız, ne yapmak istesek engel çıkar. Onlarınki biraz çıkar odakları ile başa çıkmaya dönük olduğu için başarılı olmamış. Bizimki öyle değil. Bizim köyde hane başına ortalama 7,5 dönüm arazisi var. Tapulu. Biz kendi arazimizde üretimi amaçlıyoruz. Yani kimseye rakip değiliz, kimsenin risk algılayacağı bir şey yok. Ben kendi toprağımı işleme, orada elde ettiğimi de büyükşehirlerdeki tüketicilerime ulaştırmak derdindeyim. Memlekette seyahat özgürlüğü varsa, sorun olmayacak.

EMEKLİ MAAŞI KADAR GELİR GARANTİSİ

- İnsanların tepkisi nasıl? 

- Bu işe inanan insanlar gereğini yaparlarsa yürüyecek. İlgi var. Bizim yapacağımız üretime bizim topraklarımız yetmeyecek.  Hatta, bizim arazilerimiz makine ve ekipmanın verimli kullanımı için yeterli değil, bu konularda komşu köylerle de işbirliği yapma çalışmalarımız devam ediyor. Gelsinler ilgi duyanlar, beraberce planlayalım. Onlarla ne yapabilirsek yapmak istiyoruz.  Birlikte neler yapabiliriz? Gecemize gelen 650 insanın yarısı Savaş köyü dışındaki çevre köylerdendi. Çevre köylerden, üçer beşer kişi gelmişti. Fikir üretebilecek, gerekirse sahada önderlik edecek kişileri tespit etmeye çalışıyoruz. Kışları büyük kentlerde, yazları köyde olanları tespit ettik. Çalışabilecek yaşta ama çalışmayan,  emekliliğin rahatlığına kapılan insanlar... Ama enerjileri, deneyimleri var. 'Köye ne zaman gidiyorsunuz' dedik, 'Mart sonunda'. 'Niye?', 'Bahçeye bağa bostana ekmek için'. 'Ne zaman dönüyorsunuz?', 'Ekim-Kasım'da. 'Çünkü kışlık erzakımızı topladık, soğuklar da başladı..' Toprak uyumaya geçmiş. Siz de uyuyacağınız yere geliyorsunuz. 'Peki size tarımsal aletler verilse toprağı işlemez misiniz?'. 'Makineyle olabilirsa olabilir. İşin ucunda gelir de olacaksa olur'...
'Bizim önerdiğimiz şeyleri eker yetiştirirseniz, dönem sonunda, yıllık emekli devlet memuru maaşını size garanti ediyoruz!' diyoruz.  Gerçekçi bir hesaplama. Afaki konuşmuyoruz. Biz orada bir uygulama tarlası ektik. 600 kilo fasulye, 150 kilo mısır unu elde ettik. Tüketiciye de ulaştırdık. Tabi alan ve üretim artınca nitelikli gıda daha fazla kazanacak. Biz bu sene yerli tohum tedarik ederek 30 dönüm buğday ektik.

- Köy ortam değişecek gibi.. 

- Bir su değirmeninin 12 hissedar vardı. Kullanım haklarını derneğe devrettiler. 9 metrekare yeri yıktık. 30 metrekare yere değirmen yaptık. Projemizde insanlara değirmende un öğüttürmek, ahırda inek sağdırmak da var.

- Sizin kooperatif hem üretim, hem tüketim işi hedefliyor. Devlet sadece Tarımsal Kalkınma Kooperatifleri'ne destek veriyor sanırım. Bir de tüketim kooperatifleri var. Hem üretim hem tüketimi tek kooperatifte nasıl organize edeceksiniz? 

- Biz inandığımız bir işi yapacağız ve kendi imkanlarımızla yola çıkacağız.  Çalışmamızın finansmanını sadece devlet desteğine dayandırmıyoruz... Ama elbette yasal açıdan kullanma olanaklarını araştırıyoruz. Kredi maliyeti çok yüksektir. Bir üretim, bir tüketim kooperatifi kurmak, ayrı ayrı organize etmek.. İşi dağıttıkça zorlaşır. Tabi çok ayrıntıları belirlenmiş bir program yok. Ama yürürken, eksiklikleri görüp ona göre çalışacağız. 30'dan fazla toplantı yaptık. Bir köy derneği için büyük başarı. Konunun  uzmanları ile yakın mesaimiz, iletişimimiz var. Bir mum yakmaya çalışıyoruz. sizin elinizdeki mum daha iyi ışıtıyorsa, size katılmaya varız.

- Kooperatife katılmak, ortak olmak isteyenler...

- İlk anda en az 50 kişi çıkar. Projeyi önümüze koyduğumuzda, kimin imkanı neye uygunsa... Kimseye şu kadar vereceksiniz demeyiz. Ama herkes elinden geleni yapar. Mesela Hanlı HES'e yaptığımız ÇED itirazı kabul edildi. Şimdi keşif ve bilirkişi harcı ön avansı olarak 7 bin lira masraf göründü. Dedik ki köy başına bin lira... Hemen 7 köyden biner lira geldi. Kim kaç lira verdiyse yazıyoruz, açık, şeffaf. Zorlanmıyoruz. Çünkü Hanlı HES'in yapılmasının sonuçlarını anlattık insanlara... Değirmen yapmaya başladık, biz 2-3 kişi gittik ilk gün. Ertesi gün köyde insanlar hemen desteğe geldi. Gönüllülük yasasına göre, harika bir değirmen yaptık.
---

12 Şubat 2019 Salı

Zamlara çare 'Tanzim satış' mı?



Zamlara tepkinin tam da seçim arefesine denk gelmesi, hükümeti harekete geçirdi. Ama hükümet tarımda üretimi, verimliliği ve üretici-tüketici buluşmasını sağlayacak kalıcı politika değişiklikleri yerine; belediyelerin üreticiden ya da halden satın aldıkları sebzeleri belediye araçları ve personeliyle ücretsiz, kirasız olarak, belli noktalarda acilen satışını devreye sokmayı tercih etti.
"Halk Sebze" adı verilen bu uygulamanın, hem üretici hem de tüketici açısından durumu uzun vadede kötüleştireceğini iddia edebiliriz. Peşinen söyleyeyim, filmin sonunda ne üretici ne de tüketici kazanacak!

Bakınız "Tanzim Satış" uygulaması, bazı malların devlet eliyle satışının yapılması işidir.
 Ama dikkatinizi çekerim, tanzim satışı yapılan mal devletin malıdır.
Hatırlayın, tanzim satış mağazalarında satılan et, devlete ait Et Balık Kurumu, kömür de devletin kömür ocaklarından geliyordu.
Amaç vatandaşın zorunlu ihtiyacını karşılamaktı. Miktarı da sınırlıydı.
Şimdi başka birşey var...
Mallar serbest piyasadan satın alınıyor.
Hükümet, et fiyatlarına karşı "ithalat silahını" çekerek bazı zincir marketlere, şirketlere vergisiz, ucuz et ithalatı ve satışı ayrıcalığı tanıdı.
Et fiyatlarına yapılan bu "müdahale", ne etin pahalı satılmasına neden olan şeyleri ortadan kaldırmayı amaçlıyordu, ne de ihtiyacı karşılayacak boyutlara ulaşma şansı vardı.
Hatta bu "indirimli et"lerin sadece BİM, A 101 gibi iktidara yakın olduğu iddia edilen gruplara ait olması, "Devlet desteği ile dışarıdan 17 liraya et ithal ediyor, 30 liraya satıyor, vurgun yapıyorlar" söylentilerine kaynaklık etmişti.
Etteki uygulamanın sonuçları ortada: Ne piyasada et fiyatları düştü, ne de üreticiye bir yararı oldu. Tersine  üreticinin mağduriyeti arttı, yüzlerce ahır boşaldı.
Sonuçta pahalılık kazandı!
Bugünlerde İstanbul ve Ankara'nın bazı semtlerinde belediyelere ait "Tanzim Satış Araçları", patatesi 2, domatesi 3, salatalığı 4, patlıcanı 5, soğanı 2 liradan satmaya başladı.
Ancak hem kuyruklar uzun, hem de sadece birer kilo alabiliyorsun!
Adeta "karne" ile ekmek satışı gibi...
Bursa Büyükşehir Belediyesi, bir adım olarak üreticinin hal giriş ücretlerini ciddi oranda düşürdü. Şimdi Tarım A.Ş. de "tanzim satış"lara hazırlanıyor. Satış fiyatlarının Bursa'da biraz daha uygun olacağını bekleyebiliriz.
Bu "ucuzluğun" kaynağı şu:
Belediye sebzeyi doğrudan halden alacak. Araç belediyenin, dükkan kirası, rüsum vs. yok, personel belediye personeli.  Sebze hal fiyatlarına yakın satılacak.
Ayrıca, hükümetin Tarım Kredi Kooperatifleri'ni belediyelere sebze sağlamakla görevlendirdiği açıklandı. Yani bir devlet kuruluşu olan bu kooperatif, örneğin gidip Antalya'da seracılardan aldığı sebzeyi, hallere uğramadan, sadece satın alma ve nakliye masrafıyla belediyelerin tanzim satış noktalarına gönderecek. Kooperatiflere bu şekilde iki buçuk aylık bir görev verilmiş.
Ancak hem satışlar sınırlı olacak, hem de bu sürdürülebilir bir şey olmayacak.
Zira, bu modelde çiftçinin bahçede 50 kuruşa satmakta zorlandığı portakalın pazarda 3-4 liraya satılmasını sağlayan çarka herhangi bir çomak sokulmayacak. 
Üretim, verimlilik, nakliye, çiftçinin üretim maliyetleri, pazarlama vs. pahalılığın nedenlerine dokunulmayacak!
Mevcut çark işlemeye devam edecek.
Ve gözden kaçırıyoruz:
Artık perakende piyasasını sanıldığı gibi "aracı-toptancı, depocu, hal mafyası" belirlemiyor! Artık piyasayı zincir mağazalar kontrol ediyor.
Hükümet bunlara sessiz, bir "operasyon" yok.. Hatta belediye halleri bile büyük ölçüde devre  dışı... Örneğin, Antalya Kumluca'da depoları olan bir market zinciri, orada doğrudan  üreticiden satın aldığı ürünü Bursa'da hale de sokmadan, mağazalarında "aracısız" satıyor.
Ortada "aracı" yok. Ama bu çark, onların tanesini 1 liradan satın aldığı lahanayı vatandaşa kilosu 3 liradan satmasına mani değil...
Fiyat denetimi hain ilan edileli seneler oldu!
Sonuçta, zamların nedenleri belli.
Bir Avrupa ülkesinde et fiyatı Türkiye'den düşük  olabiliyorsa, fiyatları makul seviyeye çekmenin yolu yöntemi de belli demektir...
Ama kimsenin bu taraklarda bezi yok!
Bizde mevcut çark, üreteni üretemez, tüketeni de tüketemez hale getirmek üzerine kurulmuş sanki!
Üreteni ve tüketeni destekleyen politikalar devreye girmedikçe, fiyat artışını "hain plan" ilan edip "İthalat silahı", "tanzim satış silahı" patlatmanın bu ülkeye yarardan çok zarar vereceğini görmek için kahin olmaya gerek yok.

İyi haftalar...

5 Şubat 2019 Salı

KULA'YI, SALİYLİ'Yİ KEŞFETMEK VARMIŞ

Artemis tapınağının olduğu Sardes harabeleri.

"Doğa yürüyüşleriyle" çevremizdeki güzellikleri keşfetmemizi sağlayan Koza Dağcılık ile geçtiğimiz hafta sonu Manisa'nın Kula ve Salihli yöresini adeta yeniden keşfettik! Harika doğal ve tarihi mekanlar gördük.
Kula'ın bir bölümünün sönmüş yanardağlardan oluştuğunu, dünyanın sayılı "Jeopark"larından birisinin burada olduğunu, ya da Kapadokya gibi burada da "peri bacaları" bulunduğunu birisi söylese, katiyyen inanmazdım...
Keza, Salihli ovasında göz alabildiğine uzanan üzüm bağlarını görüştüm ama,  dünyada parayı kullanan ilk uygarlık Lidya'nın başkentinin bu topraklarda olduğunu, Helenistik Yunan uygarlığının sembolü  Artemis'in tahtının bugün de hala bütün ihtişamıyla görülebileceğini hiç düşünmezdim. Bizans çarşıları, alttan ısıtmalı dükkanlar, banyo/gimnasyumlar, delikli oturmalı sıra tuvaletler burnumuzun dibindeymiş!
Manisa Salihli'de Helenistik dönem kent merkezi
Meğer
Meğer, Yunus'un "pişme", olgunlaşma dönemini simgeleyen "balta" ve "çift anahtar" işaretli mezarı da buradaymış!
Boşuna dememişler: "Buraya derler Kula/Nasip olmaz her kula.."

Ta Kibele zamanında zenginliğin kaynağı bu topraklar, sarı sarı altın akan ırmakların bugün üzerinde yaşayan insanları göçe zorlayan fakirliğin, karmaşanın  mekanı haline geldiğini  görünce sevinçten havalara uçmakla, utançtan yerin  dibine  girmek arasında bocalıyorsunuz.

TÜRKİYE'NİN TEK 'JEOPARK'I...

1 Şubat Cuma akşamı saat 02.00'de yola çıkan otobüsümüz, tüm koltukları dolu  olarak, sabahın erken saatlerinde Kula'ya vardı. Kula'da sabah kahvaltısını, "Kent Ormanı" denilen, ilçeye hakim bir noktadan bakan, yazları serin bir mekan olduğu anlaşılan bir yerde yaptık.
"Kent Ormanı"Orman Bakanlığı yapmış, sonradan belediyeye devredilmiş. Yani belediye ait bir tesis.
"Fotoğraf ve Kültür Gezisi'nde ilk durağımız "jeopark" oldu. Jeopark, ya da "jeolojik park" denen yer, Kula'da, yeni spor tesisi  inşaatının  olduğu Zekeriye Mahallesi, Divlit Caddesinden başlıyor ve çok geniş bir alanı kaplıyor.
Bu
Düşünün ki, 3 kilometrelik yürüyüş parkuru ile alanın küçük bir bölümünü dolaşmış olduk.  Milyonlarca yıl önce  yanardağ 60 küsur ayrı ayrı noktadan patlamış. Her patlama irili ufaklı bir tepe oluşturmuş...
En son patlama 10 bin yıl önce olmuş.  En eski patlama noktalarında belli bir toprak oluşmuş, köylülerin "piyner" dedikleri çalı türü bitki ve yeşillik var. Ancak en son 10 bin yıl  önceki patlamalarda oluşan geniş bir alanda toprak hala oluşmamış, sanki bin 500 derece sıcaklıkta yeni püskürmüş de soğumuş bir yanardağ görüntüsü var.
Bu bir cami.. Kula'da..
Ağırlıkla bazalt taşı olan bu volkanik kayaların pek çok eski evin duvar inşaatlarında kullanıldığını fark ettik. Ama artık bu bazalt taşlarının kullanımı yasaklanmış.
Ne zaman?
Bizden önce eloğlu uyanmış! BM'ye bağlı UNESCO 1990'ların başından itibaren  dünya mirası olarak jeoparklar için harekete geçince,  bizimkiler 2007-8 AB hibe programına koşmuş. Alınan parayla 2011'de jeopark projesi tamamlanmış. Yani bölgeye 3 kilometrelik bir yürüyüş parkuru yapılmış, giriş çıkış denetim altına alınmış. Kula Belediyesi, Türkiye'nin ilk tescilli jeoparkının sahibi sıfatıyla, "Kula Volkanik Jeoprkı"nı dünyadaki 80 küsur uluslararası jeoparktan birisi olarak tescil etmeyi başarmış. 
Jeopark alanına gidiş gelişlerde, Kula'nın dış mahallelerinde çarpık/kaçak yapılaşmayı gözlüyorsunuz. Caddede belediye başkanın fotoğrafı ve  "Yılın en başarılı başkanı" yazılı afişler dikkat çekiyor. Doğrusu plansız yapılaşma ve "gecekondu" halleri görünce, ödülün neye verildiğini merak ettim.
Bir de jeopark alanının dışında kalan ama aynı jeolojik olayların sonuçları görülen alanlarda mermer ocaklarının yanı sıra ponza taşı  ve mıcır ocağı işletmeleri  dikkatimi çekti.  Aslında ponza taşı da bazalt kaya da pek çok açıdan ekonomik değeri olan şeyler.
Hatta hafif, sert  ve gözenekli bu yanardağ taşlarının yapı malzemesi, curuf/mıcır, yalıtım maddesi vs. olarak çok yararlı olabileceğini, bu açıdan Kula'nın yanı başındaki büyük bir değerin öylece durduğunu düşünüyorum.

BU DA 'KULADOKYA'...

Volkanik hareketlerin sonuçlarını 30 kilometrelik bir alanda görüyorsunuz. Jepoark bu alanın küçük bir bölümü.
Volkanik yapı, sadece yanardağ değil kaplıcaların, maden sularının ve değişik kaya yapılarının da kaynağı.
Bölgedeki kaplıcalar yerine biz İzmir-Uşak yolu kenarında,, Yurtbaşı köyü yakınlarındaki  Kula Peribacaları Doğa Parkı'nı tercih ettik.
"Kuladokya"da denilen alanın girişinde, soldaki Gediz nehrinin suyuna baktığınızda, çıplak yamaçların rengini görüyorsunuz... Yağmurla, rüzgarla kopup suya yarışan, beje çalan toprağın rengi suya geçmiş.. Su bulanık akıyor; yani su, toprak taşımaya, Kuladokya'yı büyütmeye devam ediyor.
 Yüzlerce, binlerce yılda yumuşak toprağın bu yolculuğu, harika doğa manzaraları oluşturmuş. Kapadokya'daki gibi "peri bacası" türünde oluşumlar var. Ancak burada, "peri bacaları" içinde oyuklar, "mağara"lar göremiyorsunuz.  Dikkat ettim, toprak organik yapılanmalara vs. pek izin vermeyecek bir yapıya sahip. Yani o yamaçlara ağaç, fidan dikeyim falan dediğinde sonuç alman mümkün görünmüyor. Ama çevresindeki toprağın aşınmasıyla ortaya çıkan kayalar sert mi sert..
Burası tam bir doğa harikası. Ancak havanın gayet güzel, güneşli olmasına rağmen ziyaretçi sayısı çok azdı.
Kuladokya...
Yine volkanik bir kayayı (bazalt sütunları) görmek için gittiğimiz Çakırca köyü (mahalle) neredeyse bu Peribacaları'nı andıran bir tepenin dibinde kurulmuştu. Karşımızda, derenin yamacındaki Çakırca köyünde açık, kapalı ahırlar görsek de evlerin çoğu terk edilmişti. Köyde ortaokul çağında iki çocukla sohbet etme fırsatım oldu. Yanıbaşımızda duran ve taş duvarı işçiliği konuşan bir ahır ve evin sahibinin çoktan öldüğünü, mirasçıların da bilmediği bir şehirde yaşadığını söyleyiverdi.  Diğer köyler gibi burada da ilkokul falan yokmuş. Çocuklar her gün Kula merkeze "taşınıyorlar"mış.
Bazalt sütunları.. 
Bazalt sütunları, çevresi meşe kozalağına benzeyen meyvesiyle dikkat çeken ağaçlarla kaplı. Sütunlar kocaman, dikdörtgen şekilde kesilmiş dev  kaya parçalarının diklemesine istiflenmiş halini andırıyor! Hayatımda ilk kez, dikine kesilmiş gibi duran kayalara tanık oldum. Burasını gezmek ücretsiz. Bir patikayla gidip izliyorsunuz.

ÜRETİMİN 'NOSTALJİ' OLMASI!...

"Demircilik, bakırcılık, halıcılık, semercilik, keçecilik, leblebicilik, helvacılık, tabaklık, saraçlık, ayakkabıcılık, tekstil, tenekecilik, nalbantlık,  dokumacılık... "
Kula'da insanlar ne iş yapıyor dediğinde, böyle sıralanıyor.
Ama hepsi tükenmeye yüz tutmuş, her birisi sadece birkaç kişiyle ayakta duran işler.
Semer, evlere dekoratif, süs amaçlı satın alınıyormuş.
Bir dükkanda içi  keçeli bir deri yeleğe bayıldım. Deri kıyafetlerin fiyatı hayli uygun.
Hayatımda ilk "Ayakkabıcılar Küçük Sanayi Sitesi'ni" Kula'da gördüm. Ama buradaki işyerlerinde ayakkabıdan çok ayakkabı üretiminde kullanılan, deri, saya ile terlik vs. imal edildiğini duyduk.
İlçede tabakhane de varmış.

Bu genç işsiz..Babasının yanında oyalanıyor...
Demircilik, çarşı dükkanlarında soba, balta, bıçak yapımı, bileyi düzeyinde kalmış.
Gezdiğimiz işyerinde ortak hava, "İşler kesat, siftahsız günler  çoğalıyor" şeklinde..
Yöresel sanatlar, meslekler deyince kaybolmakta olan mesleklerin sayılması...
İşin, sanatın, üretimin "nostalji" olması insanın içini burkuyor.
"Ahhh ah, her taraf koyun sürüsüydü, ta falanca vilayete kepenek satardık..." 
Ama ne koyun kalmış, ne çoban..
Kepenek minyatür, süs eşyasına dönüşmüş.
İyi de kardeşim, teknoloji değişti, ihtiyaçlar değişti, yenilen içilen şeyler bile değişti.
Vorld gaz markalı mutfak tüpü
Peki yeni mesleklerle daha bir yoğun çalışmak, gerekmiyor mu?
İnsanları motive eden, hayata bağlayan gailenin birşeyler üretmek olmaması eşyanın tabiatına aykırı değil mi?
İnsanların ailece sarıldıkları, kendilerini adadıkları kaç tane iş, meslek var? 
Ama... görüyorsunuz ki, para kazanmanın yolu üretmekten değil, alıp satmaktan geçiyor. Maharetler burada konuşuyor...
Eli hamura değmemiş bir tezgahtar, üç kuruş fazla alabilmek için elindeki ekmeğin "ekşi maya, tam buğday" olduğuna sizi inandırmakta usta.. 
Herkes birşeyler satma derdinde... Mesela ilk kez "Wold gas" markalı tüp bayi gördüm. Yine yabancıya para kazandırıyoruz...  Doğalgaz henüz gelmemiş ilçeye.
Leblebi fiyatları, Bursa ya da Çarum'daki fiyatların yarısı gibi.
Taş ustalığı konuşan terk edilmiş evlerin önünde  çocuklar.
Köyler burada da hızla nüfus kaybediyor. İlk okulların "taşımalı" sistemle kapanması göçü hızlandırmış.  Köylerde yaşlı, emekli dışında kimse görünmüyor.
Ege ikliminin etkisiyle olsa gerek, açık besi sığır çiftlikleri gördük. Köylerdeki ahırların da yarıdan çoğu açık besi modeline dönmüş.
Ama altlık yapmayı bir türlü beceremiyoruz. Rengarenk, alacalı bulacalı ırk sığırlar bataklıktaki mandalar gibi pisliklerinin içinde yaşıyorlar!

İlk gün akşam yemeği için yine Kent Ormanındaydık. Yemek sonrası bir anda masalar kalktı ve salonda "U" düzeni alıp "Yaren Gösterisi" izledik.
Açıkçası "Yaren Gösterisi" deyince dansöz falan çıkacak sandım. Aaa baktım, bizim kılıç-kalkan ekibi gibi yöresel kıyafetli delikanlılar, ellerinde kılıçla daldılar ortamıza!
Meğer burada, yaren eğlencesi hayli rağbet gören bir eğlenceymiş.
Ardından otel için geldiğimiz ilçe merkezinde “Katakekaume” yazan ışıklı tabela dikkatimizi çekti. Telafuz etmek yarışına tutuştuğumuz bu sözcük, "yakık ülke" demekmiş. Bir de baktık ki, bu yanık ülke tabelası bir düğün salonuna ait!
Kula insanının espri anlayışına bayıldım...
Veee bir anda düğün salonundan taşan müziğe kapılınca, kimimiz "gelinin dayısı", kimimiz "damadın köylüsü" falan oluverdik ve daldık içeri...
Salonda düğün takı işi bitmiş, salon boşalmaya başlamıştı. Sahnede sadece eklerler oynuyordu. Tabi bizim grubun favorisi "Erik dalı gevrektir" çalmaya başlayınca sabırlar tükendi ve kendimizi sahnede bulduk!
Çok mu pozitif insanlardı, yoksa bizim samimi hareketlerimiz mi etkili oldu bilmem; hiç yabancılık çekmedik. Hatta mikrofondan "Bursalı misafirlerimiz" diye anons edildik ve hiç tanımadığımız genç çiftin düğününde "kızlı erkekli" gösterdik hünerlerimizi... Ve sahnedeki "haremlik/selamlık" oyun düzenini, havayı yumuşatmayı başardık!
Kula evlerli. Yıkmak yasak, restorasyon pahalı...

"KULA EVLERİ", RUM MİMARİSİ.

İlçede bin civarında tescilli "Kula Evi" varmış. Bunların bir kısmı kamu kaynaklarıyla restore edilmiş, ticari işletme şeklinde kullanılıyor. Birisini ziyaret ettik. Hediyelik eşya satışı, çay kahve, yiyecek hizmeti veriliyor. İşletmeci "gençlerin ilgisizliğinden" şikayetçi. Müzik, alkollü içecek, oyun vs. yasakmış.
"Mekan güzel, ama burası cami değil, bırakın müzik, eğlence de olsun ... " dediğimde, tepkisi "Güzel olur, ama bizi aşar" oldu.





"Öpüşen çatı" diye bir şey varmış..
Tescilli Kula  Evlerinin büyük bölümü bakımsız, yıkık dökük halde, yoksul kesime mekan olmuş. 1. Derece SİT alanı olduğu için bu evleri yıkmak yasak. Aslına uygun restorasyon işi de çok pahalı olduğu için vatandaşın alım gücünü aşıyor.
Kula'da Osmanlı zamanında 10 mahalleden 1'i Rum Mahallesiymiş. Rum evleri, Türklerinkine göre daha görkemli duruyor. Evlerin genel özelliği alt katları çoğu bazalt taşından taş duvar, üstü ahşap ve tuğla.
Sokaklar sadece yük hayvanı geçecek kadar. Yani daracık. Çoğuna araba giremiyor.
Sokaklarda eski Diyarbakır evlerini andıran bir hal var. Sokakta evin kapısını, penceresini görmüyorsunuz. Sokaktaki kapı eve değil, geniş avluya açılıyor. Dış kapılarda hala da kullanılan bir sistem dikkat çekiyor: İki ayrı kapı tokmağı ve iki ayrı demir kafes.  Tokmak sesinden misafirin kadın mı erkek mi olduğu anlaşılıyormuş. Ve tabi çelik kapılarda geleni görmek için kullanılan zincirin yerini, sürgülü ve kafesli tel pencere almış.
Eski bir kilise. Kültür merkezi tabelası var. 
Rum evlerinde kök boyamalar, duvar ve tavan  desenleri dikkat çekiyor.
Bir kilise kültür merkezine dönüştürülmüş.
Bir Rum okulu da tadilatta.
Hepsinin müthiş, ders alınacak, ibret verici öyküleri var.

Kök boya tarihi Kula evlerinden birisi ... 
Gezinin ikinci günü sabahında, ilk işimiz "Divlit Yanardağı"nın kızgın lavlarıyla oluşan bölgede "Yanık Ülke" markalı şarap üreten bir şirketin tesislerine gitmek oldu. Patronu, Anemon Otelleri'nin sahibi İsmail Akçura imiş, ama kendisini görmedik. Anlatılanlara göre, tarımsal açıdan verimsiz gibi duran tarlaları yöre köylülerden "iki katı fiyat vererek" satın alan işadamı, Fransa'nın şarap deneyimlerini aktarmış  ve yüzlerce dönüm arazide şaraplık üzüm bağları kurmuş.
Bu ev 1,4 milyon liraya restore edilmiş..
Bağların ortasına da şarap üretim tesisi, butik otel, restoran kurmuş. Oldukça modern bir tesis.
Gezdik.
Şaraplarının tadına bakmak nasip olmadı, ama o "kel" volkanik topraklarda değer yaratma, zenginlik üretme açısından gerçekten ders alınacak bir proje. Keza çevrede, deniz seviyesinden 925 metre yüksek bu bağlardan çok daha verimli olabilecek binlerce dönüm arazide herhangi bir verimli tarım yapıldığını gösteren işaret yok.  Sadece Salihli'de üzüm, Akhisar'da  zeytinin önde sektör olduğu izlenimi edindim.

SIRADIŞI BİR CAMİ...

Kula'nın Emre köyünde "Carullah bin Süleyman" adlı cami, gerçekten sıradışı bir cami.
Öyle ki, yaklaştığımızda, müze gibi bir yere gireceğiz sandım. Daha avluda, duvarlarda  tavanda rengarenk motifler, resimler...
Ev, gemi, çiçekler, balık, türlü meyveler, hayvanlar...
 İlk anda "tavan, duvar resimleri kilisede" olur, diye  düşünüyorsun. Ama bunlar Hıristiyanların o melek resimlerine benzemiyor. Gayet doğal, gözle görüşen şeylerin resimleri. Ve 1808'lerde çizilen resimler, boya öylece duruyor.


Yunus Emre'nin mezar taşı. Başucunda baltaya dikkat..
YUNUS EMRE TÜRBESİ

Meğer köye boşuna "Emre" dememişler, Yunus Emre'nin mekanlarından birisiymiş.
"Tapduk ve Yunus Emre Türbesi"...
Türbenin içinde Yunus Emre'nin hocası  Horasanlı Tapduk Emre ile akrabaları, eşikte Yunus Emre'nin mezarları ver.
Rivayete göre, Tapduk adını veren Hacı Bektaşi Velidir. Kendisine "Bana himmet değil, buğday lazım" diye gelen Yunus'a "pişmesi" için odunculuk yaptırır. Yunus  orada "pişer", olgunlaşır, derinleşir. Yunus'un mezarının baş tarafındaki taşta balta, ayak ucundaki taşın üzerinde de iki anahtar figürü dikkat çekiyor.
Belediye burayı kocaman bir turistik bölge, gezi, tören,  dinlenme alanı olarak değerlendirmek için inşaata devam ediyor.
Emre köyü, harika taş işçiliği olan evlerle dolu. Ancak evlerin çoğu boş. Köyde in cin top oynuyor desek abartmış olur muyuz, bilmem.
Türbenin yanında tarhanasını, kurutulmuş meyve ve susamını satmaya giden yaşlı bir kadın belli ki, sohbet etmeye adam bulamıyordu. "Oğlum kimse kalmadı köyde. Biz de yaşlandık. Evlatlarım, torunlarım şehirde. Yüzlerine hasret ölüp gideceğim" deyiverdi.

SART HARABELERİ, ARTEMİS TAPINAĞI 

Tarihte parayı ilk kullanmasıyla tanınan Lydia'nın başkentinin Manisa'nın Salihli ilçesinde olduğunu bu gezide öğrendim.
Krallığın başkenti Sardes kenti, içinde altın akan Sardes ırmağının kenarında, çevresi hem gıda hem güvenlik açısından avantajlı bir coğrafyaya sahip bir yermiş. Ve bu topraklarda zamanın en büyük zenginliklerinden birisi üretilmiş, dev saraylar yapılmış.
"Hamam Gymnasion Kompleksi",  doğu yarısını kaplayan sütunlarla çevrili Palaestra (kare avlu), spor etkinlikleri için, bu mekanın batısındaki tonozlu salonlar ise hamam olarak kullanılmaktaymış. Arada hamamlar, avlular, sinagog vs. varmış ama bunların olduğu yerin büyük bölümünde sadece geniş mermer bloklar, bağlantı delikleri öylece duran dev mermer parçalarıyla "taban"lar, harabe halde duruyor.
Dikkat, sütunların dibindeki benim.
ASarp harabelerinin uzun bir öyküsü var ve dünyadaki en önemli tapınaklardan birisi kabul edilen Artemis tapınağı da bu harabelerin en görkemli bölümünü oluşturuyor. Yazılanlara göre yapımı neredeyse bir yüzyıl sürmüş ve bu arada değişen üç kralın da anıtları yapılmış.
Tabi bugün bu anıtların hiç birisi yok. Sadece sütunlar ile daha sonradan eklendiği anlaşılan bir kilise yıkıntısı var.
Anlaşılan Artemis Tapınağı dahil kazı ve konservasyon işinin tamamlanması için yapılacak çok iş var.
Büyük bölümü birkaç asır önceki depremde yıkılan, kırılan bir yer. Sağda solda duran sütun parçalarını birleştirmek, kimi eklemelerle aslına uygun bir tapınak haline dönüştürmek gereği ortada. Burası bir müze ve girişte bilet alıyorsunuz.
Bizans Çarşısı..Solda yeme içme, satış yerleri. Eskinin AVM'si..

BİZANS ÇARŞISI

Salihli'deki "Bizans Dükkanları", "Roma Caddesi", "Havra" ile "Hamam Gimnazyum Kompleksi"nin bulunduğu açık hava müzesi ise gördüğüm en güzel tarihsel mekanlardan birisi oldu.  Antalya Perge'de, İzmir'de dev mermer kolonlarıyla büyük anıtlar görmüştüm, ama Salihli'de böyle bir şeyler karşılaşmak sürpriz oldu.
Dikkatiniz çekmek istediğim iki şey var.
Birincisi, telle çevrilip "müze" haline getirilen, bilet kesilerek izletilen yer, bu tarihsel mekanın tamamı değil. Tel örgünün dışında da harabelerin devam ettiğini görüyorsunuz.
 Ayrıca müze içindeki yapıların sadece üçte birisi günışığına çıkarılmış dersem pek abartmış olmam.
Diğeri ise şu: Türkiye maalesef üzerinde oturduğu değerlere kör,sağır.
Bakınız örneğin gezimizin son noktası olan bu tarihi bölgede bir pano ibret vericiydi.
Panoda, 1965-1973 yılları arasında tarihi mekanın onarımı ve yapımında katkısı olanların bir listesi var.
Listede bizim Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün yanı sıra, tam 85 kişi ve kuruluşun ismi yazıyor.
Tarihi eserlerimizi "onaran"ların listesi
Veee, "Mr.& Mrs. Alexander Abraham" ile başlayıp "Mr.&Mrs. Paul Woolf" ile biten listedekilerin tamamı yabancı!
Çoğu Amerikalı. İçinde İsrail cemaatı üyesi de var, Sydney'deki bir aile vakfının temsilcisi de, profesör de var.
Hem burada, hem Sarp Harabelerinde "Sart Amerikan Harfiyat Heyeti" ile "Harvard  Sanat Müzeleri ve Cornelle Üniversitesi" imzaları var!
"Niye", diyorum, "Nedeeenn"... Nedeeeenn??!!
Bu ülkenin sahibi, devleti, işadamları, girişimcileri, vakıfları yok mu?...
Ondan sonra şu kadar tarihi eser kaçırılmış... Avrupa'daki falanca müzedeki eserler Anadolu'dan gitmiş diye sinir bozucu haberler okuyoruz...
Tamam iyi  savaşçıyız, bu toprakları kanla kazandık, bayrağımız al yıldız...
Ama arkadaş, ne yerin üstünde ne de altındaki değerlere sahip çıkabiliyoruz!...
İnanın, Manisa'yı gezince, bu ülkenin sadece tarihine, coğrafyasına sahip çıkarak
dünyanın bir çekim merkezi olabileceğine inandım...
Salihli efeler diyarı olunca... 


Gezmeye, doğayı, yaşamı ve memleketi tanımaya devam...